ANKARAİKİ gün önce bu köşede "Muhafazakár medya, töre cinayetlerini neden görmezden geliyor?" diye sorduk, o cenahtan pek üzerine alınan çıkmadı. Ama çok sayıda okur tepkisi aldık.
Yanlış anlamaları önlemek, kimseye gazetecilik dersi verme niyetimiz olmadığını tekrarlamak boynumuzun borcu. Ancak muhafazakár medyaya töre cinayetine kayıtsız kalmama ısrarımızı korumak da öyle. Çünkü top tabir yerindeyse tam da onların sahasında!
Bakın, insanlığın günah ve suç ayrımına gitmesi yüzyıllar aldı.
Eskiden yöneticiler ilah, başkaldırı günahtı mesela.
Sonra aydınlandık, günahın cezasını ahirete bıraktık.
Hukukta suçu ve cezasını tarif ettik.
Töre cinayetine yol açan vakalar... Yani ailenin istemediği evlilik yapan genç kızlar, tecavüze uğrayan kadınlar. Dinen ne kadar günaha girdiler bilemem, ahkám kesemem ama hukuken suçlu değil kurbandırlar. Siz kalkıp kurbanı infaz edeceksiniz, üstelik bir de bu eylemi din hassasiyetiyle izaha kalkacaksınız, öyle mi? Bakalım muhafazakár medya bu yaman çelişkiye ne diyecek?
Kaç kez yazdık, bir kez daha tekrarlayalım.
Laiklik asıl dindarlara lazımdır.
Din ve vicdan hürriyetini yaşayabilmeleri için.
Hatta kimi zaman hayatta kalabilmek için!
Eşkál karışık
GENELKURMAY önünde dağıtılan sarı Atabey zarfları hakkında mütevazı katkımız, "Doğruysa güvenlik kamerasına kayıtlıdır" oldu. Sonra gazetelerde muhtelif zanlı eşkálleri çıktı. Bir gazeteye göre, zarfı veren "En fazla 25 yaşında. Kısa kollu bir tişört giymiş, atletik yapılı, uzun boylu" bir kişi. Diğer bir gazete aynı kişiyi, "Üzerinde kırmızı çizgiler bulunan uzun kollu beyaz bir gömlek giydiği, 1.85-1.90 boylarında, atletik yapılı, 28-30 yaşlarında" diye tarif ediyor. Yani aynı görüntüden söz ediyorlar ama zanlının sadece boyunda anlaşıyorlar. Kamera eşkálde yanılmayacağına göre, ya kaynağın veya yazanların kafası karıştı galiba.
Yarın, bugünden daha zor
BU yazıya son noktayı koymaya hazırlanırken Dışişleri Bakanlığı’ndan Lüksemburg’a hareket edileceği haberi geldi. Uçak dolusu diplomat ve gazeteci, müzakereye başlanmasını kutlamaya gidiyoruz.
Gördüğüm kadarıyla bu kez 17 Aralık ve 3 Ekim öncesi kriz havası yaşanmadı Türk tarafında. Çünkü Fransa’nın çıkarttığı engel kolay ve erken aşıldı, Ankara sadece Kıbrıslı Rumlarla karşı karşıya kaldı. Avrupa Birliği’nin Rumlara teslim olmayacağı zaten belliydi.
Ne var ki asıl tehlike Rumlardan çok, Başbakan’ın "AB’ye onurumuzla gireceğiz" söylemidir. Çünkü mesele onur değil uyum sorunudur. AB değerlerine bizzat Avrupa uymazsa onların ayıbıdır. Biz uymazsak, eleştirmek haklarıdır. Türkiye AKP iktidarında Avrupa yolunda umulandan çok hızlı ilerledi, ama anlaşılan yarın bugünden daha zor olacak.