11 Temmuz 2003
Polaris, Kinetix, Flogart, Proshot, Torex, Halley ve Rootles.<br> Yedisi de yabancı malı gibi duruyor ama aslında arkasında aynı ailenin, Ziylan'nın imzası var. Ziylan soyadının da ilginç bir öyküsü.
Dede Ziylan iplikçi olduğundan soyadı için nüfus memurunun karşısına dikildiğinde tercihi ‘‘Boyacı’’, ‘‘Dokumacı’’ gibi mesleki etiketler veya en azından ‘‘İyiboya’’, ‘‘Özboyacı’’ türü sıfat tamlamalarıydı.
Ama ne çare ki nüfus memurunun ‘‘O söylediklerinin hepsi alındı, tükendi’’ itirazıyla karşılaştı. Soyadı pazarlığında çözüm kitap defterden haritaya taştı. Tendürek Dağları’ndan doğup Van Gölü'ne dökülen ve ‘‘temiz su’’ anlamına gelen Ziylan Deresi aile soyadı oldu.
Oğul Ahmet Ziylan ailenin ikinci kuşağını temsilen ve öncü kuvvet sıfatıyla 1959 yılında İstanbul'a gelip ayakkabı ustalığı öğrendi, sonra Gaziantep'e dönüp dükkanını açtı.
1971'de yeniden İstanbul seferine çıktı, bu kez kalıcıydı. Yeğeni ve sonradan damadı olan Mehmet Büyükekşi ile kurdukları aile şirketi kısa zamanda büyüdü, dünya markası oldu.
Aslında Ziylan'ın aile öyküsü, ayakkabı pazarının yerel sınırları aşarak küreselleşme sürecinin aynası. Daha 1985'te bu ülkede topu topu 85 milyon çift ayakkabı üretilirdi. Bugün 450-500 milyon çifte çıktı. İhracat rakamı milyon dolar değildi, bu yıl sadece bir firma o kadar mal satıyor yabancı pazarlara. Yerli üretici dünya markalarıyla baş etmeyi öğrendi.
Ziylan örneğinde olduğu gibi;
İç pazardaki kısır rekabet yerine ihracatı seçti.
Marka yaratıp katma değerini aracıya kaptırmadı.
Kıblesini Güneydoğu Asya seçti, pazarını Avrupa.
ZENNENİN MERDANENİN 7 KARTVİZİTLİ USTASI
42 yaşındaki Mehmet Büyükekşi'de unvan da, kartvizit de bol.
Türkiye Hava Yolları Yönetim Kurulu Üyesi, Eximbank Yönetim Kurulu Üyesi, İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu Üyesi, TİM İcra Kurulu Üyesi, TOBTİM Yönetim Kurulu Üyesi, İstanbul Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı ve Türkiye Ayakkabı Sektörü Araştırma Geliştirme ve Eğitim Vakfı Başkanı. Yani birlikte saydığımız kadarıyla 7 ayrı kartvizitin ve koltuğun sahibi.
Oysa daha 25 yıl önce İstanbul'a üniversite okumaya gelmiş bir gençti.
Dayısıyla birlikte kurduğu Ziylan şirketi çeyrek asırda, yedi marka yarattı, 27 yabancı pazara açıldı. Zenne (kadın ayakkabısı), Merdane (erkek ayakkabısı) ve bebelerin (çocuk ayakkabısı) dünyasını, ilginç anı ve anekdotlarıyla süsleyen Mehmet Büyükekşi'den dinledik.
TERLİKTEN MARKA YARATTI 26 ÜLKEYE SATTI
Şirket kurucu ortağı Ahmet Ziylan'ın ifadesiyle dört ayrı kriz atlattı: ‘‘Irak harbi (1991), Çiller krizi (1994), Rusya krizi (1998) ve 2001 ekonomik krizi.’’ Yerli krizler üç-dört ay vadeli satış yapan ayakkabı sektörünün finansal kaynaklarını eritti, Rusya krizi en büyük pazarını çok daralttı. Ziylan yeni döneme ayak uydurmak için çok satan bir marka yaratma ihtiyacını duydu, çareyi Polaris terliklerinde gördü. Bugün Polaris üç kıtada 27 ülke pazarına ihraç ediliyor.
KUYRUKLUYILDIZ ALTINDA SPOR AYAKKABI ÖYKÜSÜ
Ziylan büyümeye karar verdiğinde faturasız, vergisiz, sigortasız çalışan rakiplerinden farklı alan seçti: Spor ayakkabı. Çünkü spor ayakkabının üretimi maliyetli ve zordu. Ama spor ayakkabıya bir de marka gerekti. 1986 yılında dünyaya teğet geçen kuyrukluyıldız imdada yetişti. Televizyon ve gazete haberlerinde sürekli ismi anılan Halley kuyruklu yıldızı Ziylan'ın ilk ünlü markası oldu. Halley sayesinde Ziylan üretimini ikiye katladı, ayakkabıyı tam 14 rakip üretici taklit etti.
YUNANLIYA 30 BİN DOLARLIK İHRACATI İTALYANCA KURTARDI
1980'lerde Türkiye'nin toplam ayakkabı ihracatı 2 milyon dolar kadardı, yani yok denecek kadar azdı. Halley marka spor ayakkabıya ilk dış sipariş 1988'te Yunanistan'dan geldi. Mehmet Büyükekşi yanına İngilizce bilen tanıdığını aldı, Atina'ya gitti. Ama karşısındaki Yunanlı İngilizce bilmiyordu. İki tercüman aracılığıyla yürütülen pazarlık tıkandı. Tam o sırada Büyükekşi'nin arkadaşı Yunanlı işadamına ‘‘İtalyanca biliyor musun?’’ diye sordu, tercümanını devre dışı bıraktı. Bu sayede şirketin 30 bin dolarlık ilk ihracatı gerçekleşti. Büyükekşi bu tecrübeden ders çıkardı, o yazı eşiyle birlikte İngiltere'de dil kursunda geçirdi.
FİNLANDİYA'YA MAL SATMAK İÇİN ALMAN FABRİKASI ALDI
Finlandiyalı eski bir diplomat Esko Bey, Mehmet Büyükekşi'ye 3 milyon dolarlık bot ve çizme siparişi verdiğinde Türkiye'nin ayakkabı ihracatı 30 milyon dolardı. Yani Türkiye'nin ihracatının yüzde 10'u talih kuşu gibi Büyükekşi'nin omzuna kondu, belini büktü. Bu siparişi karşılamanın tek yolu fabrika satın almaktı. Büyükekşi Almanya'nın ayakkabı üretimiyle ünlü Pirmasens'teki bir tesisi 212 bin marka satın aldı, TIR'lara yükleyip Türkiye'ye taşıdı. Esko Bey'in, ‘‘Bak Mehmet Bey, Finlandiya Ruslarla tarihte çok savaştı, hiç kazanamadı. Ama bugün Rusya'ya mal sattığımıza göre sonunda savaşı biz kazandık’’ sözünü hiç unutmadı.
50 HİPER MAĞAZAYLA AVRUPA REKABETİNE HAZIRLANIYOR
Mehmet Büyükekşi'yle 1000 çeşit ayakkabı sergilenen Metrocity'deki Flo Mağazası'nda buluştuk. Ziylan'ın hepsi 500 metrekareden büyük 17 mağazası var. Büyükekşi mağaza sayısını Türkiye Avrupa Birliği'ne girmeden 50'ye çıkartmayı ve kendi ifadesiyle ‘‘büyük sermayenin rekabetine hazır olmayı’’ hedefliyor. Büyükekşi'nin mağaza işine girmesi biraz da tepkiden. 1994 krizinde kur alıp başını giderken hiçbir toptancı Ziylan'dan mal çekmemiş. Güç bela krizi atlatan Büyükekşi de artık toptancı ile çalışmama kararı almış, mağaza zincirine yönelmesi kriz sayesinde desek yeridir.
KİNETİX'İ DÜNYA TANIDI AMA TÜRKİYE’DE X'İN TESCİLİ YILLAR ALDI
Rusya pazarına aracısız-doğrudan açılma kararıyla birlikte yeni marka arayışı başgösterdi. Büyükekşi ve dayısı Ahmet Ziylan Kore, Tayvan, Hong Kong ve Çin turuna çıktı. Amaçları Kore'nin Arrow markasının lisansını satın almaktı. Ama pahalı geldi, yerine teknoloji ve malzeme temin ettiler, kendi markalarını yarattılar: Kinetix. Siz böyle birkaç satırda anlatıldığına bakmayın bugün Kinetix Türkiye'de spor ayakkabı denilince akla gelen üçüncü marka oldu. Ama sonundaki X harfinin tescili o tarihte (1989) mümkün değildi. Mecburen Kore markası olarak gösterildi, Türk markası olarak tescili yıllar sonra gerçekleşti.
Gerekli Şeyler Kalıpçı Sokak’a gitti yerine Okuyanus Kitabevi geldi
Teşvikiye Milli Reasürans Çarşısı'nın müdavimleri Gerekli Şeyler'i çok iyi bilir. Gerekli Şeyler, Frp (Fantasy Role Playing) ve strateji oyunları ile çizgi roman tutkunlarının gözdesi, çok renkli bir dükkan. Teşvikiye Kalıpçı Sokak'taki yeni yerine geçen ay başında taşındı. Yeni mağaza 100 metrekare. Büyük dükkana geçilmesiyle birlikte daha çok ürüne ulaşmak da mümkün oldu.
Arkabahçe Yayınları'ndan çıkan Spiderman, Superman gibi kahramanların çizgi romanlarını artık bolca bulmak mümkün. Bunların yanında, çizgi kahramanların plastik oyuncakları, anahtarlıkları satılıyor.
Dükkanda, belli aralıklarla yeni strateji oyunlarının tanıtım günleri de yapılıyor. Şu aralar en çok satılan masaüstü/strateji oyunu Hero Clix. Oyunda, Spiderman, Batman, Hulk, Superman gibi kahramanların minyatürleri bulunuyor. Bu minyatür kahramanlar farklı özellikler ve değerlere sahip. Kahramanlardan bir ordu kuruyorsunuz. Oyun santranç gibi ilerliyor.
Gerekli Şeyler'in Reasürans Çarşısı'ndaki dükkanının yeni sakini Okuyanus Kitabevi oldu. Önümüzdeki günlerde açılacak olan mağazada, kitap, kitap aksesuvarları ve yerli dergiler bulunabilecek. Kitapçının bir de kafesi var. Çay, buzlu çay, kahve ve kurabiye satılacak. Okuyanus'ta yazarlar da ağırlanacak. İmza günlerinin haricinde, yazarlar çeşitli türlerden kendi seçtikleri ve tavsiye ettikleri kitapları tanıtacaklar. Öznur KAYMAK
Bitkinize beş yıldızlı otel hizmeti
Cem Botanic Garden, 29 yıllık bir kuruluş. Son 10 yıldır da bitki hastanesi ve oteli olarak hizmet veriyor.
Otel kısmında, bitkinizin tüm ihtiyaçları itinayla karşılanıyor. Otelde kaldığı süre içinde sulama, budama, saksı ve toprak değişimi gibi hizmetler veriliyor. Siz tatildeyken, bitkiniz de Cem Botanic'te keyfini sürüyor. Otelin fiyatları hastane fiyatlarıyla aynı. Aylık tedavi ve konaklamanın ücreti, bitkinin sağlık durumuna, boyutuna ve türüne göre 2 ile 15 milyon arasında değişiyor.
Hastane kısmında yoğun bakım ve ayakta tedavi üniteleri bulunuyor. Tıpkı, gerçek bir hastanede olduğu gibi. Hastane olur da ambulans olmaz mı? Yaprak döken, hızla kurumakta olan bitkinize acil müdahale etmek için bir ambulans gelip, bitkiyi evden alıyor. Bitkiyi hastaneye getirdiğinizde, fotoğrafları çekiliyor. Sağlık durumunu anlatan bir rapor hazırlanıyor. Olası kötü sonuçlara karşı bitki sahibi uyarılıyor. Günlük bakım ya da periyodik bakım hizmetleri de veriliyor.
Cem Botanik'te 40 ülkeden gelen salon, bahçe bitkileri ve bodur ağaçlar satılıyor. Bunun yanında aranjmanlar, Vietnam ve Malezya gibi ülkelerden getirilen turkuaz, mavi, yeşil, lacivert renklerdeki değişik formlarda el yapımı saksılar da var.
Online olarak www.cembotanic.com adresinden bitki satın alabiliyorsunuz. Sipariş ettiğiniz bitki kargoyla ücretsiz olarak evinize geliyor. Ödemeyi üç taksitle yapabiliyorsunuz. Ayrıca açılış, düğün, kokteyl gibi organizasyonlar için dilediğiniz bitkiyi kiralayabiliyorsunuz. Cem Botanik'in peyzaj mimarlarından oluşan ekibi bahçe düzenleme hizmeti de veriyor. Tel: (216) 410 40 44
Yazının Devamını Oku 6 Temmuz 2003
<B>UZAN</B> Ailesi'nin başına gelene yasal ve vicdani açıdan karşı çıkmak mümkün değil ama sevinip bayram etmek de içimizden gelmiyor... Çünkü; 1) Türkiye'de ‘‘patron gitse de şirket yaşar’’ örneği ne yazık ki fazla değil. Muhtemelen yüzlerce beyaz veya mavi yakalı çalışan işsiz kalacak, şu veya bu Uzan şirketinden hizmet alan tüketici mağdur olacak.
2) Uzan ‘‘siyasi lince uğradım’’ edebiyatı yapacak, hükümet tersini anlatmaya uğraşacak. Uzan medya gücü de hesaba katılırsa siyasi zeminin akacak kan ve dökülecek gözyaşı ile iyice kayganlaşacağı muhakkak gibi.
Ne kadar üzülsek de Uzan mağdurları için kimsenin hazır çözümü yok. Ama Uzan ile hükümet arasındaki propaganda savaşında saf tutmadan ve fakat gerçekleri de kaçırmadan izlemek imkánsız sayılmaz. Yeter ki önününüze yanıt diye konulanlarla yetinmeyin, sorgulamayı bilin!
* * *
Uzan Ailesi'nin savunma söylemi belli:
- Çukurova ve Kepez'e haksız yere el konuldu. Tasarruf sahibi paniğe kapılıp bankaya koştu. O yüzden ödeme güçlüğüne düştük. Mesele siyasi...
Uzan'ın ismini andığı her şirketiyle ilgili ve şaibeli anımız olmasa keşke... Örneğin;
Uzan Ailesi, Çukurova-Kepez'de yönetimi ele geçirme kavgası verirken rakibi Sabancı'ya her akşam nerede sövüldü?
Star Ana Haber Bülteni'nde!
Yine Çukurova-Kepez'deki küçük tasarrufçunun gasp edilen hakkını korumaya çalışmaktan başka suçu, günahı olmayan dönemin SPK Başkanı Ali İhsan Karacan'a ve hatta ailesine kamera infazını kim reva gördü?
Yine Uzan Ailesi'nin TV kanalı.
Kaynağı bugüne kadar belli olmayan söylentilerle İmar Bankası'ndan mevduat çekilişi yaşandığında kim kazandı, kim kaybetti?
Mevduatın vadesini bozunca yüksek faizden olan mudiler kaybetti, Uzan Ailesi kazandı tabii ki ne sanıyorsunuz!
Örnek çok, yerimiz az. Ama şu kadarına herhalde Genç Parti seçmenlerinin dahi itirazı olamaz ki, Uzan Ailesi'ne mağdur rolü pek yakışmıyor.
Medya-siyaset-ticaret şeytan üçgeninde hormonla büyüyen, zora düştüğünde adalet meleğini bile baştan çıkarmayı beceren Uzan'ın siyasi linçten şikáyeti hiç inandırıcı gelmiyor.
* * *
AKP'ye gelince... Uzan Ailesi'nin üzerine gittikçe gördüğü teveccühten cesaretlendi, mahallenin kabadayısı pozunu fazlasıyla benimsedi.
Oysa baktığınızda;
Çukurova-Kepez'e el koyan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu.
İmar Bankası'nın tasfiye kararını alan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu.
Yani her iki kararın altında da AKP'nin ilk fırsatta kurtulmaya çalıştığı bağımsız kurulların imzası var.
Daha açık ve doğrusu, Uzan Ailesi'ni ne içinde yetiştiği medya-siyaset-ticaret bataklığı boğdu, ne de AKP rekabeti.
Uzan'ın hakkından IMF yasaları geldi, böyle biline!
Ve kavganın taraflarını bu eksene göre tarif edersek;
Cem Uzan, IMF'ye de, küreselleşmeye de karşı, yediği dayak bu yüzden.
AKP'ye baktığınızda, AB'yi askere karşı sigorta sayıyor, IMF'nin gölgesinde inançsızca yürüyor, o sayede gelen ekonomik düzelmeyi, Uzan operasyonunu kendi marifeti sanıyor.
Son soru: Bu kavgada taraf tutmak hakikaten lazım mı?
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2003
<B>SADECE</B> geçinmek amacıyla değil, hayalleri uğruna çalışmak -<I>ama bu arada para kazanmak</I>- galiba 20-30 yıl öncesine göre artık daha kolay. Küresel ekonomiye entegrasyon, yerel motifleri koruyan ve fakat evrenselliği yakalamış küçük yaşam ve iş kozalarının değerini artırdı.
Tıpkı daha on yıl önce Pozitif konseptini yaratan ve bugün bir müzik holdingine dönüşen üç orta yaşlı gencin başarı öyküsünde olduğu gibi.
Robert Koleji'nden mezuniyetleri 1980'den bir-iki yıl önceye rastlıyor. Sonra ABD'de mühendislik ve bilgisayar eğitimi. 1980'lerin sonunda Türkiye'ye dönerken artık eminler: Bilgisayar, mühendislik, açmıyor onları.
Biraz da yurda dönen kültür misyoneri gibiler... Kendi tabirleriyle ‘‘ırkçı sayılacak’’ kadar siyahi müzik tutkunular.
Önce biraz alternatif turizm, ardından konser girişimi. 1989'da Sun Ra'yı Türkiye'yi getirmeyi başarınca zaten rotaları belli oluyor.
İkisi kardeş; Ahmet ve Mehmet Uluğ. Bir de arkadaşları Cem Yegül.
Anlattıklarına göre çok zorlandılar, 30 yaşında yeniden baba evine taşındılar, hatta iki kardeş yaşamlarında ilk kez aynı odada kaldılar.
Tam bellerini doğrulttuklarında ya kriz vurdu veya deprem...
Gelgit dalgalarından bakiye ne kaldı derseniz...
Babylon, bir plak ve bir telif hakları şirketi.
Devletten bir dolar dahi almadan taş taş üstüne koyup büyüdüler
Pozitif konseptini işletme yönetimi açısından tarif kolay: İhtiyaca bağlı olarak, taş taş üstüne koyarak yatay ve dikey büyüme...
Veya işin beş başlıkta Türkçe meali;
1) Önce zorunlu olarak yabancı star getiren bir şirketti.
2) Gelen yabancı müzisyenlerin İstanbul'da canlı performansı için mekan aramaktan, konukluktan bıkınca Babylon'u kurdular.
3) Yerli ve yabancı müzisyenlerin müzik kayıtları için Doublemoon ve Numoon markalı müzik şirketleri faaliyete geçti.
4) Mercan Dede, Burhan Öcal gibi sanatçıların temsili, yabancı ülkelerde konser organizasyonu, CD satışı ve dağıtımı işine girildi.
5) Son olarak kendi sanatçılarının yabancı ülkelerdeki telif haklarının korunması amacıyla edisyon şirketi hayata geçti.
Mehmet Uluğ bu bilançoda belki sizin de hemen fark edemediğiniz ayrıntıyı (eksiği?) hatırlatıyor: ‘‘Yurtdışında bu tür festivaller tanıtım açısından devlet kaynaklarıyla desteklenir. Biz ise tek dolar dahi almadan taş taş üstüne koyarak büyüdük.’’
Ahmet Uluğ
Ne zaman belimizi doğrultsak ya deprem oluyor veya kriz.
CEM YEGÜL
Bazen üçümüzden tek adam çıkar diye düşünüyorum.
MEHMET Uluğ
Türkiye'nin doğasıyla tarihini müzikle paketleyeceğiz.
Kapıda müşteri seçmeyiz içerideki müzik zaten eler
Babylon Beyoğlu Asmalımescit'te 300-400 kişilik bir mekan...
Eski bir marangozhanenin dünyanın en seçkin 100 caz kulübü arasına girmesine (Downbeat seçimi) inanmak hayli zor. Bir de hala Televole'lere malzeme olmamasına.
‘‘Biz kapıda adam seçmeyiz’’ diyor Ahmet Uluğ ama ardından hınzır bir gülümsemeyle ekliyor: ‘‘Ama içeride zaten müzik eliyor.’’
Aslında ‘‘hangi müzik?’’ diye sormak da gerekiyor. Çünkü Babylon'un yabancı rakiplerine göre çok daha geniş canlı müzik yelpazesi var.
Ancak Türkiye'ye yabancı müzisyen, grup getirmek çok pahalı.
Avrupa'da örneğin sadece yaz aylarında 350 festival düzenleniyor. Bu rakamın dörtte üçü birbirine yakın Orta Avrupa ülkelerinde. Dolayısıyla müzisyenler turne rotalarını bu festivallere göre çiziyor. Oysa Türkiye bu rotanın çok dışında ve organizasyon pahalı. Babylon'un kuruluşundan itibaren uyguladığı sponsorluk modelinin önemi burada yatıyor. Babylon'da düzenli etkinlik sponsorları her ayın bir hafta sonunu üstleniyor. Böylece konuk müzisyen veya grubun maliyetinin yaklaşık dörtte üçü karşılanmış oluyor, kalan dörtte biri de konser biletleri ile sağlanıyor.
Babylon'un etkinlik sponsorlarını sıralarsak: Garanti Bankası, Fuji Film, Miller, Mavi Jeans ve British Council.
Dışarıda göbek dansı CD'leri ile aynı raftan kurtulmalıyız
Mercan Dede, Laço Tayfa, İlhan Erşahin, Burhan Öçal... Bu isimler Doublemoon'un 19 albümü arasında yer alan sanatçılar. ‘‘Albümlerin yurtdışı satışları iyi gidiyor mu?’’ diye soruyoruz. Samimiyetle, ‘‘İstediğimiz gibi değil’’ yanıtını veriyorlar. Ardından Mehmet Uluğ giriyor söze: ‘‘Aslında algılanma ile ilgili biraz da... Çünkü aslında bizim albümler yerel motifleri de koruyan küresel müzik. Ama yurtdışında bakıyorsunuz dünya müziği raflarında göbek dansı albümlerinin yanında sergileniyor. Bu raflardan acilen kurtulmalıyız.’’
HAMİT BELLİ
Sponsorluk istediler Akbank Caz Festivali çıktı
Yıllardan 1991... Akbank Genel Müdürü Hamit Beliğ Belli, İstanbul Kültür ve Sanat Festivali'nin programına itiraz ediyor:
‘‘Klasik cazı, diğer klasik konserlerin içine koyuyorsunuz. Dünyada böyle yapan kalmadı. Ayırmak lazım.’’ Ancak itirazı kabul görmüyor. İşte tam bu sırada dokuz konser düzenlemiş ve festival hayali kuran üç genç ziyaretine geliyor. Pozitif Belli'nin kapısını sponsorluk umuduyla çalıyor. Ama Belli, ‘‘Neden sponsorluk olsun ki, gelin bu işi caz festivaline çevirelim’’ diyor. Akbank Caz Festivali işte bu öneriyle doğuyor.
CAN KOZLU
New York’ta olsaydı dünya kulübüydü
Davul ustası Can Kozlu da Pozitif'i ilk yıllarından itibaren izliyor. Profesyonel performans açısından iyi notunu esirgemiyor:
‘‘Organizasyonları, back stage'leri çok iyi. Türkiye'ye getirdikleri sanatçılarla görüşüyoruz, konuşuyoruz. Memnun kalıyorlar. Açık söyleyeyim, eğer son on yıldaki yatırımlarını İstanbul yerine New York'ta yapsalardı, en iyi caz kulüplerinden biri haline gelirlerdi.’’
İzi kalan on konser
Pozitif geçen 14 yılda onlarca yabancı müzisyeni ve grubu ağırladı. Öyle ki İnternet sitelerinde alfabetik liste var. Mesela Sun Ra Sharfinin altında... Ama bakalım gönüllerinde kaç numara? Sorduk onlarda iz bırakan on konseri sıraladılar:
1 Moby
2 Manu Chao
3 Sun Ra
4 James Brown
5 Sonny Rollins
6 Art Ensemble of
Chicago
7 Salif Keita
8 Misty
9 Linton Kwesi
Johnson
10 Eddie Palmieri
Yazının Devamını Oku 29 Haziran 2003
<B>BÜYÜK</B> Türk yalanları arasında <I>‘‘Yüce Türk adaletinize sığınıyoruz’’</I> ve <I>‘‘bağımsız yargı’’</I> klişeleri özel yer tutar. Oysa herkes inadına bilir ki, <I>medya-siyaset-ticaret</I> şeytan üçgeninin ayakta kalabilmesi ancak dördüncü bir kenarın, hatta payandanın varlığıyla mümkündür: <I>Yargı... * * *
Gazeteleri dikkatle okuyanlarınız farkındadır... Bir hafta içinde üç ayrı vaka, siyasi yelpazenin her renginden kalemi adaleti tartışmaya itti.
Susurluk kararı, N.Ç.'nin mektubu ve ifadeleri ile Neşter Davası.
1) Susurluk'ta hálá hayret refleksi gösterenlere şaşmamak mümkün değil. Çünkü kamyonun çarptığı şema belliydi: Mafya, polis, siyaset. Polis şefi artık siyasi parti lideri, mafyaya dokunulamıyor, dolayısıyla siyasetçinin ceza göreceğini sanmak zaten abesti... Kesinleşmiş mahkeme hükmüne göre, Susurluk sadece ve sadece hapisteki Korkut Eken'in eseridir!
2) 12 yaşında kasabanın toptan tecavüzüne uğrayan N.Ç.'nin mahkemesinde yerel elitin tamamı tahliye oldu, işine gücüne döndü. Sadece N.Ç. namus adına peşine düşen aşiret katillerinden saklanmak zorunda. Allah korusun, aşiret N.Ç.'yi bulur ve öldürürse, töre adaletiyle hafifletici nedenle ceza indiriminden yararlanacak!
3) Neşter Davası, cumhuriyetin en büyük yolsuzluk dosyası gibi lanse edildi. Daha ilk duruşmada sanıkların tamamı kefaletle tahliye oldu. Yani yolsuzluk davasında kefalet parası olmayan içeride kalacak, diğerleri serbest dolaşacak!
* * *
Bunlar taze vakalar. Bir de adaletin garip tecellisi yüzünden yaşadığımız toplumsal hatta siyasi travmalar var, sakın unutmayın.
Beyaz Enerji davasında soruşturmayı jandarma yürüttü, hedefte ANAP ve bazı şirketler/işadamları vardı. İddialar günlerce gazete manşetlerinden inmedi ama sonuçta dağ fare doğurdu. Ama iki yıl sonra Mavi Akım'daki kazık doğalgaz fiyatı için tahkime gitmek zorunda kalıyoruz!
Yine 2000 sonbaharında artık sağır sultanın bile duyduğu banka soygunlarının üzerine cesaretle gidildi. Bankasını soyan patronlar tutuklandı, Kartal Cezaevi'ne konuldu. Kimilerine göre 20 milyar doları aşan faturanın tahsili amacıyla ödeme planları hazırlandı. Ama ne oldu, yasa değişti, banka patronları serbest kaldı. BDDK'nın son tahminine göre 2015 yılına kadar zararın ancak yarısı tahsil edilse başarı sayılacak!
* * *
Medya-siyaset-ticaret üçgeninin adaletle köşelenmesi (hatta belki de bu sayede köşe dönmesi) çok tehlikelidir. Çünkü bu bataklık zeminde temiz siyasete, istikrarlı ekonomiye yer yoktur.
IMF destekli ekonomik program ve AB paketleriyle medya-siyaset-ticaret üçgenindeki kaynakların kurutulması için ciddi adımlar atılıyor.
Yeter ki tuz da kokmasın, adalet yolsuzluğa ortak/hami olmasın!
Yazının Devamını Oku 22 Haziran 2003
<B>IRAK</B> Savaşı'ndan bu yana para piyasalarında, yabancı misyonlarda, medyada tartışılan soru aynı: <I>‘‘30 Ağustos'ta ne olacak?’’</I> Ankara'yı yakından takip edenler merakta:
- Acaba Orgeneral Hilmi Özkök gönlündeki A takımını kurabilecek mi?
Konuyu sıkıcı bulanlara bu iki sorunun kestirme yanıtını;
1) 30 Ağustos büyük ihtimalle yüksek tansiyon yaşanmadan atlatılacak,
2) Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök kendi kadrosuyla yola devam edecek
diye verelim, vedalaşalım... Ayrıntı meraklıları için devam edelim.
* * *
Nasıl olsa muhtemelen kendisi de duymuştur... Orgeneral Özkök'ü yıpratmak isteyenler işi sağlığıyla ilgili asılsız haberler uydurmaya kadar götürdü. Ama Paşa'nın F-16 ile uçması, denizaltı ile dalması şom ağızları kapattı.
Ancak sığındıkları asıl bahane, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak Savaşı öncesinde takındığı ‘‘çekimser’’ tavırla irtibatlıydı.
Hatta ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in ‘‘Türk Silahlı Kuvvetleri liderlik görevini yerine getirmedi’’ sözünün muhatabının bizzat Hilmi Özkök olduğunu ileri sürenler dahi vardı. Özkök Paşa'nın dış reytinginin düştüğü iddiasına sığınıyorlardı.
Ne var ki geçen hafta Ankara'ya ulaşan duyum bu oyunu da suya düşürdü:
Habere göre, ABD yönetimine yakın kaynaklar özel hattan bir destek mesajını Özkök Paşa'ya iletti.
* * *
Tezkere gibi hassas konularda sızdırılan ‘‘asker rahatsız’’ türü haberler, ‘‘genç subaylar tedirgin’’ manşetleri... Hamaset edebiyatıyla karışık tahrik kokan, askeri göreve davet eden birinci sayfalar.
Ve son derece farklı dinamiklerde gelişen Uzan kararı...
Ne alaka var demeyin...
Çünkü unutmayın ki Uzan Ailesi'nin banknot matbaası gibi çalışan iki şirketine el konulması sadece Genç Parti'nin para musluklarının kesilmesine yol açmayacak, Özkök muhalifi medyatik havanları da susturacak.
Tekrar ediyoruz, Uzan kararının ticari ve hukuki gerekçeleri farklı -ve bize sorarsanız son derece yerindedir- ama sonuçları itibarıyla;
yerel seçim öncesinde AKP'ye,
30 Ağustos arifesinde Genelkurmay'a rahat nefes aldırdı.
* * *
Kendisine ulusalcı etiketini uygun gören, ama aslında medya-siyaset-ticaret-adalet köşegeninde köşeyi dönmeye çalışanlar açısından son kötü haber Avrupa Birliği yolunda pekişen siyasi irade oldu...
Altıncı uyum paketi tartışmasında askerin arkasına sığınmak isteyenler hüsrana uğradı. Genelkurmay Başkanı, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile görüşerek, uzun süredir özlenen/beklenen refleksi gösterdi, MGK'yı beklemeden pakete vizesini verdi. Böylece paket Selanik Zirvesi'ne yetişti.
* * *
İşte tüm bu işaretlere dayanarak diyoruz ki,
30 Ağustos fay hattında biriken enerji dağıldı.
Bazılarının gazı alındı, muhtemel kriz ihtimali azaldı.
Buraya kadar haberdi, analizi merak edenler için son sözümüz:
Zaten AB kapısındaki TSK'ya da ancak ‘‘demokrat paşa’’ yakışırdı.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2003
Orta yaşı geçkin erkeğin kılla mücadelesi çetin bir evrim sonucudur. Bizim kuşak saçını Dalila'dan sakınan Samson misali uzattı. Bıyıklarımızı Demir Leydi Tansu Çiller için feda ettik. Saç özürümüzü şükür ki Bruce Willis şeyhimizin tarikiyle ustura marifetiyle örttük.
Hani iyice uygarlaşıp kaşımızı da alsak vallahi Kemal Tahir'in Cavlak Derviş'ine döneceğiz, dünya süsünden toptan vazgeçeceğiz.
İfratla tefritin mücadelesinde korkumuza da, keyfimize de hep Ali Bıyıklı eşlik etti ancak çoğumuz bilmez.
Oysa ilkokul birde kafamızı sıfıra vuran da, damatlık tıraşta perdah çeken de aynı marka usturaydı: Ali Bıyıklı.
Suya sabuna dokunmayı sevmediğini atasözü haline getiren necip milletimize tıraş malzemesi satmaya kalkmak zaten cesaret işiydi... Üstelik bir de Solingen çeliğinden ithal usturaya meydan okumak hepten delilikti.
Dolayısıyla bugün 10 berberden 9'unun elinde ismini taşıyan usturanın gezmesi Ali Bıyıklı'nın başarısının tescil ve teslimi sayılmalı...
ÇELİK USTURA SÜNNETÇİ İŞİ
1932 Trabzon Vakfıkebir doğumlu tıraş malzemesi ticaretiyle uğraşan Ali Bıyıklı çelik usturanın berber dükkanlarından terk-i diyar edeceğini erken gördü. 30 yaşına bastığında yani takvimler 1962 yılını gösterirken Süleymaniye'de küçük bir atölyede plastik saplı, jiletli çelik ustura üretimine başladı. Her sanat gibi ustura işçiliğinin de bir sırrı vardı.
Şirketin ikinci kuşak yöneticisi Toptan Satış Müdürü Kadir Bıyıklı anlatıyor: ‘‘Mesele jiletin oturduğu kısımda... Çok sıkı olursa jilet girmez, fazla gevşekse jilet oynar. Mazallah her iki halde de ustura yarası zor kapanır.’’
Jiletli ustura çıktığında çelik ustura sadece meraklısı için ayin malzemesi haline gelmiş... Çünkü tek başına ustura sahibi olmak yetmiyor, kösele kayışını (kemeri de diyen var), kayışın macununu, biley taşını ve en önemlisi kan taşını da temin etmek lazım ki... Bu kadar zahmete sadece kıdemli sünnetçiler katlanıyor.
Ali Bıyıklı ile kardeşi Mustafa Bıyıklı'nın ürettiği usturaların toptan fiyatı düzine başına 10 milyon lira. Türk ustura markası Ali Bıyıklı, Suriye ve İran'da da tutuluyor. Şirket bu iki ülkeye ayda bin düzine satış yapıyor. Peki ya iç satışlar?
Kadir Bıyıklı biraz şikayetçi: ‘‘Berberde tıraş olanların sayısı giderek azalıyor, bizim satışlar da düşüyor.’’
ZAZA HAN’A İSMİNİ
VEREN JİLET MARKASI
Zaza Han'ın girişinde hemen sağdaki dükkan da Zaza ismini taşıyor. Bilenler anlatıyor, Zaza markalı tıraş bıçakları bir zamanlar pazarın lideriydi. Gürcü asıllı Paul Zazadse ilk tıraş bıçağını Gillette'den 16 yıl sonra yani 1917'de üretti. 1950 ve 1960'larda ustura ve sabunlarla büyüyen Zaza markası bugün Zaza Twin ile hem iç pazarda varlığını sürdürüyor, hem de Rusya ve Irak gibi ülkelere ihracata ağırlık veriyor. Şirketin 70 yaşındaki sahibi iktisat doktoru Simon Zazadse büyük marketler zinciri için farklı markayla üretim yaptıklarını vurguluyor.
Yerel ve küreselin jilet randevusu
Usturanın yerel markası Ali Bıyıklı ile tıraş sektörünün küresel markası Gillette berber dükkanında buluşuyor,
birbirini tamamlıyor.
Çoğu berber Ali Bıyıklı usturaya Gillette'nin
Permasharp markasıyla berbere
özel ürettiği tekli jileti takıyor.
Berberlerin ustura jiletinde diğer
bir tercihi Derby markası.
KOZMETİKTE 55 MARKA
Ali Bıyıklı markasının doğum yeri Süleymaniye, toptan satış merkezi Tahtakale Zaza Han'ın üçüncü katındaki azami 20 metrekarelik bir dükkan... Ama sanmayın ki Ali Bıyıklı yerinde sayıyor. 1995 yılında Gaziosmanpaşa'da 5 bin metrekarelik bir fabrikada Foneks markasıyla kozmetik malzemesi üretimine başladı. Bugün 55 ayrı çeşidiyle pazarda iddiasını koruyor. İşte bu yüzden belki de kariyer yolunun tıraş bıçağının mucidi King C. Gillette'e benzediğini söylemek mümkün.
Boston'da doğan Gillette ilk jiletli tıraş makinesini geçen yüzyılın ilk yılında 46 yaşında üretti.
Ali Bıyıklı ilk çelik usturasını 30 yaşında Gillette'den 60 yıl sonra pazara sürdü.
İki girişimcinin ürünü de isimleriyle anıldı.
Gillette 100 yılda dünyanın en bilinen ilk 20 markası arasına girdi. Ali Bıyıklı 40 yılda yerel şöhreti yakaladı.
İkisi de usturayla, jiletle yetinmedi, tıraş sanayiine girdi.
Ve reenkarnasyona imanlılar açısından son bir not: King C. Gillette 1932'de öldü, Ali Bıyıklı aynı yıl doğdu!
USTURAYI DOĞRU TUTUŞ
Ustura markası Ali Bıyıklı şu sıralar Yalova'da dinleniyor. Fotoğraf çektirmekten de pek hoşlanmıyor. Yeğeni Kadir Bıyıklı'ya sakal eklenirse Ali Bıyıklı‘ya benzermiş. Kadir Bıyıklı usturada doğru tutuşu göstererek poz verdi: İşaret parmağı sırtta, orta parmak çengelde...
Fazla tıraş cildi bozar
TÜRK HAFTADA İKİ AMERİKALI BEŞ KEZ
33 milyon Türk erkeğinden 23.5 milyonu 15 yaş üstünde yani sakal tıraşı çağında. Türk erkeği ortalama haftada iki kez sakal tıraşı oluyor. ABD'de erkekler haftada ortalama 5 kez tıraş oluyor.
YÜZ ERKEKTEN ONU HAFTADA BİRDEN AZ
Haftada bir kez bile tıraş olmayan Türk erkeği sayısında son on yılda artış yaşandı. 1994'te haftada bir kez bile tıraş olmayanların payı sadece yüzde 4'tü. 1997'de bu oran yüzde 7'ye çıktı.
Son araştırmada yüzde 10'a yükseldi. Yani bugün her 100 Türk erkeğinden 10 tanesi yedi günde bir bile tıraş olmuyor.
SAKALIM YUMUŞAK DİYEN ÇIKMIYOR
Tıraş tembelliğinin bahanesi de hazır. Her 100 Türk erkeğinden 50'si ‘‘Sakalım sert, cildim hassas’’ diye yakınıyor.
ÖMÜR BİTER TIRAŞ BİTMEZ
Yüzde ortalama 15 bin kıl bulunur.
Sakal ayda 1.3 cm uzar.
Sakal tıraşı ortalama 3 dakika sürer.
Tıraş bıçağı maksimum 9 kez kullanılır.
Ortalama ömür içinde sakal tıraşı 720 saat kadar sürer, bu da tıraşa hayatımızdan 30 günün gittiğini gösterir.
Erkeklerin yüzde 70'i ıslak tıraşı tercih eder.
Islanmamış bir kıl aynı kalınlıktaki bakır bir telin direncine eşit direnç gösterir.
PAZARA HAKİM MARKALAR
Kullan-at segmentinde pazarın yarısından fazlası Permatik'e (Gillette) ait. Rakipler Zaza ve Derbi markaları.
Sistem segmentinde yani daha kaliteli ürünlerde pazarın neredeyse tamamı Gillette markasının kontrolünde.
Artık giderek küçülmekte olan klasik tıraş bıçaklarında pazarın yarıya yakını Gillette markalı ürünlerden oluşuyor.
KAYNAK: Gillette
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2003
<B>ÇUKUROVA</B> Elektrik ile Kepez'de kimin haklı olduğuna kafa yormadan önce kimin haksız olduğunu peşinen söyleyelim: <I>Uzan Ailesi.</I> Çünkü Çukurova ve Kepez'i yönettikleri son on yılda;
Berke Barajı örneğindeki gibi her yatırımı iki katına mal olmuş göstererek küçük ortaklarını soydu, devleti aldattı.
Küçük yatırımcıların hakkını korumaya kalkan SPK yöneticilerine -hatta eş ve çocukları dahil- medya terörü estirdi.
Enerji Bakanlığı'na ulaşan şikáyetlere göre bölgedeki üretici şirketlere enerji vermeyerek rekabeti bozdu.
Ezcümle Uzan Ailesi başına geleni hak etti.
Ne var ki Hürriyet Medya Towers binasının dokuzuncu katındaki çay ocağında dün sabah yaptığımız küçük ankette sonuç farklı çıktı. Birkaç kişiye topluca ‘‘Sizce Uzan kararı haklı mı?’’ diye sorduk.
Suyun öte yakasından bir arkadaş ‘‘Haksız’’ diye atıldı... Genç bir başka arkadaş az düşündü, ardından ‘‘Haklı’’ dedi. Ekrana da çıkan bir diğeri ‘‘Haklı ama’’ diye başladı, kararda hukuki eksik ihtimaline işaret etti.
Gözüken o ki normal yurdum insanı Uzan kararına tam ikna olmuş değil.
Bizce nedeni muhtelif:
Medyanın büyük bölümü Uzan terörü karşısında yıllarca üç maymunu oynadı, halk gelişmeleri takip edemedi.
Hükümetler ya açık medya desteğiyle satın alındı veya korkutuldu.
Uzan Ailesi medya-ticaret faaliyetine siyaseti de ekledi. Uzan söylemine inananlar son kararı siyasi linç sandı.
* * *
Denilebilir ki, ‘‘AKP daha ne yapsın, nasıl inandırıcı olsun?’’
Mesela Başbakan, ‘‘En büyük rakibimiz Genç Parti’’ dedikten birkaç gün sonra PETKİM ihalesinde Uzanlar'ın teklifini düşük bulduğunu açıklamayabilirdi... Böylece Özelleştirme Yüksek Kurulu'na ihsas-ı rey (oyunu belli etme) yöntemiyle yol göstermeye kalkmayabilirdi... Üç gün sonra da Çukurova ve Kepez kararı açıklandığında herkesin aklına medya-siyaset-ticaret şeytan üçgeni kaynaklı sorular takılmazdı.
Ama kişisel/siyasi hatalar olsa da, olmasa da... Bu ülkenin en büyük bataklığının medya-siyaset-ticaret üçgeninde oluştuğu Uzan kararıyla bir kez daha kanıtlandı. En doğru karara bile bu bataklık yüzünden çamur bulaşabilir. En yanlış kararın izi aynı bataklıkta kaybolur, sürülemez.
* * *
Ne var ki eláleme iğneyle saldırırken çuvaldızı kendimize saplama zamanı geldi de geçiyor. Yıllardır medya-siyaset-ticaret üçgeni diye yırtınıyoruz -yanılmıyorsak patenti bize aittir- ama bir gerçeği izahta zorlanıyoruz.
Şöyle ki; a) 2001 krizi ve 2002 seçimi üçgenin medya-siyaset kanadında büyük tahribat yarattı. Medya patronları iflas etti, hapse düştü. Siyaset esnafının neredeyse tamamı sandıkta kaldı. Ama ticaret temizlenmedi! b) Daha da önemlisi kamuoyu vicdanında yolsuzluklardan hesap sorulduğuna ilişkin kanaat/hüküm oluşmadı.
Acaba neden, kim sorumlu? Orman yasasında sanıklar yargısız asılır. Hukuk devletinde savcı ile hákime sorulur.
Peki memlekette bankalar batarken, siyasilerin, medya baronlarının kellesi uçarken adalet sisteminde neden yaprak kımıldamadı?
Bildiğimiz kadarıyla son beş yılda Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararıyla meslekten atılan yok!
Yani et çürüyüp kokarken tuz tertemiz kaldı sanıyoruz.
Mümkün mü? Yoksa medya-siyaset-ticaret sistemini ayakta tutan, esirgeyen, koruyup kollayan gizli bir dördüncü kenar daha mı var?
İtham etmiyoruz, soruyoruz, izliyoruz, bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2003
Kahramanmaraş<br><br>Antep ve Maraş. Komşu, dost ve rakip iki kentin hikayesi.<br> Antep yerelden küresele uzanan parkurda hep önde koştu, yorulmadı.
Maraş geç başladı ama arayı kapattı.
1995 yılında Milano'daki tekstil makineleri fuarı için yola çıkan Maraş ve Antepli işadamları heyetine dört büyük bankanın şube müdürleri de eşlik etti. İşadamları makine seçti, bankacılar yan masada kredi anlaşmasını imzaladı. Avrupa ile Gümrük Birliği yakın, sanayici sabırsızdı.
Asırlarca kızgın güneşte kavrulan pamuk ekili Maraş ovasında yükselen iplik ve dokuma fabrikaları bu sayede kuruldu. Maraşlı toprak ağaları ya tekstilci oldu veya kaybolup gitti.
ZEHİRLİ BİBER KANUNEN YASAK
Ama Maraş'ın belki de en doğal ve eski ürünü, biberi tam o günlerde Avrupa'dan veto yedi. Oysa Maraş biberi daha genç cumhuriyetin ilk yıllarında bile üç kıtanın gözdesiydi. Suriye üzerinden Arap ülkelerine, Bulgaristan aracılığıyla Avrupa sofralarına açılırdı.
Türk kamuoyu Almanya'dan geri dönen biberlerle birlikte gündelik hayata belki de çaya bulaşan radyasyon kadar girecek tehlikenin adını ilk kez duydu: Aflatoksin.
Biberde ürün tarladan ağustos ortasında toplanır. Güneşte kurumaya bırakılır. İşte tam bu aşamada toprakla temas eden ürüne bulaşan küf mantarı biberi kansorejen zehir deposuna dönüştürür. Sadece Türkiye'de değil benzer üretim yöntemini kullanan tüm ülkelerde aflatoksin sorunu ortaktır.
Maraş pul biberinin Avrupa'da para etmemesi bu yüzdendi.
1994 yılında Almanya'ya aflatoksinli biber ihraç eden Türk şirketine 194 bin DM ceza verildi. Türkiye'de Tarım Bakanlığı uyandı, önce kararname ardından gıda kodeksi çıktı.
Kanunen hem bize, hem de Avrupa'ya Maraş biberi yasaklandı.
Maraş'ta 200'e yakın üreticiyi temsil eden Biberciler Derneği'nin o dönemdeki Başkanı Erkan Şerbetçi ürünü aflatoksin belasından kurtaracak kahraman aradı. Maraşlı mühendis hemşerisi Azmi Biçkes'in kapısını çaldı. Bugün 65 yaşında olan mühendis Biçkes'in mazisinde bine yakın makine dizaynı vardı...Maraş dondurmasını taşınırken erimekten koruyan kuru buzu üreten makine gibi, sis havanları gibi veya vakumlu yol süpürme aracı gibi.
ZEHİRSİZ BİBER AVRUPA İÇİN Mİ?
Kaşif mühendis Biçkes biberci hemşerilerinin derdini çözmek için 8 ay AR-GE çalışması yaptı. Ardından mikrodalgalı kurutma sistemini üretti.
Amaç biberin yerlerde sürünüp mantar ve toz-toprak kapmasını önlemek, kurutma süresini sıcak havayla yapılana göre azaltmaktı.
Biraz keşif, çokça emek ve 1.5 milyon dolarlık yatırımla alınan sonuç çarpıcıydı: Neredeyse hiç aflatoksinsiz temiz biber üretimi.
Şimdi sanacaksınız ki, bu başarı üzerine Maraş'ta 40 pare top atıldı, tüm biberci esnafı Biçkes'in peşine takılıp zehirsiz biber üretimine koyuldu... Ne gezer. Osmanlının fermanı misali biber yasağı da unutuldu.
Bugün herkes Türkiye'de sadece Müsan'ın (Biçkes'in markası) biberinin aflatoksinsiz olduğunu kabul ediyor ama herkes zehirli biberleri alıp-satıyor, afiyetle tüketiyor.
Müsan elinde ihracat lisansı, daha doğrusu tekeli ile Avrupa kapısını zorluyor. Kırk bin Euro'luk ilk bağlantıyı kurdu bile. Ve Maraş pratiği hepimizi biberi kadar acı bir soruyla başbaşa bırakıyor: Avrupa standardı başkası istediği için mi, yoksa bizim iyiliğimiz için mi?
Tasarımcı İstanbul’da makastar makine Maraş’ta
İkitelli'deki Bozkurt tesisi dört yıl önce Maraş'a taşındı. Aynı zamanda KİPAŞ'ın da sahibi Hanefi Öksüz bir dizi ünlü marka için üretim yapıyor. Tesisi gezerken gözümüze çarpan bir makastar küreselleşme ile yerel gücün buluşmasına işaretti. Gerbercutter marka otomatik makastarın programını İstanbul'daki tasarımcı özel data kablosuyla yüklüyor. Makine örneğin pantolon kumaşını bu programa uygun şekilde otomatik kesiyor. Patron memnun, İstanbul'dan ayrılmayan tasarımcı memnun, istihdam kapısı açılan Maraşlı memnun.
Biber çekirdeğine sığan zor soru
Maraş'ta İstanbul ağız tadı pek revaçta değil. Maraşlı, daha yağlı ve tuzlu pul biberi tercih eden İstanbullu gurmeleri biraz hor görüyor. Çünkü yağ ve tuz biberin katkı maddesi. Maraşlı bir biberci İstanbullu paradigmasını darmadağın eden bir soru yöneltiyor... ‘‘Marketlerde toz biberin kilo fiyatı, pul bibere göre daha düşük...’’ ‘‘Öyle mi?’’ diyoruz cahilce, ‘‘Ama siz de gördünüz toz biber üretimi daha uzun sürüyor, yani daha pahalı’’ diye üsteliyor ve bombayı patlatıyor: ‘‘O zaman toz biber diye satılan gerçekten biber mi sizce?’’ Ya sizce?
Tatlıses’in İsot’u aslında Maraş’ın siyah biberi mi
İbrahim Tatlıses'in meşhur ettiği Urfa'nın İsot (Maraş'a göre isli ot) biberi rivayete göre Maraş asıllı. Çünkü Urfa'da biber üretimi yok denecek kadar az. Maraş biberi fermante edilerek, yani kendi kendine yanmaya bırakılarak karartılıyor. Rengi siyaha yaklaştığında adına isot deniliyor.
Ayrıca rakam meraklıları için: Türkiye'de 90-100 bin ton yaş biber yetişir. Kurutulunca 18-20 bin ton pul veya toz biber elde edilir. 15 bin üreticinin tek geçim kaynağı, en kötü yılında bile 15 milyon dolar döviz kazandıran Maraş biberinin eşkaline gelince: 497 ayrı cinsi vardır, boyu 5-12 cm arasındadır, tek bitkide 20-30 adet meyve verir.
Yazının Devamını Oku