Enis Berberoğlu

Ankara gündemini gebe bırakan kim?

30 Haziran 2009
ANKARAMesleğe başladığım ilk günden itibaren Ankara gündemi gebedir.

Kritik günlere gebedir, krize gebedir, müjdeye gebedir.

Ama beklenen doğum bir türlü gelmez.

Çünkü yaşanan dış gebeliktir.

Ankara nedense çok ender gerçek gündemle uğraşır.

Yazının Devamını Oku

Yeni ABD düzeninde tedavülden kalkanlar

28 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>AMERİKALILAR gizli projeleri kod isimle anmayı sever.<br><br>(Bilgisayar fanatikleri Windows 95’i Chicago diye hatırlar.)

Aleniyet kazanan projeler ise şahsa bağlı hale getirilir.

(1980’lerin Uzay Savaşları Kovboy Başkan Reagan’a mal edilir.)

ABD’nin “Türkiye’ye dönüş” projesinin ismi/rengi bellidir.

Obama’nın ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye yapması rastlantı değildir.

* * *

AKP iktidarının ilk beş yılında ABD, Türkiye’de yok gibiydi.

Amerikalı şirketler ikiye katlanan Türk pazarından pay alamadı.

ABD yönetimleri Irak savaşında Türkiye’den yardım görmedi.

Yazının Devamını Oku

Başbuğ’un yol haritası

27 Haziran 2009
GENELKURMAY’ın İnönü salonuna girişte ve ayrılırken ne düşündüm biliyor musunuz?<br><br>Madde bir... Orgeneral İlker Başbuğ ketumiyeti ve suskunluğu ile meşhur askerdi.

Göreve hazırlanırken yılda en fazla bir basın toplantısıyla medya önüne çıkma fikrindeydi.

Son dönemde neredeyse ayda bir kamera ve mikrofonların karşısına geçmek zorunda kaldı.

Yani İlker Başbuğ’u -bence istek ve iradesinin dışında- ringe çektiler sonunda.

Madde iki... Ayrılırken saatime baktım, 12’yi birkaç dakika geçiyordu.

Orgeneral Başbuğ onca lafı, soru ve yanıtları bir saate sığdırabildi.

(Ki kimi kapı önü canlı yayın yorumları daha bile uzun sürdü!)

Yakın ve uzak geçmişi hatırlayacak yaş ve baştayım.

O yüzden diyorum ki;

Yazının Devamını Oku

Çelik: Baltamı bileyliyorum

21 Haziran 2009
ESKİ Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik görmeyeli çok kilo vermiş.<br><br>Yedi aylık diyet ve günde 6 kilometre yürüyüşle 87 kiloya inmiş. Niyeti 85 kiloda durmak. Yeni yaşam tarzıyla formunu korumak.

"Başka ne yapıyorsun?"
diye soranlara ormancı fıkrası anlatıyor:

- İki ormancıyı işe almışlar... Biri durmadan ağaç kesip durmuş. Diğeri arada ortadan kaybolurmuş. Şefleri tam da "Tembel olanı işten çıkaralım" diye düşünürken bir de bakmış ki arada kaybolan ötekine göre çok daha fazla odun kesmiş.

- Nasıl olmuş?

- Meğer arada bir kaybolan ormancı o sırada baltasını bileylermiş.

- Kıssadan hisse nedir?

- Ben de şu sıralar baltamı bileyliyorum.

* * *

Hüseyin Çelik, günceli analiz ederken teşbih sanatına başvuruyor.

Mesela söz irtica belgesi tartışmasına dayandığında site örneği veriyor.

- Diyelim ki kooperatif kurduk bir site inşa ettik... Sizi de başkan seçtik.

- Sağ olun, gurur duydum.

- Siz de emniyete başvurdunuz, siteye özel güvenlik kurdunuz.

- Sonra ne oldu?

- Güvenlikçiler önce kılık kıyafetimize karıştılar, sonra ev yaşamımıza...

- Olur mu hiç?

- Sonra bir gün sizi "İşini yapamıyor" diye devirdiler.

- Darbe yani?

- Evet, bilir misiniz Redhouse sözlüğünde hangi sözcük yoktur?

- Hangisi?

- İngilizcede askeri darbe anlamına gelen sözcük yoktur, o sebeple övünürler.

- Genelkurmay Başkanı’nın irtica belgesiyle ilgili açıklamasını nasıl buldunuz?

- Çok önemsiyorum, "Darbecileri aramızda barındırmayız" demesini, ama...

- Ama ne?

- Konfüçyüs’ün bir sözü vardır, "İmparator adilse kanunun önemi yok" diye.

- Ya imparator adil değilse?

- O zaman da kanunun önemi yoktur.

* * *

Türkiye, 27 Nisan bildirisinden bir cuma gecesi haberdar oldu.

Bildirideki maddelerden bir kısmı Milli Eğitim’le ilgiliydi.

1 Mayıs Salı günü saat 14.00’te Çelik, Genelkurmay’a gitti.

Kutlu Doğum Haftası etkinliğiyle ilgili ithamları yanıtladı.

Bugün o görüşmeyi aktarırken ayrıntıya girmek istemiyor:

- O gün Büyükanıt’la sivil-asker ilişkileri konusuna da girdik.

- Peki hava nasıldı?

- Anlaşamadığımız konu olmadı, herkes işini yapsın, dedik.

- Ya bugün?

- Yine aynı, belgeden çok sivil-asker ilişkisi konuşulmalı.

* * *

Hüseyin Çelik’te malzeme çok, ama yerimiz dar.

Mesela Çelik’e göre Ruhban Okulu’nun hálá açılmamış olması büyük hata.

Kendisi geleceğe dönük planlarına hiç girmiyor, konuşmuyor.

Ama Çelik’le ilgili kulislerde 2 ihtimalden söz ediliyor.

Ya Meclis Başkanlığı veya Parti Sözcülüğü...

Her iki halde de bileyli baltasıyla dönüş yapacak.
Yazının Devamını Oku

Spekülatif soru hakkı: Belge ciddiye alındı mı?

20 Haziran 2009
ANKARA ERGENEKON savcıları neyi soruşturuyor, hatırlayalım.Deniliyor ki: "Silahlı Kuvvetler içinde bir çete var." Bu çete ve sivil bağlantıları hükümeti devirmek istiyor.

Bu amaçla darbe ortamı yaratmaya çalışıyor.

Danıştay’ı basıyor, Cumhuriyet’i bombalıyor, terör estiriyor.

İddia bu... Peki, son günlerde kıyameti kopartan belgede ne yazıyor?

Savcının peşinden koştuğu çetenin eylem planına benziyor.

Demek ki o yüzden ciddiye alınıyor.

* * *

Hükümet belgeyi önemsiyor ki, AKP suç duyurusunda bulunuyor.

Ana muhalefet lideri, "Araştırılsın, doğruysa kamuoyundan özür dilensin" çağrısını yapıyor.

Askeri savcılık şüphelileri sorguluyor, imzanın kriminal incelemesi başlatılıyor.

Özetle malum belgenin Taraf Gazetesi’nin manşetine taşındığı günden bu yana ortalık toz duman.

Kamuoyu merakı nedense "Belge sahte mi, gerçek mi?" sorusuna kilitli.

Nedense diyoruz, çünkü asıl soru ıskalanıyor gibi.

Söyledik, malum belge 4 Haziran günü ele geçiyor.

Taraf Gazetesi bu belgeyi dosyadan alıp 12 Haziran’da basıyor.

Arada geçen bir haftayı aşkın sürede savcılık ve emniyet ne yapıyor?

Asıl sorulması gereken bu değil mi?

* * *

Unutmayın ki, bu ülkenin demokrasi tarihinde Hrant Dink lekesi mevcut.

Açıkça "öldürecekler" ihbarına rağmen kimse kılını kıpırdatmadı.

Hrant Dink gündüz gözü İstanbul’un ortasında katledildi.

Gelelim AKP ve Fethullah Gülen Hoca’yı hedef alan belgeye...

Muhafazakár medyaya göre malum belgenin izleri ayan beyan ortada.

AKP’deki mayın çatlağı bile eylem planına yoruluyor.

Ama nedense savcı ve polisin belgeye dair ne işlem yaptığı sorulmuyor.

Malum belge gerçek de olsa, sahte de... Bomba gibi suç ihbarıdır. Bu nedenle sormak gerekiyor:

Emniyet Genel Müdürlüğü ek önlem açısından uyarıldı mı?

İçişleri Bakanlığı yani siyasi otorite haberdar edildi mi?

MİT ve diğer istihbarat birimleri ek bilgi için seferber oldu mu?

İktidar partisinin genel başkanı yani Başbakan bilgi sahibi miydi?

Dün Ankara’da birkaç hükümet üyesine danıştım...

Ve yukarıdaki sorulardan hiçbirisine olumlu yanıt alamadım.

Gözüken o ki, Taraf Gazetesi manşet yapmasa...

Sanki malum belge üçüncü iddianameyi bekleyecek gibiydi.

Arada canımız sadece Allah’a emanet edilecekti.

* * *

Hazır sormaya başlamışken, başka bir mesele daha var...

Ergenekon Savcıları askeri belgeler konusunda bugüne kadar doğru bir yol izledi.

Askeri belge ele geçirildiğinde hemen Genelkurmay’a yolladı ve gerçekliğini test etti.

Bu kez ya vakit yetmedi veya bilmediğimiz nedenler vardı... Belge askere yollanmadı.

Yani Askeri Savcılık da belgeyi, siyasi otorite gibi gazeteden okudu.

* * *

Buraya kadar verileri yorumladık, sorguladık.

Son bir spekülatif soruya izin varsa... Soruyorum:

Belgeyi Savcılık ve polis hakikaten ciddiye aldı mı? Veya taraflardan birisi, diğeri yeterince ciddiye almıyor izlenimiyle harekete geçip belgeyi kamuoyu ile paylaşmayı mı yeğledi?
Yazının Devamını Oku

Din eğitimi ayrı dini öğretim ayrı

16 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>BENCE amacım hasıl oldu...Laiklikle ilgili gazete sütununun elverdiği ölçüde tartıştık.

Meseleye ruhban okulu üzerinden girdik, aynı kapıdan çıkalım.

Din eğitimi ayrıdır, dini eğitim ayrı. Ruhban okulu din eğitimi verir, din adamı yetiştirir.

İmam hatip dini öğretim kurumudur...

Sadece din öğretmez. O yüzden bu okullardan imam da çıkar, başbakan da!

Yazının Devamını Oku

Cami vakfa bırakılsın maaş kaynağı özelleşsin

14 Haziran 2009
ANKARADÜN bu köşede "laiklik testi" sayılabilecek birkaç soru yönelttim. Örneğin, laik ülkelerde devlet dinler arası taraf tutar mı?

Veya sadece tek bir din/mezhebin ibadetini destekler, imam maaşını öder mi?

Dini eğitim yalnızca çoğunluğun tercihine göre mi verilir?

Amacım küfür değil sorgulamaktı. O yüzden itiraf edeyim ki, çekinerek yazdım.

Ama gelen onlarca elektronik postadan sevinerek gördüm ki...

Alınmadan, gocunmadan, hakaretsiz tartışabiliyoruz.

* * *

Bugün merak ve önerilerimin altını bilgiyle doldurmaya çalışacağım.

Mesela "Devlet din görevlisi istihdam etmeli mi?" sorusu ne yeni, ne de yersiz.

Bugün Diyanet bütçesinden maaş alan din görevlilerini Osmanlı’da vakıflar bakar beslerdi.

Eski dilde Hademe-i Hayrat denilen bu kesim Cumhuriyet’in ilk yıllarında epey adres değiştirdi.

Önce Diyanet İşleri Reisliği’ne (Başkanlığı) bağlandılar, ama daimi kadroları çıkmadı.

İlginçtir, 1930’ların ortasında camiler -tıpkı Osmanlı’daki gibi- Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlandı.

İmam ve vaizlerin Diyanet’ten maaş almasına Demokrat Parti 1950’de karar verdi.

* * *

Yarın bu sistemi Cumhuriyet’in ilk yıllarına döndürmeye kalksak...

Vakıfların gücü sayıları 80 bine yaklaşan camiyi idareye yeter mi?

Kestirme yanıtını hemen vereyim: Yeter de artar bile...

Türkiye’de 41 bin 720 adet mazbut vakıf var, devlet yönetiyor.

288 tane mülhak vakfın yönetimi devlet gözetimi şartıyla ailelerde.

161 adet cemaat vakfı ile 4 bin 500’e yakın yeni vakfı da ekleyin.

Bu vakıfların mal varlığını kısaca özetleyelim, fikir versin... 15 bin 393 bina, 47 bin 126 arsa, 24 bin 592 arazi, 174 bin 72 tarla, 19 bin 814 bağ-bahçe, 9 bin 45 orman alanı, 7 bin 220 orta malı...

Yani özetle, isterseniz camileri yeniden Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlayın...

Dilerseniz ve daha iyisi, vakıfları yeniden canlandırıp, mallarını iade edin.

Zaten azınlık vakıflarının mallarının geri verilmesi gündemde, o sorun da çözülsün.

Dinin kaynağı özelleşsin... Devletin tercih ettiği din, ibadethane, din adamı kalmasın.

* * *

Peki, vakıf-ibadethane ilişkisinin riski nedir, denetimi nasıl olacak?

Kusura bakmayın ama, biz vakıflara üniversite, hastane kurma izni tanırken... Hatta otomobil, çimento, demir-çelik üretmesi ile övünürken nasıl güveniyorsak... Aynı güveni duymak zorundayız.

* * *

Karşı görüşleri toplamaya devam ediyorum.

Sabrederseniz, din eğitimi-dini eğitim farkına işaret edeceğim salı günkü yazıma ekleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Gelin Ruhban Okulu’ndan önce laikliği tartışalım

13 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>SANIRIM mesele laikliği yanlış anlamaktan geçiyor. Laiklik dinsizlik veya din düşmanlığı anlamına gelmez. Tam aksine herkes için din, mezhep, düşünce ve vicdan özgürlüğünün garantisidir. O yüzden din ve ibadet üzerine devletin gölgesi düşmemelidir. Peki laikliği böyle tanımlarsak...

Türkiye sizce laik midir?

* * *

Madde bir...

Türkiye’de zorunlu din dersinden vazgeçilmiyor.

Yani devlete egemen din (ve mezhep) çocuklara dayatılıyor.

Madde iki...

Devlet din adamı yetiştiriyor.

İmam Hatip’lerde 120 bin öğrenci okuyor.

Ama ortodoks din adamı mezun edecek Ruhban Okulu kapalı.

Yani devlet dinler arasında açıkça taraf tutuyor.

Madde üç...

Devlet din görevlisi (imam) istihdam ediyor.

Diyanet İşleri’nin imam hatip kadrosu 75 bin kişi.

Ama kilise, sinegog veya cemevleri kendi yağıyla kavruluyor.

O sayede "Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman bu ülke" diye övünebiliyoruz.

* * *

Laikliği dünyaya 1905 yasalarıyla Fransa öğretti.

Türk laikleri ilk günden itibaren Fransız ilhamıyla yetişti.

Ne var ki, Fransa’da din devletten hakikaten bağımsız...

Yani bizdeki gibi çakma laiklik uygulanmıyor.

Din adamlarını devlet yetiştirmiyor, maaş ödemiyor.

* * *

Cumhuriyet projesi doğumunda sacayağıyla yükseldi.

Muhtar, öğretmen, imam üçlüsü devletin temsilcisiydi.

Ama artık dini devletin vesayetinden kurtarmak lazım.

Aksi halde, alevi-sünni çatlağını kapatmanın yolunu bulamayız.

Din özgürlüğü deyip sadece kendi dindarımıza yol vermenin ayıbından kurtulamayız.

* * *

Kiminize küfür gibi gelecek... Ama gerçekten laik bir ülkede yaşıyorsak.

1) İmam hatipleri kapatıp, devletin dini eğitimden elini ayağını çekmesi zorunludur.

2) Ruhban Okulu’nu açılması, cemevlerinin ibaret yeri sayılması zamanı gelmiştir.

Siz bu önerilerimi kafanızda tartışın veya bana ses verin...

Yarın bu köşede karşı görüşleri okuyacaksınız, söz!

Tarihi fırsat=Psikolojik ortam

TARİHİ fırsatın ne olmadığını zaten biliyorduk...

PKK ile anlaşma, af gibi konular gündemde değildi.

Ne olduğunu Digor Savcısı’nın kararı ortaya koydu.

Psikolojik ortam bu tür kararlara izin verecek hale geldi.

Siyasi otorite bu ortamı kullanmak ister mi...

Önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Yazının Devamını Oku