Enis Berberoğlu

Kürtleri ABD'ye itmeyin

2 Mart 2003
<B>TEZKERE </B>kavgası büyük bir ayıbı gölgeledi: Dikkat ederseniz geçen hafta müddetince Ankara ve Erbil arasında ABD yönetiminin desteğini/işbirliğini kazanmak amacıyla çetin rekabet yaşandı. Kürtler ‘‘Türkiye, Kuzey Irak'a girmesin’’ diye önüne gelen Batılıya yalvardı. Ankara, Kürtlerin elindeki havan, top veya uçaksavarı ağır silah saydı, ‘‘gün gelir KADEK'e (yeni PKK) geçer veya bize karşı kullanılır’’ korkusuyla ABD'den Kuzey Irak ahalisini Saddam'ın karşısında yalınkılıç bırakmasını isteyecek kadar ileri gitti.

Türkler ve Kürtler anlamsızlığın doruğunda buluşunca tahmin edeceğiniz üzere ABD'nin ekmeğine yağ sürüldü... Malum, böl, parçala, yönet meselesi...

Daha da kötüsü, Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanları ve bin yıllık devletin bürokratları ile Talabani veya Barzani gibi kabile şefleri aynı terazinin kefelerine çıktı, uluslararası spot ışıkları altında tartıldı.

* * *

Türkiye, ilk Körfez Savaşı'nın ardından Kuzey Irak'ta değişen dengeler nedeniyle çok ağır bedel ödedi, akan kanı kimsenin unutması mümkün değil.

Ne var ki devletler korku zemininde politika üretmez.

Aksine devlet dediğin, gücünü ve cazibesini birlikte sergileyerek kazanır. Ve Türkiye'nin büyüklüğü, askeri gücü kadar demokratik cazibesinde yatar. İlk körfez Savaşı'nı hatırlayın... Kürtçe'yi kim serbest bıraktı, Saddam'dan kaçanların canını kim kurtardı? Talabani'yi, Barzani'yi ayağına kim çağırdı? Kuzey Irak nasıl olup da Türkiye'nin arka bahçesi ilan edildi?

Hepsi de namlu gücüyle mi gerçekleşti sanıyorsunuz?..

Daha on iki yıl önce yaşananları unutup, biraz iç kamuoyunu tatmin, biraz da dünyaya adale gösterme merakıyla Kürtleri düşman etmenin álemi yok. Türkler, Kürtler, Araplar, Acemler... Bu coğrafyanın asli aktörleri, Saddam ve benzeri diktatörlerin kurbanıdır.

Mağdurların aralarında kavga etmeleri akıl dışıdır.

O yüzden yeter artık; her ağzı olan konuşmasın... ‘‘Aptalla tartışma karıştırırlar’’ sözünün haklılığı bir kez daha kanıtlanmasın!

Kürtler de -eğer kimse zorla kucağına itmezse- daha önce iki kez ihanete uğradıkları ABD'yi kurtarıcı sanacak kadar çocukluk etmesin.


Üç tezkere tahmini

TEZKERE
AKP'nin iç dengeleriyle Meclis'ten geri döndü, ‘‘devamı nasıl gelir?’’ sorusuna kafa yoranlara temenni değil 3 tahminimizi aktaralım:

Türkiye savaş başladığı an Kuzey Irak'a gireceğine göre önünde iki seçenek var: Ya ABD ile birlikte hareket edecek veya sadece KADEK'le değil ABD ordusuna da karşı savaşacak... Dolayısıyla tezkere mutlaka geçecek.

Bakmayın siz ABD'nin B veya C gibi alfabetik/medyatik planlarına... ABD, Türkiye'nin kararını beklemek zorunda kalacak.

Bugüne kadar hep iyimser senaryoyu satın alan piyasalar sınırlı tepki verebilir, tezkerenin geçmesi ihtimaline oynayabilir.
Yazının Devamını Oku

7 Mart Cuma tamam

23 Şubat 2003
<B>ABD</B> ve Türkiye arasında temcit pilavı kıvamına gelen pazarlıkta artık son viraj alındı galiba... Meşhur tezkere salı bilemediniz perşembe çıkacak. Peki ama ya sonrası?

Türkiye'nin 2003 performansı savaşın süresiyle yakından ilgili.

Sıcak çatışma eğer bir-iki haftada geride kalırsa o zaman turizm sezonu tehlikeye girmez, faiz faturası kabarmaz, petrol fiyatı tırmanmaz.

Peşinen söyleyelim, ABD'nin savaş planı Türkiye'nin beklentilerine uygun. Örneğin, Irak'ın savaştan sonra imarı konusunda takvim şimdiden belli. Irak'ta kritik tesislerin yeniden inşa amacıyla müteahhitlere teslimi için öngörülen tarih daha iki üç hafta öncesine kadar 7 Mart idi!

Resmi belgelere göre ABD'nin hesabı 7 Mart'a kadar savaşı bitirip -hatta mayınları bile temizleyip- imar faaliyetine başlamaktı...

Haydi diyelim ki Ankara pazarlığı nedeniyle bu takvim bir veya iki hafta sarktı. ABD ordusunun eğer becerebilirse mart ayı bitmeden, çöl sıcağı bastırmadan sıcak çatışmayı tamamlamayı istediği kesin.

* * *

Mali piyasaları yakından izlemeyenler, savaş kapıda iken neden kur ve faizin gerilediğini merak edebilir. Yanıtı basit: Uzun vadeli ABD kredisi.

Çok kafa karıştırmadan anlatmak gerekirse ABD;

2-3 milyar dolar nakit hibe vermeyi öneriyor, ki muhtemelen savaş nedeniyle artan askeri harcamalarda kullanılacak.

Ayrıca Türkiye yine ABD'den alacağı 3-4 milyar doları teminat gösterip 15-20 milyar dolar uzun vadeli düşük faizli kredi imkánına kavuşacak.

Zaten iç piyasada iyimserlerle-kötümserleri ayıran... ABD-Türkiye pazarlığında müzakerecileri en fazla yoran madde bu dış kredi...

Çünkü sadece iyimser piyasa oyuncuları değil Devlet Bakanı Ali Babacan bile hesaplıyor ki;

Dört yılı ödemesiz 15 yıl vadeli bu dış kredi, borç yönetimini çok rahatlatır. Hazine iç piyasadan borç toplamak zorunda kalmazsa faizler ve hatta kur Irak'ın soba borusunu andıran Scud füzeleri gibi çakılır.

Dedik ya iyimser senaryo...

Peki ya kötümser piyasa oyuncuları ile ABD Hazinesi neden korkuyor?

Yanıtı: Tek kelimeyle AKP'den.

Eğer hükümet dış kaynakla borç servisini rahatlatmak yerine yeni harcamalar icat eder... Yaklaşan yerel seçimlerin korkusuyla, ABD vergi mükellefinin parasıyla seçim ekonomisine yönelirse kıyamet kopar.

Hem ekonomide, hem de siyasette!

İşte bu nedenle ABD yönetimi, hibe ve uzun vadeli krediyi IMF ile ekonomik programın devamı koşuluna bağlamak istiyor.

Başta Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere AKP kadroları bu şarta karşı çıkıyor, parayı serbestçe kullanmayı amaçlıyor.

* * *

Türk ekonomisini her yıl bir mucize kurtaramaz.

IMF yardımı, Irak savaşı... Peki gelecek yıl ne bulacağız?

Ankara'nın muteber borçlu sayılabilmesi, siyasi iktidarlara değil IMF denetim ve desteğiyle sürdürülen ekonomik programa bağlıdır.

O yüzden mali yardım için IMF şartına kesinlikle ‘‘evet’’ demeliyiz.

‘‘ABD istedi’’ diye değil, siyasilerin saçmalama riskinden ötürü!
Yazının Devamını Oku

Asker izni pazarlığı üsleri geciktiriyor

16 Şubat 2003
<B>TÜRKİYE'</B>nin önde gelen müteahhidinin bürosunda bayram izni kaldırıldı. Büronun telefonları uzun tatilde dahi susmak bilmedi: - ... ton akaryakıtı Diyarbakır'da teslim almak istiyoruz.

- ... tonluk kamyona ihtiyacımız var. Fiyat teklifinizi iki saat içinde bekliyoruz.

- ... sayıda personel için ... mevkiinde baraka inşaatı
düşünüyoruz.

Ankara ve İstanbul'a yağan siparişler ABD savaş makinesinin dişlilerinin çalışmaya başladığına bariz kanıt. Ama işler ABD'nin istediği hızla mı ilerliyor, asıl soru bu!

* * *

Kimi zaman kendimize acımayı abartır, çoğu kez dev aynasına bayılırız.

O yüzden ‘‘Irak savaşı Türkiye yüzünden gecikiyor’’ tespitini kuşkuyla dinleyenleri anlamak mümkün. Ama peşinen söyleyelim, bu kez durum çok farklı! Hatırlayacaksınız, Ankara ABD'nin Türkiye'deki üs ve limanlarda zorunlu savaş inşaatlarına, tahkimata 10 gün kadar önce izin verdi.

ABD'nin lojistik hazırlıkları, Türkiye'ye gelecek ve Irak'a ikinci (kuzey) cephesini açacak askerleri içindi.

Ama daha önce kesin tarih olarak verilmesine rağmen 18 Şubat Salı günkü Meclis randevusu hálá belirsizliğini koruyor. ABD yönetimi Türk hükümetinin son anda yan çizmesinden veya TBMM'nin asker iznini reddinden korkmakta haklı. Öyle olunca üs ve limanlarda hazırlıklar çok ağır ilerliyor.

* * *

ABD yönetimi ocak ayında üs ve limanlarda yaptığı inceleme sonucunda çıkardığı ‘‘yapılacak işler’’ listesini Brown Root şirketine teslim etti.

Brown Root 10 gün önce Türkiye'nin önde gelen müteahhitleri ile görüşmeye başladı. Bayram tatili öncesinde üç büyük şirketi seçti.

Güvenlik ve verilen hizmetin gizliliği nedeniyle isminin açıklanmasını istemeyen üç müteahhitten birisine soruyoruz:

- Sizce gerekli işlerden ne kadarı ihale edildi. Yüzde 10'u-20'si...

- Bizce daha yüzde 1'i bile ihale edilmedi...

Aynı müteahhide göre savaş yatırımlarının toplam 500 milyon dolarlık bir büyüklüğe ulaşacağı düşünülürse, daha işin çok başında olunduğu ortaya çıkıyor. Nitekim 500 milyon dolarlık rakamı yüksek bulan diğer bir taahhüt şirketinin yöneticisi de henüz fazla iş alınmadığını kabul ediyor. Özetle hem rakam hem de yorumlar, eski ABD Büyükelçisi Marc Parris'in ‘‘Savaş hazırlıkları Türkiye yüzünden ağır ilerliyor’’ tespitini doğruluyor.

Parris ile OPIC (yurtdışındaki ABD yatırımlarına kredi veren kuruluş) Başkanı Kirk Robertson yarın İstanbul'da 30 Türk müteahhidi ile buluşacak. Konu ‘‘Savaş öncesi ve sonrasında Türkiye ve Irak'a iş imkánları’’ olacak.

* * *

Savaşın gecikmesine üzülecek değiliz tabii ki...

Ama gecikme savaşın önlendiği anlamına gelmiyor, unutmayın. Eğer savaş kaçınılmazsa, müttefikimiz ABD'nin yeterince hazırlanmadan cepheye gitmesinin bize de zararı dokunmaz mı? Bir kez daha düşünmek gerekmiyor mu?
Yazının Devamını Oku

12 yıl arayla ve haftalar farkıyla

9 Şubat 2003
<B>MERHUM</B> Turgut Özal'ın ilk Körfez krizinin daha ikinci gününde Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı'nı kapatarak hemen ABD safına geçmesi hatırlarsınız çok eleştirildi. İkinci yani mevcut krizde AKP iktidarı merhumdan sadece birkaç hafta daha uzun direnebildi, ama sonunda Özal'ın izinden gitmeye karar verdi. 12 yıl arayla iki tek parti hükümeti... Aşırı hevesli veya tamamen isteksiz görünümünden bağımsız, sadece süre farkıyla komşusu yerine ABD'nin yanında saf tutarsa ne anlama gelir?

Kimilerine göre Turgut Özal'ın politikası teyit edildi.

Bazıları AKP'yi ABD çıkarlarına hizmet etmekle suçladı.

Ancak bir iktidarı, siyasi partiyi hatta düşünceyi sadece ve sadece dış olaylara refleksi/tepkisi ya da politikası ile tanımlamak doğru mu?

Yoksa her zaman olduğu gibi dış olayların iç izdüşümlerini, Türk siyasetini nasıl şekillendirdiğini gözden kaçırıyor muyuz?

* * *

Yaşadığımız coğrafyada son yirmi yılda üç kırılma yaşandı...

İlki yani İran İslam Devrimi'nin bölgesel artçı depremleri çeşitliydi. Türkiye 1980 darbesiyle Müslüman kimliğini öne çıkardı ama dünyaya açıldı, Suudi Arabistan'daki yobaz Vehhabi hanedanı tam aksine içe kapandı. Şii nüfusundan korkan Irak, İran'a saldırdı, Saddam zincirleme savaşı tetikledi.

İkinci kırılma 11 Eylül 2001'e rastladı. ABD, İran korkusuyla ‘‘ılımlı İslam’’ modeli ilan ettiği ve örnek gösterdiği Suudi Arabistan'ın teröre karşı izlediği ikiyüzlü politikadan hayal kırıklığına uğradı. Türkiye'de geleneksel ve düzenle kavgalı -Suudi Arabistan çizgisine yakın- Milli Görüş hareketinden kopan AKP, iktidar yürüyüşüne geçti. Irak için zaten çok geçti!

Üçüncü ve son kırılmaya yani yaklaşan Irak savaşına gelince... Bölgede Müslüman ve fakat yüzü Batı'ya dönük yeni müttefik arayan ABD ile AKP'nin yollarının kesişmesi sadece zaman meselesiydi o kadar.

Muhtemeldir ki bu savaş sadece Saddam'ın değil Suudilerin ve diğer Körfez hanedanlarının da sonunu getirecek. Türkiye (dolayısıyla AKP) ve ABD arasındaki işbirliği başka coğrafyalara da sıçrayabilecek...

Afganistan Savaşı'nın ardından ABD kontrolüne geçen Orta Asya enerji yataklarından batıya uzanan ve Irak'tan geçen güney hattının temizliği ile yetinilmeyecek. Büyük ihtimalle kuzey güzergáhı yani Kafkaslar, Türkiye-ABD-Rusya işbirliği ile yeni dünya düzenine uyumlu hale getirilecek.

İşte bu nedenle ABD'nin IMF'ye ‘‘Türkiye'ye yardım et’’ baskısını veya AB nezdinde Ankara için lobi faaliyetini sadece Irak krizine bağlamak bugün için belki doğrudur, ancak yarını analiz açısından yetersiz kalır. ABD, şu sıralar AKP'li Türkiye'ye (hele CHP'nin Irak muhalefetini de düşünürsek) Ankara'nın IMF parasına bağımlılığından çok daha fazla mahkûmdur.

* * *

Özetle Türkiye'yi denklemdeki ‘‘değişmez’’ kabul edip, değişen/gelişen dış koşullara göre ‘‘bilinmeyeni’’ aramak abestir... Tam tersine Türkiye'nin küresel rüzgárların önünde sürüklenirken nasıl değiştiğini anlamak lazımdır. Değişip de değişmediğini sananlar hep alay konusudur unutmayın!
Yazının Devamını Oku

Savaş ve IMF denklemi

2 Şubat 2003
<B>BAYRAM</B> haftasında Türkiye bir dizi kritik yol kavşağından geçmek zorunda kalacak. Aslında her yol ayrımına ilişkin karar bağımsız gibi gözükse de tek bir yanlış tercih bile çıkmaz sokak tehlikesini beraberinde getirecek. Mesela bankacılıkta kurtarma tuzağına düşülürse IMF ile anlaşma sona erecek. IMF parası kesilirken ABD'den Irak yardımına umut bağlanırsa Washington'un ‘‘üs ve limanlarda inşaat iznini hemen verin’’ baskısına boyun eğilecek. Ama savaş makinesinin tekerlekleri hızlanırsa, bu kez de mali piyasalardaki panik havası dengeleri bozacak.

* * *

Birkaç haftadır Irak senaryolarını yazıyoruz.

Ne var ki IMF'nin adım adım takip ettiği bankacılık düzenlemesi en az Irak kadar ciddi krize gebe gözüküyor.

BDDK ile Çukurova Grubu arasında süren pazarlığı herhalde gazete manşetlerinden takip ediyorsunuz. BDDK penceresinden bakıldığında;

Pamukbank'tan sonra Yapı Kredi'nin de sahibinin değişmesi,

Banka sahibinin borçlarının sorunsuz olarak tahsili hedefleniyor.

Bir patronun nasıl olup da kendi bankalarından 5 milyar dolar borçlanabildiği sorusunun yanıtsız kalmasını bir kenara bırakırsak...

BDDK'nın hedeflerine hiçbir itirazımız yok.

Ancak 5 milyar dolarlık bu operasyona sadece BDDK ilkeleriyle yaklaşmak, analiz ve hüküm vermek mümkün mü?

Örneğin, şu sorulara yanıt aramak yanlış mı?

1) Bu ülkede yaratılan her on liralık değerin 2-3 lirasının bir işadamının yüzdürülmesi için kullanılması sadece teknik bir mesele midir?

2) Bu işadamı sadece bankacılık kesiminde değil sanayi ve medya dünyasında da faaliyette... Bu operasyon, bu üç sektörde devlet eliyle haksız rekabet yaratmak anlamına gelmez mi?

Geçmişte üç bankasını teke indirme fedakárlığını sergileyen veya yüz milyonlarca dolarlık sermaye eksiğini itirazsız kapatan patronların tepkisi yersiz mi? Borç ödememe alışkanlığına prim vermek doğru mu?

3) Yapı Kredi Bankası tartışmasız bu ülkenin en saygın kurumları arasındadır. Bankanın sahibinin değişmesi sürecinin sorunsuz yaşanması herkesin hayrınadır.

Ancak eğer eski patronun 2.3 milyar dolarlık borcunun ödemesi İstanbul Yaklaşımı çerçevesinde 10 yıla yayılırsa bu banka nasıl satılacak?

Diyelim ki kriz etkisi geçti, banka yeniden 5-6 milyar dolarlık piyasa değerine ulaştı. O zaman eski patrona ait yüzde 40 hisse 2-2.4 milyar dolar edecek. Ama alıcı eğer grup şirketlerine dönük kredileri hesap dışı bırakmak isterse o zaman Hazine'ye tek cent girmeyecek. Veya banka satılamayacak.

4) Aynı patrona ait Turkcell'in piyasa değeri 8-10 milyar dolar düzeyinde. BDDK ve Çukurova arasındaki pazarlıktan sızan haberlere göre bankalardaki Turkcell hisselerinin eski patrona devri düşünülüyor.

Banka aktiflerinde bulunan belki de en değerli kalemin elden çıkarılmasının mantığı nerede?

* * *

Bu köşeye ara sıra da olsa göz atanlar, siyasetin ekonomiye tecavüzünü engellemek amacıyla bağımsız kurulların varlığına duyduğumuz iman ve saygıyı herhalde teslim ederler.

Yine de yukarıdaki satırları ‘‘medya savaşının’’ malzemesi sayanlara da saygımız sonsuz. Ama dinlemek isteyenlere son iki uyarımız var:

1) BDDK'nın 5 milyar dolarlık bu dev operasyonda yapacağı yanlış, uğrayacağı itibar kaybı, eski günlere, yani siyasetçi-bankacı-medya patronu şeytan üçgenine dönüşü beraberinde getirebilir.

2) Yapı Kredi'nin mülkiyet sorununa çözüm bulunamaması, IMF ile ilişkilerin gerginleşmesi yeni bir ekonomik krizi tetikleyebilir.

Son kez soralım: Değer mi?
Yazının Devamını Oku

2'nci iznin adresi NATO mu yoksa TBMM mi?

26 Ocak 2003
<B>SON</B> bir haftada Washington-Ankara mektup trafiği hızlandı. Önce Başbakan Abdullah Gül, ABD Başkanı'na mektup yazdı. Yanıtı gecikmeden ve Abdullah Gül-Recep Tayyip Erdoğan ikilisi ile ABD Dışişleri Bakanı Powell'ın buluştuğu Davos Zirvesi öncesinde Ankara'ya ulaştı.

Mektupların ilginç zamanlaması belki içeriğe de ışık tutabilir.

Örneğin, Ankara'nın ABD'ye tanıdığı üslerde ve limanlarda 10 günlük keşif (site survey) izninin süresi 23 Ocak akşamı sona erdi. Başkan Bush'un ‘‘teşekkür’’ mektubu da aynı güne rastladı.

ABD 10 günlük keşif sonucunda Türkiye'deki üs ve limanlardan nasıl yararlanacağını saptadı, şimdi sıra savaş için gerekli tadilat ve inşaatta.

Dolayısıyla akıllara ‘‘Acaba Başkan Bush son mektubunda üs ve limanlarda öngördüğü değişiklik için Türk hükümetinden izin istedi mi?’’ sorusunun gelmesi doğal. Başbakanlık çevreleri bu soruya olumlu veya olumsuz, doğrudan yanıt vermiyor, sadece ‘‘Üs ve limanlarda gerekli hazırlık (site preparation) izni daha önce de istendi’’ bilgisini aktarıyor.

* * *

Keşif izninin ardından örneğin pistlerin uzatılması ve yığınak gibi talepleri geri çevirmenin zorluğu ortada. Üstelik ABD'ye ikinci iznin yetkili adresi keşif izni sürecindeki kadar açık değil.

İkinci aşama açısından hükümetin önünde iki seçenek bulunuyor: 1) Ya TBMM'ye gidecek, 2) Veya NATO çerçevesinde yetki kullanacak.

Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı bu iki seçeneğin yarar ve sakıncalarını tartışıyor:

Hükümet izin için Meclis yolunu seçerse kamuoyunda ‘‘Bu işin devamı gelecek’’ duygusuyla savaş paniğinin tetikleneceği kuşkusunu taşıyor.

Irak savaşı BM yerine NATO şemsiyesi altına taşınırsa, bu durumda hükümetin Meclis'ten izin almasına gerek yok. Ancak bu defa da hükümetin NATO ortağı İngiliz askerine ‘‘hayır’’ demesi imkánsız hale gelecek.

Birkaç gün önce Ankara'yı ziyaret eden İngiltere Genelkurmay Başkanı Sir Micheal Boyce'la birlikte savaş planlaması yapmayı reddeden Türk Genelkurmayı, NATO şemsiyesi seçeneği konusunda tereddüt yaşıyor.

* * *

Önümüzdeki hafta tabir yerindeyse dananın kuyruğu kopacak.

BM silah denetçilerinin raporu ile ABD'nin Saddam'ı devirme inadı arasındaki uyum ya da zıtlık savaşın formatını çizecek. Kritik haftayı daha iyi anlamanız açısından belirgin iki ekseni hatırlatırsak:

Türkiye, ABD'nin askeri taleplerini tek tek yerine getiriyor. ‘‘Asker pazarlığı’’ manşetleri gazetecilik merakı açısından cazip olsa da, basit mantık ‘‘bu işin biri de bini de bir’’ kuralına hükmediyor. En azından İstanbul sermayesi böyle düşünüyor olacak ki, hükümete ‘‘neden ABD safında yer almıyorsunuz?’’ diye çatmaktan vazgeçti.

Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in İstanbul'daki açıklamalarından da anlaşılacağı üzere Fransa-Almanya ittifakının Irak politikası ABD'den çok farklı. Avrupa'nın savaş isteksizliği ABD ile çetin pazarlıkta Ankara'nın elini güçlendiriyor.
Yazının Devamını Oku

We will not fail (*)

19 Ocak 2003
<B>ABD'</B>den Türkiye'ye Irak için yardım istemek üzere gelen hatırlı konuk Ankara'daki temaslarına bu güvenceyle nokta koyuyor: ‘‘Merak etmeyin, mutlaka başaracağız...’’

Oysa zaten Ankara'nın ABD'nin askeri üstünlüğünden yana endişesi yok. Tereddüdün asıl kaynağı Saddam sonrası süreç. Başbakanlık'ta ‘‘Ya Irak'ta işler Afganistan'a dönerse?’’ diye kafa yoruluyor. Çünkü malum, Kabil'de silah zoruyla kurulan yeni yönetim korkudan başkent dışına çıkamıyor. Bakanlar bile Kabil'de ancak Türk askerinin korumasında dolaşıyor.

Ankara'ya göre Saddam sonrası Irak'ta olası iktidar koalisyonu ABD tarafından şu denklemle dizayn ediliyor: ‘‘Sünni Kürtler artı Şii Araplar.’’

Hemen fark ettiğiniz gibi nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünni Araplar bu denklemde yer almıyor. Nüfusun neredeyse yarısı dışlanarak, iki dini/etnik grubun ortak paydası Sünni Araplar dikkate alınmadan kurulacak iktidar ne kadar uzun ömürlü olur, istikrara nasıl hizmet eder?

* * *

Washington-Ankara hattında nabız nasıl atıyor? Ankara'ya göre ABD ile ilişkilerde arzulanan üslup kıvamı tutturulmak üzere.

Örneğin, önceki gün parlamento dışı muhalefete bilgi veren Başbakan Abdullah Gül'ün de doğruladığı gibi 12-13 Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nin hemen ardından Ankara'ya ulaşan Başkan Bush'un mektubunda uzun talep listesinin hemen ardından ‘‘askeri hazırlıklar için mümkünse üç günde yanıt’’ istendi. Doğaldır ki Ankara bu ‘‘üç günlük süre’’ sınırına uymadı. Gül'ün 3 değil 10 gün sonra Bush'a yolladığı mektupta ABD'nin askeri taleplerine ‘‘ne olumlu, ne de olumsuz’’ yanıt yer aldı, sadece Türkiye'nin izlediği politika izah edilmekle yetinildi.

Ancak bu satırlardan Türkiye ve ABD arasındaki ilişkinin gergin olduğu sonucuna da varılmamalı. Çünkü biliyoruz ki;

Abdullah Gül daha önceki gün Bush'a yeni bir mektup yolladı.

Üs ve limanlara keşif anlaşmasını Türk değil ABD tarafı geciktirdi.

* * *

Ankara, Irak konusunda dört ayaklı politika izlemeyi sürdürecek:

1) ABD ile stratejik ortaklık mutlaka dikkate alınacak. 2) Bölge ülkeleri ile ortak tavır geliştirilecek. 3) Avrupa Birliği ile politika uyumu aranacak. (Bu çerçevede Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer Ankara'ya gelecek. Türkiye, AB'nin Irak zirvesine davet bekliyor.) 4) Rusya ve Çin'le dirsek teması yitirilmeyecek.

Başbakanlığı ABD ile ilişkiler açısından en çok üzen eleştiri belli:

- ABD isteklerine zamanında uyulmadığı için ekonomik kayba uğruyoruz.

Başbakanlık bu tespite bir soruyla yanıt veriyor:

- Mali piyasaların savaş havası nedeniyle ne kadar tedirgin olduğu ortada... Bir de 80 bin ABD askerine izin verseydik... Bu askerler bir köyden diğerine intikal ederken, ‘‘Savaş çıktı’’ başlıkları atılsaydı, ekonomik kayıp ne boyuta varırdı düşünebilir musunuz?

Son mesajı da şakayla karışık verelim... Ankara diyor ki:

- ABD'ye destek veren 53 ülke arasında Yeni Zelanda da sayılıyor. Merak buyurmayın, Hint Okyanusu'nda bir savaş çıksa biz de sadık müttefik sıfatıyla ve birkaç uçakla ABD'nin yanında yer alırız.

(*) ‘‘Başarısız olmayacağız’’ anlamına gelen bu ifade ABD'li önde gelen bir yetkili tarafından aynen kullanıldığı için başlığa konuldu.
Yazının Devamını Oku

Haftalık rapor

12 Ocak 2003
<B>HAFTALIK</B> formata dönünce tek konu yerine kısa kısa gidelim istedik. * * *

Tıpkı sizler gibi Necip Hablemitoğlu suikastının fail-i meçhul dosyalar rafındaki yerini aldığını düşünüyorduk ki, yeni/çarpıcı iddialar duyduk:

Ankara'da iyi haber alan çevreler, Necip Hablemitoğlu'nun ilk ve yaygın kanaatin aksine yazdıkları nedeniyle değil henüz yazamadıkları yüzünden susturulduğunu düşünüyor.

İddiaya göre Hablemitoğlu'na bir Türk cemaatinin Kafkasya'da ABD Gizli Servisleri ile ortak çalıştığı yolundaki -basına da yansıyan- Rus belgeleri ulaştı. Hablemitoğlu bu dosyayı açıklayamadan vuruldu.

Dosyada yer alan bilgiler Necip Hablemitoğlu'nu yakından tanıyan görevliler tarafından ciddi bulundu.

Necip Hablemitoğlu'nun, Türk cemaatinin yardımıyla Kafkasya'ya sızmak isteyen dost ve müttefik bir ülkenin gizli servisinin -veya taşeronlarının- kurbanı olabileceği kuşkusu üzerine gidildi.

Necip Hablemitoğlu suikastında elde sadece senaryolar değil kanıt da var. Suikast silahının 14'lü Browning olduğu zaten malumdu. Son bilgi silahın temiz olmadığı, yani daha önceki bir suçta kullanıldığı.

Hablemitoğlu dosyasında her an bir sürpriz beklenebilir!

* * *

Hükümetin ekonomi politikasındaki belirsizliğe rağmen piyasalar neden sakin... Veya Türkçe meali ile kur ve faizdeki istikrarın arkasında hangi beklenti yatıyor? Muhalefetin ekonomik kurmayıKemal Derviş'in yakın çevresine yaptığı analizi aktaralım:

ABD'nin veya IMF'nin illa Türkiye'ye nakit savaş yardımı yapması gerekmez. Aslında böyle bir yardım beklemek de yanlıştır.

Ama ABD hazinesi, Türkiye'nin 2003 nakit açığını finanse etmek için gerekli dış borçlanmaya kredi garantisi tanıyabilir.

Bu seçenekte ABD hazinesinden tek cent çıkmaz ama Türkiye rahatlıkla borçlanarak ve IMF parasına muhtaç kalmadan yılı atlatabilir.

Doğaldır ki bu borcun faizi IMF'ye göre yüksektir. Ayrıca yabancı yatırımcılar, Türkiye'nin borç/milli gelir oranının düşmediğini de görecektir. Yani mesele sadece günü kurtarmaktan ibaret kalacaktır.

Ama zaten piyasalar da günlük kayıp/kazanca göre işlediği için kur ve faizde çok yüksek dalgalanma yaşanmayabilir.

* * *

Türk iş dünyası, Irak savaşının faturası konusunda ABD'yi sıkıştırmaya hazırlanıyor. Çünkü;

11 Eylül'den sonra verilen söz tutulmadı. Nitelikli Sanayi Bölgeleri gibi kritik pazarlık konularında ilerleme sağlanamadı.

ABD yönetimi, yeni krizin faturası için de kamuoyu önünde bağlayıcı ifade kullanmadı, Türk iş álemi tatmin edilemedi.

Washington bu mesajı anlamış olacak ki, ABD Büyükelçisi Robert Pearson bu hafta içinde Türk iş dünyasının önde gelen isimleriyle buluşacak, onları ikna etmeye çalışacak.
Yazının Devamını Oku