Enis Berberoğlu

Anayasa değişikliği kadar yöntem önemli

9 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a yeni binası vesilesiyle "hayırlı olsun" ziyaretim biraz gecikti. Başkan’ın çok yoğun programı nedeniyle ancak dün öğleden sonra görüşebildik. Gerçekten beğendiğim binanın bence ilginç rakam ve öyküsünü ikinci yazıda aktardım.

Haşim Bey ile sohbetimiz yazılmamak kaydıyla geçti, sözümü tutuyorum. Sadece kendisinin bana yönelttiği tek bir soruyu kayda geçiriyorum. "Anayasa değişikliği ne oluyor?" diye sordu Başkan Kılıç ve yanıtımı dinlemeden ekledi.

Anayasa değişikliğinde içerik kadar izlenen yöntem de çok önemli...

* * *

Anayasa
Mahkemesi binasının havasından olsa gerek, bu cümle bana ilham verdi.

Aklıma çok basit ve fakat çalışması muhtemel plan, hatta yol haritası geldi.

Madde bir... Anayasa değişikliğinin ilk adresi partiler değil TBMM olmalı.

Madde iki... TBMM Başkanı, parlamento içi ve dışı partiler ve sivil toplumla temasa geçmeli.

Madde üç... Herkesin değişiklik önerisi TBMM’de birleşmeli, ortak metin çıkmalı.

Madde dört... İşte tam bu aşamada TBMM Başkanı partilere çağrıda bulunmalı.

Madde beş... Partilerin temsilci yolladığı komisyon, Anayasa taslağını hazırlamalı.

Uzlaşma Anayasası Meclis’ten geçip halka emanet edilmeli...

Bilmiyorum bu yolu beğenmeyen, itiraz eden çıkar mı?

Binası adaletin görkemine uygun

SELANİK Caddesi, Çankaya ve İncek... Anayasa Mahkemesi’nin üç adresi.

Ancak yeni hizmet binasının eskiye göre tek ayırıcı özelliği, semti veya kapladığı alandan ibaret değil.

Başkan Haşim Kılıç, haklı olarak asıl farka işaret ediyor:

Daha önceki binalar bize tahsis edildi, taşındık, kullandık. Yetti yetmedi ayrı mesele. Ama bu kez, bu bina en ince ayrıntısına kadar ihtiyaçlarımıza göre planlandı, sıfırdan inşa edildi.

Haşim Kılıç, Başkanvekilliği döneminden itibaren yeni binayla ilgili. Öyle ki bazı günler gece yarısına kadar inşaata nezaret etmiş, beton kırdırmış.

Peki sonuçtan memnun mu? Öyle gözüküyor, tevazusunu yitirmeden kafasındaki ölçüyü anlatıyor:

Yurtdışında da anayasa mahkemelerinin binaları adaletin görkemini yansıtır.

Anayasa Mahkemesi Başkanı, yılların hukuk adamı.

Ama bu inşaat sırasında para yönetimine hákim olduğunu da kanıtlıyor.

34 bin metrekarelik inşaatın toplam maliyeti 45 milyon TL.

Binanın içinin tefrişi ise 3 milyon TL’yi aşmıyor.

Başkan Kılıç, binayla ilgili tek bir isim verme gereğini duyuyor:

Melike Battal kızımız, haftada iki gün İstanbul’dan Ankara’ya geldi. Her ayrıntıyla tek tek uğraştı. Sonunda herhalde yol parasını bile karşılamayacak bir meblağa, 10 bin TL’ye, bütün binanın iç dekorasyonunu tamamladı.
Yazının Devamını Oku

Öteki gazeteci inadı

7 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>DÜN Zaman Gazetesi’nde bir gazetecinin haber inadının öyküsünü okudum, içime işledi, paylaşmak istedim. Ve o gazeteci bizim mahalleden olmadığı için değil... Kaynağından "öteki" sayıldığı için yazıma bu başlığı uygun gördüm. Ali Aslan’ın imzasını uzun zamandır takip ederim. Zaman Gazetesi’nin Washington muhabiri. Biliyorsunuz, Zaman Gazetesi Genelkurmay’a akredite değil, yani askeri faaliyetlere davet edilmiyor. O yüzden Ali Aslan’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Washington ziyareti sırasında Büyükelçilik’te düzenlediği basın toplantısına davet edilmesi haber değeri taşıyor. Ama ve lakin Aslan’ın yazısından anlıyoruz ki, bu davet akreditasyon anlamına gelmiyor.

Gazeteci arkadaşımız, basın toplantısına "Vatandaş Ali Aslan" kimliği ile çağrılmış. O da, "Başbuğ, Vatandaş Ali’yi nasıl akredite etti?" diye yazmış. Yine de bu sınırötesi özgürlük operasyonundan Zaman Gazetesi okurları kárlı çıktı. Çünkü Ali Aslan’ın kaleminden Başbuğ’un temas ve açıklamalarını, bazı görüşmelerin perde arkasını okuma, öğrenme fırsatını buldu.

Aksi olsaydı, yani Aslan’a yasak sürseydi... Ne olacağını geçen pazartesi Zaman Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın köşesinden okuduk. Denizkurdu Tatkibatı’na Zaman Gazetesi’nden kimse çağrılmayınca yazı işleri de haberi görmemiş. Ekrem Dumanlı bu eksiği ertesi gün fark edince arkadaşlarını uyarmış. Ama iş işten geçmiş. Genelkurmay Başkanı aynı, gazete aynı... Hatta gözüken o ki niyet de aynı. Ne var ki, Zaman okuru iki aynı olayda haber alma özgürlüğünün tadına aynı ölçüde varamadı. Washington’dan haber alabildi, Denizkurdu’ndan haberdar olmadı. Tabii ki medyadaki tek yasak öyküsü, Genelkurmay ve Zaman Gazetesi ilişkisinden ibaret değil. Örneğin, Başbakanlık aylardır Doğan Grubu gazete ve TV’lerini görmezden geliyor. Adeta küslük yaşanıyor. Okurun kabaca yarısına, Başbakan’dan haber almakta yaşanan zorluğu yansıtmamaya çalışıyoruz.

* * *

Öteki
gazetecinin yasağı kabul etmeme inadını anlamak kolay... Habercilik refleksi zaten davete bağlı değildir, aksine zoru sever. Ne var ki gazetecileri "bizden" ve "öteki" diye ayrıştırmaya çalışanların hesaba katmadığı başka bir mesleki tepki daha var. Ne Başbakan’ın uçağındakiler "ötekileri" unutuyor. Ne de Genelkurmay’a davet alanlar diğerlerine uygulanan akreditasyon yasağından memnun ve/veya savunuyor. Çünkü;

1) Rekabete açık olmayan ortam medyayı bozar.

2) Gazeteci propaganda değil haber arar.

3) Haberci hiçbir cemiyete/cemaate aitmiş izlenimini yaratamaz.

* * *

Genelkurmay
’ın uyguladığı "Ali Aslan kriteri" belki de iyi bir haberdir. Kurumsal olarak anlaşamasak bile bireysel akreditasyon geçici çözüm sağlayabilir.

Dede’nin maliyeti

FENERBAHÇE Spor Kulübü’nün 310 milyon TL’lik bütçesi var. Çoğu şirketten daha büyük bu rakamı artık çoğumuz biliyoruz. İki Fenerli yönetici oturdu, Dede lakaplı Aragones’in bir yılda kulübe verdiği zararın rakamsal boyutunu hesapladı.

Ligdeki pozisyon, kombine bilet satışları, Avrupa kupaları geliri... Hepsini alt alta yazınca 25 milyon Euro’luk bir rakam çıktı. Üstüne sözleşme fesih tazminatı olan 5 milyon Euro’yu ekleyince toplam hasar 30 milyon Euro’ya ulaşıyor.

Yani Dede, kabaca bütçenin yüzde 20’sine mal olmuş durumda.
Yazının Devamını Oku

Baykal: Teşvikler IMF ile anlaşamayız demek

6 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>CHP lideri Deniz Baykal ile gündemdeki üç konu üzerine sohbet ettik... Yeni teşvik ve istihdam paketi, TBMM’den güç bela geçirilen mayın temizleme kanunu ile Başbakan’ın "Adımız AKP değil AK Parti’dir" resti. * * *

Psikolojik operasyon


"Teşvik ve istihdam paketi biraz psikolojik operasyon gibi. Piyasada arzu edilen havayı yaratmaya dönük. Yoksa her yere birden teşvik vermek, kimseye özel destek vermiyorsunuz anlamına gelir. Ayrıca Türkiye’nin asıl makro sorunu, bütçe açığı ve mali dengede her geçen gün artan zafiyet. Paketin maliyeti belirsiz, işin ucu bucağı belli değil. Acaba hükümet, ’Bir iş yapmış gözükelim, zaten fazla işlemez, harcama olmaz’ diye düşünmüş olabilir mi?"

"Hükümet aslında diyor ki, ’Biz IMF ile anlaşmayız’. Bu program bu demektir. Herkes orta vadeli bir program bekliyordu. Kur, faiz nereye gidecek, bütçe açığı, büyüme ne olacak, önünü görmek için. Çünkü IMF olmadığı için herkes merak ediyor, ekonominin nereye gittiğini. Bu programın yerine teşvik ve istihdam paketi ilan ettiler. Ekonomide beklenen program buymuş gibi sunmaya çalışıyorlar. Aksine bu paket finansman ihtiyacını daha da ağırlaştıracak."

* * *

62 vekil oy vermedi

"Mayın meselesinde biliyorsunuz, 62 iktidar partili milletvekili oy vermedi. Böyle bir projenin pratiği yoktur, çok havai bir fikir. İster Ortadoğu ülkesi olsun ister İsrail olsun fark etmez... Bir başka ülkeden insanlar gelecek. Etrafta insanlar topraksız, yoksul... Dışarıdan gelenler orada tarım yapacak, bizim insanımız seyredecek, böyle şey olmaz. Denemeye kalkmaları halinde toplumsal tepkiyle karşılaşacakları çok açıktır. Zaten Anayasa hukuku da karşı."

"En iyisi bu işi askerin yapmasıdır. Başından beri bunu söyledik. Yani askerin şu kaygısını anlıyorum. ’Hedef olmayalım, zayiat olursa, suçlanmayalım’ istiyorlar. Ama bu riskler için var Türkiye’de Silahlı Kuvvetler. Uluslararası işbirliği yapsın, gerekli desteği de alsın. Bakın emekli albaylar çıkıyor, ’Versinler 3 tabur temizleyeyim’ diyor. Deli dolu da konuşsa, arkasında bir mantık aramak gerekir. Suriye kendi başına temizledi, tarım yapıyor, öyle değil mi?"

* * *

7 yıl AKP’yi yemiş

"Başbakan’ın ’AKP diyen edepsizdir’ sözü, bu konuşması Türkiye için kabul edilemez tehdit yarattığının ifadesidir. 7 yıl AKP’yi yemiş Başbakan, 7 yıl sonra çıkıyor diyor ki, ’Bunu söyleyen edepsizdir’. Bu bir başbakan üslubu mu, başbakan anlayışı mı? Bunu yapan, milletin karşısında böyle konuşan her şeyi yapar. Ne zaman, nerede, ne yapacağını bilemezsin."

Biz biliriz basmayız

DENİZ Baykal, sohbetin sonunda yeniden mayın temizleme meselesine döndü, gerçek bir hikáye anlattı:

"Güneydoğu gezisinde bir arkadaşımız sınıra sıfır noktadaki bölgede, yaşlı bir köylü ile konuşmuş. ’Köyde mayına basmış, kolunu, bacağını kaybetmiş kişi var mı?’ diye sormuş. Köylü, ’Yok’ demiş ve eklemiş: ’Beyim biz mayınların hepsinin yerini biliriz, basmadan karşıya geçeriz, 50 yıldır Suriye’den alacağımızı alır, buraya döneriz.’

Hatta geçenlerde bir askeri birliği bile mayınlı araziden geçirmiş aynı köylü. Ve diyor ki bizim arkadaşa, ’Bana versinler yetkiyi, ben kendi arazimi temizler, işimi yaparım.’
Yazının Devamını Oku

Anayasa’da sivil toplum TBMM’yi solladı geçti

2 Haziran 2009
<b>ANKARA</b><br>DEVRİMCİ İşçi Sendikaları (DİSK) dün, Anayasa önerisini açıklayan Sivil Toplum Örgütleri arasına katıldı. Daha önce TÜSİAD, TOBB, Barolar Birliği gibi kuruluşlar da benzer katkılarını kamuoyuyla paylaştı. İlginçtir, 1982 Anayasası’nı savunan kalmadı, ama değiştirmeye kimsenin gücü yetmiyor.

Nedenini dün Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e sordum. Herkesi suçladı, partisi hariç.

* * *

Devlet sorunu oldu


"Türkiye’de bazı konular var ki bu devletin sorunudur. Benim sorunum, yani hükümetin değil. Ancak herkes ile beraber benim sorunum. İktidarda ben olduğum için sorun var denilemez. 1980 öncesi CHP, o zamanki milliyetçi cephe hükümetlerini suçladı. ’Terör bu hükümetten kaynaklanıyor. Bu giderse terör biter, ben gelirim düzeltirim’ dedi. Ama günde beş-altı kişi öldü. Terör gibi Anayasa da sonunda devlet sorunu haline geldi. Devleti yönetmeye talip olan kim varsa, ya da bu sorundan rahatsız olan kimse onun da sorunu. Sözüm muhalefet partilerinedir. Sorunun çözümüne niyetleri yok. Hükümetin önerisine karşı çıkarak durumu kurtarmaya çalışıyorlar."

* * *

Referanduma gider mi?

"Şimdi bir Anayasa değişikliğini referandumsuz nasıl yaparız? CHP ile anlaşırsak 367’nin üstünde çoğunluk olacağı için referanduma gerek kalmayabilir, Cumhurbaşkanı göndermezse. MHP ile yaparsak yine gerek kalmayabilir. Ama DTP ile oturdum yaptım, referanduma gider. 367’nin altında kaldığı için. O yüzden diyoruz ki, Anayasa değişikliği matematik çoğunluk meselesi değil. Gelin bu işi birlikte yapalım. Meclis Başkanı’nın teklifi halen bekliyor. Kim hangi maddelerin değişmesini istiyorsa uzlaşma komisyonunda bunları oturup konuşuruz, tartışırız. Biz seçimden sonra kendi önerimizi getirmek istedik kıyamet koptu, hatırlıyorsanız."

* * *

Kaç maddeyse hazırız?

"Anayasa değişikliği ne olur sorusunun muhatabı benden ziyade öbür partilerdir. Biz, Anayasa’nın değişmez maddeleri dışında kaç madde diyorlarsa hepsine hazırız. Çünkü biz hazırlığı önceden yapmış partiyiz. Fikrimizi kabul eden olur, olmaz. Ama biz hazırlık yaptık. 5 maddeyi kenara bıraktığımızda geri kalan 170 maddeyle ilgili değişikliğe hazır ve hazırlığı yapmış partiyiz. Öbürlerinin kaç maddelik değişiklik önerileri var, keşke bunu görebilirsek. Niyetimiz varsa neden sonbahara bırakalım ki. Yazın da çalışırız. Çalışmaktan kaçmanın bir anlamı yok ki."

* * *

Meclis
’in toplumun taleplerini okuma ve yerine getirme konusundaki rötarı... Yorgunluk emaresi mi, yoksa iktidar partisinin misyonunu yitirme duygusu mu? Önümüzdeki günlerde anlayacağız.
Yazının Devamını Oku

Türk okullarının talebeleri Ankara’da

31 Mayıs 2009
<b>ANKARA</b><br>BAŞLIKTAKİ garabetin farkındayım. O yüzden peşinen dikkatinizi çekerim; "Türk okulları" diyorum, Türkiye’deki Türk okullarından söz etmiyorum. Yazımın konusu, 115 ülkede Türkçe öğreten okullar... Papua Yeni Gine’den Almanya’ya, Nijerya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar uzanan yelpazede, renk ve uyruktaki öğrencileri. Her yıl olduğu gibi 700’e yakın ve en yaşlısı 18’ini görmemiş genç, dünyanın dört yanından Ankara’ya geldi. Türkçe Olimpiyatları’nda yarışmak, Türkçe şarkı, türkü söyleyip şiir okuyarak marifetlerini sergilemek üzere...

115 ülke dedik ya... Hepsinde Türk okulu yok, bir bölümünde üniversitelerin Türkoloji kürsülerinde dil öğretiliyor. Ama 100 kadar ülkede bir veya daha fazla Türk okulu mevcut. Çoğunda Türkçe seçmeli dil veya en azından Türkçe öğrenmek isteyenler kulüp kurup bir araya geliyor.

Avrupa’da Türk okulu açmak daha zor... Çünkü öğretmen diplomalarında Avrupa denkliği aranıyor. Oysa Maldivler gibi küçük ülkeler bırakın şart koşmayı, okullara bedelsiz arazi ve bina tahsisiyle teşvik sağlıyor.

* * *

Altındağ
’daki Anfa Kongre Merkezi’nin amfisinde konuk öğrencilerin gösterisi sürüyor.

Biz, yani bir grup gazeteci, ülkelerin yerel ürünlerini sergilediği stantları geziyoruz.

Madagaskar Adası’ndaki iki Türk okulundan gelen öğrencilerle tanışıyoruz. Morgan isimli olanı biraz sıla hasreti çekiyor gibi. Daha doğrusu beş kuzusunu özlüyor. Ada’daki iki okuldaki 170 öğrencinin Türkçe öğretmeni Hayati Bey, Afrika’da dil öğretmenin hiç akla gelmeyen zorluğunu anlatıyor, şakalaşıyoruz:

- Gül sözcüğünü telaffuz edemiyorlar, ü harfi yok çünkü.

- Siz de Tayyip demeyi öğretsenize...

- O daha kolay... Hele "One Minute" reklamından sonra.

* * *

Maldivler,
Hint Okyanusu’nda 200’ü kullanılan 1200 adalık, 329 bin nüfuslu cumhuriyet. Türkçe öğretmeni Cengiz Bey, bizi kırmızı elbiseli güzel mi güzel kız öğrencisi ile tanıştırıyor.

İsmi Şafra Hassan... Adı o dilde kırmızı demekmiş.

Tayyip Erdoğan’ın meşhur ettiği "Bizim de yaşadığımız hayattır" şiirini Türkçe okuyor.

Maldivler’de Türk okullarının önemli bir projesi daha hayata geçmiş durumda. Türkmenistan’daki Türk okulundan mezun bir öğretmen bugün Maldivler’de çalışıyor. Okullar artık öğretmen ihraç ediyor.

Stantları gezerken dikkat ediyoruz, o yoğun ilgiyi Papua Yeni Gine çekiyor. Masklı, kalkanlı, suratları boyalı konuk öğrencilerle fotoğraf çektirmek isteyenler kuyruğa giriyor.

Türkçe öğretmeni Hatice Hanım daha 25 yaşında. Kendisi gibi öğretmen olan eşiyle Tayland’da taşınmış.

850 ayrı dilin okutulduğu ülkede Türkçe tabii ki ana eğitim dili değil. Ama okulda Türkçe kulübü var.

* * *

Açık
söyleyeyim, Fethullah Gülen Hareketi’ne siyaseten hiçbir yakınlık duymam. Ama dün çok şahsi bir sebeple fazlasıyla etkilendim. Çünkü mezun olduğum yabancı lisenin 1900’lerin başında değişik ülkelerde 40’a yakın kardeşi vardı. Bugün yanılmıyorsam, İstanbul dahil sadece altı adet okul kaldı.

Sadece bir yüzyıl, benim açımdan ergenlikten yaşlılığa geçen süre...

Bugün dünya üzerinde benim liseme benzer 100’den fazla Türk okulu var.

Şaka gibi geliyor ve hoşuma gidiyor.
Yazının Devamını Oku

Demirtaş: Kürt parlamentosu Türk-Kürt çatışması çıkartır

30 Mayıs 2009
ANKARATÜRKİYE’deki Kürt sorununu çözme iradesi mayına kurban gidemez. Şehitlerimiz bizi ayıltmalı, meselenin doğru muhatabına yöneltmelidir. Terörün kaynağına silahla inilir, Kürt meselesinin çözümü içinse siyaset gerekir.

Dikkat ediyorum, Meclis’teki DTP’liler bir hafta içinde iki önemli sınavdan başarıyla geçti.

Murat Karayılan’ın İskoçya Modeli Kürt Parlamentosu saçmalığına itiraz eden DTP, Çukurca’da 6 cana kıyan mayınlı saldırıyı kınamakla kalmadı, barış çabalarına engel olarak niteledi.

DTP’nin Grup Başkanvekili ve Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’a Diyarbakır’dan telefonla ulaştım... Etnik parlamentodan son saldırının faillerine kadar uzanan sohbetimiz oldu.

* * *

Tarife uymaz


Etnik parlamento önerisine karşısınız.

Bizim demokratik özerklik projemiz, etnik esasa dayalı bir yerel yönetim modeli değil. Bölgelerin kendi ihtiyacına, idari yapısına, demokratik özerkliklerine, adem-i merkeziyete (yerinden yönetim) dayalı bir yapılanma modelidir. Ayrıca sadece Kürtler için değil, Doğu-Güneydoğu için değil, bütün Türkiye’nin tamamında bir idari yapılanma olmalı. Yoksa Türkiye’nin doğusunda özerk yapı olacak, geri kalanı merkezi sistem, bu Türkiye açısından çözüm değil. Bu nedenle Kürt parlamentosu bizim tariflediğimiz özerklik tanımı içerisine oturmuyor. Kürt parlamentosu nereye kurulursa kurulsun, o bölgede mutlaka başka etnik kimlikler, Türkler, Araplar, Süryaniler, Keldaniler yaşıyor olacak. Dolayısıyla Türkiye’nin toplumsal, sosyolojik gerçekliğine çok da hitap etmeyecek.

* * *

Etnik çatışma

Peki "felakete götürür" ifadesini neden kullandınız?

Yani en nihayetinde Türkiye’de herhangi bir etnik kimliğin diğer etnik kimliklerden kendini ayrıştırmaya yönelik bir talebi olursa... Veya kendi örgütsel modelini işte Kürt parlamentosu gibi, öne çıkarmayı düşünürse bu etnik bir çatışmaya gider. Yani diğer etnik gruplar, Türkler başta olmak üzere elbette ki bundan hoşnut olmayacaklardır. Şu anda PKK ile devlet arasında süren bir çatışma söz konusu. Bu hiçbir zaman etnik bir çatışmaya dönüşmedi. Riskler zaman zaman da olsa var. Ama Kürtlerin kendi parlamentolarını Türkiye içinde oluşturma niyeti diğer etnik gruplar tarafından hoş karşılanmayacak ve giderek etnik gruplar arası bir tartışmaya ve elbette ki çatışmaya kadar gidebilir. Felaketten kastım buydu.

* * *

Derin PKK mı?


Gazetelerde Çukurca saldırısını PKK Ergenekon’una bağlayanlar var?

Ben çok öyle düşünmüyorum. Daha doğrusu hiç öyle düşünmüyorum. Uzun süredir PKK’nın açıklamalarını biz takip ediyoruz. "Bu operasyonlar durmazsa, devam ederse biz de karşılık vereceğiz" diye sürekli açıklama yapıyorlardı. Bu son dönemlerde yirmi küsur kayıpları oldu ve aralarında çok üst düzey bölge komutanları falan vardı. Kaygılıydık yani her an misilleme eylemi yapabilirler diye. Maalesef ki öyle oldu.

* * *

Soruları boşverin ama yanıtları beğendiyseniz, lütfen sadece bir anlığına düşünün.

Terörle Kürt meselesi ayrıştığında bu ülkedeki siyasi muhatap kim olacak karar verin.
Yazının Devamını Oku

Güneydoğu için pozitif ayrımcılık yapılabilir

24 Mayıs 2009
<b>ANKARA</b><br>KÜRT meselesinin CHP seçmen tabanının desteği olmadan çözümü imkánsız demesek bile çok zordur. Son dönemde "tarihi fırsat" koduyla anılan yeni açılımları CHP Genel Başkanı Deniz Baykal nasıl algılıyor, bu açıdan çok önemli. Deniz Baykal’a sordum öğrendim, size aktarıyorum.

* * *

Asimilasyon-Entegrasyon:


"Ben ısrarla üzerinde duruyorum. Önlemler ayrıştırıcı mı olacak, kaynaştırıcı mı olacak? Çünkü asimilasyon yok ama entegrasyon olmalı. Beraber olacağız, beraber yaşayacağız. Mesela, eğitimde bir pozitif ayrımcılık yapılabilir. O bölgenin çocuklarına özel ülkeyi sahiplenme ve temsil etme şansını getirme amacıyla. Türkiye’de eğitimde kamu olanaklarının kaybolmaya başlaması, ekonomik bakımdan yeterince güçlü olmayan ailelerin çocuklarını iyi bir eğitime kavuşturmasına engel oluyor. Bu ayrım Türkiye’nin genelinde var, Güneydoğu’da daha fazla var. Oralar çok daha fakir çünkü. Şimdi bunu aşmak için çok özel eğitim politikaları uygulamak lazım. O bölgede çok yetenekli çocukları yakalayıp, yüksek kaliteli okullara taşımak lazım. Özel yüksek kaliteli okullar açmak lazım oraya. Kolej, Anadolu liseleri, bölge okulları. Oradaki çocukları alıp Türkiye’nin en iyi okullarında okuma imkánlarına, burslara falan kavuşturmak gerekli."

* * *

PKK-Cemaat-Mafya üçgeni:

"Buradaki bütün mesele şu. Oradaki yetenekli çocuk ’20 yıl sonra ne olacağım?’ diye kendisine soruyor. Bilim adamı ol, doktor ol, siyasetçi ol, büyükelçi ol diyemezsen... Ya PKK safında kendisine yer arıyor veya cemaate katılıyor ya da mafya hiyerarşisinde yer arıyor. Alıp sen o çocuğu adam gibi, meşru kanallarla okutursan, hem toplumu kaynaştırmış ve adaletsizliği ortadan kaldırmış olursun, hem de Türkiye’yi yetenekli insanların temsil etmesine imkán sağlamış olursun. Bu temelde eğitim bütünleştirici olarak kullanılmalı. Bunu yaparken adama şunu da söylemeyelim: ’Sen Kürt olduğunu unut.’ Ne münasebet! Kürt sorunu diye tanımlanan sorunu terörden tamamen bağımsız bir şekilde düşünmek lazım. Türkiye’yi sahiplenmesine fırsat vermek, kendi kimliğini koruyarak, kültürünü koruyarak, geliştirerek Türkiye ile kaynaşmasını sağlayacak çözümler üzerinde durulmalı."

* * *

Söylenince tepki çekecek:


"Bence hükümet bu konuda yeterli dikkati sergilemiyor. Nereden çıkarıyorum? Bu kadar konuşuldu, tarihi fırsat diye. Kardeşim, söylesene, söylemiyorlar. Çünkü biliyorlar ki söyledikleri anda büyük tepki çekecek. Şimdi herkesi iyi bir şey olduğuna angaje etmeye çalışıyorlar. Ondan sonra ’oldu bitti, hadi yapıverelim’ demeye getirecekler. Yapılacak olan eğer bütünleştirici ise hiç bu kadar naza niyaza gerek yok. Söylersin hep beraber sahipleniriz, helal olsun deriz. Ama şimdi kıvranıyorlar. Niye söyleyemiyorlar? Olayı ayrı bir kültürün, siyasetin hatta yapılaşmanın zaman içinde ortaya çıkmasına imkán verecek şekle getirmek üzereler."

* * *

Deniz Baykal
’ın Kürt meselesi ile PKK’yı ayrı tutma görüşüne kesinlikle katılıyorum. Kaygılarını haklı buluyorum. Ama ayrıntılarda örneğin Kürtçe eğitim dili konusunda anlaşabileceğimizi sanmıyorum.

Ayrımcı-katılımcı kriterine sadık kalsam bile... Kürtçe eğitimin sakıncasını göremiyorum. İçerik aydınlık ve demokratik bir Türkiye’yi anlatıyor ve amaçlıyorsa, hangi dilde öğretim yapıldığı gerçekten önemli mi?

Bu ülkede İngilizce, Almanca, Fransızca eğitim yapan okullar vatan haini mi yetiştiriyor?

Eğer eğitim entegrasyona hizmet ediyorsa, bence dil dahil gerisi teferruattır.
Yazının Devamını Oku

Kürt meselesi ve PKK sorunu

23 Mayıs 2009
ANKARA<br> <br>ARADAKİ "ve" ilavesi bazılarına göre gereksiz... Yani Kürt meselesi ve PKK özdeş, eşanlı çözülmek zorunda.

Ama haddimi aşmadan söylemek isterim ki, farklı düşünüyorum. 

Hatta Kürt meselesiyle PKK’yı birbirine karıştırmanın, birlikte anmanın bu ülkenin kahir ekseriyetinde tepki uyandırdığını gözlüyorum... Bu yanlış yaklaşımın bırakın çözümü, sorunun büyümesine hizmet ettiğine inanıyorum.

* * *

Devletin zirvesinden gelen mesajları doğru okumak lazım... Kayserili Abdullah Gül, Rizeli Tayyip Erdoğan, Afyonlu Orgeneral İlker Başbuğ... İlki ülkenin ve milletin ahengini sağlamakla görevli, diğerinin önünde en geç iki yıl sonra seçim var. Sonuncusu her gün PKK ile savaşta şehit veriyor, cenaze kaldırıyor.

Hakikaten bu üçlünün PKK’ya teslim olacağını mı düşünüyorsunuz?

Hayır, bence "tarihi fırsat" ifadesiyle kasıt, teröre teslimiyet olamaz.

Bana göre, devletin zirvesinde sebep-sonuç ilişkisi bu kez doğru kuruldu.

PKK’nın Kürt meselesinde sebep değil sonuç olduğu kavrandı. O yüzden, Kürt meselesine ilişkin her türlü demokratik açılım, Anayasa değişikliği dahil masada duruyor. Kimseden itiraz yükselmiyor.

Ama PKK’nın bu denklemde yeri kesinlikle yok.

O meseleye şimdilik ABD ve Barzani bakacak.

Silah bırakma pazarlıkla değil zorla olacak.

* * *

Yazdıklarım, fark ettiğiniz gibi, fikirlerim ve duyumlarım. Çoğu zaman yaptığım gibi, tartışmak ve karşıt görüş almak üzere DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ü aradım. Aramızdaki sohbeti aynen aktarıyorum:

- Bence iki ayrı hazırlık var. Biri Kürt meselesi ile ilgili, diğeri PKK ile ilgili. Bunu ayırsalar, iyi mi olur kötü mü olur sizce?

- Nasıl ayırabilirsiniz, birbirinden ayrılmaz bir şey. Nasıl olur?

- Yani demokratik açılımı yapıp PKK’yı asayiş meselesi saymak gibi.

-
Tabii ki demokratik açılımları yaptığınız zaman silahların susmasını da beraberinde getirir. Bizim söylediğimiz o. Siz o silahları susturmazsanız demokratik adımları nasıl atarsınız. Veya orada nasıl etkili bir rol oynarsınız. Gerçekten zor. Bizim burada üzerinde durduğumuz, sürecin doğru işlemesi konusunda herkesin hassasiyet göstermesi. Yani hem operasyon bakımından hem de diğerlerinin silahları kullanmaması açısından.

- Diğerlerinden kasıt PKK mı?

- Tabii, yani bir sürecin sağlanması lazım. Yani şimdi her gün eylemler yapılırken bilmem bir tarafta operasyonlar yapılırken buna kim cesaret edebilir?

- Demokratik açılımlara cesaret edilemez mi?

- Tabii, yani o konuda öyle şey olmaz. Demokratik, barışçıl projelerle çözme niyeti ortaya çıkarsa bizim etkili olma şansımız var. İşin silahla gitmeyeceği konusunda herkeste anlayış birliği var. Hem Türkiye açısından hem PKK açısından. Şimdi bizim burada söylediğimiz mademki burada böyle bir inanç var, bu Türkiye’nin bütünlüğüne zarar vermeyecek bir projeyse o zaman niye üzerinde yoğunlaşmayalım? Tabii ki kolay değil bu işler. Yani görüyoruz Türkiye’de bu işi provoke etmek isteyen çeşitli kesimler var.

- 19 Mayıs’ta Başbakan’la el sıkışırken diyalog geçti mi aranızda?

- Hayır, sadece bir merhabaydı yani.

- Deniz Baykal’la da öyle miydi?

- Evet, orada zaten bir konuşma, tartışma zemini de yok.
Yazının Devamını Oku