FİKRİ tartışmada abartı metodu da en az odunla iknaya çalışmak kadar abes kaçar. Tezini ölümüne savunma gayreti ancak gerçeği esnetmeye yarar.
Mesela, sizce Irak Savaşı'nda izlenen politika nedeniyle Türkiye uluslararası camiada tamamen yalnız mı bırakıldı? Yoksa ‘‘hiç hata yapmayan’’ Başbakan'ın iddia ettiği gibi itibar mı kazandı, hangisi?
Bize sorarsanız, madem ki korkumuz ‘‘yalnızlık’’, öyleyse son aylarda/haftalarda Ankara'ya uğrayan yabancı konuklar iyi ölçü olur diye düşündük.
ABD'nin Avrupa'da en güvendiği iki müttefiki önümüzdeki haftalarda Ankara'da olacak. İtalya Cumhurbaşkanı Silvio Berlusconi 12 Mayıs'ta, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw ay sonunda geliyor.
Sadece rastlantı mı? Sanmıyoruz, devam ediyoruz...
Hava sahasını, alanlarını ABD uçaklarına açan ve Washington'un özel teşekkürüne hak kazanan Romanya'nın Başbakanı Adrian Nastase 7 Mayıs'ta Ankara'yı ziyaret etti. Kuveyt'e asker yollayan Ukrayna'nın Dışişleri Bakanı Anatoliy Zlenko da aynı tarihte başkentteydi.
ABD'ye ret cephesinden Fransa Dışişleri Bakanı Dominique De Villepin'in gezisi (22 Nisan), politika ortağı Almanya'nın Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in ziyaretinden (23 Ocak) üç ay kadar sonraya rastladı.
Tabii ki AB üyesi 20'den fazla Dışişleri Bakanı'nın geçen hafta sonunda (3 Mayıs) topluca Kaş Adası'na gelmelerini de unutmamak lazım.
Türk Dışişleri Bakanı'nın gezilerine gelince... Hemen ABD'nin yeni iki hedefi arasında bulunan Suriye gezisini hatırlamanız normal. Ama Abdullah Gül'ün önümüzdeki hafta (12 Mayıs) Irak'ta kurulacak barış gücüne asker yollayacak Bulgaristan'a gideceğini unutmamak koşuluyla.
Tüm bunları malûmatfuruş teşhircilik niyetiyle yazmadık...
Ne Türkiye ne de muhatabı ülkelerin dış politikası öyle kolay değişmez. Tıpkı transatlantik gibi gövdenin, dümeni takibi çok zaman alır.
Dolayısıyla dış politika tartışırken aman dikkat:
1) Türkiye, ABD'yi kızdırdı diye bir-iki günde yalnız kalmaz.
2) (Aslında bu hükümetin Türkiye'nin dış politikasını Avrupa hedefi rotasından çıkartıp Suriye-İran eksenine sokacağını düşünmüyoruz.) Ama diyelim ki öyle, bu siyasi/ekonomik beceriksizlikle zaten ömürleri yetmez.
Sıcak tartışma
ABD'nin şahinleri sırayla Türkiye'nin Suriye-İran politikasını eleştiri yağmuruna tutunca Ankara'yı arayıp ‘‘Ne istiyorlar?’’ diye sorduk.
Onlar da şaşkın, yanıtları yok... Ayrıca Abdullah Gül'ün Suriye gezisinin kronolojisini dinleyince ABD'nin tam ne istediğini kestirmek daha da zor:
Bakan Abdullah Gül, Şam'a gitmeden Colin Powell'a önce mektup yazdı, ardından sözlü olarak fikir danıştı.
Şam dönüşünde Türk ve ABD'li diplomatlar Suriye'ye verilen ‘‘dikkatli ol’’ mesajının adresine ulaştığı konusunda fikir birliğine vardı.
Powell'ın -Gül'den üç gün sonraki- Şam ziyaretinin ardından Ankara'ya iletilen sözlü teşekkür bu işbirliğinin eseriydi.
Peki o zaman Wolfowitz ile Grossman'ın çıkışlarına ne demeli?
Ankara'da muhtemel sayılan iki senaryoyu aktarmakla yetinelim:
1) ABD Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı'nın Ankara ile irtibatından ya habersiz veya öyle gözükmek işine geliyor.
2) Türkiye hakkında en ağır ifadeleri sarf edenler hep ‘‘Türkiye dostu’’ diye bildiğimiz isimler. Bu kıdemli bürokrat/akademisyenler zamanında ‘‘Türkiye'yi satarak’’ para ve ün kazandı.
Şimdi devir değişti, ABD kamuoyunda reyting kaybeden Türkiye'ye söverek aynı primi sağlama gayretindeler.