Enis Berberoğlu

Medya-siyaset-ticaret üçgeni yeniden kuruluyor

8 Haziran 2003
<B>GEÇEN</B> hafta bu köşede AKP iktidarı ile hükümete karşı parlamento dışı muhalefetin öncülüğünü üstlenmiş gibi gözüken Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 2000 öncesi koşullara dönme yönündeki ortak refleksini/niyetini ele aldık. 2000 öncesi koşullardan kastımız, AB adaylığımızın tescil ve teslimi ile IMF destekli ekonomik programdan önce var olan, medya-siyaset-ticaret/finans üçgeninde tıkır tıkır işleyen, partili medya ve sermaye üreten tezgáhtı.

Bu tespiti AKP'ye ve TSK'ya dönük ağır hatta haksız eleştiri sayanlar çıktı. Hakikaten öyle mi? Gelin PETKİM ihalesi örneğinde tartışalım.

* * *

PETKİM ihalesinde Uzan Grubu'nun 605 milyon dolarlık teklifle rakipsiz kalmasına yönelik tepkilerde Yeni Şafak Gazetesi öne çıktı.

AKP icraatını pek eleştirmeyen Yeni Şafak Gazetesi ‘‘PETKİM ihalesi yeniden yapılsın’’ çağrısıyla manşetine taşıdığı haberde PETKİM'in piyasa değerinin Uzan Grubu'nun teklifinden yüzde 30 daha fazla olduğu hatırlatıldı. Haberde Uzanlar'ın Çukurova ve Kepez yüzünden devletle yaşadığı bir dizi ihtilaf da sıralandı.

Bu manşet/yorumun zamanlaması rastlantı mı?

Enerji Bakanı Hilmi Güler'in kamuoyuna da yansıyan iki uyarısını hatırlamakta yarar var:

Bakan Güler geçen nisan ayında AKP Ankara İl Başkanlığı'nda yapılan esnaf toplantısında, yolsuzlukla mücadele konusunda eleştirilince bürokrasi ile yaşadığı çarpıcı bir sorunu aktardı: ‘‘Önemli bir konuda yazı istedim arkadaşlardan. İki kişi aynı anda hasta oldu, üçüncü kişinin annesi hasta oldu aynı anda. Yani imza atmamak için. Neticede iş çıkartmak istiyorsunuz. Ama durum böyle.’’ Gerçi bakan şirket ismi vermedi ama yakındığı konunun Çukurova Elektrik'le ilgili olduğu başkentte herkesin bildiği sırdı.

Yine Enerji Bakanı Hilmi Güler, TBMM Yolsuzluk Komisyonu'na bilgi verirken Uzan Grubu'nun enerji sektöründeki yatırımları hakkında yaşanan sorunu aktardı: ‘‘Kepez ve Çukurova bizim yumuşak karnımız. Sahipleri siyasi kimlik taşıdığı için elimiz kolumuz bağlı. Siyasi rakiplerini karalıyorlar denilmesin diye ince eleyip sık dokuyoruz. Hukuki yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar. Biz de uğraşıyoruz. Bu bizim canımızı sıkan bir konu ama çözmeye çalışıyoruz. Olayı siyasete dökebilirler ve siyasi amaçla suçlandıklarını öne sürebilirler.’’

* * *

AKP'nin şikáyetini özetlersek...

PETKİM talibi Uzan Grubu daha önceki uygulamada;

Medya şapkasıyla devleti korkuttu,

Siyasi rekabetiyle hükümeti yıldırdı.

Ama gel gör ki, AKP iktidarı PETKİM'i Uzan Grubu'na vermezse gerekçe ticari değil siyasi çerçevede algılanacak, ‘‘En yüksek teklifi AKP'ye yakın bir şirket verseydi ne olacaktı?’’ sorusu yanıtsız kalacak.

Zaten medya-siyaset-ticaret şeytan üçgeninde bir ihaleyi şaibesiz karara bağlamak mümkün değil... Türkbank ihalesini beş yıldır döne döne neden tartışıyoruz sanıyorsunuz?

Ekonomiyi siyasetin tecavüzünden korumak/kollamak amacıyla oluşturulan bağımsız ve düzenleyici kurulların varlık nedeni bu...

Ama siyasetçinin günlük rant dağıtımıyla uğraşmadığı, devletin medya teröründen korkmadığı sistem ancak ve ancak AB üyeliği ve küresel ölçekte işleyen ekonomik düzenle mümkündür.

Medya-siyaset-ticaret saadet zinciri bu sayede kırılır.

AB'yi yalnızca askere karşı siper sayanlar... MGK statükosu uğruna küreselleşmeye meydan okuyanlar... Bu kavgada cami ile kışla arasında sıkışanlar, PETKİM ihalesi türü sınavda apışıp kalırlar... ‘‘PETKİM Uzan'a verilsin mi, yoksa verilmesin mi?’’ sorusuna takılırlar.

PETKİM verilse ne olur, verilmese ne olur?

Hükümet bu kafayla giderse seneye zaten siyasetin, ekonominin hatta memleketin tapusunu Uzan zihniyetine teslim ve hediye etmeyecek mi?
Yazının Devamını Oku

Bize Niğde’yi çalabilir misiniz?

6 Haziran 2003
<B>NİĞDE</B> Belediye Başkanı Mümin İnan konserin sonunda doğaçlama performans için tema arayan Fazıl Say'dan ‘‘Bugün Niğde'yi gördünüz, dolaştınız. Bize Niğde'yi çalabilir misiniz?’’ talebiyle yaşadığı kenti dinlemek istedi. Daha on iki saat önce İsrail Hayfa'daki konserini tamamlayarak Niğde programına yetişen Fazıl Say topu topu bir öğleden sonraya sığan izlenimleri notalara döktü.

Böylece üç dünya markasının Niğde buluşması taçlandı.

Üç markadan Volkswagen ile Fazıl Say konuktu. Üçüncüsü yani Niğde'den yola koyulup küresel marka haline gelen merhum Ayhan Şahenk baba evindeydi.

YEREL GÜNDEM

Doğuş Otomotiv'in Volkswagen markası altında düzenlediği ‘‘Türkiye yollarında bir virtüöz’’ turnesinin sekizinci durağı Niğde oldu.

VW daha önce Samsun, Edirne, Gaziantep, İstanbul, Ankara, Erzurum ve Adana'dan geçen bu sanat kervanından ne kazanmayı umuyordu?

‘‘Bu konseri dinleyen hemen ertesi gün bayiye gidip otomobil alacak diye bir beklenti kesinlikle yok’’ diyen Doğuş Otomotiv yöneticileri ekliyor: ‘‘Zaten satış amaçlı kampanya olsaydı, indirim veya ucuz kredi imkanı gibi doğrudan yol seçerdik. Fazıl Say konserleriyle daha çok satış ağına, bayiye dönük çalışma amaçladık. Fazıl Say konseri sizin de gördüğünüz gibi küçük bir kentte bir-iki gün gündem yaratabiliyor. Bayimiz ve markamız da doğal olarak bu gündemin göbeğine oturuyor.’’

YETENEK ARIYOR

VW Anadolu'daki marka imajını ve satış örgütünü güçlendirirken, Fazıl Say da yerel yetenek peşinde koşuyor. Zaten turne programı da bu amaca uygun. Fazıl Say her kentte akşam konserinden önce ilköğretim ve lise öğrencileri ile buluşuyor. Piyano sohbeti ve interaktif performansın ardından Say öğrencilerin marifetlerini dinliyor. Kimi gitar çalıyor, bazısı klarnet, ama galiba piyanoyu seçenler ağırlıkta.

Fazıl Say, Samsun'da gitar çalarken dinlediği genç kız için İstanbul Konservatuvarı'nı aradı. Samsunlu yetenek muhtemelen gelecek yıl İstanbul'da eğitim alacak. Edirneli klarnetçi ise daha 11 yaşında, büyük kent macerası için biraz daha beklemek zorunda.

‘‘Bu proje hayatımda yaptığım en iyi işler arasında’’ diyor Fazıl Say heyecanla... Ama hemen ardından daha gerçekçi bir yorumda bulunuyor: ‘‘Ama tek başıma yetmem. Mesela ben bugün geldim, gelecek ay bir başka sanatçının daha yolu buraya düşerse işler daha bir pekişir.’’

Niğde'de buluşan üçüncü marka yani Şahenk Ailesi de hemşerileriyle Fazıl Say'ın buluşmasının keyfini yaşadı.

Merhum Şahenk'in eşi Deniz Şahenk, genç bir öğrenci kızın Fazıl Say'a yönelttiği ‘‘Çalarken kiminle, hangi ulvi güçle bütünleşiyorsunuz, bizi ağlatıyorsunuz, yoksa Tanrı’yla mı?’’ sorusundan öylesine etkilendi ki, Niğde'ye hemen dört müzik öğretmeni daha yollamaya karar verdi.

Fazıl Say konserine Ayhan Şahenk'in anısına Aşık Veysel'den ‘‘Kara Toprak’’ uyarlaması ile başladı. Fazıl Say konserleri Kayseri, Malatya, Diyarbakır, Bodrum ve Aspendos'ta sürecek.
Yazının Devamını Oku

Düşman kardeşler 2000 öncesine dönmek istiyor

1 Haziran 2003
<B>CUMHURİYET</B> aydını için <I>kışla ve cami düşman kardeştir</I>. Kardeştir ve fakat düşmandır, çünkü;

Cami eşittir üç kıtaya yayılan imparatorluğu batıran statüko,

Kışla eşittir çağdaşlaşma ve batı uygarlığını yakalama...

Savaş alanındaki hezimetler yüzünden batıcı reformları ordusundan başlatan Osmanlı'nın ilk várisleri için belki doğru olan bu tespit bugün de geçerli mi? Açıkçası pek sanmıyoruz.

* * *

Cumhuriyet'in siyasi ve ekonomik ezberi -herhalde rastlantı eseri- milenyum arifesinde bozuldu. Siyaset-banka-medya şeytan üçgeninde hortumlanan milyarlarca dolar, sistemin ekonomik damarlarını kuruttu.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi... PKK terörü ile başlayıp Susurluk skandalına kadar uzanan kanlı iç savaş yılları ulus devletin tahtını salladı.

Sonuçta 2000 Aralık ayında dönemin iktidarı (DSP-MHP-ANAP) iki koltuk değneği ile yola devam kararı aldı:

Ulus devletin egemenlik haklarının uluslarüstü Avrupa Birliği ile paylaşımı anlamına gelen Helsinki adaylık süreci ile,

Ekonominin yerel siyasetin tecavüzünden kurtarılarak küresel düzene entegrasyonunu öngören IMF programının önemi bu yüzden.

Üstelik tıpkı koltuk değnekleri ile yürüyenler gibi Türkiye bu iki süreci birlikte yönetmek zorunda kaldı.

Nitekim AB ve IMF ile işler düzgün gittiğinde ekonomi canlandı, demokrasi gelişti. AB veya IMF yolundaki tökezleme mutlaka diğer süreci de olumsuz etkiledi. AB'ye muhalefet piyasayı bozdu, IMF ev ödevlerinden kaytarma Avrupa'daki zengin kulübüne tam üyeliği zorlaştırdı.

Yine de çok azımız IMF ve AB kurallarının tek ve aynı iradenin, yani küreselleşmenin eseri olduğuna iman etti.

* * *

Kışla ve cami arasındaki çelişkiler gözler önünde...

Ama öte yandan kendileri farkında olmasa bile cami cemaati ile kışla mensupları arasında su geçirmez koalisyon da mevcut. Nasıl mı?

Örneğin, Harp Akademileri'ndeki sempozyumda -haberi bir hafta önceden duyurulan bir konuşma yapan- Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, küresel dünya düzenine ve oyuncularına karşı çıktı.

Genelkurmay Başkanlığı ve MGK Genel Sekreterliği, AB için altıncı uyum paketine muhalefetini açıkladı, paketin yasalaşmasına fren koydu.

AKP iktidarına gelince... Askeri muhalefeti dizginlemek için sözde Avrupa Birliği hedefine gönülden bağlı gözüküyor. Ama Avrupa ile ekonomik entegrasyonun vazgeçilmez ekonomik zemininde yalpalıyor. Fırsatını bulsa yarından tezi yok ekonomik programı, dalgalı kuru terk edecek.

Özetle, kışla bu ülkenin AB'siz, AKP iktidarı da IMF'siz daha iyi yönetileceğine inanıyor.

Yani hem kışla, hem cami Türkiye'yi 2000 öncesine götürmek istiyor, ki kitapta bu işin adı irticadır.
Yazının Devamını Oku

Sorun Kandil'de ama çare Güneydoğu'da

25 Mayıs 2003
<B>ÇOĞU</B> gazeteye küçük haber olarak girdi, ama Ankara'da çok dikkatle izlenen gelişmeye dikkatinizi çekelim: ABD ve İngilizlerin Irak'taki ortak operasyonuyla İran karşıtı Halkın Mücahitleri isimli örgütün kampları bombalandı, militanları silah bırakmaya zorlandı.

Halkın Mücahitleri
kim?

İran İslam Devrimi'nden itibaren, yani 20 yılı aşkın süredir Irak topraklarını üs tutan... Hatta Körfez Savaşı'nda (1980-87) Saddam'ın ordusuyla birlikte dövüşen bu örgüt bir anlamda İran'ın PKK'sı...

Düşmanımın düşmanı dostumdur lafını bilirsiniz.

Halkın Mücahitleri örgütünü yok eden ABD, İran'a dostluk gösterdi.

Herhalde artık sıra 50 yıllık eski dostunun, bu coğrafyadaki tek stratejik ortağının derdini çözmeye geldi, yani PKK'ya.

Nitekim Ankara'ya ulaşan bilgiler, edinilen izlenim, ABD'nin PKK'ya dönük askeri operasyonunun çok yaklaştığı yönünde...

Ve Ankara'nın İran ve Suriye'ye dönük yeni açılımını da bu çerçevede yorumlamak gerekiyor:

Şu sıralar Kandil Dağı'nda yuvalanmış PKK'ya dönük ABD operasyonu başlarsa örgütün iki kaçış yolunun bulunduğu düşünülüyor: İran veya Suriye.

Ne var ki Ankara'ya göre PKK çok istese de artık İran'da yuvalanamaz. İlişkilerin mevcut düzeyi bu ihaneti kaldırmaz.

Benzer şekilde uluslararası düzeyde tamamen yalnız kalan Suriye de Türkiye'yi karşısına almayı düşünemez.

PKK son çare olarak Türk topraklarına geçerse karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri'ni bulacak. Elebaşıları etkisiz hale getirilecek, daha önemsiz kadroları Pişmanlık Yasası kapsamına alınacak.

* * *

Ankara'nın bu hesabına göre ABD'nin Türkiye'ye ‘‘İran ve Suriye politikası’’ nedeniyle kızması çok haklı sayılmaz.

(Aksi halde Ankara'nın da ABD'ye, Tahran'a dönük Halkın Mücahitleri jestinin gerekçesini sorma hakkı doğmaz mı?)

Ne var ki Abdullah Öcalan'ın Kenya'da paketlenip tesliminin ardından Türkiye adına ikinci kez PKK'ya karşı kolları sıvamaya hazırlanan ABD'nin bu konudaki dostça uyarısını da en azından dinlemek zorundayız.

Geçen hafta Dışişleri Bakanlığı'nda ‘‘PKK'yı Kandil Dağı'ndan ne zaman temizleyeceksiniz?’’ sorusuna muhatap kaldığında ABD Büyükelçisi'nin sözü döndürüp dolaştırıp Güneydoğu reformlarına getirmesi boşuna değil.

Çünkü Ankara'nın işaret ettiği gibi sorun Kandil'de ama kesin çözümü Güneydoğu'da yatıyor. Güneydoğu, demokrasi ve refah yönünden Kürt coğrafyasının cazibe merkezi haline gelmeye adaydır...

Bari bu fırsatı kaçırmayalım.

* * *

ABD esip üfürdükçe tezkere senaryoları gündemden düşmüyor. Biz de Ankara'da tartışılan iki senaryoyu aktaralım dilerseniz:

Tezkere geçseydi; Türk Silahlı Kuvvetleri 20 bin askerle Irak topraklarına 20 kilometre girecek ve duracaktı. Kuzey cephesi açılsaydı sıcak çatışma nedeniyle Musul ve Kerkük muhtemelen Basra gibi zarar görecek, Kürtler muzaffer güç olarak Kerkük'e girecekti. Sonuçta Türk ordusunun sabrı taşacak, Türk ve Kürtler arasında istenmeyen gerginlik, belki de çatışma çıkacaktı.

Tezkere geçmedi ama; Polonya tek başına barış gücünün altından kalkamaz. Çok yakında Türk askeri barış gücüne çağrılacak. Ve Mehmetçik çatışarak değil, barış adına Irak toprağına girecek.
Yazının Devamını Oku

Merkez oylar AKP'ye mi yoksa CHP'ye mi kaymalı?

18 Mayıs 2003
<B>CHP'</B>nin 2004 Nisan ayında <I>(belki de daha erken tarihte?)</I> yapılacak yerel seçimde merkez sağ partilerden aday göstermeyi tartışmasını dahi içine sindiremeyenler, başlıktaki soruya da kafa yormalı. Çünkü geçmişte -özellikle büyük kentler dışındaki- yerel seçim dinamiklerinden ders çıkarmak gerekiyor:

Küçük yörelerin Ankara'dan ilgi ve para bekleyen seçmeni yerel yönetimlerde merkezi iktidarla uyumu dikkate alıyor. Vekili ayrı, belediyesi ayrı partiden yerel yönetimin başarılı olamayacağını düşünüyor.

Hatta yerel seçmenin muhalefete oy atarak iktidarı kızdırmaktan (belki de cezadan?) korktuğunu düşünmek bile mümkün.

Bu dinamikler gelecek yerel seçimde de değişmezse;

Zaten yüzde 35'lik seçmen tabanıyla işe başlayan AKP'nin şansının yüksek olduğu,

2002 seçiminde büyük hezimete uğrayarak Meclis'e giremeyen merkez sağ/sol partilerin büyük iddia taşımayacağı gerçeği ortadadır.

Dolayısıyla özellikle merkez sağ blokun gerek aday, gerekse seçmen tabanıyla yeni bir cazibe merkezine yönelmesi çok muhtemeldir.

Bu siyasi fırsatı doğru okuyan CHP yönetimi;

partinin söylemini merkez demokrat sıfatıyla tefriş/takviye ederek,

aday listelerini merkez sağ isimlere de açarak seçime hazırlanıyor.

CHP'nin merkez tabana dönük hesaplarını peşin hükümle, hiç tartışmadan mahkûm etmeye kalkmak, muhafazakár seçmeni ve yerel seçimi AKP'ye hediye etmek anlamına gelebilir... ‘‘Merkez oylar AKP'ye mi, yoksa CHP'ye mi kaymalı?’’ sorusunu başlığa taşımamız bu yüzden...

* * *

Ayrıca CHP'nin merkeze kayma planı sadece gelecek seçime dönük hesapların değil 2002 seçiminde verilen sözün, vaat edilen yeni siyasi açılımın gereğidir. CHP 3 Kasım seçimi öncesinde vitrinine Kemal Derviş'i yerleştirirken ‘‘liberal-sosyal sentezi’’ de politik söylemine dahil etti.

O yüzden eğer CHP'ye eleştiri yöneltilecekse;

liberal-sosyal sentezin gereği serbest piyasa ekonomisine dönük açılımları geciktirdiği,

liberal tabanda henüz yeterince kadro tahkimatı yapamadığı gerekçesiyle olmalıdır.

Aksine ‘‘CHP neden merkez seçmene de yöneliyor?’’ diye hesap sormak, sadece Kemal Derviş'i CHP vitrininde konu mankeni konumuna indirmekle kalmaz... Özellikle bu yeni siyasi açılıma ilgi gösteren büyük kent seçmenini kandırmış olmak anlamına da gelmez mi?

* * *

Yalnız yanlış anlaşılmasın... Merkeze dönük planları için CHP yönetiminin hakkını teslim etmekle birlikte hayale kapılıyor da değiliz.

Çünkü CHP altı aylık muhalefet pratiğinde, 23 Nisan boykotuna öncülük veya iş yasasında pazar tatili tartışmasını aşan icraat sergileyemedi.

CHP, Derviş'in mimarı olduğu IMF programını sahiplenemedi, AKP'nin popülist sapmalarını bırakın engellemeyi, eleştirmek dahi işine gelmedi.

Şimdi kalkıp liberal tabana yönelmek istiyor, ama nasıl?
Yazının Devamını Oku

Bu nasıl yalnızlık?

11 Mayıs 2003
<B>FİKRİ</B> tartışmada abartı metodu da en az odunla iknaya çalışmak kadar abes kaçar. Tezini ölümüne savunma gayreti ancak gerçeği esnetmeye yarar. Mesela, sizce Irak Savaşı'nda izlenen politika nedeniyle Türkiye uluslararası camiada tamamen yalnız mı bırakıldı? Yoksa ‘‘hiç hata yapmayan’’ Başbakan'ın iddia ettiği gibi itibar mı kazandı, hangisi?

Bize sorarsanız, madem ki korkumuz ‘‘yalnızlık’’, öyleyse son aylarda/haftalarda Ankara'ya uğrayan yabancı konuklar iyi ölçü olur diye düşündük.

ABD'nin Avrupa'da en güvendiği iki müttefiki önümüzdeki haftalarda Ankara'da olacak. İtalya Cumhurbaşkanı Silvio Berlusconi 12 Mayıs'ta, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw ay sonunda geliyor.

Sadece rastlantı mı? Sanmıyoruz, devam ediyoruz...

Hava sahasını, alanlarını ABD uçaklarına açan ve Washington'un özel teşekkürüne hak kazanan Romanya'nın Başbakanı Adrian Nastase 7 Mayıs'ta Ankara'yı ziyaret etti. Kuveyt'e asker yollayan Ukrayna'nın Dışişleri Bakanı Anatoliy Zlenko da aynı tarihte başkentteydi.

ABD'ye ret cephesinden Fransa Dışişleri Bakanı Dominique De Villepin'in gezisi (22 Nisan), politika ortağı Almanya'nın Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in ziyaretinden (23 Ocak) üç ay kadar sonraya rastladı.

Tabii ki AB üyesi 20'den fazla Dışişleri Bakanı'nın geçen hafta sonunda (3 Mayıs) topluca Kaş Adası'na gelmelerini de unutmamak lazım.

Türk Dışişleri Bakanı'nın gezilerine gelince... Hemen ABD'nin yeni iki hedefi arasında bulunan Suriye gezisini hatırlamanız normal. Ama Abdullah Gül'ün önümüzdeki hafta (12 Mayıs) Irak'ta kurulacak barış gücüne asker yollayacak Bulgaristan'a gideceğini unutmamak koşuluyla.

Tüm bunları malûmatfuruş teşhircilik niyetiyle yazmadık...

Ne Türkiye ne de muhatabı ülkelerin dış politikası öyle kolay değişmez. Tıpkı transatlantik gibi gövdenin, dümeni takibi çok zaman alır.

Dolayısıyla dış politika tartışırken aman dikkat:

1) Türkiye, ABD'yi kızdırdı diye bir-iki günde yalnız kalmaz.

2) (Aslında bu hükümetin Türkiye'nin dış politikasını Avrupa hedefi rotasından çıkartıp Suriye-İran eksenine sokacağını düşünmüyoruz.) Ama diyelim ki öyle, bu siyasi/ekonomik beceriksizlikle zaten ömürleri yetmez.

Sıcak tartışma


ABD'nin şahinleri sırayla Türkiye'nin Suriye-İran politikasını eleştiri yağmuruna tutunca Ankara'yı arayıp ‘‘Ne istiyorlar?’’ diye sorduk.

Onlar da şaşkın, yanıtları yok... Ayrıca Abdullah Gül'ün Suriye gezisinin kronolojisini dinleyince ABD'nin tam ne istediğini kestirmek daha da zor:

Bakan Abdullah Gül, Şam'a gitmeden Colin Powell'a önce mektup yazdı, ardından sözlü olarak fikir danıştı.

Şam dönüşünde Türk ve ABD'li diplomatlar Suriye'ye verilen ‘‘dikkatli ol’’ mesajının adresine ulaştığı konusunda fikir birliğine vardı.

Powell'ın -Gül'den üç gün sonraki- Şam ziyaretinin ardından Ankara'ya iletilen sözlü teşekkür bu işbirliğinin eseriydi.

Peki o zaman Wolfowitz ile Grossman'ın çıkışlarına ne demeli?

Ankara'da muhtemel sayılan iki senaryoyu aktarmakla yetinelim:

1) ABD Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı'nın Ankara ile irtibatından ya habersiz veya öyle gözükmek işine geliyor.

2) Türkiye hakkında en ağır ifadeleri sarf edenler hep ‘‘Türkiye dostu’’ diye bildiğimiz isimler. Bu kıdemli bürokrat/akademisyenler zamanında ‘‘Türkiye'yi satarak’’ para ve ün kazandı.

Şimdi devir değişti, ABD kamuoyunda reyting kaybeden Türkiye'ye söverek aynı primi sağlama gayretindeler.
Yazının Devamını Oku

Geçici vergi 5 puan zamlanacak

7 Mayıs 2003
Gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri, ikinci geçici vergi döneminin başlangıç tarihi olan 1 Nisan'dan itibaren geçici vergiyi 5'er puan zamlı ödeyecek. 24 Nisan öncesi yatırım indiriminden yararlanma hakkı elde edenler, 15 Mayıs'a kadar tercihte bulunacak.

Çeşitli Vergi Kanunlarında değişiklik yapan ve 24 Nisan'da yürürlüğe giren yeni vergi düzenlemelerine ilişkin uygulama tebliğleride hazırlandı.

Önümüzdeki günlerde Resmi Gazete'de yayımlanacak olan Gelir Vergisi Genel Tebliğine göre, gelir vergisi oranlarında yapılan değişikliğe paralel gelir vergisindeki geçici vergi oranı da yüzde 15'den 20'ye çıktı.

Buna göre, gelir vergisi mükelleflerinin birinci geçici vergi dönemi 31 Mart 2003 tarihinde sona erdiğinden, bu mükelleflerin bu döneme ilişkin olarak beyan ettikleri geçici vergi matrahlarına yüzde 15, takip eden döneme ait geçici vergi matrahlarına ise yüzde 20 oranında geçici vergi uygulanacak.

YATIRIM İNDİRİMİ İSTİSNASI
 
Yatırım indiriminde teşvik belgesi alma zorunluluğunu kaldıran yeni düzenleme uyarınca da, ticari ya da zırai kazançları bilanço esasına göre tespit edilen mükellefler, 24 Nisan tarihinden itibaren, faaliyetlerinde kullanmak üzere satın aldıkları ya da imal ettikleri amortismana tabi iktisadi kıymetlerin maliyet bedellerinin yüzde 40'ını ilgili kazançlarından yatırım indirimi istisnası olarak indirebilecek.

Yatırım indiriminden yararlanma hakkı olan mükellefler, 24 Nisan'dan sonraki ilk geçici vergi dönemine ilişkin beyannamenin verileceği tarihe kadar (hesap dönemi takvim yılı olanlar için 15 Mayıs 2003) tercihlerini bağlı oldukları vergi dairesine bildirmek kaydıyla yeni düzenlemeden yararlanabilecek.

Birden fazla yatırım teşvik belgesinin bulunması durumunda, bu tercihin alınan bütün yatırım teşvik belgeleri için yapılması gerekecek. Bu durumda, teşvik belgeleri kapsamındaki yatırımlarla ilgili olsa dahi 24 Nisan'dan itibaren yapılacak harcamalar için yeni düzenleme çerçevesinde yatırım indiriminden faydalanılacak.

Yazının Devamını Oku

30 Nisan ve 30 Ağustos yol kazası yaşanmasın

4 Mayıs 2003
<B>İKİ </B>haftadır yazının başlığına tarih koyuyoruz. Geçen hafta <I>27 Mayıs'tan 28 Şubat'a askeri müdahale sürecindeki evrimi</I> izaha çalıştık... Bu hafta da <I>30 Nisan günkü kritik MGK toplantısı</I> ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nde nöbet devir teslim tarihi <I>30 Ağustos</I> arası döneme ilişkin senaryoları sıralayacağız. Yeni miladı neden 30 Nisan olarak seçtiğimiz herhalde 23 Nisan boykotundan bellidir...

30 Ağustos tayinleri ise ordunun muhtemel tehdit ve fırsat analizine dönük kadro düzenini yansıtması açısından önemlidir.

* * *

Daha 7 ay önce geniş tabanlı seçmen desteği ve büyük umutlarla seçimi kazanan AKP tek başına iktidar fırsatını yitirdi. Artık ekonomik erkini IMF, siyasi otoritesini MGK ile paylaşmak zorunda... IMF'ye verilen sözler ve yıllık iki katına çıkan teftiş sayısı zaten malumunuz. Üstüne bir de MGK'ya sunulan siyasi niyet mektubunu ve laiklik olarak seçilen performans kriterini de ekleyin... AKP'nin işinin ne kadar zor olduğu ortada!

Yanılmayın, son birkaç haftadır mali piyasada esen bahar havasını hükümetin isabetli ve istikrarlı politikasının eseri saymayın. Tam aksine piyasanın her türlü riske gözünü kapatarak koştuğunu (yoksa amok koşusu mu?) ve hükümetin sadece takibe çabaladığını unutmayın.

Ama eğer hükümet MGK'da verdiği sözlerin arkasında samimiyetle durursa... Siyasi gerginliğin dalga boyunun artarak piyasayı bozması riski çok azalır. Aksi halde yani her MGK toplantısı kriz miladı sayılır, IMF niyet mektubundan kaytarma girişimleri sıklaşırsa işte o zaman bu hükümet belki de ilk kez piyasanın sopasıyla tanışır.

Hükümetin önündeki yol kavşağındaki seçimi kısa zamanda belli olur.

Siyasi gerginlik ve kaçınılmaz takipçisi ekonomik krizi mi seçeceği... Yoksa siyasi istikrarla ekonomik refahı mı tercih edeceği yakında anlaşılır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül'ün yatıştırıcı üslubu da, Sanayi Bakanı Ali Coşkun'un, ‘‘Gerilimin tarafı olmayacağız, annelerimizin, ‘onlara uymayın ahlakınız bozulur' dediği gibi onlara uymayacağız’’ sözleri veya ‘‘MGK'da laikliğe vurgu bilinenin tekrarıdır’’ diye meydan okuyan TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın temsil ettiği siyasi çizgi de gözler önündedir.

Ve biraz spekülatif yoruma izniniz varsa...

Elimizde hiçbir somut veri, bilgi veya belge olmamakla birlikte tamamen geçmiş deneyime dayanarak AKP'deki seçimin 30 Ağustos tayinlerini ve takip eden süreci etkileyebileceğini düşünüyoruz.

Yeni komuta düzeni, komutanların risk algı ve refleks süresi, gelişmelere tepki sertliği hep hükümetin önümüzdeki performansına göre ayarlanacak kanısındayız.

Eğer 30 Ağustos'a kadar hükümetin IMF veya MGK'ya verdiği sözlerden cayması nedeniyle ağır hasarlı bir yol kazası yaşanmazsa... Türk demokrasisinin gelecek sonbahara çok daha güçlü siyasi ve ekonomik tabanla girmesi ihtimali vardır.

Anadolu'da AKP'nin kredisi sürüyor


ANKARA'da sıkışan, kanaat önderleri tarafından küçümsenen AKP iktidarının Anadolu'daki kredisi sürüyor... Mesela Gaziantep'in keyfi yerinde.

Gaziantep Sanayi Odası'nın genç ve dinamik başkanı Nejat Koçer mart ayı bilançosunu aktarıyor: ‘‘Elektrik kullanımında son on iki ayın en iyi rakamları geldi. Mart ayı ihracatı da geçen yılın aynı ayına göre ikiye katlandı. Şimdi sıra büyümenin ek istihdam yaratmasına geldi.’’ Bu ekonomik tablonun siyasi analizi de Büyükşehir Belediye Başkanı Celal Doğan'dan geliyor: ‘‘AKP'nin siyasi kredisi sürüyor. Rakip partilerde yükseliş yok.’’
Yazının Devamını Oku