2 Mayıs 2009
<b>ANKARA</b>2006 yılının bahar ayları çok zor geçti. Siyasetin üzerinden Şemdinli gölgesi kalkmadan Danıştay saldırısı patlak verdi, ardından Atabey operasyonu geldi. Sinirler gerildi, gözler Genelkurmay’daki nöbet değişimine çevrildi. AKP çevrelerinden Yaşar Büyükanıt’ın ismine ciddi itiraz vardı.
Aynı günlerde internet üzerinden çamur kampanyası başlatıldı. Büyükanıt’ın dedesi, sağlık durumu, hatta yıllar önce cinayete kurban giden kardeşi... Hepsi karalama amaçlı olarak kullanıldı.
Ben dahil çok kişi bu kampanyayı AKP ve cemaatin eseri saydık. Başbakan’ın Yaşar Paşa’yı askeri şûra toplantısı bitimini beklemeden atamasını bu iftiralara anlamlı yanıt olarak yorumladık.
Ne var ki, Ergenekon İddianamesi’nin eklerinde, 34. klasörde öyle belgeler var ki... Yaşar Paşa’ya dönük tacizin ve haysiyet infazının adresi konusunda acaba yanıldık mı?
* * *
Ergenekon savcılarına göre 34 numaralı klasördeki belgeler, Jandarma eski genel komutanı Şener Eruygur’dan çıktı. Savcılar endekse, "M. Şener Eruygur’dan elde edilen Org. Büyükanıt isimli klasörün içindeki önemli belgelerin dökümü" diye not düştü.
Baştan söyleyelim, bu belgelerin çoğu özel yaşama dönük ve ayrıntıya girmemize gerek yok.
Ama sadece başlıklar halinde sıralarsak;
Büyükanıt Paşa’nın damadının ortak olduğu şirketin para hareketleri ve vergi kayıtları. Personel listesi, araç filosunun dökümü... Diğer ortakların adeta fişleme anlamına gelebilecek kişisel bilgileri.
Yaşar Paşa’nın uzun süre yönetiminde bulunduğu Ankara’daki Övgü Konut Kooperatifi’nin 1992-2003 yılları arasındaki genel kurul toplantı zabıtları, banka hesap durumu. (Aynı kooperatifte Hurşit Tolon da yönetici.)
Büyükanıt’ın sağlık durumuna ilişkin raporlar, yazılan ilaçlar, doktor ziyaretleri.
* * *
Ama klasörün büyük bölümü yaklaşık 20 yıl önce görülen bir davanın zabıtlarına ayrılmış durumda. Yaşar Paşa’nın, baba bir annne ayrı kardeşi Binbaşı Mednan Büyükanıt 1990 yılında evinde cinayete kurban gitti.
O gece alkollü olduğu, boşanma davası açmak üzere olduğu eşiyle kavga ettiği...
Öğretmen eşi Ayşe Hanım tarafından meyve bıçağıyla yaralandığı ve öldüğü dosyada yazılı.
Olaydan sonra Ayşe Büyükanıt’ı karakolda ilk görenler arasında Yaşar Paşa’nın eşi de vardı.
Filiz Büyükanıt, Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada tanık olarak ifade verdi.
Klasördeki dava dosyasının yanı sıra özel istihbarat çalışmalarına da rastlandı...
Mesela davada dinlenilen diğer tanıkların kişisel bilgileri... Ve Filiz Büyükanıt’ın "yakın çevresi" olarak anılan bazı kişilerin subjektif, bol sıfat kullanılan biyografileri.
* * *
Belli ki Yaşar Büyükanıt ile uğraşanlar birileri var.
Neredeyse 20-30 yıllık geçmişi irdelenmiş, iz sürülmüş.
Galiba tek mevziden açılan ateşle yetinilmemiş.
Ortada çapraz ateş, hatta dost ateşi durumu var.
Yazının Devamını Oku 28 Nisan 2009
KARTVİZİTİNDE Ankara Temsilcisi yazanlar, Bakanlar Kurulu değişikliği haberlerine pek girmez... Çünkü diyelim ki, bir bakan değişecek dediniz ve aksi çıktı, yerini korudu, kolay unutulmaz. Ya da "Şu vekil kırmızı plakaya terfi edecek..." tahmininde bulundunuz ve tutmadı, Başbakan’ın medyaya inat huyundan dolayı inanın sizden bilirler.
Ama bu kez durum farklı... Başbakan operasyonu o kadar geniş tutuyor ki;
1) Değişimin nasılından çok nedenleri önemli,
2) Tek tek portrelere değil resmin tamamına bakılmalı.
* * *
Başbakan, 29 Mart seçim sonuçlarını doğru okudu diye düşünüyorum.
Oyu düşen partinin yeniden seçmen teveccühünü artırması çok zor.
Adalet Partisi, Anavatan, DYP, hep aynı kaderin kurbanı oldular.
Dolayısıyla beklentim, Başbakan’ın beyaz ve temiz bir sayfa açması.
Bu sayfaya, hükümet, Meclis Grubu ve parti yönetimi için yeni isimler yazması.
Böyle düşünmeme yol açan beklenti ve duyumları da saklamak istemiyorum.
Tanıdığım Tayyip Erdoğan, Bakanlar Kurulu’nu sadece parti dengelerine ve performans kriterlerine göre (örneğin seçim sonuçları?) değiştirmekle yetinecek olsa biz çoktan yenileri kutlamış, eskilerin helvasını yemiş olurduk...
Tayyip Bey bekliyorsa, diğer dengeleri hesaba katıyor, denklem genişliyor demektir.
Çankaya Köşkü ne düşünüyor, ABD ve AB ne bekliyor, MHP tabanına ne mesaj verilecek, DTP’ye kaptırılan Kürt inisiyatifi nasıl geri kazanılacak, medya ile kavgasız bir arada nasıl yaşanacak?..
Belki tüm bu soruların yanıtını yeni kabine listesinde bulamayacağız.
Ama çoğuna ilişkin ipuçları mutlaka Tayyip Bey’in seçimiyle ortaya çıkacak.
Başbakan, 22 Temmuz seçimlerinin ardından kapıldığı zafer sarhoşluğu nedeniyle biriken sorunları aşmayı, cerahati akıtmayı tek operasyonla becermeyi deneyecek... Kolay iş değil!
* * *
Yeni kabine listesinde "sekreter bakan" anlayışı hákim olacak mı?
Yani Başbakan’ın bizzat üstlenip Batılı anlamda "sekreter" gibi kullandığı bakan sayısı azalacak mı, artacak mı?
Bu çok önemli bir soru ve bence Başbakan sadakati yine liyakate tercih edecek.
Diğer bir konu, bakanlıkların sayısı. İlk haberler, yeni bakanlıkların kurulacağı, bazı bakanlıkların ayrılacağı yönünde... Mesela, Kültür ve Turizm ikiye ayrılacak deniliyor, Enerji ve Tabii Kaynaklar da öyle... Yerel yönetimler bakanlığının kurulması da yine beklentiler dahilinde.
Bakanlık sayısının artması, Tayyip Erdoğan’ın tarzı değil. Hatta aksine kırmızı plaka sayısını azaltmakla övünen siyaset ekolündendir. Eğer bu yola başvurursa bilin ki genel seçim öncesi herkese mavi boncuk dağıtmak zorunda kaldığındandır.
* * *
Herhalde 2’nci ve 3’üncü paragraflar arasında düştüğüm çelişkiyi fark ettiniz.
Ama maalesef bu çelişki kaçınılmaz ve aslında Başbakan’ın eseri.
Çünkü bir yanda seçim kazanma refleksiyle yapması gerekenlerin bilincinde.
Diğer yanda operasyonu sulandıracak reel politika tacizleri ortada...
Perşembe geldiğinde çarşambanın neler sakladığını daha iyi göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2009
ABD Başkanı Barack Obama ne dedi, ne demedi, ne demek istedi?<br><br>Dün bu üç sorunun yanıtını Türkiye’nin dış politika mimarlarına danıştım. Anlattıklarını başlıklar halinde sıralıyorum:
İlk yıl sendromu
Obama’nın İngilizce başkanlık mesajında iki kez Ermenice kullanması Ankara’da tabii ki sevinç yaratmadı.
"Soykırım" ifadesi geçmediği için fiili bir tepki verilmesi veya ilişkilerde türbülans yaşanması söz konusu değil. Ama Ermenice "Büyük Felaket" tarifinden Türkiye’nin hoşnut olmadığı ABD tarafına aktarılacak.
Ne var ki, Ankara Obama ile George W. Bush arasındaki farkın bilincinde.
Bush geçen yılki 24 Nisan açıklamasını ikinci dönemini tamamlayan, dolayısıyla seçim beklentisi kalmamış bir başkan sıfatıyla yaptı. Oysa Obama daha ilk aylarını yaşayan başkan. Kendisine dönük beklentiler yüksek. Buna rağmen "soykırım" demediyse gelecek yıllarda bu ifadeyi kullanma ihtimali daha da azalacak anlamına gelir.
Bu nedenle, temkinli bir iyimserlik payı ile "En kötüsü geride kalmış" olabilir.
Süreç 2 başlı değil
ABD Başkanı’nın açık destek verdiği Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan üçgeninde normalleşme sürecine dönük başka bir soru daha var. Ankara’da henüz yüksek sesle dillendirilmedi ama Başbakan ve Köşk arasındaki pozisyon farkı her geçen gün biraz daha bariz hale geliyor. Cumhurbaşkanı, siyasi kaygılardan uzak konumuyla çözüm önerilerine sıcak bakıyor. Başbakan, seçmenine hesap verme kaygısıyla hareket ediyor, örneğin sınırın açılma şartlarını hatırlatıyor.
Bu üslup farkı, süreci tehlikeye atar mı, çift başlılık müzakere gücünü azaltır mı?
Dış politika mimarlarına göre Köşk ve Başbakanlık arasında görüş farkı söz konusu değil. Olsa olsa üslup farkı var denilebilir. Ama devlet politikasında bu fark teferruattır!
Erdoğan, Baykal’a 2 kez selam vermedi
CHP Lideri Deniz Baykal önceki gece Şule ve Adnan Bucak’ın evinde dost sohbetine katıldı.
Daha ilk yemek sofraya gelmeden, Obama’nın başkanlık açıklaması haberi ulaştı.
Deniz Bey’in ilk tepkisi, "Yeter artık" oldu ve ekledi:
- Her sene aynısı oluyor, Türkiye tuzağa çekiliyor. Biz soykırım yapmadık kardeşim. ABD aksini mi söyleyecek, hiç umursamam. Ben yapmadığımı biliyorum, kimseyi de ikna etmek zorunda değilim.
Sohbet ilerledi, iç politikaya geldi.
Oya Berberoğlu, TV’deki haber görüntülerinden yola çıkarak sordu:
23 Nisan törenlerinde Başbakan ile tokalaşmadınız, neden?
Deniz Baykal konunun açılmasından memnun ayrıntıları aktardı:
23 Nisan sabahı Aslanlı Yol’a çok erken geldim. Başbakan’ın geldiğini görünce bana ayrılan yere geçtim. Başbakan, Meclis Başkanı ve diğerlerinin elini sıktı ama benimle tokalaşmadı, selam vermedi. Misak-ı Milli salonunda Devlet Bahçeli Bey ile selamlaştık, ama Başbakan yine görmezden geldi. Meclis’teki törenler sırasında kimseyi rahatsız etmeden yerime geçtim, Başbakan ile sadece baş selamı verdik. İki kez elimi sıkmadığı için daha fazlası açıkçası içimden gelmedi.
Ardından siyaset mola verdi ve sosyal konulara geçildi.
Deniz Bey’in son dönemdeki favori şarkısını da bu sayede öğrendik.
Melihat Gülses’in yorumuyla, "Günaydınım, nar çiçeğim sevgilim".
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2009
BAKANLAR Kurulu’nda değişiklik beklentisi ayyuka çıkmış iken... Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın hayırlı cuma gününde bir araya gelecekleri tek mekán olan Anayasa Mahkemesi’nin yeni bina açılış törenine uğradım.
Gerçi Bakanlar Kurulu aynı kaldı ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın uyarılarını çok ciddiye aldım.
Hatta, Kılıç’ın iki bilimsel tespiti, hani derler ya, bendenizin naçiz duygularına tercüman oldu:
1) Haşim Kılıç dedi ki:
"Her önemli davada yargı siyasi düşüncelerle kuşatılmakta, mahkeme hákimlerinden önce, medya ve siyaset dünyasının yargıçları kararlarını vererek davayı sonuçlandırmaktadır. Mahkemeleri yönlendirme ve etkileme çabaları ile hákimlerin ve savcıların özel hayatlarının didiklenerek vicdani kanaatlerinden uzaklaştırma gayretleri suçtur. Savcılarımızın işlenen bu suçlara karşı hareketsizliği düşündürücü ve üzücüdür."
Ben de diyorum ki, ne yazık ki Haşim Bey çok haklı...
Davalar üzerinden yaratılan siyasi zıtlaşma Türkiye açısından yeni değil.
Yassıada yargılamalarından, Susurluk soruşturmasına kadar...
Görülen her büyük ve siyasi dava bu ülkeyi böldü, asgari iki cephe doğurdu.
AKP’ye kapatma davasında hukuka söven Başbakan, bugün Ergenekon’un savcısı...
Kapatma davasını haklı bulan Deniz Baykal, Ergenekon’un avukatı.
Dahasını söylemeye gerek var mı?
Demek ki yargı ne yapsa, ne dese, hangi kararı verse fark etmeyecek...
Üzerindeki baskı azalmayacak, itibar kaybı mukadder.
2) Haşim Kılıç dedi ki:
"Yargı kararı olmadan suçlu ilan edilen insanların onurları yok edilmektedir. Bu bir insanlık suçudur. Yasaları uygulama aşamasındaki özensizlikler insanların haysiyet ve şerefi üzerinde onarılması güç yaralar açmaktadır. İnsan onuru ve kişi dokunulmazlığı, insan hakları sisteminin ve insan hakları bildirilerinin en önemli dayanağı ve Anayasa’nın da üstünde yer alan tek değerdir. Yok edilen insanlık onurunun doğurduğu öfke, demokrasiden ve hukuk devletinden intikam alma duygusuna dönüşmeden gerekli olan her türlü düzenleme acilen yapılmalıdır."
Başkan Kılıç yine haklı...
Hele son cümledeki "intikam" vurgusu son derece yerinde. Düşünün ki, 28 Şubat’ın mağdurları bugün iktidarda ve kendilerine zamanında reva görülen muamelenin daha beterini Ergenekon zanlılarına uyguluyor.
Ya devir değişirse, bugünün mağdurları farklı mı davranacak, hiç sanmıyorum.
Açıkçası, bu ülkede hukukun geleceği konusunda iyimser olmak pek kolay değil.
Ben dahil herkes kendisine Müslüman, kendisine yetecek kadar demokrasi istiyor.
O yüzden diyorum ki...
Madem ki peşin hükümlerden vazgeçemiyoruz, o zaman jüri sistemine geçelim. Mevcut hukukumuzu, siyasi eğilimlere uygun hale getirmek için sağını solunu çekiştirmekten, hákimi, savcıyı iğdiş etmekten kaçınalım.
Gidelim jüriye soralım, "Suçlu mu, suçsuz mu?" diye...
"Suçlu" derse sallandıralım gitsin...
Ne yani, asmayıp besleyecek miyiz netekim!
İki başlık fazla açsalar daha iyi
AB ile müzakerelerden sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış’a "Limanları açmamız için tanınan sürenin bir yıl uzatılacağı" haberlerini sordum. "Bana bu konuda resmi veya gayri resmi herhangi bir haber gelmedi" yanıtını aldım.
Başmüzakereci Bağış’ın yakın çevresiyle paylaştığı değerlendirmeyi de aktarayım:
"Türkiye açısından daha iyi seçenek, limanların açılmaması nedeniyle askıya alınan 8 başlıktan bir-iki tanesinin jest olarak masaya gelmesidir. Bir-iki başlığın daha açılması, müzakereleri hızlandırır."
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2009
<b>ANKARA</b><br>ERGENEKON’un son dalgasında operasyonun amacı kadar usulü de tartışılmaya başlandı. Bence son derece hayırlı oldu. Çünkü hukuk ile orman yasasını ayıran fark usulde yatar. Herkesin ve hatta suçluların dahi hukuka ihtiyaç duyduğu konusunda anlaştığımızı görmek en azından bana çok iyi geldi.
* * *
CHP lideri Deniz Baykal, Ergenekon Davası’na ilk günden itibaren kuşkuyla yaklaştı.
Ucu açık iddianamelerden, bitmek bilmeyen gözaltı ve tutuklama dalgalarından şikayetçi oldu.
Baykal ile dün telefonda sohbet ettik, sorularımı yanıtladı:
Ergenekon’a dönük eleştiriler artıyor.
Benim teşhisim; başından beri siyasal dava oldu. Ergenekon davasının toplumda çok ciddi tepkilere neden olması karşısında bugüne kadar bu davaya destek olan medyadaki, kamuoyundaki hatta hükümetteki çevreler yavaş yavaş bir tereddüt içine giriyorlar. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın da bu işin bir parçası olduğundan hiç kuşku duymuyorum.
Cumhurbaşkanı da mı?
Tabii tabii. Ergenekon planlamasının her ikisi de doğrudan içindedir. İşin sahibi onlardır. Buna da tabii parti destek olmuştur, AKP, yandaş medya destek olmuştur, kamuoyu destek olmuştur. Haklı gösterecek çeşitli gerekçeler bulmuşlardır. İşte silahlar var, darbe günlükleri var, mafyalaşma var.
Başbakan nasıl içinde?
İşin özü Danıştay davasıyla ilgili değerlendirmeden başlıyor. Başbakan Danıştay davasının bir komplo olduğu kanaatindedir. Mahkemeye rağmen o kanaattedir. Ve bunun tam tersinin ortaya çıkacağını iddia etmeye devam ediyor. Bu onun siyasi tespitidir. Şimdi bunu oraya aktarabilmek için içeriden bir itirafçı bulundu, sahtekárın biri.
Siz de söylüyorsunuz, silahlar, mafya da var.
Türkiye’de darbe yapmak isteyen yok mu, mafyalaşma yok mu devlet içerisinde, ya da Güneydoğu’da hukuk kurallarını ihlal ederek faili meçhuller yapılmadı mı? Bunlar ayrı elbette. Ama bu o değil kardeşim.
Tepkileri yeterli görmüyor musunuz?
Bence asıl üzerinde durulması gereken şu... Herkes diyor ki: "Bu kadar da olmaz", Türkan Saylan Hanım’ın evi aranınca. Ben de diyorum ki "Bu kadar da olmaz" değil "hiç olmaz". Türkan Hanım’la ilgili ne kadar hukuk dışılık varsa herkesinkinde de o yatabilir. Bu bir istisna değil.
Son gözaltı listesine isimleri polis koydu deniliyor...
Polis koyuyorsa bu davaya başından beri yapılan itirazın haklı olduğunu gösterir. Neydi o? Bu dava "Savcının değil emniyetin kurguladığı dava" deniyordu. "Polis savcının yetkisini kullanıyor" deniliyordu.
Bu iddia doğruysa ne değişir?
Bu dava böyle gitmez. Bak daha önce sanıyorduk ki ortaya çıkan hukuksuzluklar 2-3 savcıdan kaynaklanıyor, genişletelim, daha angaje olmayan bir savcı kadrosu koyalım, beş yeni savcı önerelim iş belki toparlanır zannediliyordu. Şimdi bunun işlemediği anlaşıldı. Savcılar değişirse bu davanın seyri daha çok hukuka çevrilir diye düşünülüyordu öyle değil mi?
Evet.
Tam tersi oldu. Demek ki işin daha temel zafiyeti var. Nedir o temel zafiyet? Kardeşim bu davanın kurgusu emniyet kurgusudur. Bilinen kimliği ile emniyet bu davayı götürüyor. Savcı var, ama bu böyle gidiyor. Şimdi benim umudum hákimlerde.
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2009
BAŞKENTİN derin kulislerinde bir süredir dolaşan söylenti ilk kez DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk tarafından yüksek sesle dile getirildi. Tuğluk, Başbakan’a, "Aydın ve yazarların Kürt sorununun çözümüne hizmet edeceği anlayışıyla Abdullah Öcalan için önerdiği ’ev hapsi’ konusunda hükümetinizin bir çalışması var mıdır?" diye sordu.
Tabii ki yanıt alamadı, ama tabir yerindeyse Pandora’nın kutusu açıldı.
DTP’li vekilin soru önergesinin üstünden üç ay geçti ama bu söylentinin kaynağı daha yeni belli oldu.
Devletin istihbarat biriminin tepe yöneticisinin bu ihtimali dillendirdiği ortaya çıktı.
Devletin diğer birimlerinde bu öneriyi şimdilik fazla ciddiye alan, destek veren yok.
Ama DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, ev hapsi ihtimalinden yola çıkarak -ve Diyarbakır Savcılığı’nın inceleme açmasını göze alarak- Mandela-Öcalan benzerliği kurmadı değil:
"Güney Afrika’da Nelson Mandela cezaevindeydi, çözülmedi. Ne zaman Mandela’nın koşuları düzeltildi, yanına arkadaşları gönderdiler, ev hapsine aldılar, daha sonra özgürleştikten sonra ancak o zaman barış geldi."
Güney Afrika’da ırkçı rejim Nelson Mandela’yı 24 yıl Fok Adası’nda tuttu, sonra cezaevine aldı. Mandela’nın 27 yıllık tutsaklığının sadece son üç yılı ev hapsinde geçti, ziyaretçi izni çıktı.
ABD’nin artık iyice şekillenen Kürt planında Türkiye’ye düşen rol belli: PKK’yı tasfiye etmemize ses çıkarılmayacak. Karşılığında Kuzey Irak dahil Kürt coğrafyasını himaye edeceğiz.
Gözüken o ki, artık bu planın en kritik safhası tartışmaya açılıyor. Soru belli: Türkiye Cumhuriyeti kamuoyu Öcalan’ın bir gün tıpkı Mandela gibi özgür kalmasına razı gelecek mi?
Sosyal tanıtım zamanı
BAŞBAKAN’ın Almanya gezisinde yeni bir kamuoyu oluşturma stratejisinin uygulanacağını yakın kurmayından duydum.
Anladığım kadarıyla eski Başbakan Gerhard Schröder’in doğum günü için Almanya’ya giden Başbakan Tayyip Erdoğan bu ülkenin önde gelen medya kuruluşlarının temsilcileri ile kahvaltılı toplantıda buluşmayı planlıyor.
Bir anlamda sosyal vesileyi tanıtım amaçlı kullanmayı düşünüyor.
Artık resmi ziyaretlerin yanı sıra sosyal tanıtım zeminleri de aranacak.
Açık söyleyeyim, fena olmaz!
Çünkü Davos ve son Rasmussen krizinden sonra...
Erdoğan’ın AB reytinginin çok yüksek olduğunu söylemek mümkün değil.
Soru
AKP kapatma davasını beş ayda karara bağlayan Anayasa Mahkemesi DTP davasını uzattıkça uzatıyor. Son polis operasyonları bu tehire bir tepki niteliğinde mi algılanmalı? DTP’yi taksitle kapatmak anlamına mı geliyor?
Eğer öyleyse karar mercii kim?
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2009
ANKARADÜN öğle yemeğinde kalabalık bir masada Ergenekon sohbetine katıldım. İktidarıyla, muhalefetiyle herkesin aynı soruya takıldığını fark ettim.
Ergenekon nedir?
Sedat Peker mi, yoksa Türkan Saylan mı?
Darbeyle suçlanan emekli paşalar mı, yoksa Sisi mi?
Tuncay Güney mi, yoksa polis şefi Adil Serdar Saçan mı?
İki yıldır süren soruşturma ve binlerce sayfalık iddianame ortada...
Ama ne yazık ki, bu basit soruya açık yanıt bulunamadı.
Ergenekon nedir?
* * *
Öğle yemeğinde birkaç hafta önce bu köşede yazdığım öneriyi yineledim.
Ergenekon’u en fazla 150 sayfada özetleyecek bir rapor...
Bu metni yazacak süper müfettiş gerektiğini anlattım.
Önerimin gördüğü destekten cesaret alarak dönüşte Kutlu Savaş’ı aradım.
Susurluk Raporu’nu yazan Kutlu Savaş’a "Benzeri Ergenekon için mümkün mü?" diye sordum. Kutlu Bey, Susurluk Raporu’nu dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a sunarken kullandığı ifadeyi hatırlatarak sorumu yanıtladı:
- Mesut Bey’e raporumu teslim ederken dedim ki, "Efendim 120 sayfalık bir rapor, ekleri de 140 sayfa. Aslında beş bin sayfalık rapor, 500 sayfalık ekleri de olabilirdi. Ama esas değişmezdi.
Demek ki Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı sıfatıyla Susurluk kazasını araştıran Kutlu Savaş...
Merhum meslektaşımız Ufuk Güldemir gibi düşünüyor: "Habercilik ekleme değil ayıklama sanatıdır."
Yani ayrıntıyla şişirdiğiniz haber veya rapor daha kıymetli hale gelmez, aksine dikkat dağıtır.
En özel konuşmaları, saçma dedikoduları iddianameye eklemek marifet değil ehliyet eksikliğine kanıttır.
* * *
Kutlu Savaş’ın Susurluk Raporu on yıl önce ciddi tartışma yarattı.
Kutlu Bey o günleri biraz buruk ses tonuyla anlatıyor:
"Başıma geleceği bildiğim için raporu teslim eder etmez 15 gün uzaklaştım. Döndüğümde ortalık biraz yatışmıştı."
Peki neydi Susurluk Raporu’nda eksik görülen veya yanlış anlaşılan?
Kutlu Savaş’a göre raporun giriş bölümünü okumayan çok:
- Orada diyoruz ki, kazadan sonra bu işler birden kesildi. Yani ne demek istedik? Çizgiden çıkan devlet kurumları kamyona çarptı. Raporda bir çete ve üye listesi bekleyenler vardı. Oysa bir değil belki 40 çete söz konusuydu.
* * *
Kutlu Savaş ile sohbetimiz söyleşiye dönüşemedi.
Çünkü her zamanki ketumiyeti ile güncel konulara girmedi.
Sadece sohbetten edindiğim izlenimi aktarırsam;
* Ergenekon Terör Örgütü’nün herkesi ikna edecek şekilde kanıtlanmış olması gerektiğine inanıyor. Ancak o durumda gözaltıların haklı sayılacağına işaret ediyor.
* Tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi bir teftiş raporuna ihtiyaç duyulduğu görüşüne yakın duruyor. Bu işin altından en donanımlı Teftiş Kurulu olan Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun kalkacağını düşünüyor.
* * *
Ergenekon nedir?
Bu soruyu hafife almayın. Çünkü yakında bu soru ekseninde baş gösteren kutuplaşma...
Belki de Türkiye’ye Ergenekon Çetesi’nden daha fazla zarar verecek boyuta ulaşabilir.
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2009
ERGENEKON davası soğan halkaları misali devam ediyor. <br><br>Dün itibarıyla üçüncü halka operasyon tamamlandı. Böylece dördüncü halkaya ve belki de finale yaklaşıldı.
Daha önceki turları hatırlarsak;
1) Danıştay baskını tersine çevrildi:
"Danıştay’ı radikal dinciler değil Ergenekon bastı" tezi kanıtlanmaya çalışıldı. Daha genel söylem olarak, "Türkiye’de terör örgütü yoktur, Ergenekon vardır" propagandası işlendi.
2) 27 Nisan ve 367’nin intikamı alındı:
Laik eğitim Bir okul arkadaşım daha, Tijen Mergen, Ergenekon soruşturmasına dahil edildi. Tijen, başka bir arkadaşımız, Adnan Akfırat ile aynı örgüt üyesi olmakla suçlanıyor. Bu iddiayı ancak "Tom ve Jerry silahlı örgüt kurup evin hanımına karşı dağa çıktı" çizgi filmi kadar ciddiye alırım. Ama asıl maksat Tijen’in cemaat okullarına karşı laik eğitim zeminini koruma azmini kırmaksa, o zaman hesap başkadır. Tijen asla yalnız değildir! |
İkinci iddianame ile "Türkiye’de her an darbe riski vardır" korkusu yayıldı. Darbeye karşı her türlü önlemin alınması, hukuk dışına taşılması makul karşılanır oldu.
3) Cumhuriyet mitinglerine gölge düştü:
Dün itibarıyla üniversite ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni hedef alan operasyonla Cumhuriyet mitinglerine katılanlara, "AKP’ye muhalefet Ergenekon işidir" ayarı verildi. Sırada ne var diye merak edenlere, naçiz tahminimi aktarayım.
Dördüncü halkada, AKP’yi kapatma davasının intikamı alınacak.
Ve bu kez yüksek yargı ile medyanın üzerine gidilecek.
Artık eminim ki her fani bir gün Ergenekon’u tadacak!
Sayım daha bitmedi mi?DAHA önce de yazdım... Silah gördüğümde tırsarım.
Dolayısıyla Ergenekon soruşturmasında yakalanan cephaneliği çok ciddiye aldım.
Üç aydır bu konuda kamuoyuna bilgi verilmesini, boşuna bekledim durdum.
Mühimmat ve bombalar MKE üretimi, kime ne zaman teslim edildikleri belli. Eğer patlamamış bombalar sarf malzemesi arasında gösteriliyorsa, sorumlusu belgeli.
Türk Silahlı Kuvvetleri neden üç aydır sesini çıkartmıyor? Sadece,
"Bilirkişi heyeti kuruldu, birliklerde malzeme sayılıyor" deniliyor. Anlamak hakikaten mümkün değil.
Bugün TV yayını nedeniyle Orgeneral İlker Başbuğ’un İstanbul’daki toplantısına katılamayacağım. Eğer imkánım olsaydı, komutana sormak isterdim:
- Sayım hálá bitmedi mi?
Yazının Devamını Oku