Enis Berberoğlu

28 Şubat ve 27 Mayıs farkı

27 Nisan 2003
<B>CHP </B>Lideri <B>Deniz Baykal</B> ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral <B>Hilmi Özkök'</B>ün 23 Nisan boykotundan sadece saatler öncesine rastlayan sıcak sohbeti hakkında rivayet muhtelif... Bir TV kanalı <I>dudak okuma</I> yöntemiyle yakaladığını ileri sürdüğü diyaloğu yayınladı, gazeteler alıntı yaptı. Hemen ertesi gün Deniz Baykal, ardından Genelkurmay yazılı açıklamayla siyasi ittifak izlenimi yaratan haber/yorumları kesin dille reddetti.

Ortak tepki platformunu seçenler yine de siyasi ortak görünümü vermemekte ısrarlı... Kanımızca bu hassasiyetin nedeni, darbeleriyle namlı yakın tarihimizin sayfalarında saklı.

* * *

Yaygın kanaatin aksine sadece zenciler değil askeri darbeler de birbirine benzemez. Hasarlı demokrasi tarihimizin ilk darbesi (27 Mayıs 1960) ve postmodern son müdahalesi (28 Şubat 1997) arasında fark çoktur.

Daha da ileri gidersek... Darbeciler 27 Mayıs stajından (=hatalarından) öğrendi, askeri müdahale her tekrarında yenilendi.

27 Mayıs'ta darbeci yüzbaşıyla paşanın eşit söz hakkı ‘‘emir, demiri keser’’ mantığını köreltti... 11 yıl sonra ‘‘önce kalkan darbe yapar’’ misali iki ayrı cunta iktidara yarıştı. 9 Mart tarihini seçenler beceremedi. 12 Mart 1971 dörtlüsü, rakip cuntadan Ziverbey'de hesap sordu.

Neticede tüm darbecilerin birlik ve bütünlük içinde hareket etmesi, astın üstü sayması gibi hayati dersler çıkarıldı.

12 Eylül sabahı ilk MGK bildirisinin ‘‘Türk Silahlı Kuvvetleri emir-komuta zinciri içinde yönetime el koydu’’ vurgusuyla başlaması, bu hassasiyete işaretti. Nitekim 28 Şubat'ta da ordumuz yekpareydi.

Sürecin teknik analizi bir yana... Siyasi sonuçlarına bakılırsa:

27 Mayıs, Demokrat Parti iktidarına karşı, CHP destekliydi.

12 Mart ve 12 Eylül, tek partiyi hedef veya müttefik seçmedi.

28 Şubat'ta darbe mühendisleri, sivil toplumun da desteğiyle ‘‘rejim düşmanı’’ ilan ettikleri koalisyonu, parlamentoda devirdi. Ve ilginçtir, sadece darbenin muhatapları değil, sayesinde siyasi kazanım sağlamaya çalışanlar da ilk seçimde sandığa gömüldü.

Özetle, darbecinin el kitabında kayıtlı iki kurala göre; 1) emir-komuta düzeninin korunması, 2) siyaset üstü görünüm verilmesi, başarının şartıdır.

* * *

30 Nisan MGK'sı bu açıdan önemli kavşaktır.

Devlet refleksi, siyasi iradeyle kozunu bu anayasal platformda paylaşmalı, tartışma, asla bu zeminin dışına taşmamalıdır.

Tarihi tanık göstererek, aman diyoruz: Askerin duruşuna siyaset karışmamalı, ana muhalefet partisi darbe heveslisi gibi görünmemeli, Çankaya, tarafsız hakem konumunu korumalıdır.

Aksi halde ciddi sıkıntı kapıdadır.

KARŞI GÖRÜŞ/KATKI


GEÇEN hafta, ‘‘Kürt Serbest Ticaret ve Üretim Bölgesi kurulsun, Türkiye'nin Güneydoğusu Suriye, İran ve Kuzey Irak için cazibe merkezi olsun’’ önerisinde bulunduk, gelen tepkilerden iki tanesini aktarıyoruz:

‘‘Kürt Serbest Bölgesi kurulması fikri herhalde bir şaka. AB üyeliğini gerçekleştirmeye çalışan bir ülkenin başka bir entegrasyonu yapmasının mümkün olmayacağını sizin de bilmeniz gerekli. Yoksa siz Türkiye'nin AB ile birleşmesine karşı mısınız?’’ (Prof. Rıdvan Karluk)

‘‘Berberoğlu sen daha hem Erbil, hem de Selahaddin'in Barzani'nin kontrolünde olduğunu bilmeyecek kadar Kürt cahilisin.’’ (Murat ?)
Yazının Devamını Oku

Kürt ekonomik birliği kurulsun

20 Nisan 2003
<B>BAŞLIKTAN</B> da anlaşılacağı üzere bu yazının konusu Kürt coğrafyası. Bizim topraklarda OHAL haritasıyla, daha güneyde Kuzey Irak şeridiyle anılır. Suriye ve İran'da durum daha vahimdir.

Peki bu dört parçalı ve biraz gevşek organizmanın kalbi ne yana düşer sizce? Yani Kürtlerin siyasi ve ekonomik cazibe merkezi neresidir?

Düne kadar bu sorunun tartışmasız yanıtı belliydi: Diyarbakır...

Diyarbakır'ın siyasi ve ekonomik gelişme düzeyi ne Kuzey Irak'la, ne de Suriye veya İran'ın Kürt bölgeleriyle kıyaslanır. Sadece OHAL bölgesinde yaşayan Kürt sayısı, tüm Irak Kürt nüfusundan fazladır.

Ama kendimizi kandırmayalım, savaşın ardından Kürtler yeni bir kıble daha buldu. Kimilerine göre Erbil (Barzani) diğerlerine göre Selahaddin (Talabani) siyasi açıdan Diyarbakır'ın önüne geçti...

Çünkü oradaki Kürtler artık bağımsız, diğerleri değil!

Oysa bugünkü dünyada küresel ekonomiyle entegrasyona gidilmeden siyasi bağımsızlık ilan etmek, ülkenin etrafına -nasıl olursa günün birinde yıkılacak- duvar çekmekle eş anlama gelir...

Ve bu duvarların ortasında ancak Saddam kadar bağımsız kalabilirsiniz.

Yoksa Yunanistan Başbakanı Simitis'i KKTC muhalefetinin karşısında izlemediniz mi? Sanki bir elinde dolarla, diğerinde AB pasaportuyla duruyor gibiydi. İşte sözünü ettiğimiz cazibe merkezi böyle bir kimya... Ekonomik refah ile demokrasi, insanca yaşam bileşimi kazanır, kazandırır.

Irak, Suriye, İran ve Türkiye...

Hangisinde Kürtler daha özgür ve zengin?

Türkiye'de derseniz fazla itiraz eden çıkmaz.

Ama açık söyleyelim bu kadarı yeterli sayılmaz. Peki daha ne yapılmalı?

Bizce Türkiye Cumhuriyeti, OHAL haritasını yeniden ilan etmeli... Ama bu kez aynı harita asayiş değil ekonomik seferberliğin sembolü olmalı.

Diyelim ki OHAL sınırları içinde Kürt Serbest Ticaret ve Üretim Bölgesi kuruldu. Yolu, suyu, elektriği zaten hazır... Yetişmiş insan gücü, küresel ekonomiye açık hukuku, haberleşme altyapısı mevcut.

Pazarı da belli: Dili, zevki, kültürü ortak Kürt insanı.

Dileyen Kürt kalksın Erbil'den gelip Şırnak'a tesisini kursun. Hatta yanına bir Türk, bir de Amerikalı ortak alsın.

Üretimin bir bölümünü AB'ye ihraç etsin, kalanını Kuzey Irak'a götürsün. Serbest bölge, Suriye ve İran Kürtlerine de açık olsun.

Türkiye, topraklarındaki üretim için bölgede zaten çalışmayan kamu tesislerini isteyen çıkarsa bedava versin... Beş yıl vergi almasın, elektriği, suyu, sigorta kesintisini düşük uygulasın vb...

Özetle dünya Kürtlerinin karnı Türkiye'de doysun!

* * *

Önerimiz uçuk kaçık gelebilir. Beğenmeyene de saygımız sonsuz.

Fikri beğenip ve fakat işlememizi yetersiz bulanlar da çıkacak kuşkusuz.

Ama herhalde derdimizi anladınız. Gönüllü birlik için çare cazibe merkezi yaratmaktan geçer. İtip kakarak bir yere varılmaz.

Sola ihanet genetik


ESKİDEN siyasi çizginin yaşam boyu süren evrimle değiştiğine inanılırdı.

Gençlik gereği solculuğu seçenlerin yaşlılıkta sağa meyletmeleri doğal karşılanırdı. Meğer gözlemle sınanmış bu tarif bilime aykırı düşermiş!

Bochum Üniversitesi'nden Biyopsikolog Onur Güntürkün'ün araştırması hayata sağ şeritten başladığımızı gösteriyor:

Ana karnındaki bebekler sağ başparmağı emiyor.

Bebekler ilk üç ayda başlarını daha çok sağa çeviriyor.

Çölde yolunu kaybeden, sağ ayağıyla daha büyük adım attığı için sola doğru daire çizerek yürüyor. (Kaynak: Cumhuriyet Bilim-Teknik.)

Ve her üç öpüşenden ikisi başını sağa eğiyor.

Yani sola ihanet genetik şifrede saklı, ne desek boş!
Yazının Devamını Oku

Yağma, tehcir aracı mı?

13 Nisan 2003
<B>BAĞDAT'</B>taki ilk yağma görüntüleri ile Kuzey Irak'tan gelen haberler arasındaki farka dikkat!.. Kuzey Irak'ta önce nüfus ve tapu daireleri basıldı, ardından Türkmen ve Arapların evleri yağmalandı. Üstelik Talabani ve Barzani'nin peşmergeleri, yağmayı tehcirin (zorunlu göç) aracı olarak kullanıyor gibi geldi bize. Vatandaşlık ve mülkiyet haklarından edilen, korkutulan Türkmen ve Arapların Kerkük ile Musul'u terk etmeleri, petrol kentlerinin silah atmadan Kürtleştirilmesi amaçlanıyor.

Kürt liderler 12 yıl önce kendilerine reva görülen eziyeti, fırsatını yakalayınca (ABD silahlarıyla?) Türkmen ve Araplara uygulamak istiyorsa... O zaman tarih tekerrür edecek demektir. Kürtler nasıl sürgüne zorlandıkları topraklar için savaştıysa, Türkmen ve Araplar da evleri ve kökleri için silaha sarılacak... İç savaş riski artacak.

Koalisyon mütefekkirlerinin ‘‘Yağma özgürlüktür’’ saçmalığı, 12 yıldır bölgesel istikrarın güvencesi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin devre dışı bırakılması, yangına benzinle gitmeye benziyor.

Türkiye'nın Irak Savaşı'yla ilgili iki önceliği belliydi: 1) Ekonomik zarar, 2) Kuzey Irak'ta istikrar.

Gelinen noktada hangisi daha beter durumda karar vermek zor. Ama kesin olan, Türkiye'nin dış politikasının iflas ettiği!

Hazine, Merkez'e yıkılmasın


HAZİNE yönetiminde başarının ölçüsü Merkez Bankası'na yük olmamaktır. Nitekim son on beş yıllık kurumsal hafızayı tazelersek;

Merkez Bankası Başkanı Yavuz Canevi, 1986 yılında Hazine'ye geçti, koltuğunu sağ kolu Zekeriya Yıldırım'a bıraktı.

1990'lı yılların başında dönemin Hazine Müsteşar Yardımcısı Mahfi Eğilmez gönüllü olarak ‘‘para programı’’ açıkladı, Rüşdü Saracoğlu başkanlığındaki Merkez Bankası'nın üstüne yıkılmadı.

Aksine örnekler de yaşandı... 1994'te Hazine Müsteşarı Osman Ünsal, iç borç ihalelerini ‘‘yüksek faiz vermemek’’ gerekçesiyle iptal etti, Merkez Bankası'ndan avans kullanmayı seçti... Sonuç devalüasyon ve krizdi!

O tarihten bu yana Hazine-Merkez Bankası ikilisi genellikle uyum sergiledi... Selçuk Demiralp ile Gazi Erçel, IMF destekli kur çapası programının sadece mimarı değil siyasi sorumlusu gibi davrandı.

Faik Öztrak ile Süreyya Serdengeçti'nin takım oyununun Kemal Derviş'in başarısındaki rolü tartışmasızdı.

Öztrak'ın görevden ayrılmasına üzüldüğümüzü saklayamayız. Ancak yerine gelecek isme de önyargılı değiliz. Yeter ki yukarıda tarife çalıştığımız formata uygun çizgi izlesin... Hem kendisi, hem de ülkenin selameti için!

Karşı görüş-katkılar


GEÇEN hafta ABD ordusunun Irak'ta gerilla taktiği uygulaması nedeniyle bizim TV yorumcusu paşaların kafasının karıştığını yazdık. Çok tepki aldık. Yorumumuza katılanları kendimize sakladık, karşı görüşten seçtiğimiz birkaç örneği sizlerle paylaşıyoruz:

‘‘Eğer bu strateji yıpranmış Saddam ordusuna karşı değil de daha iyi bir orduya karşı uygulansaydı acaba sonuç ne olurdu?’’ (E.Tuğg. Nejat ESLEN)

‘‘...Yazınıza ben değil Pentagon bile şaşmıştır. Bu kadar da methiye olmaz canım... İki ton teçhizatlı gerilla nereden oluyormuş? Üstelik Arap'la çorabı da birbirine karıştırırlar. İtidal lazım canım.’’ (İlber ORTAYLI)

‘‘...Terör örgütü ilk yıllarında gayet başarılı olmuştu. Çünkü karşısında sadece düzenli ordu vardı. Özel timler kurulup gayri nizami harp şartlarında cevap verilmeye başlandıktan sonra sonuç malumunuz.’’ (Ertuğrul KARAKAŞ)
Yazının Devamını Oku

Embedded paradigma embedded kameraya karşı

6 Nisan 2003
<B>İNGİLİZCE</B> <I>‘‘embedded’’</I> sözcüğü <I>‘‘gömülü, saklı, bünyesinde’’</I> anlamına geliyor. ABD ordusunun Irak topraklarındaki muharip birliklerine 600 kadar <I>‘‘embedded’’</I> muhabir ve kameraman eşlik ediyor... Eskiler yüksek teknolojiyi tarif ederken ‘‘el değmeden’’ tanımını sıkça kullanır... Canlı savaş yayını da neredeyse ‘‘el değmeden’’ ekrana geliyor.

‘‘Embedded’’ kamera artık savaşın tanığı değil parçası...

Ne kurguya gerek var, ne de özel efektlere...

Ama yine de ‘‘embedded’’ kamera herkesi iknaya muktedir değil.

Örneğin, Türk TV yorumcusu emekli paşalar, Bağdat varoşlarına dayanan ABD ordusunu yeterince başarılı bulmuyor. Her ne kadar savaşın ilk günlerindeki ‘‘ABD, Vietnam gibi batağa saplandı’’ türü yorumlarını yumuşatsalar da General Franks'in stratejisini beğenene pek rastlanmıyor. Anlaşılan ‘‘embedded kamera’’ ile ‘‘embedded paradigma’’ çatışması söz konusu.

Son kuşak Türk paşaları savaş doktorasını Güneydoğu'da tamamladı.

Bizim paşalar düzenli orduyla hiç azımsanamayacak sayıda gerillayı ezdi... Askeri tarihte eşine az rastlanan başarı sergiledi.

Dolasıyla ‘‘embedded’’ Türk askeri paradigması düzenli orduya dayalı, gerilla savaşına kapalıdır... O yüzden gerilla savaşı veren düzenli orduyu hayal edemiyor, hatta ne yazık ki görse bile tanıyamıyor.

Halbuki ABD ordusunun bu savaştaki stratejisi kaba tanımıyla ‘‘gerilla taktiği’’ eksenli... Saldırıyor, kaçıyor, yeniden toparlanıyor, zorlanınca ilk planından vazgeçiyor. Bir kente girişi kolaysa çullanıyor, direniş görürse kuşatıp düşmesini bekliyor...

Yani cephe açan, savunma hattı yaran, toprak işgali amaçlayan stratejiye hiç rağbet etmiyor. Tıpkı gerilla gibi kendisinden hiç beklenmeyeni yaparak sadece bizim paşaları değil Irak güçlerini de şaşırtıyor.

CNN Türk'ün askeri yorumcusunun doğru olarak tespit ettiği gibi;

Liderliği yok edip, Irak ordusunu yenmek,

Sivil kaybı asgaride tutmak,

Irak altyapısına zarar vermemek gibi birbirleriyle çelişen, dolayısıyla gerçekleştirilmesi zor hatta imkánsız üç ayrı hedefe koşuyor.

Bu savaştan en fazla ders alması gerekenlerin askeri yorumcular olması da galiba tarihin ve talihin başka bir cilvesi!

Embedded haber korsanları


Hazır bu haftayı medya analizine ayırmışken...

Çuvaldızı size batırabilir miyiz?

Mesleğin ilk yıllarında çoğu meslektaşım gibi ben de hep bindiğim uçağın kaçırılmasını, eylemi izleyen tek gazeteci olmayı hayal ederdim.

Geçen cuma gecesi kaçırılan THY uçağında Hürriyet muhabiri Metehan Demir'in olduğunu öğrenince ne yalan söyleyeyim çok sevindim...

Meğer çok iyimsermişim... Daha kaçırılan uçak Atina Havaalanı'na iner inmez, yolcular Metehan'a fırsat bırakmadan cep telefonlarını açıp canlı yayına bağlandı, haberciliğe soyundu... Yetmedi, yolcu yakınları önce uçağı sonra TV kanallarını arayıp izlenimlerini, yorumlarını aktardı. Bitmedi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP'li milletvekilleri de sahneye çıkıp siyasi parsa toplamaya kalkınca ortalık panayır yerine döndü.

‘‘Embedded’’ ve gönüllü haber korsanları uçağın, yolcuların, hatta belki de hava korsanının dahi güvenliğini tehlikeye atarken aklımıza geldi...

Aynısını profesyonel haberciler yapsaydı ne düşünürdünüz?
Yazının Devamını Oku

Yeni haritada Kürt'e yer var da Türk'e yok mu?

30 Mart 2003
<B>SAVAŞIN</B> gündelik gelgitiyle sürüklenip <I>ufuk çizgisini</I> kaybetmek tehlikeli. Örneğin, savaşın gidişatına bakıp paniğe kapılmak mümkün: - ABD'nin Ortadoğu'daki müttefiki değişiyor. Türkleri bırakıp Kürtlerle işbirliği yapacaklar, belki de Kürdistan kurulacak.

Bu yersiz panik, hükümet ve Meclis'in üstünde yeni tezkere baskısı yaratabilir. Biz yeni bir tezkereye kesinlikle karşı değiliz, ancak Türkiye'nin abes analizlerle korkutularak burnundan tutulup sürüklenmesi ağrımıza gidiyor! Bakın Ortadoğu'da yeni harita çiziliyor.

Yani sizce bu haritada Kürt'e yer var da, Türk'e yok mu?

Ki Türkiye, Orta Asya'nın zengin petrol ve doğal gaz yataklarından Avrupa'ya uzanan iki taşıma güzergáhının (Kafkaslar'dan geçen kuzey, İran ve Irak'ı kateden güney kolları) buluştuğu kavşaktaki enerji adası iken...

Ki Kürdistan'ın kurulmasına sadece Türkiye değil İran ve Suriye de kanının son damlasına kadar muhalif iken...

Ki 11 Eylül'den sonra Vahabi köktedinci çizgiyi terk edip yüzünü ABD'ye dönmüş AKP'yi savaştan sonra tüm bölgeye örnek göstermek mümkün iken...

Ki ABD Kongresi, ordusunu üç ay oyalamış iktidara rağmen Türkiye'ye 8.5 milyar dolar kredi açmaya hazırlanıyor iken...

ABD, Türkiye'nin üstünü öyle kolay çizemez, korkmayın.

Savaşın yayılma riski


ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in İran ve Suriye'ye dönük ‘‘Irak'a yardım etmeyin’’ uyarısı, yolunu şaşırıp yanlışlıkla bu iki ülkelerin topraklarına düşen ABD füzeleri kadar rastlantısal mı algılanmalı?

Bizce hayır... Çünkü bu coğrafyada patlak veren her sıcak çatışma Suriye, İran, Ürdün, İsrail ve hatta ne yazık ki Türkiye'yi bile içine çekecek ölçeğe doğru genişleme eğilimindedir.

İlk Körfez Savaşı'ndan biraz eski ancak yine de yakın tarihten seçtiğimiz iki örneğe göz atarsak;

Nisan 1941: Bağdat'ta Churchill'in atadığı Kral Faysal rejimine karşı Nazi Almanyası yanlısı darbe yaşandı. İngiliz kuvvetleri hemen Hindistan üzerinden Basra'ya girdi. Bağdat yakınlarındaki İngiliz Habbaniye hava üssüne saldıran Irak ordusu, Kürt ve Asurilerden oluşan birliklerin direnişiyle karşılaştı. Yunanistan'dan kalkan Alman HE-111 uçakları Akdeniz'i geçip Suriye hava sahasını kullanarak Irak'ın yardımına koştu. İngilizler Filistin'deki Hurricane uçakları ile Suriye'de Almanların yakıt ikmali için kullandığı alanları vurdu. Yakıt bulamayan Almanlar sahneden çekilince İngilizlerin haritasını çizdiği Irak'ı işgali zor olmadı.

Haziran 1967: 5 Haziran 1967 sabahı saat 07.30'da havalanan İsrail uçakları Mısır, Suriye ve Ürdün'deki havaalanlarını bombaladı. Hatta Irak içlerine ilerleyerek Habbaniye Havaalanı'na da bomba bıraktı.

10 Stalingrad kuşatılacak


İLK Körfez Savaşı'nda Saddam'ın çöle yayılmış mevzilerini hava akınları ve zırhlı araç üstünlüğü ile ezmek ABD açısından kolaydı. Ama bu savaşta çölü kazanmak yetmiyor, kentler de düşmeli... ABD'nin ‘‘Kürtler, Şiiler, hatta ordu Saddam'a isyan eder, Bağdat düşünce diğerleri takip eder’’ hesabı tutmayınca Irak kentlerini kuşatmaktan başka çare kalmadı. Irak'ta nüfusu 500 binin üzerinde on kent var, en büyüğü 5.6 milyonla Bağdat... Bir tanesi Stalingrad kadar direnebilse yıldırım savaşı aylarca uzayabilir.
Yazının Devamını Oku

Türkiye'nin B planı var mı?

23 Mart 2003
<B>TELEVİZYON</B> illüzyon aletidir. Savaş dehşetini ekrana hapsetme ve süresini de haber bültenleri ile sınırlı sanma alışkanlığı tembel işidir... Savaş milli maça benzemez, golleri saymakla bitmez.

Anlık taktikle uzun vadeli stratejiyi karıştırmaya gelmez.

Mesela sizce 1) ABD birliklerinin çölde yavaş ilerlemesi mi, 2) yoksa Saddam'ı en az üç kez namlunun ucundan kaçırması mı daha önemlidir...

Eğer ilkini daha önemli buluyorsanız, TV ekranlarında altyazı okumaya üşeniyorsunuz demektir. Çünkü ABD savaşın ilk evresinin adını ‘‘kelle uçurma’’ (ing: decapitate) olarak koydu.

Yani ABD bu dakika itibarıyla Irak'ın yarısını işgal etseydi bile Saddam'ın kellesinin yerinde durması başarısızlığa işaretti.

Veya eskilerin Arapça deyimiyle ‘‘Basra harap olduktan sonra da’’ Saddam'ın kellesi omuzlarının üzerinde kaldığı sürece Irak ayaktadır.

* * *

Savaş hakkındaki soru-yanıt testine devam edersek...

Türkiye'nin Irak savaşındaki önemi sadece Kuzey Cephesi'nden mi ibarettir? Eğer öyle olduğuna inanıyorsanız kötü habere hazır olun.

Çünkü Irak'ın batı çölünde, Ürdün sınırına komşu H1, H2 ve H3 kodlu üç havaalanı müttefiklerin eline ya geçti veya geçmek üzere.

ABD'nin planı, Kuveyt'te hazır bekleyen 101'inci Hava İndirme Tümeni'ne bağlı birlikleri önce helikopterle bu üç alana -ki H2 Heathrow'dan bile büyük- indirmek, ardından kuzeye taşıyarak petrol sahalarına el koymak.

Yani Kuzey Cephesi'nin alternatifi bulundu bile!

Haydi o zaman bir soru daha...

ABD'nin kuzeydeki birliklerinin tek görevi güneye ilerlemek veya Musul ve Kerkük'ü kontrol altına almakla mı sınırlı? Yoksa ABD ordusunun iş tanımı içinde Türklerle Kürtlerin çatışmasını önlemek de var mı?

Eğer Kuzey Irak'ta hakemliği ABD üstlendiyse... Ankara izin vermediği için karadan Kuzey Irak'a asker yollayamayan ABD'nin gözünde şu an itibarıyla birlikte savaşacağı Kürtler mi yoksa Türkler mi daha kıymetli?

* * *

İnsanların kişisel onuruna saygımız sonsuz... Ne yazık ki devletlerin onuru değil çıkarı vardır. O yüzden işlerin kötü gitmeye başladığı kırılma noktasını doğru tespit edip, hatadan geri dönmekten başka yol yoktur:

1) Türkiye vakit kaybetmeden ABD askerlerine topraklarını açmalıdır. Bu amaçla yeni bir tezkere hemen TBMM'ye sunulmalıdır.

2) TSK ve ABD birlikleri Kuzey Irak'ta asla rakip ve hatta düşman konumuna düşmemeli, aksine eşgüdüm sağlanmalıdır.

3) ABD'nin Kuzey Irak'taki askeri varlığının Saddam'a karşı güvencesi Kürtler değil Türk ordusu olmalıdır.

4) Meseleyi at pazarlığına çevirmeden, Türkiye'nin savaş zararının telafisi yönünde ABD yardımı garanti altına alınmalıdır.

* * *

Önerilerimizi yersiz bulmuş olabilirsiniz... Ama hiç değilse sorularımızın hakkını teslim edin.

Asıl B planına ihtiyaç duyan ABD mi, yoksa Türkiye mi?
Yazının Devamını Oku

İyi Kürtler kötü Kürtler

16 Mart 2003
<B>‘IRAK'ı dedem Winston Churchill yarattı’’ </B>diye hatırlatıyor İngiliz devlet adamıyla aynı adı taşıyan torunu ve ekliyor: - Aslında dedem İran, Irak ve Filistin'i kurmasının ardından bölgede dördüncü bir siyasi oluşumu, Kürdistan'ı yaratmak istedi. Ne yazık ki koloni bürokrasinin direncini kıramadı, Kürtlerin kendi devletlerini kurmak yerine İran, Irak ve Türkiye'de bölünmüş halde yaşamaları yolu açıldı.

(Kaynak: İngiliz Parlamentosu eski üyesi Winston S. Churchill'in Houston'daki konuşmasından aktaran Wall Street Journal-10 Mart 20O3)

* * *

Duvarı yıkık dünyamız dedelerimizin savaşlarını hatırlattığından mı nedir, özellikle yakın tarihe merak artıyor... Ama herkes tarihin sayfalarında sadece kendi fikrini ve hatta niyetini haklı çıkaracak kanıtları arıyor. Yazılıp çizilenler çoğu kez tıpkı bikini gibi asıl merak edileni saklıyor.

Mesela Churchill'in Kürdistan planı tek başına ele alındığında:

1) Türklerin -İngiltere'den Batı'ya miras ‘‘böl-parçala-yönet’’ politikasının da etkisiyle beslenen- Kürt paranoyasını güçlendirebilir.

2) Kuzey Irak Kürtlerinin -çünkü Churchill özellikle Iraklı Kürtleri ülkede nüfus çoğunluğuna sahip Araplara karşı korumayı amaçladığını söylüyordu- bağımsızlık iddiasına tarihi zemin sağlayabilir.

Oysa eğer tarihi tanık göstermek niyetinde isek, işe Churchill'in eksenini doğru tarifle başlamalıyız.

Tarih kitapları Osmanlı ordusunun 1917 yılındaki yenilgisinin ardından Irak'ı işgal eden İngilizlere karşı 1920'de patlak veren isyanı yazar... Araplarla Kürtlerin ortak isyanında İngiliz ordusunun zehirli gaz kullandığı da bilinir. Yani İngilizlerin kimyasal katliamı Saddam'ın Halepçe'sinden çok daha eskidir -belki de örnektir!

Üstelik Churchill de isyanın bastırılmasında zehirli gaz kullanılmasından yanadır... Çünkü, ‘‘...barbar kabilelere karşı gaz kullanılmasına muhalefeti anlamak mümkün değildir.’’ (Sir Hugh Trenchard'a 19 Şubat 1920 tarihli mektubundan)

* * *

Kürdistan'ın babası Churchill... Kimyasal Churchill... Her iki portre de haksız, eksik ve yanlış... Ama isteyenin işine geldiği gibi kullanmasına müsait. Tıpkı ‘‘İyi Kürtler, Kötü Kürtler’’ ayrımı gibi... Düşmanını (örneğin Saddam) zayıflatan, müttefikini (örneğin İsrail) güçlendiren hep iyi Kürtlerdir... Rakip ülkelerin besledikleri (örneğin Suriye veya İran) ile bağımsızlık isteyenlerse kötü Kürtlerdir... Dileriz ne Ankara ne de Kuzey Irak yönetimi tamamen konjonktüre göre değişen bu ‘‘iyi-kötü’’ tuzağına düşmez, stratejik ortaklığın yolunu kapatmaz.

TERS AÇI

GEÇEN haftaki yazımızda tezkerenin hızlanıp güvenoylaması öncesinde ele alınacağı tahminini dile getirdik, yanıldık. Nitekim tezkereye oynayan piyasalar da gecikmeye tepki verdi. Ne var ki ABD'nin Ankara'dan hava sahasını açması yönündeki artan baskısı yeni bir fırsat penceresini araladı. Öyle ki savaşın ilk adımı yani hava saldırısı tamamen Ankara'nın iznine bağlandı. Ankara daha fazla kararsızlık göstermezse pazarlıkta avantajlı konuma geçti bile sayılabilir.
Yazının Devamını Oku

Siirt'te aslında tezkere oylanacak

9 Mart 2003
<B>TEZKERENİN</B> Meclis'ten geri çevrilmesinin üstünden saatler geçmeden kaleme aldığımız yazıda üç tahminimizi <I>-dikkat buyurun temenni değil-</I>sizlerle paylaştık: 1) <I>‘‘Tezkere mutlaka geçecek’’</I> dedik. 2) ABD'nin <I>‘‘Türkiye'siz B planını’’</I> inandırıcı bulmadığımızı ifade ettik. 3) <I>‘‘Piyasanın tezkere sürprizine tepkisinin sınırlı</I> <I>olacağını’’</I> öngördük. Bu hafta da -tabii eğer tahmin manzumesinin gerisindeki mantık çizgisini takip edecek sabrınız kaldıysa- tezkerenin zamanlaması, faturası ve etkisi hakkında akıl yürütmek niyetindeyiz.

* * *

Tezkerenin zamanlaması açısından iç ve dış dinamikleri ayırırsak...

ABD'nin zamanının/sabrının giderek tükendiği gerçeğinin farkında olmakla birlikte, Washington kaynaklı ‘‘Türkiye'siz de savaşırız’’ restini, ‘‘Yardım etmezsek ekonominiz batar’’ şantajını Ankara'ya dönük psikolojik savaşın cephanesi sayarak fazla ciddiye almama eğilimindeyiz.

AKP'nin BM Güvenlik Konseyi'nin Irak kararını fazla umursadığı veya karar süreci için bekleyeceği kanaatinde de değiliz.

Buna karşılık tezkerenin iç dinamiklerine dönersek:

AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın Siirt sınavı tezkerenin kaderi açısından belirleyici olacak. Şöyle ki; 1) Eğer sandıktan AKP'yi sevindirecek seçim zaferi çıkarsa Erdoğan'ın eli güçlenecek. 2) Ancak AKP oy oranı Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesine muhalif seçmen yüzünden zafer çıtasının altında kalırsa Erdoğan'ın tezkere hevesi kırılacak.

İktidar partisi, tezkere ve hükümet değişikliği operasyonunu eşanlı yürütmek zorunda kalacak. Geçen tezkere oylamasında ret oyu verenler arasında bakanların da bulunması, ortak siyasi sorumluluk tablosuna uygun düşmedi. Erdoğan'ın başbakanlık koltuğuna otururken bu kez tezkereyi tehlikeye sokmayacak Bakanlar Kurulu yapısı hedeflemesi doğaldır.

Tezkere zamanlaması tahminimizi özetlersek... Siirt'te AKP'ye yüksek oy tezkereyi hızlandırır, aksi yavaşlatır. Yeni Bakanlar Kurulu atanmadan -güvenoyu almadan değil- tezkerenin Meclis'e gelmesi düşük ihtimaldir.

Tezkerenin faturası ve etkisini kıyaslarsak...

Siyasi faturanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün tezkere desteğiyle çok azaldığı ortada. Etkisine gelince... Eğer ABD savaş planlarında Türkiye'nin katkısını/payını azaltma yolunu seçerse;

1) Tezkere yardımı ve mali piyasalara etkisi azalır. 2) Irak'ın yeniden yapılanmasında Türkiye'nin ağırlığı tartışılır hale gelir.

* * *

Savaş bulutları Türkiye üzerinde toplanırken medyada saygı duyduğumuz çok sayıda kalemin, tahminleri ve temennileri arasında sıkışıp kaldığını izliyoruz. Oysa bize göre görevimiz gönlümüzden geçeni değil yalın gerçekleri yorumlamaktır. Temennimizi (belki de propagandayı?) kendimize saklayıp tahminleri sizlerle paylaşmayı denememiz bu yüzden.
Yazının Devamını Oku