5 Ocak 2003
<B>İLK</B> resmi <I>savaş istihdamı</I> ilanı ABD basınında çıktı. ABD ordusu ilanla Kürt tercüman arıyor.
Bize sorarsanız, Pentagon uzun sürecek Irak işgali sürecinde özellikle ülkenin kuzeyinde halkla ilişkiler açısından gerekli beşeri sermaye tedariki peşinde. Tıpkı silah, mühimmat, ilaç, çiklet ihtiyacını karşılar gibi Kürt tercümanlar da ABD savaş makinesinin dişlisi sayılıyor.
Ama çok muhtemeldir ki, tercümanlık için başvuranların hayalini muzaffer orduların rehberi sıfatıyla Bağdat'a girmek süslüyor. O yüzden, Ankara'nın Musul-Kerkük'ün kuzeyinden geçen kırmızı hattın altını Kürtlere ve diğerlerine (ABD hariç) yasak bölge ilan etmesi boşuna değil.
* * *
Sınırötesi bu savaş ekonomisi haberinden yerli beklentilere dönersek:
İlk Körfez Savaşı'nın turizme maliyeti sekiz yıl için 22 milyar USD olarak hesaplandı. Bu kez savaş çıkarsa önümüzdeki beş yıllık turizm geliri kaybının 30 milyar USD düzeyine ulaşacağı tahmin ediliyor.
İlk Körfez Savaşı'nda, sadece Irak'tan gelen turistlerin kesilmesi 500 milyon USD gelir kaybına yol açtı. Eğer yeni savaş çıkar ve turizm mevsimine kadar uzarsa İran, Suriye gibi bölge ülkelerinden ve Rusya'dan turizm gelmesini beklemek ham hayal olacak.
Meraklısı için dipnot: Komşu turizminin toplam gelirler içindeki payı yüzde 4-5'i aşmıyor. Ama gelen turist sayısındaki payı yüzde 9-10.
* * *
Irak Savaşı'nın olası sonuçları arasında Almanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerden beslenen yeşil bankerlerin iflasını beklemek de temenni değil makul tahmin sayılmalıdır. Çünkü;
11 Eylül'den sonra uluslararası para transferi denetimlerinin sıkılaşması kurye çantasıyla döviz taşıma inadını kıramayan din kardeşlerimize yaramadı.
Daha da önemlisi, yeşil bankerlerin faiz-kur makasından kazanç yolları da kapandı. Zaten düşük faiz-kur düzeyi sıcak paradan kazanan bu İslami bankerleri zorluyordu. Bir de döviz kuru fırlarsa toptan iflas bayrağı çekecekler, bizden söylemesi.
* * *
Bu hafta da daldan dala konduk... ABD ordusu ile başladık; son tüyo yine aynı adresten. Pentagon, Irak senaryolarını iki seçeneğe indirdi:
1) Saddam sürgüne yollanırsa savaştan vazgeçilecek.
2) Son çabalar da kár etmezse, şubatın ikinci yarısında savaş başlayacak.
Yazının Devamını Oku 29 Aralık 2002
<B>IRAK'</B>ta yaklaşan savaş haberlerinin sadece <I>boyu değil içeriği de</I> değişti. <I>‘‘Acaba savaş çıkar mı?’’</I> soru işareti artık geride kaldı.‘‘Nasıl ve nerede savaşılacak?’’ senaryoları aldı yürüdü...
Peki ‘‘Savaş çıkınca ne olacak?’’ derseniz işte tahminimiz:
ABD ilk Körfez Savaşı'nda (1991) Irak'ı Kuveyt'ten çıkartmak, eski sınırlarına çekmek için savaştı. Ama bu savaşta sınırlar değişecek.
Irak fiilen ikiye bölünecek. Lozan öncesi tarihi Osmanlı-İngiliz ateşkes hattı, biri küresel -ki ABD- diğeri yerel -ki Türkiye Cumhuriyeti- arasındaki yeni sınırı çizecek.
Irak'taki Türkiye-ABD sınırı, Musul-Kerkük tartışmasına nokta koyacak. Türkiye Musul-Kerkük'e girmeyecek ama ABD'den başkasını da sokmayacak.
Irak'ın kuzeyi tamamen Türkiye'nin kontrolüne bırakılacağı için ‘‘Acaba Kürdistan kurulacak mı?’’ paranoyası tarihe karışacak.
* * *
Irak'ta yeni paylaşımın haritası geçen hafta Ankara tarafından Washington'a iletildi. Musul-Kerkük'ün Kürtlere ve/veya İngilizlere terk edilemeyeceği ültimatomuna tek satırlık öneri eklendi:
- Lozan öncesi Osmanlı-İngiliz ateşkes hattı uygulansın.
Murat Bardakçı'nın yardımıyla bu tarihi hattı haritaya dönüştürdük. Gördük ki Birinci Dünya Savaşı'nda Irak cephesinde varılan ateşkeste bugünkü Kürt bölgesi Osmanlı'ya bırakılmış, buna karşılık Musul-Kerkük dahil Arap toprakları da İngilizlerde kalmış.
Bugün aynı hattın (sınırın?) tartışmaya açılmasının anlamı açık.
Savaştan sonraki yeni sınırda Osmanlı'nın yerini Türkiye Cumhuriyeti'nin alması, İngiltere'nin topraklarına da ABD'nin yerleşmesi çok muhtemel... Çünkü;
Ankara hep dağların arasından, eteklerinden, hatta tepelerinden dolaşan Irak sınırında güvenlik sağlamanın zorluğundan yakınır. Bugünküne göre daha güneyden ve düz coğrafyadan geçen yeni sınır Türkiye'nin çok işine yarar. Kuzey Irak'taki fiili askeri varlığımız haklılık kazanır.
En az beş yıl sürecek askeri işgalin ardından iktidarı Bağdat'ta kuracağı demokratik yönetime bırakmayı tasarlayan ABD açısından kuzey komşusunun Kürt aşiretleri değil Türkiye olması daha güvenli sayılacak.
Türkiye ve Irak'taki Kürt nüfus arasındaki sınır kalkacak. Barzani ve Talabani'nin rakipleri Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ve demokrasi kültüründe yetişecek.
* * *
Irak'taki savaş aslında doğrudan Türkiye'nin meselesi değil.
Ama madem ki çıkmasını engelleyemiyoruz, o zaman sadece bugünü düşünmek yerine yarını da planlayarak politika üretmeliyiz.
Yazının Devamını Oku 22 Aralık 2002
<B>SON</B> birkaç pazardır büyük alışveriş merkezleri dolup taşıyor, yılbaşı heyecanı vitrin süslerine, sokak ışıklarına yansıyor. Türk insanı belki de aylardır ilk kez önünü görebiliyor:
Sanayici, tüccar, küçük esnaf zincirinde mal hareketi başlıyor.
İşini kaybetme korkusunu atlatan tüketici kara gün parasını harcıyor.
Bu, gerçekten iyi haberdir;
çünkü artan tüketim geleceğe güvene işarettir,
yarına iyimser bakılan ekonomide yatırım, üretim, istihdam yükselir.
* * *
Ne var ki toplumsal refah artarken kimilerinin hükümet eliyle daha hızlı zenginleşmesi cinliği denenirse ekonomiyi düzeltmek için harcanan tüm emekler boşa gider... Unutmayın ki;
Türkiye 1980'li yılları dış borçla,
1990-2000 arasını sıcak parayla atlattı.
Krizden sonra IMF desteğine muhtaç kaldı.
Ve IMF, Türkiye'ye verdiği 30 milyar doların AKP'nin kendi zenginini yaratma hevesi için kullanılmasına kesinlikle itiraz edecektir, inanın!
* * *
AKP kendi zenginini yaratmaya- tıpkı ANAP gibi- müteahhitlerden başlamak istiyor. Bu yüzden yeni Kamu İhale Yasası engelini aşmaya çalışıyor.
IMF korkusuyla yasayı iptal edemiyor ama ertelemeye yelteniyor.
Peki yasa 3-6 ay veya bir yıl ertelenirse ne olacak? Muhtemelen;
AKP 15 bin kilometre duble (bölünmüş) yol işini -kilometre başına 240 milyar ödeyerek- yandaşlarına dağıtacak.
AKP'ye yakın müteahhitlerin karneleri iktidarın diğer ihalelerinde maymuncuk işlevi görmeye devam edecek.
Yani AKP tabanı nemalansın diye krize yol açan hatalar tekrarlanacak.
* * *
Bu süreçte AKP'ye Meclis'te muhalefet zor gözüküyor.
Parlamento dışı muhalefetin yığınağı Çankaya'ya yapılıyor. Cumhurbaşkanı, Anayasa değişikliğinin ardından Mali Milat'ı kaldıran yasayı ve Kamu İhale Yasası'nın ertelenmesini de veto ederse açıkçası pek şaşırmayız.
Zaten Recep Tayyip Erdoğan bu korkusunu geçen hafta kendisini ziyaret eden Türkiye Odalar Birliği heyetine ‘‘Cumhurbaşkanı her işimize takoz koyuyor’’ ifadesiyle belli etti bile.
* * *
Devlet dün Necip Hablemitoğlu'nun ailesini yalnız bırakmadı.
Ama keşke cenazede değil yaşarken sahip çıkabilseydi.
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2002
<B>TV</B> ekranına yansıyan coşku, havai fişekler sanki referandum sonucunu ilan ediyor...<B> Serdar Denktaş'</B>ın <I>‘‘iyi niyet belgesi imzalandı’’</I> müjdesini Avrupa bileti sayan KKTC halkı sokaklara dökülüyor, bayram ediyor. Ne var ki baba Denktaş'ın ‘‘imza falan yok’’ restiyle herkesin hevesi kursağında kalıyor, yarım saatlik Avrupa hayali sona eriyor.
* * *
Türkiye'nin Avrupa hayali Kıbrıs Savaşı'ndan çok daha eskiye dayanıyor. Ama özellikle seçimden önceki son üç ayda Kopenhag randevusunun iç siyaset kurlarını belirlediğini unutmamak gerekiyor.
MHP ve ANAP arasında zaten var olan siyasi çatlağın Abdullah Öcalan'ın boynundaki ilmiği çıkartan Avrupa yasalarıyla nasıl uçuruma dönüştüğüne hep birlikte tanıklık ettik.
Dolayısıyla kimilerine göre Avrupa yasalarına muhalefetin bedelini baraj altında kalarak ödeyen MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin Kopenhag kararına ilk tepkisi ‘‘almayacaklarını söylemiştik’’ olabilirdi. Ama olmadı! Hatta ‘‘Apo'yu neden asmadık’’ diye hesap sormaya kalkabilirdi, hiç yeltenmedi!
MHP liderinin bugünkü gazetelere yansıyan sözlerinin üstünden ismini, haberi süsleyen fotoğrafını çıkartın, öyle okuyun. Çoğunuzun tepkisinden çok daha ölçülü ve yumuşak olduğunu göreceksiniz.
* * *
Kimi zaman çok karmaşık sanılan olaylar, yol açtıkları tepki sayesinde daha iyi anlaşılır. KKTC semalarına yükselen havai fişeklerin ömrü yarım saat bile olsa belli ki yankısı on yıllarca unutulmayacak. Avrupa hedefine muhalefetin faturası her akıllı lider/siyasetçinin gözünü korkutacak.
Avrupa treninin yol alacağı, istim tutacağı iki sağlam ray;
KKTC gençliğinin çözüm dayatması,
Ankara siyasetinin Avrupa hayaline teslimiyeti
ile döşendi bile.
Günlerden pazar ve muhtemelen sabah çayının şekeri niyetine Avrupa'yı olduğundan yakın sayıyorsunuz. Ancak müzmin kötümserliğe olduğu kadar yanlış hesaba da itirazımız var. Çünkü Avrupa takviminin mantığı biraz da Avrupa Parlamentosu seçimlerine dayalı:
Örneğin, Türkiye AB'ye 2003 yılında tam üye olsaydı Avrupa Parlamentosu'nun 2004 Haziran ayındaki seçimlerine yetişecekti.
Tam üyelikleri 2007 olarak planlanan Bulgaristan ve Romanya 2009 Avrupa Parlamentosu seçimine yetişecek.
Türkiye'nin üyeliği daha da gecikirse Avrupa Parlamentosu için oy hakkımız 2014'e kalacak.
Aslında Avrupa Parlamentosu öyle pek matah bir yer değil.
Genellikle stajyer ve mütekait politikacılar seçiliyor. Ama ‘‘Avrupa neden korkuyor?’’ sorusunun matematiğini de yansıtıyor. Çünkü Türkiye'nin, geniş insan kaynakları (kibarca nüfus demek oluyor) sayesinde üyeliğini takip eden ilk seçimde İngiltere, Almanya ve Fransa'nın ardından Avrupa Parlamentosu'nda en fazla sayıda sandalyeye sahip olacağı kesin.
İnanın yazanı bile sıkan bu hesap kitabın özetini isterseniz:
Kıbrıs halkı yeterince bastırır,
Sisteme muhalefetle oy toplayan AKP tırsmazsa,
Kıbrıs'ta 28 Şubat 2003’e kadar anlaşma sağlanır.
Birleşik Kıbrıs, Avrupa Birliği üyesi olur.
Bu rüzgárı yakalarsak Türkiye 2009'dan önce AB'ye girer.
Aksi halde Avrupa için ilk oyumuzu 2014'te kullanırız.
Her pazar birlikte olmayı umuyoruz, yeniden merhaba!
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2001
SAVAŞIN ilk hamleleri ABD'nin Bağdat taktiğini andırıyor. Afganistan'ın zaten güçsüz hava savunma sistemini erken harekete geçirip vurmayı, hava kuvvetlerini yerde yok etmeyi amaçlayan füze saldırısının ilk sonuçları muhtemelen bu sabah alınacak. Askeri stratejide komuta, kontrol ve haberleşme olarak anılan hayati sistemi hedef olan, kör edici bu vuruşlardan sonra büyük olasılıkla uçaklar devreye girecek, kara harekatı için en uygun zaman beklenecek.
Sadece bizde yok!
CENNET ülkemiz benzersizdir... Dünyadaki hiçbir gelişmeden hatta şoktan bile öyle kolayına etkilenmez. Örneğin Çernobil radyasyonu bize dokunmaz, Güneydoğu Asya'dan başlayan küresel ekonomik kriz asla Türkiye'ye sıçrayamazdı, hatırladınız mı? Soğuk Savaş döneminde tüm NATO ülkelerinde gizli faaliyet gösteren özel birimin sadece Ankara uzantısı eksikti, o yüzden dünyada duvarlar yıkılırken Türkiye'de açıklanacak sır, sorulacak hesap yoktu... Tüm bu yalanları en etkili ve yetkili ağızlardan dinledik, okuduk.
Yazının Devamını Oku 16 Ağustos 2001
Döviz piyasasındaki gelişmeler <I>iki ayrı başkentten</I> izleniyor. <br><br>Ankara'daki ekonomi yönetimi banka genel müdürlerini arayıp neden döviz satmadıklarını soruyor -ki artık fazla ciddiye alındıkları söylenemez. TL'deki aşırı değer kaybının uluslararası borsaları sarsacak krize dönüşme ihtimalini gözden uzak tutmayan ABD Merkez Bankası (FED) Washington'da meraka kapılıyor, İstanbul'daki kıdemli bankacıları arayıp döviz piyasasını yakın takibe alıyor.
Bize sorarsanız Ankara, Washington'un yanında fazla cool kalıyor.
* * *
Dünkü piyasaları sadece fiyat düzeyine takılıp kalmadan analiz edersek... Hafta başından itibaren gözlediğimiz pozisyon farkı artık kurumsallaşıyor gibi... Şöyle ki:
Çok yakın zamana kadar Merkez Bankası'nın piyasadaki oyun kurucu rolü tartışılmazdı. Atılacak her adımda Ankara'nın hamlesi hesaplanırdı. Gönüllü veya zoraki olarak piyasa yapıcısı işlevini üstlenen bankalar aslında Merkez Bankası politikasının güdümündeydi.
Oysa dalgalı kurda Merkez Bankası'nın rolü değişince piyasa yapıcısı bankalar Ankara'dan hiçbir katkı görmez oldu. Bankalar sattıkları döviz başına zarar ettikleriyle kaldı. Piyasalar tamamen kendi ve yetersiz dinamikleri ile yön buldu. Merkez Bankası takipçi hale düştü.
Yazık, çünkü Merkez Bankası'nın pozisyon kaybı hiçbir kurla ölçülmez.
* * *
Ankara'da umutlar gelecek hafta yapılacak halka arzlara bağlandı.
Eğer bu ihaleler başarılı geçerse halkın elindeki TL ve döviz toplanacağı için kur üzerindeki baskının yumuşaması bekleniyor.
Ama açık konuşalım para kazandığı yere gider... Dövizdeki arz eksiliği giderilmeden, kur artışı enflasyon düzeyine inmeden çözüm zor gözüküyor.
POLİTİK KÖŞE
EKONOMİK Mesih'in kahvaltı masası havarilerine göre, sorun politik... ‘‘Hele bir hükümet değişsin, bakın işler nasıl düzelir’’ havasındalar... Emirleri olur değiştirelim de...
Farkındalar mı bilmiyorum ama Kemal Derviş'in tasarruf ettiği güç başbakanlık koltuğunda elde edeceğinden daha az değil...
Unutmayalım ki başbakan değişimi her zaman siyasi sistem reformu anlamına gelmez... Mevcut siyasi çarkı Derviş'in daha iyi işleteceğinin (örneğin on beş günde on beş yasa çıkartacağının) hiçbir garantisi yoktur.
Dahası Türkiye'ye ekonomiyi kurtarmaya gelen ve bu nedenle prim yapan teknokratın siyasi ihtirasını bu kadar erken açığa vurması da hazindir.
RAKAMLARLA TÜRKİYE
HASTANE ve adliyeler Türkiye'nin aynasıdır... Sadece kur ve faiz rakamları yerine adalet istatistiklerine bakmakta yarar var...
‘‘DGM kapsamına giren çeşitli suçları içeren faili meçhul dosyaların sayısının 18 bin 247'yi bulduğu belirlendi. A.A muhabirinin Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nün 2000 yılı verilerinden derlediği bilgilere göre, 1 Ocak-31 Aralık 2000 tarihleri arasında Adana, Ankara, Diyarbakır, Erzurum, İstanbul, İzmir, Malatya ve Van DGM Cumhuriyet başsavcılıklarına, toplam 502 faili belli olmayan dosya geldi. Bu sayı, önceki yıllardan devir olan 17 bin 745 dosya ile toplam dosyalar içinde yüzde 64.3'lük bir yer tutarak, 18 bin 247'ye ulaştı.’’
Her üç suçtan ikisinin failinin bilinmediği bir ülkede ekonominin faili meçhule kurban gitmesi rastlantı mı?
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2001
<B>DÜN</B> döviz piyasasında oluşan fiyatları hatırlatıp sabah sabah asabınızı bozmak istemiyoruz...Zaten baştan anlaşalım: <I>Mühim olan şu veya bu seviyedeki fiyat değil pazardaki arz-talep koşullarıdır</I>. Döviz kuru;
a) Ağustos'ta herkes tatildeyken,
b) Türkiye ekonomisi rekor oranda küçülürken,
c) Hazine-en azından düne kadar-kör topal borçlanmayı becerirken neden bu kadar yükseldi...Yanıtı, arz-talepteki değişimde yatıyor.
Temmuz ayında bankaların yoğun dış borç ödemeleri nedeniyle döviz talebi yüksekti...Merkez Bankası'ndan başka satıcı olmadığı için bu musluğun suyu kesildiğinde kur 1 milyon 600 bin liraya kadar yükseldi.
Merkez Bankası son derece yerinde refleksle piyasaya müdahele etti, yeterli döviz arzını yaratarak fiyatı önce geriletti, sonra duraklattı.
Ne var ki bu politika pahalıya patladı. Merkez Bankası kur patlamasını takip eden iki haftada 1.5 milyar dolara yakın döviz sattı.
Stanley Fischer'in Kemal Derviş ve kahvaltı masası havarileri tarafından ağırlandığı müzakere maratonunda bu politikadan vazgeçilmesi şaşırtıcı olmadı...Ulusal rezervdeki dövizin asıl sahibi IMF kesin talimat verdi, Merkez Bankası piyasadan çekildi. Merkez Bankası'nın yerini yedi piyasa yapıcı bankanın alması denendi...Bu bankalar aralarında 105 milyon dolar toplayarak piyasada düzenleyici rol oynamaya çalıştı. Talebi karşılamak üzere havuzdan yapılan satışlar yedi banka arasında paylaşıldı.
* * *
Düne gelirsek...Öncelikle havuz satışları geçen haftadan itibaren yetersiz kalmaya başladı...Hatta dedikodu yapmayalım ama bazı bankaların düzenleyici satışı yapıp, hemen ardından piyasadan döviz topladığı görüldü.
Bankalararası piyasada satışı yapan bankanın bu parayı şube ağından alımlarla karşılamak yerine aynı piyasadan temini fiyatı artırdı.
Piyasa yapıcı bankalar da dahil olmak üzere herkes Merkez Bankası'nın aşırı dalgalanmaya izin vermeyeceği ve piyasaya müdahalede gecikmeyeceğinden emindi...Ama iki günde yüz bin liraya yakın kur artışına Merkez Bankası kaynaklı müdahale gelmeyince kafalar karıştı.
Doğru veya yanlış dün piyasada, ‘‘Ankara kurun ucunu bırakıyor mu?’’ sorusu ilk kez bu ölçüde ciddi olarak tartışıldı.
* * *
Dün para piyasalarında TL ve TL yatırımcısına ihanet yaşandı.
Ne var ki stok zararı kur süpürgesi ile temizleme veya Türkiye'yi ucuzlatarak pazarlama gibi-bu köşede iki-üç gündür tartışılan-cin fikirlerin sonucu da yine TL piyasasında gözlendi.
Dün sabah saatlerinde Hazine'nin ihaleye çıkacağı vadedeki faiz bileşik yüzde 90 düzeyindeydi. Oysa ihale kur patlaması gölgesinde kalınca faiz bileşik yüzde 98 çıktı. Yani Hazine'ye borç verenler kur artışından sağlayacakları alternatif kazancı faize eklediler.
* * *
Ankara muhtemelen bugün dövizin ucunu bırakmadığını göstermeye çalışacak. Merkez Bankası'ndaki toplantılar, havuz bankalarının piyasa kapandıktan hemen sonra bugün için strateji belirleme ihtiyacı duymaları önlem arayışına işaret...Ama tekrar ediyoruz döviz arzı olmadan hiçbir tedbir kalıcı sonuç yaratmaz. Hiç kimse zararına TL'yi desteklemez. Ne banka, ne de tasarrufçu, kimse hayal kurmasın!
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2001
<B>EKONOMİK</B> tahminlerde kıyaslanan dönemlerin seçimi önemlidir...<br><br>Bu yüzden <I>çok kötü ve çok iyi</I> yıllar -temsili özellik taşımadıkları için- genellikle endeks dışı bırakılır. Ne var ki Türkiye'nin talihsizliği peş peşe gelen krizler nedeniyle normal sayılacak yıl bulunamasıdır.
22 Şubat devalüasyonundan bu yana oluşan hasarın tespitine kafa yoranların bu ülkenin aslında 1997'nin ikinci yarısından itibaren ekonomik ve buna paralel siyasi kriz yaşadığını unutmaması zorunludur.
* * *
İstanbul Sanayi Odası üye işyerlerinde 2000 yılı başında 540 bin kişi çalışıyordu. 2000 yılında 21 bin 600 kişi (yüzde 4) işinden oldu. Kalan 518 bin 400 kişiden 39 bin 900'ü (yüzde 7.7) 2001 yılının ilk altı ayında işini yitirdi... Böylece son bir buçuk yılda sadece İSO üyesi işletmelerde çalışan toplam 61 bin 500 kişi işsiz kaldı. Bu rakamın sadece kayıtlı ekonomiyi yansıttığı düşünülürse, kayıt dışı ekonomiyle birlikte -imalat sanayi için- yaklaşık iki katı işsiz rakamına ulaşmak mümkün.
En az bugünkü işsiz sayısı kadar önemli olan işsizlik trendidir.
Türk ekonomisi 1997 yılının ikinci yarısından itibaren sırasıyla Güneydoğu Asya, Rusya krizleri ile 17 Ağustos depreminin etkisinde kaldı. Kısa hafıza kaydından mustarip millet olduğumuzdan anımsamakta yarar var. Türkiye 1999 yılında da en az bu yılki kadar derin ekonomik küçülme yaşadı.
Dolayısıyla bugünkü işsizler zaten mevcut orduya yeni neferdir...
Dört yıldır ekonominin büyümesini bekleyenlere ilavedir.
* * *
İşsizlik ve talep kırılmasının birbirini besleyen etkisi iktisata giriş kitaplarında bile yazar... Dolayısıyla işçisini kapıya koyan sanayicinin aslında sadece işgücü değil tüketici de yitirdiği bilinciyle yeni üretim için fazla acele etmeyeceği bellidir.
Dolayısıyla bugünkü işsizler, önümüzdeki dönemin üretim gerilemesi/istihdam kaybının habercisi olabilir.
Dahası tüm bu olumsuz gelişmeler nüfusun yaklaşık yarısının istihdam edildiği tarım kesiminde kuraklık nedeniyle üretim gerilemesi/yoksullaşma yaşandığı döneme rastlıyor.
* * *
IMF dayatması ile uygulanan ekonomik programın asıl riski işte burada yatıyor... IMF'nin temel stratejisi bu ülkeyi daha ucuz kılmak...
Bu amaçla kurun yerli veya yabancı kaynaklı döviz girişine yol açacak ölçüde tırmanmasına izin veriliyor... Döviz arzı ve talebinin bu yolla kesişmesine, fiyatın tespitine çalışılıyor.
Bu politika belki sadece bu yıl o da devalüasyon nedeniyle kriz yaşayan bir ekonomide olumlu sonuç verebilirdi...
Ama peş peşe krizlerin yarattığı stok zararın kur süpürgesi ile temizlenmesi, ülkenin ucuzlatılarak pazarlanması çok tehlikelidir.
Yabancılar yılbaşında bu ülkeden paralarını alıp giderken müflis ekonomi ve fakat iyi-kötü çalışan bir siyasi sistem bıraktılar...
Bir gün geri dönerlerse IMF politikası yüzünden ekonomik iflasın üstüne siyasi tükenmenin de eklendiğini görecekler...
O zaman neden gelsinler ki?
Yazının Devamını Oku