12 Nisan 2009
DÜN haber kanalları CHP Parti Meclisi’nden canlı yayına geçerken... Cumhuriyet Kitapları’ndan yeni çıkan "CHP ile Bir Ömür" kitabını karıştırıyordum. Yazarı Şeref Bakşık, 1950’lilerin baskı döneminden gazeteci ağabeyimiz. 12 Mart günlerinde Bülent Ecevit darbeye ve İsmet İnönü’ye başkaldırarak istifa etti... Bülent Bey’den boşalan Genel Sekreterlik görevini Bakşık üstlendi. İnönü ve Ecevit’i barıştırmak için çok uğraştı, başaramadı.
Kitabında iki siyaset abidesinin etrafında attığı nafile turları tüm çıplaklığıyla anlatıyor.
* * *
Bugün CHP’de değişim ve dönüşüm gereği Genel Başkan dahil herkes tarafından kabul ediliyor.
Partinin halini Deniz Baykal’ın liderliğine bağlayanların çözümü belli: Deniz Bey hemen gitmeli.
Bana göre daha makul düşünenler, Baykal’ın değişime/dönüşüme önayak olmasını, koçluk etmesini öneriyor.
Bakalım tabandan gelen değişimin öncüleri hangi üslup ve yönteme başvuracak?
Baykal’a meydan okuyup şanslarını denemeleri de mümkün; kol kola girip yürümeleri de...CHP’nin engin tarihi her iki yönteme de açık ve zengin örnek seçeneği sunuyor.
Tıpkı Şeref Bakşık ve Bülent Ecevit’in arasında 1971 yazında geçen diyalog gibi. Bakşık, 12 Mart darbesini eleştirirken İnönü’yü de askerden yana gösteren Ecevit’i dostça uyarıyor, ama Bülent Bey dinlemiyor:
Ecevit: Kaygılarım, karamsar tahminlerimi de aşınca kamuoyu ile paylaştım.
Bakşık: ...Asıl şunu söylemek isterim Sayın Ecevit. İsmet İnönü sonrasının lideri şu anda belli sayılır. Gereksiz telaş partiye de, size de zarar verir. Sakin olamaz mısınız, rica ediyorum.
İsmet Paşa’nın yaptığını ben yapamam...
Anlayamadım, sözünüzü biraz açabilir misiniz?
Atatürk’le uyuşmazlığında İnönü’nün yaptığı gibi köşeme çekilemem.
Ama İnönü 1938’de yakmadan yıkmadan sükûnetle parti bütünlüğüne yardım ederek cumhurbaşkanlığına geldi.
Sonraki olumsuz gelişmeler üzerinde duruyorum ben.
Sert bir demeciniz Sıkıyönetim’in öfkesine yol açınca, bir aralık tutuklama fikri doğdu. Ama İsmet Paşa müdahale ederek böyle bir ihtimali önledi.
Keşke beni tutuklasalardı.
* * *
Şeref Bakşık kitabında bu görüşmenin muhasebesini yaparken...
Bülent Ecevit’in iki cümlesini farklı (yanlış?) yorumladığını düşünüyor.
Ecevit’in, "İnönü sonrası lider belli..." lafını "Beni pasifize etmek istiyorlar" diye algıladığını... "İnönü tutuklanmanızı önledi..." haberine ise "Kahramanlığıma izin vermedi" refleksiyle tepki verdiğini yazıyor.
Belki haklıdır, belki değildir.
Liderleri anlamak zor iştir. Yöntemlerinden ders çıkarmak da öyle.
Çünkü yukarıdaki kısa anekdotun da gösterdiği gibi zıt yöntemler tıpatıp aynı sonuca yol açabiliyor. İnönü sabırla, Ecevit isyanla partinin başına ve tarihin sayfalarına geçebiliyor.
Tek bildiğim şu ki, köşeye çekilene kitap yazmak düşüyor.
Aslına bakarsanız bu rol de o kadar fena değil!
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2009
ANKARAMALUM haham Tuncay Güney sözde Ergenekon şemasını neden çizdi? Bu soru bence çok önemli, çünkü günlerdir nasılını tartışıyoruz.
* * *
Dün Tuncay Güney’i iki kez sorgulayan eski polis şefi Ahmet İhtiyaroğlu ile konuştum.
Tuncay Güney’in işkence ile suçladığı İhtiyaroğlu’nun anlattıklarını yorumsuz aktarıyorum:
- Benim yürüttüğüm sorguda sizin isminiz bir kere geçti. Tuncay Güney hayatını anlatırken sizin onu bir gazeteye yolladığınızı ve referans verdiğinizi söyledi. Ertuğrul Özkök ve Bekir Coşkun’un isimleri sorguda hiç geçmedi.
Baştan söyleyeyim, Tuncay Güney’i (kendisinin de ifade ettiği gibi) hiç tanımam. Değil referans, selam vermedim.
Ama konuyu iyice açıklığa kavuşturmak için İhtiyaroğlu’na iki-üç kez üsteledim.
Ahmet Bey aynı bilgiyi yinelemekte ısrar etti:
- Zaten hiç kimse için Ergenekon’un yazarı, gazetecisi demedi.
Peki ama ya bilirkişinin işkence altında alındığını tespit ettiği ses kaydı...
Tuncay Güney’in ağzına konulan ve tekrar etmesi istenilen isimler.
İhtiyaroğlu o sorguyu hiç sahiplenmiyor:
- Ben Tuncay Güney’in ilk sorgusundan sonra Başsavcı’nın talimatıyla kamera önünde kayda alınmak suretiyle ikinci bir sorgu daha yaptım. Başka hiçbir sorguda hazır bulunmadım.
Kamera önünde yapılan sorgunun kayıtları iki ay kadar önce medyaya dağıtıldı.
MİT’te bulunan başka bir ses kaydının bilirkişi incelemesinde işkence izine rastlandı.
Ahmet İhtiyaroğlu ilk sorgu kaydına itiraz etmiyor, ikincisi için bakın ne diyor:
- Tuncay Güney ile ilgili olarak diğer birimlere haber verdik. MİT olur, Genelkurmay olur... Birileri gelip Tuncay Güney’e soru sorup yanıtlarını almış olabilir.
Tuncay Güney’in işkenceli sorgusunu iddiaya göre iki kişi yürütüyor.
Birisi Ahmet İhtiyaroğlu, ki reddediyor, diğeri Adil Serdar Saçan.
Saçan biliyorsunuz Silivri’de tutuklu, o yüzden yüz yüze gelip soramadım.
Ama elimde 29 Kasım 2008 tarihli yazıma yolladığı yanıtı var:
- Enis Bey, sizin Ergenekon’da gösterildiğiniz şemayı ben yazdırmadım. Ben Tuncay Güney’i hayatımda görmedim. Sorgusuna girmedim.
O tarihte yani 8 yıl önce Tuncay Güney’in sorgusunda bulunan başka bir görevliyle temas ettim. Halen soruşturma sürdüğü için bilgi vermekten kaçındı, "İşkence altında isim ekleme söz konusu değil" demekle yetindi.
* * *
Sizler uydurma Ergenekon şemasında geçen isimlerden sadece birkaçını biliyorsunuz. İşadamlarını, politikacıları, siyasileri, mafya ile irtibatlı gösteren bu şemanın kime çizdirildiği belli. Ama azmettiren ortada yok!
O yüzden Ergenekon savcılarına sormak istiyorum:
MİT’in posta tatarı hevesiyle sağa sola dağıttığı bu iftira belgesini iddianameye eklemekte beis görmediniz. Şimdi ortaya çıktı ki; birileri (belki polis, belki başkası) Tuncay Güney’e bu şemayı işkenceyle çizdirmiş.
Madem ki Ergenekon denilen ucube sizlere göre, salkım söğüt etrafa yayılıyor... PKK’dan Hizbullah’a kadar herkesi yönetiyor, yönlendiriyor. Biz masum ve mağdurların ismini bu işe karıştıran örgütü neden bulup yakalamıyorsunuz?
Suç derseniz fazlasıyla mevcut... İşkence, yalan beyan, görevi ihmal, iftira... Hangisini beğenirseniz artık!
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2009
SONDAN başlayalım, meraklısı için dipnot: ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama, Meclis kürsüsünde beklenenin neredeyse yarısı kadar zaman geçirdi. 40 dakika sürmesi beklenen Meclis’ten hitabı 22 dakikada sona erdi. Başkasını bilmem, ama aklıma "Başkan’ın konuşma metni son anda kritik bir sansürden mi geçti?" sorusu gelmedi değil. Obama’nın hitabet gücü ve kürsü hákimiyeti zaten malum. Canlı hali inanın daha da etkileyici. Yine de, ne kadar "değişim" havasına kapılsak da... Obama illüzyonu bile ABD’nin Ankara’nın önüne koyduğu iki denklemi unutturmaya yetmedi.
* * *
KÜRT PLANI TAMAM
ABD Başkanı, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda anlaşan tarafları sayarken...
Sadece Irak ve ABD’yi değil ve fakat Türkiye ile Kürt liderleri de andı.
Böylece bölgedeki Kürt sorununa dönük çözümün coğrafi ve siyasi koordinatını verdi.
Ankara, Bağdat ve Erbil’in, Washington’la işbirliğine gitmesini istedi.
Bu yakınlaşmanın PKK’yı siyaseten ve askeri olarak bitireceği vaadinde bulundu.
Obama’nın bu analizine ilişkin alametler zaten bir süredir ortadaydı.
Türkiye’nin Mesud Barzani ile kurduğu yakın temas...
Talabani ve Abdullah Gül’ün karşılıklı ziyaretleri.
Hepsi Obama’nın çizdiği çerçeveye oturdu.
Ezcümle yeni Kürt planı vatana, millete hayırlı olsun. Şahsen itirazım yok... Ancak Obama’nın terörle ilgili olan ilk denklemini kayda geçirmek şartıyla. Çünkü Obama konuşmasının aynı paragrafında El Kaide’ye de değindi.
Yani, "Tek terörist örgüt PKK değil, biz de Afganistan’da sizden yardım bekliyoruz" demeye getirdi.
* * *
ERMENİ KARTI ELDE
Barack Hüseyin Obama, her ne kadar yakın kurmayları güvence verse de...
24 Nisan arifesinde Ermeni soykırımı kartını yırtıp atmış gibi gelmedi bize.
Tam aksine ten rengine de işaretle ABD demokrasisinin nasıl geçmişiyle yüzleştiğini anlattı.
Benzer entelektüel cesareti Türkiye’den de beklediğinin işaretini verdi. "Ben susayım ama, siz Ermenistan’la konuşun, anlaşın" beklentisini yarattı.
Bu da bence Obama’nın ikinci denklemiydi.
Türkiye ve Ermenistan aralarındaki sorunları baş başa verip çözse...
Üçüncü ülkelerin istismarına imkán bırakılmasa kötü mü olur?
Oturup düşünme zamanıdır. Yalnız Obama’nın fazla sabrı kalmamış gibi, bizden söylemesi.
* * *
Dün Obama konuşurken Meclis fazlasıyla sakindi...
Hatırladığım kadarıyla Başkan’ın konuşması sadece üç yerde alkışla kesildi. Laiklik/demokrasi vurgusu, PKK meselesi ve İslam’la savaşmama sözü sırasında vekiller heyecanlandı. Çoğu yabancı meslektaşımız bu coşku eksikliğinin sebebini merak etti. Bana sorarsanız, simultane çeviri ilk ve en genel neden...
Ayrıca örneğin MHP ve CHP, Ermeni ve Kürt açılımını dinlerken...
AKP, ruhban okulu talebi yüzünden, DTP de PKK mesajından ötürü rahatsızdı.
Bill Clinton on yıl önce herkese, her kesime mavi boncuk dağıtarak gönüllere taht kurdu.
Obama on yıl sonra herkesi uyarınca daha az sempati topladı.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2009
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek G-20 toplantısından döndü, ertesi sabah Ankara temsilcileri ile buluştu. İki saate yakın 2009 yılı beklentileri ve IMF anlaşmasının geleceğini konuştuk. Ama en merak ettiğim sorunun yanıtını sohbetin sonunda verdi. "Bu ’teğet geçti’ meselesi nasıl çıktı, Başbakan’ın bu yorumuna yol açan bilgiyi, yorumu kim verdi?" diye sordum.
Mehmet Şimşek hiç üzerine alınmadan, CNN Türk’te 2007 Eylül ayında yayımlanan söyleşisini hatırlattı:
"Taha Akyol’un programında (Eğrisi-Doğrusu) o tarihte söyledim, ’Türkiye mutlaka etkilenir’ dedim."
Krizin daha ilk günlerindeki pozisyonuna ilişkin bu göndermeden hemen sonra Başbakan’ın sözlerinin altını doldurma ihtiyacını hissetti. "Nereden baktığınıza bağlı... Ama ben sorumluluk mevkiinde olan kişilerin, ekonomiyi etkileyecek olan siyasetçilerin muteber kalabilmek koşuluyla kötümserliğe kapılmamaları gerektiğini düşünüyorum..." diyerek sıraladı:
Kriz dünyada bankacılık sektöründe başladı. ’Türk bankaları sağlamdır’ dedik, haklı çıktık.
Türk tahvillerinin iflas sigorta primine bakılırsa yine ’teğet geçti’ denilebilir.
Türk ailelerinin borçluluk oranı dünyanın diğer ülkeleriyle kıyaslandığında çok düşük... Örneğin, Doğu Avrupa ülkelerindeki hane halkının sadece üçte biri oranında borçluyuz.
Türk hane halkı kurdaki hareketten fazla etkilenmedi, çünkü büyük bir döviz varlığına sahip. Üstelik gördüğümüz sadece kayıtlı servet, yani cepteki veya kasadakinden söz etmiyoruz dahi.
Benzer şekilde altın fiyatları çok yükseldi, Türk halkının deyim yerindeyse serveti arttı.
Konut fiyatlarına gelince... Tamam bizde çok yüksek değil ama fiyatlarda büyük gerileme yaşanmadı.
Madem öyle, Türk halkının yerel seçimdeki oy tercihi krizden hiç mi etkilenmedi?
Bakan Mehmet Şimşek’e bu soru da yöneltildi... Genç bakan yanıtına temkinli başladı:
"Krizden çok, yaratılan kötümser hava bir miktar etkilemiş olabilir..."
Ama seçime kriz bulaştığı tezine mesafesini korumayı da unutmadı:
"Giresun ve Batman krizden ne kadar etkilenmiş olabilir sizce?"
Bakanın bu sözlerini... Başbakan’ın "teğet" söylemi ve "felaket tellalı" sitemiyle birlikte düşününce...
Tam uyum gözden kaçmıyor!
IMF dış açığın tamamını kapatacak
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek, IMF anlaşması konusunda ser verdi, sır vermedi.
Ne heyetin davet zamanlaması, ne de kredinin miktarı konusunda en ufak fikir edinemedik.
Buna karşılık üzerinde anlaşılan ilkeler ve çözülen sorunlar için daha açık konuştu:
1) Gelir İdaresi özerk olmayacak. Ancak denetim elemanı sayısı artacak, vergi kaçağı yakalayana ikramiye gibi teşvik unsurları üzerinde çalışılıyor. Değişiklikler yeni vergi yasasıyla gündeme gelecek.
2) Çapraz denetim, yani harcamaların takibiyle vergi kaçağı tespiti konusunda IMF ile uzlaşma sağlandı. Harcama ve gelirlerin kıyaslanması asla geçmişe dönük olmayacak, Nereden Buldun Yasası’nı hatırlatmayacak.
3) Türkiye’ye gelecek IMF heyetiyle gelir artırıcı ve gider kısıcı önlem paketi pazarlığı yapılacak. Ocak ayında yurtiçi gayri safi milli hasılanın binde 8’i tutarındaki bu paketin rakamı değişebilir. Ama bakanın kendi ifadesiyle "kaşıkla verilen kepçeyle" geri alınmayacak.
4) Bakana açıkça sordum; "IMF’nin artık daha fazla parası var, büyüme gayretimizi biraz daha destekler mi?" diye... Umutlu gördüm, "Olabilir" dedi. Ve bir ilke anlaşmasını açıkladı: IMF kredisi 2009 dış finansman açığının tamamını kapatacak. Bakana göre 36 aylık bir anlaşma gerekiyor ve fakat önden yüklemeye yani kredinin büyük bölümünün hemen gelmesine gerek yok.
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2009
ANKARAYEREL seçim sonuçları CHP’de nasıl yankı bulacak? Sanırım bu sorunun yanıtı, AKP’nin oy kaybının sebep ve sonuçları kadar merak konusu. Öncelikle bu partinin seçmenleri -
hatta belki de Türkiye- için iyi haber:
CHP yerel seçim sonuçlarını hasır altı ve göz ardı etmeyecek.
Bu iddiama yol açan, ilk elden alınmış ve kesin bilgidir. CHP kaçınılmaz değişimi yönetmek için en uygun metodu arıyor.
2011 analizi 2009 yılı Başbakan’ın IMF inadı yüzünden iktisaden kaybedildi. Ekonomik büyüme, ancak 2010’da başlar. AKP de 2011 seçimine en azından şartları düzelterek girebilir. Ama aksi olur ve büyüme yakalanamazsa seçim AKP için zor geçer. |
Muhtemelen mayıs ayında olağanüstü kurultay toplanacak.
CHP yönetimi daha genç isimlere bırakılacak.
Kim, hangi göreve gelecek şimdiden kesin olmasa da...
Deniz Baykal muhtemelen ekip uyumunu göz önünde tutacak.
Bu açıdan bakıldığında...
CHP İstanbul eski İl Başkanı Gürsel Tekin, bence örgütün başına gelir. İstanbul’da neredeyse pop star kıvamında şöhrete kavuşan Kemal Kılıçdaroğlu da önemli bir genel başkan yardımcılığına tırmanır. Eski Hazine Müsteşarı, Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı koltuğuna oturur.
Bu üç ismin altına daha genç/enerjik siyasi kadro kurulursa...
CHP çok geçmeden anketlerde AKP’yi zorlar.
Kitle partisi sadece oy isterKABUL bu seçimin birinci partisi AKP... Kazandığı belediye başkanı sayısı diğer partilerin toplamından fazla.
Yine de şu gerçek var ki, AKP oy kaybetti, CHP oylarını artırdı.
Peki trend nasıl değişti?
İşin CHP kısmını analiz etmek daha kolay.
1980’den bu yana misyon partisi gibi hareket eden CHP...
Bir kitle partisinin, seçmenden sadece oy isteyebileceğini unuttu.
Seçmenini kendisi tayin etmeye kalktı, adeta gönüllü olarak küçülmeyi seçti.
Çarşaf açılımı veya katılımı bu nedenle yerel seçime damgasını vurdu.
Çünkü CHP yıllardır ilk kez ayağına gelen seçmeni kovalamadı, aksine kucakladı.
Güzel hareketlerin neticesi sandığa yansıdı. AKP’ye gelince... Bana sorarsanız Kürt meselesinde dağıldı. Kürt sorunu, AB reformları gibi konular partilerin boyunu aşar.
Daha geniş ve ulusal mutabakatla çözüm gerekir.
AKP’nin TRT Şeş’i seçim malzemesi haline getirmesini...
Ne Kürtler yuttu, ne de Batılı seçmen affetti.
Dolayısıyla bu seçimden iki şahsi not çıkaracak olursam...
Seçmenden sadece oy isteyen parti kazandı...
Kendisini meclis ve hatta devlet sanan parti kaybetti. Yazının Devamını Oku 31 Mart 2009
ÖNCE adını koyalım: AKP 22 Temmuz seçim zaferiyle kıyaslandığında sadece oransal oy kaybına uğramakla kalmadı. 22 Temmuz gecesine göre 1 milyon 46 bin oy kaybetti. Hem de 6 milyon yeni seçmenin katıldığı bir seçimde! Üstelik AKP seçimde ilk beşe girenler arasında mutlak olarak oy kaybeden tek partiydi.
CHP oyunu 1 milyon 800 bin, MHP 1 milyon 326 bin, Saadet 1 milyon 210 bin artırdı.
DTP’nin oyu, geçen genel seçimdeki bağımsız oylarının 400 bin kadar üstündeydi.
Yani diğer partiler genç seçmenden oy toplarken AKP mevcut oyunu bile koruyamadı.
Bu, AKP için ilk derstir.
* * *
Ekonomik kriz ve artan işsizlik, iktidar partisinin oy kaybında ciddi rol oynadı mı?
Tayyip Erdoğan o kanıda, AKP için anket düzenleyen danışman şirketler de öyle.
Mesela, ANAR’ın anketleri son iki haftada AKP’de baş döndüren hızla oy kaybına işaret ediyor.
Demek ki "kriz teğet geçiyor" diye hafife alınırken aniden ve peş peşe paketler açılması boşuna değil.
Yine de krizin AKP’ye henüz büyük hasar vermiş olabileceğini düşünmüyorum.
Çünkü aksi halde, AKP her biri sanayi kenti olan ve artık durgunluk/işsizliğin kol gezdiği... Bursa, Denizli, Kocaeli, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta bu kadar başarılı sonuç alamazdı.
Ekonomik kriz şiddetini artırırken AKP’deki oy kaybı hızlanabilir.
Bu AKP için alınması gereken ikinci derstir.
* * *
İktidar partisi 81 ilin 60’ında İl Genel Meclisi oyları açısından ilk sırada.
Ve fakat seçmenin birinci parti tercihi, belediye başkanı seçimine tam yansımadı.
O yüzden AKP önde gittiği 60 ilden sadece 43 tanesinde belediyeyi kazandı.
Belli ki 15 ilde, AKP’nin aday seçimi yanlıştı veya sorunluydu.
Bu hataları tartışmak, AKP için üçüncü derstir.
* * *
Seçmen, Başbakan’ın kampanya üslubunu çok beğendi mi, pek sanmam.
Artık 2 veya 2.5 partilik siyaset yelpazesinin tarihe karıştığı da belli.
Şöyle ki; genel seçim olsaydı yüzde 10 barajı nedeniyle Meclis’te temsil edilmeyecek... DTP, Saadet, DP, BBP ve DSP oylarının toplamı yüzde 20’ye ulaşıyor.
Siyasette merkezde buluşma, birleşme dönemi kapanıyor... Merkezkaç başlıyor.
Bir sonraki seçimde tek parti iktidarı yerine koalisyon ihtimali beliriyor.
Bu sadece AKP’nin değil Türkiye’nin de tartışması gereken derstir.
Güneydoğu’ya dikkatle bakalım
İKTİDARIN en tecrübeli isimlerinden Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ile telefonda sohbet ettik. Çiçek dedi ki, "Her parti bu seçimde ne kazandığı kadar, neden daha fazla oy veya başkanlık kazanamadığına da kafa yormalı, biz öyle yapacağız."
Ama Cemil Bey’in bir de bütün partilere dönük çağrısı vardı. Önemsedim, paylaşıyorum:
"Türkiye’nin belirli bir bölgesinde DTP’den başka parti kalmadı. Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar. AKP o bölgede sadece Mardin’i kazandı. Tamam, Ankara’yı aldık diye sevinebiliriz, CHP de İzmir’i aldık diye övünebilir. Ama bu kutlamanın Türkiye’nin güvenlik açısından sorunlu bölgesine yardımı olmaz. Oraya ayrıca dikkatle bir bakmak gerekir."
Gün içinde temas ettiğim diğer bakan ve parti yöneticilerinin de oy kaybı kadar Güneydoğu’daki yeni yerel harita üzerinde durduklarını yazmazsam AKP’ye haksızlık etmiş olurum.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2009
ERGENEKON iddianamesinde farklı terör örgütleriyle irtibat haritası da var. <br><br>Açıkçası DHKP-C, MLKP, PKK ve Hizbullah’ın aynı merkezden yönetildiğini iddia etmek... Dahası bir de kanıtlamaya çalışmak... Ne diyelim, kolay gelsin!
Savcılığa göre, Ergenekon’un ilişkide olduğu, en azından istihbarat deyimiyle sızmaya çalıştığı bir örgüt var ki ilginç.
Adı Hizb-üt Tahrir, yani İslami Kurtuluş Partisi...
Hizb-üt Tahrir, 1953 yılında Kudüs İstinaf Mahkemesi Kadısı Takıyyüddin en-Nebhani önderliğinde faaliyete geçti. Bağımsız kaynaklara göre Müslüman Kardeşler’den koptu. Hizb-üt Tahrir, internetteki sitesinde kendisini bakın nasıl tanıtıyor: "İdeolojisi İslam olan siyasi bir partidir. Hizb-üt Tahrir; ne ruhaniyetçi, ne ilmi, ne akademik, ne de hayır işleriyle uğraşan bir kitle olmayıp siyasi bir kitledir. Çalışmasının gayesi, Allah’ın indirdiğiyle yeniden hükmetmek üzere İslam Hilafet Devleti’ni tekrar vücuda getirmektir."
İslami hareketleri izleyenler açısından Hizb-üt Tahrir’in varlık nedeni ABD-İngiltere’nin Arap dünyasındaki rekabetidir. Daha açık deyişle ABD imalatı El Kaide’ye karşı İngiliz malı Hizb-üt Tahrir oyundadır.
Nitekim Hizb-üt Tahrir’in Ergenekon’la ilişkide olduğu iddiası gündeme ilk geldiğinde... Yani geçen eylül ayında yaptığı açıklamasında dikkatli gözler için bu rekabetin ipuçlarını verdi:
"Hizb-üt Tahrir sadece Ergenekon gibi İngiliz güdümlü terör şebekelerini reddetmek ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışmakla kalmaz, aynı zamanda AKP Hükümeti gibi Amerikan güdümlü fitne şebekelerini de reddeder ve Ümmet içerisinde kök salmasını engellemek üzere çalışır."
Diyelim ki Hizb-üt Tahrir, savcılığın düşündüğü gibi Ergenekon’un değil...
Ve fakat İngiliz Gizli Servisi’nin yan kuruluşudur.
Yine de bu örgütün iddianameye girmesi kör taşı misali isabetlidir.
Çünkü Danıştay katili Alparslan Arslan yakalandığında mazisiyle ilgili öyle çok örgütten söz edilmedi.
Hatırladığım kadarıyla Hizb-üt Tahrir bağlantısı üzerinde çok duruldu.
Özetlersek, Danıştay katliamı Ergenekon-Hizb-üt Tahrir ortak yapımıysa....
Ergenekon’un Fethullah Gülen-ABD ekseni tarafından temizlenmesi doğal netice sayılır.
Dikkat taş düşebilir hatta darbe olabilir
MERAKLISINA dipnot ile başlayalım: Bu iddianame de boş geçmedi. İsmim alakalı alakasız birkaç yerde anıldı. Ama bir telefon konuşması var ki, normal yurdum insanının hava durumu izler gibi darbe muhabbeti yaptığını gösteriyor.
Sözünü ettiğim telefon konuşması 24 Haziran 2008 günü Sedat ve Sinan isimli kişiler arasında geçiyor.
(O akşam dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Başbakan Tayyip Erdoğan’a sürpriz bir ziyaret yaptı, baş başa yemek yenildi. Bendeniz de bu zirveyi CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında yorumladım.)
Bakın olay ve sözlerim nasıl anlaşılmış:
Sedat: Rahatsız ediyorum sizi bilgi vereyim dedim...
Sinan: Rica ederim
Sedat: İlker Başbuğ ile Başbakan resmi konutta iki saat görüştüler. Yeni bir Dolmabahçe bence bu.
Sinan: Görüntü alabildiniz mi?
Sedat: Yok, son dakika falan diye haberleri girdik. Ahmet Hakan’da, CNN’de Enis Berberoğlu falan yorumladılar. Bu paşaya yönelik bir güven sunumudur. Başbakan’ın Kara Kuvvetleri Komutanı’nı kabul etmesi, davet etmesi iki saat onunla görüşmesi... Bu iş bitmiştir, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’dur... Sinan: Darbeyi durdurdu yani ha.
Sedat: Bilmiyorum, orasını siz bilirsiniz başkanım (gülüyor).
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2009
ANKARABAŞBAKAN, GSM operatörü şirketin TV kanalında konuşuyor ve diyor ki: - Telefon firmaları, aklınıza hangisi gelirse, bunların hepsi de telefon dinleyebilir mi?
Zaman ve mekán seçimi... Cümledeki "de" yani "dahi" takısı tamamen rastlantı mı?
Yoksa Ergenekon iddianamesinde yer alan bazı tespitlere dayalı ima mı?
Devamını okuyun, kendiniz karar verin.
* * *
İddianamenin 195. sayfasında Çukurova Holding patronu Mehmet Emin Karamehmet’in 17 Aralık 2003 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı’nda yaptığı görüşmenin tam metni yer alıyor... Karamehmet’in iki muhatabından Levent Ersöz o tarihte Jandarma İstihbarat Başkanı. Diğeri Atilla Uğur, Jandarma İstihbarat Teknik Takip (dinleme) Daire Başkanı.
İddianamede Ersöz üç, Uğur dört numaralı şüpheli.
Tekrar Karamehmet görüşmesine dönersek.
Atilla Uğur, Karamehmet’i uğurlarken şu ifadeyi kullanıyor:
- Bu arada komutanım da buradayken belirtmek istiyorum. Turkcell ile ilişkilerimiz çok güzel devam ediyor. Bunun için de teşekkür etmek istiyorum. Aşağıdaki arkadaşlarla da gayet iyi ilişki içerisindeyiz.
* * *
Peki Atilla Uğur’un sözünü ettiği bu "ilişki" hangi amaca hizmet ediyordu?
Atilla Uğur ile Başbakan’ın deyimiyle "telefon firmaları" ne üzerine çalışıyordu?
Ergenekon şüphelisi Atilla Uğur, 17 Şubat’ta Silivri Cezaevi’nden bana yolladığı mektupla anlatıyor:
"...kendi teknik merkezimizi kuruyorduk. (Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT Müsteşarlığı’nda olduğu gibi) Ve bu sistemin tamamen milli olması için komutan onayı ile TÜBİTAK ile birlikte çalışıyorduk. Kurulum aşamasında hem Telsim, hem Turkcell ve hem de Aycell ile resmi iletişim halindeydik "
* * *
Telefon firmaları ve Jandarma (adını koyalım: Şener Eruygur, Levent Ersöz ve Atilla Uğur).
Askerin tıpkı MİT ve polis gibi teknik takip (dinleme) olanağına kavuşması için ortak çalışıyor.
Ne var ki üç operatörden bir tanesinin ve jandarmanın yolları ortak tanıdık işadamında kesişiyor.
Ankaralı işadamının adı Hakan Şanlı, 46 yaşında, savunma sanayii alanında faaliyet gösteriyor.
Atilla Uğur ve Hakan Şanlı arasında savcılık kayıtlarına göre tam 346 telefon görüşmesi geçiyor.
Yine Şanlı’nın şirketi (bu köşede daha önce yer aldığı üzere) Uğur ve arkadaşlarına kriptolu cep telefonları sağlıyor.
Gelelim Şanlı’nın mali ilişkilerine...
Mali Suçları Araştırma Kurulu kayıtlarına göre işadamının hesabına yatan 1.5 milyon dolar şüpheli. Hakan Şanlı, hesap hareketlerindeki belirsizliği, jandarmaya sattığı dinleme cihazları için fatura kesilmediği ve paranın örtülü ödenekten karşılandığı gerekçesine dayandırıyor.
İlginçtir, Hakan Şanlı’nın hesabına Turkcell’den 600 bin dolar yatıyor.
Bu paranın GSM Protocol Analizer bedeli olduğu söyleniyor.
İddianamede yer almayan bir ayrıntıyı da biz aktaralım. 2002 yaz aylarında Turkcell’in de sahibi Çukurova’nın küçük bankası Pamukbank’a el konulduktan sonra... BDDK Başkanı Engin Akçakoca’yı makamında "Ulusal sermayeyi yok ediyorsunuz" diye tehdit eden iki kişiden birisinin Hakan Şanlı olduğu güvenliğe bırakılan kimlik bilgilerine göre ileri sürülüyor. Ancak Şanlı, BDDK’ya gittiğini kesin dille reddediyor.
Savcılığın görüşüyle bu analizi tamamlayalım.
İddianamede Hakan Şanlı’dan sağlanan cihazların Cumhuriyetçi Çalışma Grubu tarafından yapılan yasadışı telefon dinlemeleri için kullanıldığı düşünülüyor.
* * *
Karışık mı oldu? Mehmet Emin Karamehmet’le Atilla Uğur arasında geçen sohbetten savcılığın seçip iddianameye koyduğu cümleyi bir daha okuyun, daha iyi anlarsınız: "İlişkilerimiz çok güzel devam ediyor."
Yazının Devamını Oku