17 Temmuz 2005
<B>PKK</B>’nın Kuzey Irak’taki varlığı bu coğrafyada yeni ittifaklara gebe gözüküyor. Örgütün son aylarda giderek artan sayıda uzaktan kumandalı bombalı saldırılarının Ansar-Al İslam kamplarındaki eğitimin eseri olduğu kesin. PKK’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özel Harekat Birliklerini model alan Özel Harekat Timleri kurduğu ve 7-10 kişilik bu grupların Kürk kökenli, Afganistan’da savaşmış İslami kadrolarca eğitildiği bilgisi başkente ulaştı. 1 Temmuz’da Başbakan’ın Genelkurmay’da katıldığı 5 saatlik güvenlik brifinginde iki senaryo ele alındı:
Terörle mücadelede fay kırığı Şırnak, Siirt, Bingöl, Tunceli’den geçiyor. Bu coğrafyaya dönük kısmi Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması gündeme geldi. Ancak 3 Ekim öncesinde Avrupa’dan ciddi muhalefet görecek bu adımı atmak kolay değil.
Sivil-asker koordinasyonu açısından Başbakanlık Terör Merkezi kurulması fikri üzerinde duruldu.
HARİTALAR AÇILDI Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Sınır ötesine de geçeriz’ söylemi boşuna değil. Türk Silahlı Kuvvetleri ile ABD arasındaki ilişkilerde 1 Mart tezkere krizi aşıldı. PKK’ya karşı olası askeri harekát planları harita aşamasına geldi.
Washington’dan Ankara’ya gelen siyasi mesaj da önemli: ‘Sınır ötesi harekat için Avrupa’yı ikna etmek sizin işiniz. Bu konuda yardım edemeyiz.’
Dolar faili meçhul kurbanı değil
ZARARDAKİ dolar yatırımcısı dertli, doları olmayanı ‘Acaba şimdi alsak kazanır mıyız?’ kaşıntısı tuttu. Dolar sanki faili meçhule kurban gitmiş gibi, ama işin aslı öyle değil.
Alttaki tabloda döviz hesaplarında yatan paranın toplam tasarruflar içindeki payının nasıl gerilediğini görüyoruz.
Bu tablo sadece yatırım tercihinin değişmesinin eseri değil. TL’nin reel faizi hálá çok yüksek, dolar kuruysa yerinde sayıyor. O yüzden yerli para tasarrufları kartopu gibi büyüyor, döviz hesaplarının payı düşüyor. Banka dışı kesimin yani sizlerin ve şirketlerin döviz hesaplarındaki çözülme anlatılıyor. 2004 yılı sonuna kadar düzenli olarak artan döviz hesapları bu yılın başından itibaren keskin bir düşüş sergiliyor. Yılbaşındaki düzeye göre çözülme miktarı 3.27 milyar dolar.
SERVET ÇÖZÜLÜYOR Gelecek korkusu ekonomik oyuncuları daha fazla birikime zorlar. Tersi durumda yani ekonomide güven ve istikrar arttıkça servetin bir kısmı çözülür. İşte Türk ekonomisinde yaşanan bu ruh halinin sonucu. Özellikle dövizde tutulan kara gün akçelerinin bir bölümü konuta ve tüketime gidiyor. Döviz bozuldukça kur geriliyor. Dış açıktaki patlamaya rağmen süren bu akışın önünde durmak zor, kuru kurtarmak mümkün değil. Ama ekonomik risk olmaması siyasi riskin düşük olduğu anlamına da gelmiyor. Hükümet Kuran kursları, imam hatip, YÖK ve katsayı gibi konularda kör inadı biraz daha sürdürürse... O zaman ne güven ortamı kalır, ne de istikrar.
Kur düzeyi için uçuş serbest hale gelir!
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2005
<B>BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan</B>, <B>‘Etrafınızda hep türbanlılar var, ailenize başı açık bir kadını kabul eder misiniz?’</B> sorusu üzerine, eşi <B>Emine </B>Hanım’ın yengesini örnek verdi, <B>‘Kayınbiraderimin eşinin ve çocuklarının başı açık’</B> dedi. Üsküdar Belediyesi’nde görevli yenge Saadet Gülbaran, hemen Erdoğan’ı teyit etti: ‘Emine hanımların ailesinde 35 yıldır gelinim. Başımın açıklığına kimse bir şey demedi. Sayın Başbakan bile saçıma yeni şekil verdiğimde, ‘Yenge yeni imajın çok güzel olmuş’ der. Bu sözlere hep beraber güleriz. Eğer başımın açıklığına karışılsa, bir evlilik 35 yıldır sürmezdi.’
Örtülü görümce, başı açık gelin. Sevgili ve saygılı, Türkiye’nin kimyasına uygun ilişki tarzı. Bu hoşgörü tablosuna kimsenin itirazı olamaz... Da sorusu olan çıkabilir. Örneğin, fakirin kafası karıştı. Merak ediyorum, başı açık Saadet Hanım’ın eşi Hasan Gülbaran, aynı hakkı ve serbestiyi acaba kız kardeşi Emine Hanım’a da tanıdı mı? Üstelik bu soru teorik sayılmaz. Çünkü Emine Erdoğan, nasıl örtündüğünü 1994 yılında Meydan Gazetesi’nden Fatma Aksu’ya anlattı. Ardından gazeteci Fehmi Çalmuk’un ‘Merak Edilen Kızlar’ kitabında yazıldı:
‘ Soru: Kim başınızı örtmenizi istedi?
- Büyük ağabeyim. Biz 5 kardeşiz. Siirtliyiz. Ancak benden üç kuşak önce İstanbul’a gelmişiz.
Hemen başınızı örttünüz mü?
- Hayır, işte onu söylemek istiyorum. Kesinlikle reddettim. Hatta yakın akrabalarıma ağabeyimi şikáyet ettim. Dedim ki, ‘Hadi köyde olsam neyse. Ben İstanbul’un göbeğinde başımı köylüler gibi nasıl örterim’ diye direndim. O kadar zordu ki, günlerce ağladım. Hatta bu nedenle intiharı bile düşündüğüm oldu.’
(Çalmuk, Merak Edilen Kızlar, s. 41)
Ancak ‘büyük ağabey’ denilince hemen Saadet Hanım’ın eşi Hasan Gülbaran’ı anlamak haksızlık olur. Çünkü Emine Hanım’ın üç ağabeyi daha var, üçünün de eşinin başı örtülü. En küçük ağabey Ali Gülbaran, geçen yıl Sabah’tan Nebahat Koç’a, eşinin evlenmeden önce başının açık olduğunu, evlendiği sırada kendisinden kapanmasını istediğini anlattı. Eşinin de bunu hoş karşılayarak başını kapattığını aktaran Gülbaran, ‘Ama kapanmasaydı da evlenirdim’ diye ekledi.
Gördüğünüz gibi, ‘Emine Hanım’ın başını kim örttü?’ sorusunu yöneltince o kadar olağan şüpheli çıkıyor ki...
Acaba soruyu, ‘Saadet Hanım’ın başı nasıl açık kaldı?’ diye düzeltmek mi lazım, ne dersiniz?
Toprak reformunun bedeli
İSTİFAYA zorlanmak, hatta kovulmak mezara canlı girmeye benzer. Cenaze konuşmalarını daha ölmeden dinler, bazen kızar, kimi zaman gülersiniz.
Atilla Karaosmanoğlu bu ülkede iki kez istenmeyen adam konumuna düştü, üniversite dahil tüm kapılar yüzüne kapandı.
Karaosmanoğlu, ‘İzmir Karşıyaka’dan Dünyaya’ kitabına, 12 Mart reform kabinesinden istifasına verilen tepkilerden sadece iki tanesini aktarmış.
‘O günün havasına rağmen beni en çok eğlendiren yazı’ diyor Karaosmanoğlu, ‘Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nun Tercüman’ın birinci sayfasında ‘OHHH...’ başlığıyla yayımlanan yazısı oldu. Büyük toprak sahibi Fevzi Lütfü Bey’in toprak reformunun yapılamamasından memnun olduğu anlaşılıyordu.’ Fevzi Lütfü ile Atilla Bey aynı büyük aileden... Siyasi kökleri de aynı topraktan ama Fevzi Lütfü Bey, toprak reformu yüzünden partiden kopuyor, İnönü ekolünün gücü toprak reformuna yetmiyor.
Bugün toprak reformu yapmaya kalksak, işe İstanbul’dan başlamak lazım. Toprak reformundan korkmanın bedelini büyük kentlerde ödedik. Anadolu’ya gelince... Toprak reformu engellenmeseydi, belki de tıpkı Karaosmanoğlu’nun yazdığı gibi ‘gençler dağa çıkıp isyana katılıp ölmeyecekti’.
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2005
<B>1970’</B>li yıllarda hümanizm sosyalizmle karıştırıldı. O kadar kan bu yüzden döküldü. Ama hiçbir zaman intihar saplantısı yaşanmadı. Kızıldere’den bile sağ kurtulan çıktı.
PKK ve/veya DHKP-C’nin canlı bomba eylemlerinin;
Ne sol gelenek ve mirasla,
Ne de Avrupa’dan ithal 1968 ruhuyla en ufak alakası yok.
TEK SEBEP YOKSULLUK MU?
İntihar bombacılarının profili terör eylemlerinin yoksulluk gerekçesiyle izahına ters düşüyor. Harward Üniversitesi’nden Alberto Abadie’nin bulgulara göre, canlı bombaların çoğu;
Orta gelirli ailelerden geliyor,
Lise veya üniversite diplomaları var,
Psikolojik dengeleri bozuk,
Karizmatik lideri takipte sadıklar.
Ankara’da Adalet Bakanlığı kapısında vurulan canlı bomba Eyüp Beyaz’ın 25 yıllık kısa hayatı bu profile tıpatıp uyuyor: Ardahan doğumlu Beyaz, Ardahan Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nu bitirdi. Çıldır Lisesi’nden 4.53 not ortalamasıyla diploma aldı. Eylül 1996’da kayıt yaptırdığı Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Giresun Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nden 16 Şubat 2001’de 2.55 not ortalaması ile mezun oldu.
HAÇLI SEFERİNDEN MİRAS
İntihar eylemlerinin beşiği Ortadoğu’dur... Hasan Sabbah’ın haşhaşileri Batılı suikastçilerin isim babasıydı. Haçlı Seferleri sırasında Tapınak Şövalyeleri yine coğrafyada düşmanlarının eline geçen bir gemiyi içindeki 140 Hristiyan’la birlikte yaktı. Zaten İkinci Dünya Savaşı’ndaki Japon Kamikaze’ler sayılmazsa neredeyse tüm canlı bombaların ve/veya intihar saldırılarının bu coğrafyada yaşanması, eylemcilerin bu topraklarda yetişmesi rastlantı değil. Çünkü intihar eyleminin en güçlü motifi, tamamı Ortadoğu kaynaklı kutsal kitaplarda yazan şehadet vaadi!
İşte, ‘Eyüp Beyaz nereye koşuyor?’ sorusu bu açıdan önemli.
1970’lerde bağımsız, demokratik ve kalkınmış Türkiye talebinin adresi Avrupa’ydı.
Türkiye Ortadoğu’nun takipçisi değil modern/laik öncüsü sayılırdı.
Bugünse belli ki PKK ve DHKP-C giderek Ortadoğu batağına saplanıyor.
Avrupa değerlerine her gün daha fazla yaklaşan sol gelenekten iyice kopuyor.
O yüzden Eyüp Beyaz’ın koşusu da, ölümü de anlamını tamamen yitiriyor.
Çapalar yerinden oynuyor
TÜRKİYE’de son on yılda işlerin iyi gitmesi iki çapanın yerinden oynanamasına bağlı: 1) AB’ye tam üyelik hedefinden sapılmamalı, 2) IMF destekli reformlardan vazgeçilmemeli.
İlk çapa Avrupa’nın yaşadığı derin krize ek olarak hükümetin anlamsız Kuran kursu ve imam hatip inadıyla gevşedi. IMF’nin istediği iki yasayı yumurta kapıya dayanana kadar erteleyen hükümet ancak son dakikada harekete geçti. Sosyal güvenlik Meclis’ten geçse bile muhtemelen yürürlük tarihi bir yıl gecikecek. Oysa üstteki iki tabloya bakılırsa o yasaya bir buçuk yıl sonra değil bugün ihtiyacımız olduğu görülür. Yarın belki de çok geç olacak!
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2005
<B>28 </B> Şubat zorunlu eğitimi 8 yıla çıkartırken Kuran kurslarına yaş sınırı getirdi: Diyanet’in resmi kurslarına katılacak öğrenciler 15 yaşından gün almalı,
Milli Eğitim’in temmuz-ağustos ayındaki yaz kurslarına 12 yaşından itibaren katılmak mümkün.
28 Şubat yönetiminin bu iki düzenlemeyle kırmak istediği alışkanlık belliydi: Muhafazakár yörelerde ilkokulu bitiren çocuklar ortaokula yollanmıyor, Kuran kursları bir anlamda alternatif eğitim kurumu gibi görülüyordu.
Madem ki zorunlu eğitim yaşı 15’e yükseldi, Kuran öğrenmek amacıyla kurs görme yaşının 12’ye düşürülmesi, hatta belki de kaldırılmasında ne sakınca var? Eğer hükümetin gayesi -Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ifade ettiği gibi- milletin kitabını öğrenmesine yardımcı olmaktan ibaretse... Çaresi Diyanet’in resmi Kuran kurslarındaki yaş sınırını düşürmek veya kaldırmak, öyle değil mi? Ama hükümet bu düzenleme yerine kaçak tarikat kurslarına örtülü af çıkartmayı yeğliyor, acaba neden?
Kimse kusura bakmasın ama hükümet, tarikatlarla resmi Kuran kursları arasında tercih yapmalı.
Aksi halde samimiyetine kimseyi inandırması mümkün değil!
Derin İran’ın yeşil rengi kaybetti
KOMŞU coğrafyada siyaset sembol ve renklerle yapılır.
İran’daki cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını iç ve dış kamuoyuna duyuran İçişleri Bakanlığı’nın iki adayın oylarını yansıttığı tablonun (yandaki) renk seçimi sizce sadece rastlantı mı?
Önde giden Mahmud Ahmedinecad’ın oyları yüksek sarı sütunla, Haşimi Rafsancani’ninki ortadaki yeşil sütunla gösteriliyor.
Malumunuz yeşil İslam’ın rengi. Üstelik İran bayrağında -Kaçar ve Pehlevi Hanedanı dönemi dahil- tam 100 yıldır hákim-tepedeki renk. (Diğer iki renkten beyaz barışı, kırmızı cesareti simgeliyor.)
Yani renk tercihi refleksi analizine göre Derin İran’ın tercihi Rafsancani’ydi desek yalan olmaz. Çünkü çeyrek asırdır İran’ı yönetenler artık toplumsal, sosyal ve ekonomik açıdan geri vitesin mümkün olmadığının farkında.
Göreceksiniz reformlar Mahmud Ahmedinecad’a rağmen bile olsa sürecek.
Yeni başkan, reformculardan çok Derin İran’la uğraşmak zorunda kalacak.
Peki DEHAP yapabilir mi?
ÖNCE Türk, ardından Kürt aydınlar PKK ve Ankara’ya çağrıda bulundu, barış talep etti.
Metinlere itirazım yok, ama Tarık Ziya Ekinci’nin ‘Abdullah Öcalan da aftan yararlansın’ ifadesi dikkatimi çekti. Bu talebi PKK’nın dağ kadrosu dile getirse, meydanda slogan olarak atılsa üzerinde durmaz geçerdim.
Ama aydın tanımında gerçekçi analiz ve mümkün çözüm yolu önerisi ararım.
O yüzden polemik değil gerçek merakla soruyorum:
- Bu bildiriye imza atanlar, örneğin DEHAP gelecek seçimde 369 milletvekiliyle parlamentoya girse, anayasal çoğunluk kazansa bile Öcalan’a af çıkabileceğine inanıyor mu? İnanmıyorlarsa bu talebi dile getirmek, başkana ve örgüte sadakat gösterisinden başka anlama gelir mi? Koşulsuz sadakat, aydın vicdanına sığar mı?
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2005
<B>AB</B> Zirvesi’ni Türkiye’den <B>‘Avrupa çapamız gevşedi mi, yoksa sağlam mı?’</B> merakıyla izliyoruz. Diyelim ki çapa yerinden oynamadı; ama zirvedeki çatlak Türkiye’yi yol ayrımına getirdi:
- Türkiye hangi Avrupa’nın yolunda yürüyecek?
Çünkü son zirvede anayasa ve bütçe bahanesiyle tartışılan, aslında Avrupa’nın geleceğiydi. İngiltere, Hollanda ve İskandinav ülkeleri ‘siyasi değil ekonomik birlik’ için ağırlık koydu. Fransa-Almanya ekseniyse anayasalı, silahlı güçlü, derinlemesine örgütlü Avrupa hayalinde ısrar etti. Kimsenin kazançlı çıkmadığı bu kavgada kaybeden Avrupa hayali oldu!
Peki bu yeni süreç Türkiye’yi nasıl etkiler?
Gelin başlıklar halinde ihtimalleri tartışalım:
Temmuz başında İngiltere 6 aylığına AB Dönem Başkanı oluyor. Masadaki soruna arabulucu değil taraf bir dönem başkanıyla krizin çözümü çok zor, aksine derinleşmesi muhtemel.
Karşı kampta yani Almanya-Fransa ittifakında yine aynı altı ayda iktidar değişimi yaşanabilir. Almanya’da Angela Merkel başbakanlığa oturabilir, Fransa’nın güçlü adamı Sarkozy olabilir.
Merkel ve Sarkozy’nin Türkiye’yi Avrupa’ya daha güçlü ekonomik bağlarla irtibatlama görüşü, gevşek genişleme fikrine bağlı İngiltere’ye çok aykırı gelmeyebilir, Ankara’yı rahatlatır.
AKP iktidarı daha fazla sıkışmadan Avrupa ipine tutunabilir, zina veya 6 Mart kadınlar dayağı gibi falsolarda Avrupa’nın sesi eskisi kadar yüksek çıkmayabilir.
Özetle, sulanmış Avrupa projesiyle birlikte Türkiye’de demokrasi çıtasının alçalması riski yüksek. Bu sorunu ancak Avrupa değil Türkiye için samimi olarak demokrasi isteyen iktidar çözebilir.
Hayale bomba işlemez
Merhum Refik Hariri’nin şirketi Solidere, Beyrut merkezini yeniden inşa ediyor. Fotoğraftaki maketin neredeyse dörtte üçü 10 yılda gerçek oldu. Beyrut çocukluk yıllarımızda Adana sosyetesi ve Arapça konuşan vatandaşlarımız için Paris sayılırdı. Her yaz ziyaret edilir, son moda, bu kentten takip edilirdi. Sonra iç savaş çıktı, oteller bölgesi hayalet kente döndü. Başbakanla gittiğimizde Beyrut’un küllerinden yeniden doğduğunu gördük. Hariri eski kent merkezine 4 milyar dolar harcadı. Geçen yıl 1.5 milyon turist (Lübnan nüfusu 3.5 milyon) gelmiş, kafeler sabaha kadar açık ve canlı. Refik Hariri’yi tarihi St. George Oteli’nin önünde havaya uçurdular.
Ama Beyrut hayali dimdik ayakta.
Su ve şarap tercihi
SANIRIM tanıyanlar Başbakan’ın uçağında elimde şarap kadehiyle görünce şaşırdı.
Çünkü Hürriyet Gazetesi’nin barında sudan başka sıvı içmem. Bu yüzden sanki alkol iştahımı Başbakanlık uçağına saklamış gibi oldum. Oysa mesele basit bir tercihten ibaretti.
Hürriyet Gazetesi’nde bardaki mesai arkadaşlarım su içmemden rahatsız olmuyorsa... Devletin uçağındaki Başbakan, vekiller ve meslektaşlarım da bir kadeh şaraba itiraz etmezler diye düşündüm. Mekán ve şekil hassasiyeti taşıyanlar, başkalarının tercihlerine de saygılıdır diye umdum.
Haklı çıkınca şarap daha lezzetli geldi inanın!
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2005
<B>EĞER</B> dün gece İstanbul álemine takılıp birkaç kadehten sonra direksiyona oturarak evin yolunu tuttuysanız... Ve bu sabah ehliyetiniz hálá cebinizdeyse şansınızı bir daha zorlamayın. Çünkü İstanbul’da geçen yıl 27 bin şoförün ehliyetine alkollü araç kullandıkları gerekçesiyle el konuldu.
Bu yılın ilk beş ayında direksiyonda alkollü yakalanan 6 bin 620 sürücü ehliyetini kaptırdı. Geçen yılın aynı döneminde bu rakam 5 bin 800 kadardı. Dolayısıyla yıl sonuna kadar 6 ay süreyle trafikten men edilen sürücü sayısı 30 bini aşacağa benziyor.
* * *
Sayılarla ikna olmayabilirsiniz... Bir de olayın magazin yönünü deneyelim.
Laila (veya yeni adıyla Sortie) ile Reina’nın kapısında bekleyen ve müşterilerin araçlarını getirip götüren valelerin işleri çok kesat.
Çünkü Ortaköy’deki sahil yolu her gece üç noktada kesiliyor, alkol kontrolü yapılıyor. Lüks mekánların müşterileri de çaresiz taksi kullanıyor.
İstanbul Trafik Denetleme Şube Müdürü Ali Kemal Hanlı anlatıyor:
‘Laila ve Reina’nın valelerine işler nasıl diye sordum. ‘Yüzde 40 azaldı müdürüm’ diye yakındılar. Ama gece hayatı yoğun bir arkadaşım da geçenlerde beni aradı ve ‘Allah senden razı olsun, sayende masrafım azaldı’ diyerek yanı şaka yarı ciddi teşekkür etti.’
* * *
Trafikte sistem nasıl değişti, başlıklar halinde sıralayalım:
Son iki yılda İstanbul’daki radarlar hep aynı noktaya konuldu. Böylece sürücülerde ‘algılanabilir yakalanma riski’ bilinci yaratıldı. Sürücüler tehlikeli bölgelere yerleştirilen radarlara yakalanma korkusuyla sürat kesti, kazalar azaldı.
Denetleyen de denetime açıldı. Alkol muayenesinde kullanılan araçlara çip konuldu. Böylece kaç kişide alkol çıktığı merkezden kontrol edilebildi. O kadar sayıda ehliyete el konulması garantilendi.
Sonuçta 2002 yılında 320 olan trafikte ölüm sayısı 2003’te 268 ve 2004’te 270 olarak gerçekleşti. Bu yılın ilk yarısında düşüş sürdü.
Bütün bu işleri 41 yaşındaki Ali Kemal Hanlı başardı. Üstelik hayrettir, bu kez devlete hizmet cezasız kaldı. Hanlı terfi etti!
Bir duble alkol= iki kat risk
Bağdat’ın ışıkları
Bağdat Caddesi gibi riskli bölgelerde ışık düzeni değişti. Örneğin Bağdat Caddesi’ndeki trafik ışıkları gece saatlerinde kırmızıya ayarlı. Yani bir ışıktan geçip süratlenip diğerini yeşilde yakalamak mümkün değil. Yine geç saatlerde caddenin bir veya birkaç şeridi iptal edilerek hız pistine dönmesi önleniyor.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2005
EĞER dün gece İstanbul álemine takılıp birkaç kadehten sonra direksiyona oturarak evin yolunu tuttuysanız...Ve bu sabah ehliyetiniz hálá cebinizdeyse şansınızı bir daha zorlamayın. Çünkü İstanbul’da geçen yıl 27 bin şoförün ehliyetine alkollü araç kullandıkları gerekçesiyle el konuldu. Bu yılın ilk beş ayında direksiyonda alkollü yakalanan 6 bin 620 sürücü ehliyetini kaptırdı. Geçen yılın aynı döneminde bu rakam 5 bin 800 kadardı. Dolayısıyla yıl sonuna kadar 6 ay süreyle trafikten men edilen sürücü sayısı 30 bini aşacağa benziyor.* * *Sayılarla ikna olmayabilirsiniz... Bir de olayın magazin yönünü deneyelim.Laila (veya yeni adıyla Sortie) ile Reina’nın kapısında bekleyen ve müşterilerin araçlarını getirip götüren valelerin işleri çok kesat.Çünkü Ortaköy’deki sahil yolu her gece üç noktada kesiliyor, alkol kontrolü yapılıyor. Lüks mekánların müşterileri de çaresiz taksi kullanıyor.İstanbul Trafik Denetleme Şube Müdürü Ali Kemal Hanlı anlatıyor:‘Laila ve Reina’nın valelerine işler nasıl diye sordum. ‘Yüzde 40 azaldı müdürüm’ diye yakındılar. Ama gece hayatı yoğun bir arkadaşım da geçenlerde beni aradı ve ‘Allah senden razı olsun, sayende masrafım azaldı’ diyerek yanı şaka yarı ciddi teşekkür etti.’* * *Trafikte sistem nasıl değişti, başlıklar halinde sıralayalım:Son iki yılda İstanbul’daki radarlar hep aynı noktaya konuldu. Böylece sürücülerde ‘algılanabilir yakalanma riski’ bilinci yaratıldı. Sürücüler tehlikeli bölgelere yerleştirilen radarlara yakalanma korkusuyla sürat kesti, kazalar azaldı. Denetleyen de denetime açıldı. Alkol muayenesinde kullanılan araçlara çip konuldu. Böylece kaç kişide alkol çıktığı merkezden kontrol edilebildi. O kadar sayıda ehliyete el konulması garantilendi.Sonuçta 2002 yılında 320 olan trafikte ölüm sayısı 2003’te 268 ve 2004’te 270 olarak gerçekleşti. Bu yılın ilk yarısında düşüş sürdü.Bütün bu işleri 41 yaşındaki Ali Kemal Hanlı başardı. Üstelik hayrettir, bu kez devlete hizmet cezasız kaldı. Hanlı terfi etti!Bir duble alkol= iki kat riskBağdat’ın ışıklarıBağdat Caddesi gibi riskli bölgelerde ışık düzeni değişti. Örneğin Bağdat Caddesi’ndeki trafik ışıkları gece saatlerinde kırmızıya ayarlı. Yani bir ışıktan geçip süratlenip diğerini yeşilde yakalamak mümkün değil. Yine geç saatlerde caddenin bir veya birkaç şeridi iptal edilerek hız pistine dönmesi önleniyor.
button
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2005
DİYARBAKIR/İSTANBUL<br><br><B>GECENİN</B> bir vakti kadim dostumla Diyarbakır’ın ışıl ışıl ve canlı sokaklarında dolaşırken soruyorum: - Yine çatışma haberleri geliyor bölgeden, büyük kentlere de sıçrar mı?
Tereddütsüz, ‘Yok hiç sanmam, kırsalla sınırlı kalır’ yanıtını veriyor ve ekliyor: ‘PKK zaten askerle sıcak çatışmaya bile girmiyor, uzaktan kumandalı bomba/mayınla saldırıyor. Büyük kentlerde kan dökecek kadro hiç bulamaz.’
* * *
Ertesi sabah gazetenin aracını almak üzere Sanat Sokağı’ndaki yeraltı otoparkına indiğimizde şaşırıp kalıyorum. 400-500 metre uzunluğundaki koridorun iki yanı ağzına kadar ciplerle, sıfır kilometre otomobillerle dolu.
Eskiden bölgede yeraltı sığınakları revaçtaydı. Bugünse yeraltı otoparkında yer bulunmuyor.
Peki değirmenin suyu nereden geliyor?
Daha bir önceki akşam Erbil’den dönen Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kudbeddin Arzu iki kaynak sayıyor:
1) Irak’la ticaret resmi rakamlara göre 1.8 milyar dolar. Ama nakit bazında bu rakamın üç katına kadar iş yapıldığını tahmin ediyoruz.
2) Silahların susması, kırsal bölgedeki mermer yataklarının işletilmesine olanak sağladı. Geçen yıl 100 milyon dolarlık ihracat yapıldı.
* * *
Siverek mahreçli Anadolu Ajansı haberi:
55 yıllık aradan sonra ilçenin ilk barı törenle açıldı.
Siverek’in Bucak soyadlı Belediye Başkan Yardımcısı diyor ki:
- Ankara ve İstanbul gibi büyük kentlerde insanlar nasıl eğleniyorsa, Siverek’te yaşayan vatandaşlarımızın da aynı şekilde eğlenmeye ihtiyacı var.
Bar işletmecisi ruhsat başvurusunda gerekçe sunuyor:
- Eğlenmek isteyen Diyarbakır ve Gaziantep’e gidiyor.
Apo’nun doğum yeri Siverek’ten gelen bar haberi, en az ‘çatışmada ölü ele geçen terörist’ bülteni kadar önemli.
Çünkü bir yöredeki gayrimenkul fiyatlarıyla, eğlence temposu/harcamaları toplumsal görüş mesafesine işarettir.
(Tarihi dipnottan hoşlananlar için: İlk Beyaz Rus revüsü Diyarbakır’a 1997 yılbaşında geldi. Haber her gazetenin birinci sayfasına girdi.)
* * *
Diyarbakır 1980’lerde kendi yağıyla kavruldu. 1990’larda Türkiye’nin gündemine oturdu. Bölgesel ağırlık kazandı. 2000’lerde ise Avrupa’ya koşan Türkiye’nin Avrupalı kenti oluyor.
Yani artık aynı yöne bakıyoruz!
Diyarbakır markası nasıl para edecek?
Diyarbakır, acı serüveni sayesinde güçlü bir marka edindi. Nasıl paraya çevirebilir derseniz, birkaç önerimiz var:
Üniversitenin İngilizce bölümlerine Irak, İran, Suriye gibi ülkelerden Kürt öğrenci çekerek.
Sivil bir havaalanına kavuşursa bölgenin Avrupa/Asya’ya açılan kapısı ve alışveriş merkezi haline gelerek.
Kaburgacı Selim Usta gibi tüm bölgeye satış potansiyeli taşıyan markaya sahipken yabancı köfte merakına düşmeyerek.
Yazının Devamını Oku