8 Mart 2006
BU hafta günlük bir gazetede otomotiv editörü olan bir kişinin otomobil fuarlarında neler yaşadığını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta Cenevre Otomobil Fuarı 76’ıncı kez kapılarını açtı. Bizde fuarı sizler için yakında takip etmek için Türkiye’den kalabalık bir basın ordusuyla Cenevre’ye gittik. Gittik gittik ama fuarda en beğendiğiniz araç hangisiydi diye soracak olsanız, açıkçası benden yanıt alamazsınız. Bunun yerine ben size uluslararası otomobil firmalarının yöneticilerinin Türkiye hakkındaki görüşlerini uzun uzun anlatabilirim.
GÖRÜŞMELER İLK GÜNE SIĞDI
Cenevre fuarının basın günleri olan 28 Şubat-1 Mart tarihlerinde başlıkta da belirttiğim gibi 11 yöneticiyle de tek tek görüşüp haber hazırladım. İkinci basın gününde yaklaşık 3 saat fuar alanında olduğumuzdan (sabah 11’de fuardan ayrıldık) tüm bu görüşmeleri ilk güne sığdırmak zorunda kaldım. 11 yöneticinin her biriyle yarım saat konuştuğumu düşünürseniz, fuarda geçirdiğimiz 10 saatin yaklaşık 6 saatini bu görüşme trafiğine ayırmışım.
Tabi bu görüşmeler için fuarın bir noktasında diğer bir noktasına gitmeyi de hesaplarsanız, görüşmeler için ayrılan sürenin 7 saati aştığını görürsünüz. ’Geriye 3 saatin kaldı onda da fuarı gezmişsindir’ diye düşünenlere ise cevabım yine hayır. O süre zarfın da günlük gazete olduğumuzdan haberleri yazıp, gazeteye geçmekle uğraştık. Benim en büyük şansın yanımda diz üstü bilgisayarımın olmasıydı. Çünkü yapılan görüşmeleri F klavye (gazeteciler için önemli) olan bilgisayarımında rahatlıkla yazıp, gazeteme kısa sürede geçtim. Bir kaç gazeteci bu şansa sahipti. Bir çoğu ise haberleri kağıda yazıp, faksla gazetelerine geçmeye çalıştılar. Bende bir kaç yıl öncesine kadar bu metodla haber geçtiğim için zorluğunu biliyorum. Umarım bu arkadışlarımın çalıştıkları müesseselerde f klavyeli bilgisayar imkanını sağlarlar.
AĞZIMIZA BİR LOKMA KOYMADIK
Tabi tüm bu yoğun görüşme traği sırasında ağzımıza bir lokma yemek koymadan çalıştığımızı da belirtmekte fayda var. Diğer taraftan bu yoğunluk sadece bana özel değil, diğer tüm günlük gazetelerde çalışan arkadaşlarım içinde geçerliydi. 7 saati bulan bu görüşme maratonunda, yaptıklarımızın dışında görüşme talep edip yapamadıklarımız da işin cabası. Sonuçta, fuarlar biz gazeteciler açısından her yıl daha zor olmaya ve kapsamının dışına çıkmaya başladı.
ANCAK FUARDA YAKALIYORUZ
Tüm bu görüşme trafiğinin sebepleri aslında çok açık. Türkiye son dönemde otomotiv üretiminde önemli bir yol katetti. Bir çok uluslararası firma Türkiye’de üretip yapıp, ürettiklerini dünyaya satıyor. Biz gazetecilerde Türkiye’deki bu gelişmeyle ilgili uluslararası firma yöneticilerini fuarlarda yakalama şansı buluyoruz. Örneğin Volkswagen Başkanı Dr. Bern Pischetsrieder. Bu kişiyi başka yerde yakalama şansımız yok. Türkiye’de Doğuş Grubu’nun yatırım isteğine cevap verebilecek en yetkili kişi. Haliyle modellere bakmak yerine bu kişiyle görüşmeyi tercih ediyoruz. Bir başka örnek Hyundai yöneticileri. Türkiye’nin kaçırdığı 1.2 milyar Euro’luk yatırım hakkında soru sormamız gerekiyor. Diğer taraftan Mazda’nın Türkiye’de durumu. Bu konuda en net cevabı verecek kişi Mazda yöneticileri. Bulacağımız yer yine fuar.
Anlayacağınız Türkiye’nin otomotivdeki gücü arttıkça bizim için fuarlar sadece birer röportaj alanları olacak. Son dönemde günlük gazetelerin editörleri olarak bu soruna bir çare bulmamamız gerektiğini konuştuk ama uzun bir süre daha bu trafiği yaşamak zorunda olduğumuzu anladık.
Cenevre’de 10 saatte 11 yöneticiyle görüştük
YABANCI YÖNETİCİLER
1- Mazda Motor Avrupa Başkanı ve CEO’su James Muir
2- Toyota Avrupa Başkanı Tadashi Arashima
3- Ford Avrupa Başkan Yardımcısı Ingvar Sviggum
4- Hyundai Motors Avrupa Başkan Yardımcısı Gerry Dorizas,
5- Renault Euromed Başkanı Luc Alexander Menard
6- Volkswagen Grubu Başkanı Dr. Bern Pischetsrieder
7- Peugeot Başkanı Frederic Saint Geours
TÜRK YÖNETİCİLER
8- Hyundai Assan Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kibar
9- Toyotasa Genel Müdürü İbrahim Orhon
10- Doğuş Otomotiv CEO’su Aclan Acar
11- Chrysler Jeep Genel Müdürü Uğur İrfanoğlu
Aclan Acar: VW Türkiye’de üretim kararı verirse, bu yeni bir model olur
Cenevre fuarında, Türkiye adına en dikkat çeken görüşmeler Volkswagen kanadında yaşandı. Biliyorsunuz, Ferit Şahenk başkanlığındaki Doğuş Grubu, son dönemde bir çok iştirakini tamamen satarak veya ortak alarak önemli bir sermaye girdisi sağladı. Bu sermayenin bir kısmının otomotiv alanında kullanılacağı yazıp çizildi. Türkiye’de Volkswagen, Audi, Seat, Skoda ve Porshe’nin temsilcilini yapan grubun en büyük amacı Volkswagen’i Türkiye’de yatırıma ikna etmekti. Bir otomotiv tutkunu olan Ferit Şahenk bu isteğini her görüşmemizde iletiyor, bu konuda her türlü altyapıyı sağladıklarını diye getiriyordu.
Bizde bir grup gazeteci olarak fuarda Volkswagen’in Başkanı yakalayarak, Şahenk’in bu isteğini sorduk. Dr. Bern Pischetsrieder bize Doğuş Grubu’nun bu talebinin kendilerini iletildiğini belirterek, "Bu konuda görüştük ama şu an için ana gündem maddelerimiz arasında Türkiye’de yatırım yapmak yok" açıklamasını yaptı. Bir anlamda şimdilik noktayı koydu. Biz Pischetsrieder ile görüşürken bir başka Türk gazeteci grubu ise Doğuş Otomotiv’in yeni CEO’su Aclan Acar’a aynı soruyu sordu. Acar’ın yanıtı ise 5 yıllık süre içinde yatırım olacağı şeklindeydi. Sonuçta bazı gazeteler yatırımı 5 yılda yapılacağını yazarken, biz en tepediki kişinin söylediklerini dikkate aldık.
YATIRIM İÇİN BEKLİYORUZ
Aclan Acar’la bu açıklamaların ardından görüşme fırsatı buldum ve Pischetsrieder’in söylediklerini hatırlattım. Bunun üzerine Acar, "Ben de farklı bir şey söylemedim. Şu an böyle bir yatırım düşünmüyorlar. Zaten bu plan yapılsa bile 2-3 yıldan önce hayata geçmez. Biz yatırım isteğimizi kendilerine aktardık. Eğer ileride böyle bir ortam oluşursa hazır olduğumuz söyledik" yorumunu yaptı.
Acar, Volkswagen’in mevcut modellerinden birinin Türkiye’ye kaydırmayacağını belirterek, "Türkiye’ye bir yatırım yapılacaksa bu yepyeni bir modelin üretimi olur. Bunun içinde hazırlıklarımızı yapıp beklememiz gerekiyor" diye konuştu.
Olası bir yatırımın Hyundai’nin 1.2 milyar Euro’luk yatırımı gibi büyük olmayacağını da söyleyen Acar, "Başlangıç olarak 100-150 milyon Euro’luk bir fabrika yatırımı olacaktır. Bu yatırım 50-60 bin adetlik bir üretimi kapsar. Daha sonra bu kademe kademe büyür" yorumunu yaptı.
Kısa vadede üretilecek tek model Matrix olacak
Otomotiv Sanayi Derneği Başkanı Turgay Durak, 1 Mart’ta yayınlanan ’Yükselen Türkiye’ ekimiz için, ’Türkiye’nin büyük çaplı yatırım çekme performasında düşüş yaşanıyor. Son iki yılda önemli iki fabrikayı kaptırdık., Bu nedenle 2006 yılı için büyük bir sıçrama olmayacaktır" açıklamasını yapmıştı. Bu açıklamanın resmi fuarda net bir şekilde çizildi. Fuarda yaşadığımız görüşme trafiğini biraz özetlemem gerekirse, kısa vadede Türkiye’ye özel yeni yatırım haberi yok. Mevcut yatırımlar ve modeller devam edecek, sadece Hyundai Türkiye’nin gönlünü almak için Matrix modelinin Kore’den Türkiye’ye kaydıracak.
YENİ MODEL PLANI YOK
Büyük yatırımları kaçıran Türkiye’deki mevcut yatırımlara ilişkin yeni model planı da yok. Örnek vermem gerekirse Ford’un Türkiye’de hafif ticari araç üretimi dışında, binek bir model üretimini düşünmüyor. Biliyorsunuz bir dönem Fiesta’nın Türkiye’de üretilebileceği konuşuluyordu. Ancak fuarda böyle bir planın olmadığı Ford Avrupa Başkan Yardımcısı Ingvar Sviggum tarafınan net bir şekilde ifade edildi. Diğer taraftan Türkiye’de üretim yapan Toyota’nın Avrupa Başkanı Tadashi Arashima ek bir yatırım ve yeni bir model üretimini düşünmediklerini belirtti. Yani yine Türkiye’de konuşulan Corolla Hatcback veya başka bir modelinin üretimi kısa vadede gündem dışında. Her ne kadar Doğuş Grubu diretsede Volkswagen’in de Türkiye’ye ilişkin bir yatırım planı yok.
Fuarda Türkiye’ye ilişkin tek yeni model açıklaması Hyundai’den geldi. Hyunda Assan 100 milyon dolarlık yatırımla Matrix modelini de Türkiye’de üretecek. Ancak bu karar Çek Cumhuriyeti’ne kaçan 1.2 milyar Euro’luk yatırım için Hyunda’nin Türkiye’den gönül alması olarak yorumlandı. Türkiye yeni yatırımlara kapısını açacak düzenlemeleri yapmalı, aksi takdirde mevcut yatırımlarla ihracat gelirleri ancak bu seviyelerde kalır.
Mazda’nın durumu Japonya’ya soruldu
Mazda Avrupa Başkanı’nın Türkiye’de yeniden yapılanma açıklamaları büyük ses getirdi. Türkiye’de 21 yıllık ortakları Mermerler Grubu ile sözleşmelerinin Mart 2007’de biteceğini ve yeni bir distrübütör arayışında olduklarını söyleyen Mazda Motor Avrupa Başkanı ve CEO’su James Muir’in sözlerine Türkiye’den tepki geldi. Mazda Türkiye’nin şu anki temsilcileri, Muir’in bu açıklamaya yetkisi olmadığını belirterek konuyu Japonya’ya danıştıklarını kaydettiler. Yetkililer, kendilerine ulaşan resmi bir açıklamanın olmadığını belirterek, "Sözleşmeler belli dönemlerde biter ve yeniden yapılır. Gelişmeler hakkında bizim haberimiz yok" yorumunda bulundular.
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2006
GEÇTİĞİMİZ hafta Toyotasa’nın Genel Müdürü İbrahim Orhon ile bir akşam yemeğinde birlikteydik. Orhon’la yemekte Türkiye otomotiv pazarının durumu, Toyota satışları ve hedefleri hakkında uzun uzun görüştük. İbrahim Orhon, Türkiye’de emin adımlarla ilerlediklerini ve tüm hedeflerini tutturduklarını belirterek, "2006 yılı hedefimiz ise 400 binlik bir pazarda satışlarımızı yüzde 10 artırmak" şeklinde konuştu.
Türkiye’de öncelikli hedeflerinin otomobil satışlarında ilk üç marka arasında yer almak olduğunu belirten Orhon, 2010’lu yıllarda ise Türkiye’nin bir numaralı markası olma hedefiyle çalıştıklarını söyledi. Orhon, Toyota’nın Avrupa’daki büyümesine paralel olarak Türkiye’de ilerlediklerini hatırlatarak, "Biz emin adımlarla zirveye çıkıyoruz. Bütün hedeflerimiz bu doğrultuda" açıklamasını yaptı.
LOJİSTİK AVANTAJIMIZ VAR
Bu açıklamaların üzerine ben hemen araya girip, "Peki Türkiye’de Toyota’nın fabrikası olması sizin için avantaj mı" diye sordum. Çünkü Türkiye’de üretim yapan diğer firmaların iç pazarda bu avantajı kullandığını görüyoruz. Orhon’un bu soruya verdiği cevap ilginç: "Toyota’nın Türkiye’de üretim yapmasının bize en büyük avantajı lojistik. Ancak gerek aldığımız adetler gerekse fiyatlandırma Avrupa’nın herhangi bir ülkesinden farklı değil. Bu konuda özel bir ayrıcalığımız yok. Toyota’nın sisteminde hiçbir zaman stok bulunmaz. Toyota belirlenen hedeflerde üretim yapar ve atıl stok biriktirmez. Üretilen her aracın sahibi vardır. Bu yüzden yıl içinde ürettiği araçların hangi ülkelere gideceği çok önceden bellidir. ’İç pazarda çok talep var bize biraz daha araç verin’ gibi bir lüksümüz yok. Tabii ki Türkiye için belirli esneklikler var ama diğer üreticiler gibi büyük ayrıcalıklarımız yok."
ORTADOĞU BÖLGESİNDE ZAYIFTIK
Toyota’nın Avrupa pazarında satışlarını artırdığını ve 2005 yılında 1 milyonun üzerinde araç sattığını kaydeden Orhon, bu 1 milyonluk satışın içinde Türkiye’nin de katkısı olduğunu söyledi. Orhon bunu şöyle açtı: "Biz Ekim 2005’ten itibaren Avrupa bölgesine bağlandık. Avrupa bölgesinin bir pazarı olarak, bizim satışlarımız da onlarınkine dahil edildi. Daha önce Ortadoğu’ya bağlıydık. O bölgede yer alan ülkelerin çoğunda Toyota ya bir ya 2 numaradır. Biz burada pazar payı ve adetler olarak biraz zayıf kalıyorduk. Şimdi Avrupa pazarına bağlıyız ve pazar payı olarak tüm Avrupa ülkelerinin önündeyiz."
Japonlar CDV için Türkiye’yi inceliyor
Toyotasa Genel Müdürü İbrahim Orhon, kısa bir süre önce yaptığı ’70 bin hafif ticari araç binek otomobil yerine satıldı’ açıklamasını hatırlatmam üzerine, "Evet doğru. Bugün ’minivan’ segmentindeki hafif ticari araçların yüzde 60’ı binek olarak kullanılıyor. Bu segmentteki araçlar ilk kez otomobil sahibi olmayı ve ekonomik bir araç satın almayı düşünenler için oldukça avantajlı oluyor. Binek otomobile uygulanan ÖTV oranları yüzde 37’den başlayınca, talep ticari araca kayıyor. Arada yüzde 27 gibi bir fark olunca da 70 bin civarındaki hafif ticari araç binek olarak satılıyor" cevabını verdi.
Buna rağmen Türkiye’deki ticari araç üretimini desteklediklerini de kaydeden Orhon, sadece vergi sisiteminin arkasında bir konsept olması gerektiğini söylüyor. Toyota’nın hafif ticari araç sınıfında Türkiye’de sadece pick-up modelleri Hilux ile yer aldığını kaydeden Orhon, 2 yıl içerisinde 2-3 yeni ticari modeli Türkiye pazarına sunacaklarını kaydetti. Orhon, "Bu modellerden birini bu yıl sonuna kadar sunmak istiyoruz" diye açıklamasını genişletti.
Toyota’nın CDV (ticariye dönüşen binek otomobil) sınıfında bir araç üretmeyi düşündüğünü de kaydeden Orhon bu konuda şunları söyledi: "Bu konuda Japonlar pazarı izliyor. Kısa zamanda bir şey olacağını tahmin etmiyorum ancak orta vadede bu sınıf aynı hızda büyümeye devam ederse Toyota CDV sınıfında bir model üretecektir. Bu sınıf başka hiçbir ülkede bu kadar büyük değil. Bizde böyle olmasının en önemli nedeni ise vergiler. Dolayısıyla insanlarımız bu sınıfa yönleniyor. Toyotada bu nedenle Türkiye’de bu konuda incelemeler yapıyor."
Türk basını Toyota’ya dünya kadar yer vermiyor
Yemeğin sonunda İbrahim Orhon’un şikayeti ilginçti: "Türk basını Toyota haberlerine dünyadaki kadar yer vermiyor." Bunun üzerine "Anlayamadım nasıl yer vermiyor" diye hemen atıldım. Orhon da, "Bugün Toyota dünyanın en büyük otomotiv şirketi durumunda. Hemen hemen her gün uluslararası gazetelerde haberi çıkıyor. Ancak Türkiye’de gazeteler bu haberlere fazla yer vermiyor" cevabını verdi. Bunun üzerine benim yanıtım gecikmedi: "Toyota’nın dünyadaki başarılarına paralel gelişmelerin Türkiye’de olması halinde emin olun her gün haberi yer alır."
Yazının Devamını Oku 22 Şubat 2006
Bu yıl ikincisini düzenlediğimiz Türkiye’nin en beğenilen otomobilleri yarışması Otobil’in sonuçları büyük yankı uyandırdı. Sonuçların açıklandığı hafta internet üzerinden yarışmayla ilgili yüzlerce yorum gelirken, Hürriyet’in internet sitesinde bir haberle ilgili belkide en fazla yorumu Otobil sonuçları almış oldu. Yorum yapanların bir kısmı yarışmanın sonuçlarını eleştirirken, bir kısmı ise bu eleştirenlere cevap verir nitelikteydi. Noter huzurunda tamamen otomobilseverlerin oylarıyla belirlenen Türkiye’nin en beğenilen otomobilleri hakkında yapılan bazı yorumlar şöyle:
Birol Hayal: Ne tesadüf araçların hepsi Alman malı. Dünyanın en çok satan aracı Corolla bile kendine yer bulamamış.
Alper Canyaş: Toyota Coralla’nın dünyada çok satıyor olması Türkiye’de en beğenilen otomobillerden biri olduğu anlamına mı geliyor? Seçilen araçların hepsinin Alman kökenli olması acaba Alman otomotiv endüstrisinin başarısından kaynaklanıyor olmasın sakın?
Cem Çağlar Erginağ: Otomotiv sektörüne damgasını vuran Almanların bu yarışmaya da damgasını vurması doğal bir şey. Dünyanın en çok satan otomobili zaten Corolla değil, yine bir Alman otomobili olan Volkswagen Golf’tür.
Levent Öztürk: En çok satan en çok beğenilendir diye bir yargıya katılmıyorum. Sonuçların adil olduğunu düşünüyorum. Çünkü hem işin uzmanları hem de çok sayıda kullanıcının oylarıyla sonuçlar elde edilmiş.
Oktay Al: ABD’de bile herkesin hayali bir Alman otomobiline sahip olmaktır. Japon ya da ABD malı değil. Gerçekten Almanlar otomobil yapıyor.
Nilgün Metin: Bizim ülkemizde yapılan bir yarışmada, bizim ürettiğimiz tek bir otomobil beğenilmemiş. Enteresan.
Efe Uyar: Belli ki Alman hayranlığı var. Galiba çok güvenilir bir değerlendirme değil.
Fırat Özdemir: Dünyanın en iyi otomobil üreticileri Almanlarda ondandır. Almanlar gerçek anlamda otomobil üretiyor.
Kartal Yılmaz: Tamamen şaşkınlık içerisindeyim, dünyada sadece Alman otomobilimi var. Japon otomobillerin kalitesi hiç birisinde yok.
Hakan Öner: Arkadaşlar burada segmentinde en iyi olan araçlara ödül verilmiş. Türkiye’de en çok satan araçlar herzaman en ucuz araçlardır. Çünkü bizler için güvenlik ve kalite 2’inci plandadır.
Naci Çağlar: Zaten yarışmanın adı, ’En beğenilen’, ’En iyi’ değil. Yani insanların ya da oy verenlerin diyelim, çoğunun sahip olmak isteyipte bir türlü alamadığı, hayran olduğu otomobiller seçilmiş. Oy verilirken fiyat, performans pek dikkate alınmamış.
Seyreyle Salih: Bu araçların seçilmesi için oy kullanan insanlar, araçların hangi özelliklerine göre oy vermişler merak ettim doğrusu. Fren sistemi mi, güvenli olması mı, motor gücü mü. Yoksa, ismi, rengi, fiyatı mı, bu araçların kalitesini belirlemis.
Okan Erdem: Türk insanı Alman otomobili sever. Sokaklara bakın bir sürü Alman otomobili göreceksiniz. Ama şu da bir gerçek ki, araçları iyi incelerseniz hakettiklerini göreceksiniz.
Cenk Nayır: Sıralamaya girmek için sponsor olmak ve parayı bastırmak yeterli galiba. Hepsi Alman grup üretimi. Değerlendirmecileri de ayrıca kutlarım.
Murat Özel: Konu "en çok satan" aracın tespiti değil, bilindiği üzere.
Erdal Bencer: Nasıl bir sistemle yapılmış bir anket bu. Daha çok firmaların kendi arasında oyuna dönmüş gibi. Seat, Volkswagen, Audi, BMW hep aynı grubun otoları. Özellikle Seat Cordoba beni çok şaşırttı. Volkswagen Polo’yu koysalardı bari aynı grubun otomobili olarak.
Tansel Bilgin: Aslında kazanan araçların hepsi üst sınıf, fiyat olarak!!! Bence sonuçlar çok gerçekçi değil. Bu araçlara Türkiye’de kaç kişi binebiliyor ki. Pahalı olan araç doğal olarak ucuzundan daha iyi olacaktır. O zaman bu yarışmaya ne gerek var.
İbrahim Çetin: Seçilen araçların tamamına yakını Doğuş Grubu’nun sattığı araçlar. Bu da tesadüf olamaz herhalde. Ayrıca seçilen araçların hangi özelliklerinden dolayı oy aldıklarıda merak konusu. Araçların tamamı segmentinde en pahalı araçlar. Fiyat hususuda önemli."
Muzaffer Dönmez: Eğer bir araç almaya niyetiniz varsa, bu listeyi ciddiye almadan, Alman ADAC touring derneğinin yıllık en az arıza yapanlar listesine bir göz atın. Liste başları hep Japon otomobillerle dolu.
Bülent Öcal: Dünyanın en kaliteli otomobillerini Almanlar yapıyor.
Ayhan Efe: Seçilen araçların Türkiye satış grafikleri ortada. Yurtiçinde yüksek adette satış yapan o kadar modelin içerisinden hep Alman malı araçlar seçilmiş. Çok enteresan...
Serkan Şimşek: Halkımızın bizzat kullanıpta test edemediği ama ezelden beri hayran olduğu Alman otoları bunlar. Hala otomobil deyince lüks ve gösteriş anlıyoruz. Dünyada bu tip yarışlarda kullanırlık, az sorun, ekonomi ön planda oluyor.
Ahmet Yasin Şenay: A grubunun tercihlerini yansıttığı ve bu gruba yönelik bir pazarlama olduğu kanaatini edindim. Ayrıca grupların düzenlenmesi ve araçlarda kullanma maliyetlerinin gözetilmemesi, güvenilirlik sorunlarının göz ardı edilmesi bu kanaatimi güçlendirdi. İlgilenen arkadaşlara what car dergisini tavsiye ederim.
Akın Akın: Kanımca bu anketin tarafsızlığı tartışılmalı. Yanlı kararlar verilmiş gibi arabaların yüzde 90 Volkswagen Grubu ama gerçek piyasada hakimiyeti bu kadar yok. İlginç
Mustafa Yılmaz: Pek inandırıcı bulmadım. Diğer arkadaşa katılıyorum sadece Alman malı.
Ahmet Kargı: Demek ki çok satmak kalite ve beğeni ölçüsü değil. Almanların bu işi çok iyi yaptığı tüm markalarından aşikar.
Boran: Bu otomobiller test edilirken hiç mi fiyat/işlevsellik/tüketim kriterine bakılmadı? Pahalı olanı en iyi ilan etmek çok basit değil mi?
Arzu On: Seçtiğim tüm araçların seçilmesi beni mutlu etti. Almanlar güzel otomobil yapıyor.
Ahmet Küçük: Kimlerin ve hangi sınıfın otomobilleri olduğu açık. Türkiye gerçeği bu işte. Kaç kişinin bu araçlara sahip olduğu bilinmiyor ama en beğenilen olması normal.
Türkiye’nin en beğenilen otomobilleri CNN Türk’te
OTOBİL yarışmasının 12 birincisi bu hafta sonunda CNN Türk ekranlarında. CNN Türk’te yayınlanacak Otobil Birinciler Özel programında yarışmayı kazanan 12 otomobil hakkında ayrıntılı tanıtımlara yer verilecek. Program Cumartesi 12.15 ve tekrarı pazar günü 18.15’te yayınlanacak. Otomobilseverlere duyrulur.
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2006
CARLOS Ghosn, bugün otomotiv dünyasının en başarılı ve en ünlü yöneticilerinden biri. Dünyanın en büyük otomotiv şirketlerinin yönetici ve hissedarlarının bile başarısını örnek olarak gösterdiği Ghosn, bu şöhretini 5 yılda Nissan’ı 20 milyar dolar borçtan kárlı bir şirket haline dönüştürürek elde etti. Kısa bir süre önce Renault’un başına geçen Ghosn için şimdi yeni bir dönem başlıyor. Dünyada iki şirketin başındaki tek otomotiv yöneticisi ünvanına sahip Ghosn’un Renault’da yapacakları merakla bekleniyor.
TÜRKİYE’DEN 5 GAZETECİ İZLEDİ
Geçtiğimiz hafta Paris’te düzenlenen uluslararası basın toplantısı ilk kez Ghosn’un Renault’ya ilgili planlarını ve düşüncelerini anlatması açısından büyük önem taşıyordu. Tüm dünya basının takip ettiği toplantı, 126 bin Renault çalışanı tarafından da canlı olarak izlendi. Türkiye’den aralarında benim de olduğum 5 otomotiv editörü de Ghosn’un toplantısını takip etti.
Ghosn’un konuşmalarıyla ilgili detaylar geçtiğimiz hafta tüm gazetelerde ayrıntılarıyla yer aldı. Ancak Ghosn’un konuşmasında başta eski Başkan Schweitzer olmak üzere Renault’un eski yönetimine göndermeler vardı. Ghosn, Renault’un sadece Avrupa odaklı ve tek bir ürüne bağımlı faaliyet gösterdiğini belirterek, ürün gamının çok yetersiz olduğu üzerinde durdu. "Formula 1’de şampiyon oluyoruz. Ancak bu alana yakın bir performans aracımız yok. Önümüzdeki yıl Formula 1’de yer alıp almayacağımızı gözden geçireceğiz" yorumu durumun ciddiyetini ortaya koyuyordu.
’BEN FARKLIYIM’ MESAJI
Ghosn, mevcut yapıya karşın ’Renault 2009 Sözleşmesi’ni hazırladıklarını belirterek, 3 yıllık hedef ve taahütlerini aktardı. Başta kárlılığı artırmayı hedefleyen Renault, bunu da 2009 yılına kadar 13’ü yepyeni olmak üzere 26 yeni modeli piyasaya sunarak yapacak. Ghosn, 3 yıl içinde satış hedeflerini ise 800 bin artırmayı planladıklarını söyledi.
Renault’un başında olmasına rağmen kendi şirketi hakkındaki eleştirileri ile "Ben farklıyım’ mesajı veren Ghosn toplantı sonrasında bir başka ilke daha imza attı. Renault’un iletişim bölümünü harekete geçiren Ghosn, toplantıya katılan tüm gazetecilerden sunumuyla ilgili görüşlerinin alınmasını istedi. Hem de bunu zorunlu tuttu.
4 SORU HAZIRLATMIŞ
Yani her gazeteci Ghosn’un konuşmasını, planları ve hedeflerini değerlendirek, görüşlerini aktardı. Tüm bu görüşler toplanarak daha sonra Ghosn’a iletilecek. Ghosn, bunun için 4 soru hazırlatmış. Bu sorular, Ghosn’un planını nasıl bulduğumuz, inanıp inanmadığımız ve en çok dikkat çeken yönleri şeklindeydi. Oyak Renault İletişim Direktörü Yeşim Onur Tekyürek, Türkiye’den katılan 5 gazetecinin tek tek görüşlerini aldı ve diğer ülkelerinde aynı yolu izlediğini söyledi.
Sonuçta, Ghosn’un iş yapma şekli açısından oldukça önemli bir ayrıntı. Otomotiv basınının görüşlerine de önem verdiği anlaşılan Ghosn, belki de gazetecilerin görüşleri doğrultusunda 2009 planında bazı değişiklikler yapacak. Bekleyip göreceğiz. Benim ve bir çok gazetecinin merak ettiği diğer bir konu ise Ghosn’un planlarını gerçekleştirememesi halinde 2010 yılında istifa edip etmeyeceği.
Türkiye’de Renault ve Nissan birleşmez
Carlos Ghosn’un konuşmasının ardından, Romanyalı gazetecilerle birlikte Renault’un Avrupa ve Akdeniz Bölgesi Sorumlusu Luc Alexander Menard ile görüştük. Dacia’nın Başkanı da olan Menard ağırlıklı olarak Türkiye ve Romanya ile ilgili planları hakkında açıklamalar yaptı. Ghosn’un Nissan’ın yüzde 44’üne sahip olan Renault’un 2009 yılına ilişkin planında Nissan ile ittifak yapacağını söylemesi üzerine biz de Menard’a Türkiye’deki Nissan’ın durumunun ne olacağını, Renault çatısı altına girip girmeyeceğini sorduk. Menard, böyle bir şeyin olmayacağını belirterek, "Bu konuda oturup konuştuk ve iki markanın birbirinden bağımsız bir şekilde satılmasına karar verdik. Nissan yine aynı distribütör tarafından Türkiye’de satılacak" dedi.
Tatil olmasaydı en iyi Ocak yaşanacaktı
2005 yılı Aralık ayında satışlar aylık bazda bir rekora imza atarak 110 bin adedi buldu. 2006 yılına girildiğinde otomotiv firmaları Aralık ayındaki satışların Ocak ayınının ilk haftasına da yansıdığını belirtmiş ancak araya 10 günlük bir bayram tatili girdiği için kesileceğini söylemişti. Uzun tatil ve arkasından yoğun kar yağışına rağmen satışlar Ocak ayında 30 bin adedi geçerek yine beklentilerin üzerine çıktı. OSD’nin rakamları açıklanmadan önce bir çok firmanın tahmini 20 bin adetler seviyesindeydi. İç pazarın 30 bin adedi bulması, ’Tatil olmasaydı 50 bin adedi geçerdi" yorumlarını da beraberinde getirdi.
Otomotiv pazarının ocak ayı verileri, satışların 10 yıllık ortalamanın yüzde 75.1 üzerinde olduğu bir ay yaşandığını gösteriyor. Ocak ayı 10 yıllık ortalama satışları 17 bin adet iken, ocak ayında bu rakam 30 bin adet oldu. Toplam araç pazarının yaşadığı ortalamanın üzerindeki satışlar otomobil satışları için de geçerli. Ocak ayı 10 yıllık ortalamasında 10 bin olan satış, bu yılın aynı döneminde 16 bin 500 oldu.
2006 yılı Ocak ayı geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 30.7 oranında artış göstermiş. Ancak en iyi satış Ocak 1994’te gerçekleşmiş. 1994’te yaşanan ekonomik kriz öncesinde Ocak ayında 44 bin 418 adet araç satışı yapılırken, 2004 Ocak 38 bin 937 adetle ikinci, 1993 Ocak ise 36 bin 383 adetle üçüncü sırada yer alıyor. 2006 yılı Ocak ayı ise uzun tatile rağmen sıralamada 4’üncü sırada yer alıyor.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2006
Bu hafta Amerikan otomotiv devi Ford’un yüzde 33.1 ile en büyük hissedarı olduğu Japon Mazda’nın Türkiye’deki durumu hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. 1985 yılından bu yana Mermerler Şirketler Grubu’nun temsilciliğinde Türkiye’de satışı ve pazarlaması yapılan Mazda, Türkiye’de 1990’larda ithal otomobil satışlarında bir numaralı markaydı. Ancak, 1996’da Gümrük Birliği’yle birlikte yüksek vergiler nedeniyle Mazda’nın rekabet gücü düştü ve bugün satışlar açısından oldukça gerilerde. 2005 yılı satışlarına baktığımız zaman 3 bin 63 binek, 2 bin 56 ticari olmak üzere toplam 5 bin 119 araç satışı yapmışlar. Yıllık satışın 2005’te 710 bini bulduğu binek ve hafif ticari araç pazarında bu rakam Mazda’yı iyi otomobillere sahip olmasına rağmen sıralamada gerilere taşıyor.
TEK BİR ŞİRKET SATACAK
Tabii durum böyle olunca, Mazda Türkiye hakkında çıkan söylentilerde de artış yaşanıyor. Son aylarda otomotiv sektöründe en çok Mazda’nın Otokoç’a geçeceğiyle ilgili yorumlar yapılıyor. Türkiye’de Ford’un satış ve pazarlamasını yapan Koç Grubu şirketlerinden Otokoç, Ford şirketlerinden Mazda’nın distribütörlüğünü de alacağı söyleniyor. Böylece Ford ve Mazda’nın bir çok ülkede olduğu gibi tek bir şirket tarafından satılıp, pazarlanabileceği kaydediliyor.
İKİ TARAF DA YALANLADI
Birçok kanaldan bu konuyla ilgili söylentileri duyduktan sonra hem Otokoç’u hem de Mermerler Şirketi’ni aradım. Otokoç Genel Müdürü Cenk Çimen, bu söylentileri ilk kez benden duyduğunu belirtirken, Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Başkanı da olan Yüksel Mermer ise kendilerine intikal eden bir durumun olmadığını söyledi. İki taraftan da söylentilerin doğru olmadığını öğrendikten sonra konunun üzerine fazla gitmedim, ta ki geçtiğimiz hafta Otobil’in ödül töreninde Yüksel Mermer’le konuşuncaya kadar.
Yüksel Mermer’e Mazda’nın durumunu yeniden sorduğumda yorumu oldukça ilginçti: "Bize intikal eden resmi bir teklif yok. Ama profesyoneliz ve tekliflere açığız. İyi para verirlerse neden olmasın."
MAZDA’YI SATABİLİRİZ
Bu açıklamanın ardından bastırdım, "Yani Mazda’yı satabiliriz mi diyorsunuz?" diye sorunca, Mermer, "Bu konudaki söylentileri ben de duyuyorum. Ama biraz önce söylediğim gibi bize henüz ulaşmış resmi bir durum söz konusu değil. Ama bugün Ford özellikle Avrupa’daki stratejisine bağlı olarak Mazda’yı kendi bünyesinde satmak istiyor. Birçok ülkede bu yapıyı oturttular. Muhakkak Türkiye’de de bu stratejiyi uygulamak isteyeceklerdir. Böyle bir durum olursa oturup görüşürüz, fiyatta anlaşırsak neden olmasın" cevabını verdi. Yani anlayacağınız şu anda resmiyete dökülen bir durum söz konusu değil. Ama Mazda’nın Türkiye’de 21 yıldır temsilciliğini yapan Mermerler böyle bir duruma kapılarını açmışlar.
KOÇ, MAZDA’YA GÜÇ KATAR
Peki Mazda eğer Koç’un bünyesine girerse, satışlarını artırabilir mi? Bugün Ford, toplam otomotiv pazarında Türkiye’nin en fazla satan markası konumunda. Binek otomobillerde ise ikinci durumda. Kuşkusuz Türkiye’nin en büyük satış ağlarından birine sahip Otokoç’un bünyesine girmesi Mazda’ya büyük güç katacaktır. Bu konudaki gelişmeleri bekleyip göreceğiz.
Dacia’yı Renault’ya kaptırdı İranlı Samand’la dönüş yaptı
Otomotiv dünyası, Romanya Fahri Konsolosu da olan Şükrü Seskır’ın ismini 1999’da Dacia’nın Türkiye distribütörü olduğu zaman duymuştu. Daha doğrusu ben duymuştum. Sahibi olduğu MYS Otomotiv ile Dacia’nın Türkiye distribütörlüğünü 3 yıllığına alan Seskır, aynı dönemde Renault’un Romanya’daki özelleştirmeden Dacia’yı almasıyla sorunlar yaşamıştı. 3 yıllık sözleşmesi Dacia’nın Renault tarafından satın alınmasıyla 2001 yılında vaktinden önce feshedilmişti. Renault’yu kendisini zarar uğratmakla suçlayan işadamı, Paris’teki Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne başvurmuştu. Sonucun ne olduğunu bilmiyorum, ama geçtiğimiz gün Seskır’la yine Otobil töreninde kısa bir görüşme yaptım.
2 YILDIR DİSTRİBÜTÖR ARIYOR
Yaklaşık 2 yıldır Türkiye’de distribütör arayan İran’ın milli otomotiv üreticisi Khodro’yla anlaştığını söyleyen Seskır, Mart ayından itibaren İranlı şirketin Samand modelini Türkiye’de satacaklarını kaydetti. Aslında bu gelişmeyi ilk olarak Aralık ayı sonunda Zaman Gazetesi’nden arkadaşım Memduh Taşlıcalı yazmıştı. Ancak Seskır’ı yakalamışken, detaylarını aldım. İran’da 1962 yılından beri Peugeot lisansıyla otomobil, Mercedes, Hyundai, Man lisansıyla ticari araç üreten Khodro son yıllarda kendi modeli Samand’ı geliştirmişti.
3 BİN SAMAND GELİYOR
İran’a 2006 yılında ithal edilmek üzere 3 bin adetlik Samand siparişi verdiklerini belirten Seskır, bu rakamın Türkiye pazarı için fazla olmadığını, rahatlıkla hedeflerine ulaşabileceklerini söyledi. Khodro’nun şimdilik sadece kendi özgün markası Samand modelini ithal edeceklerini dile getiren Seskır, "Khodro’nun elinde geliştirme aşamasında olan 3-4 model daha var. Zaman içinde onları da Türkiye’ye getirebiliriz" dedi.
Seskır, Samand’ı Türkiye’de 19 bin 850 YTL’den başlayan fiyatlarla satmaya başlayacaklarını belirterek, "Araçta Peugeot motoru bulunuyor" dedi. Samand, 4.4 metre uzunluğunda kompakt sınıfı zorlayan bir sedan otomobil. Motor özelliklerinin Euro 3 standartlarında olacağı belirtiliyor. Samand’da ABS fren sistemi, iki hava yastığı, klima, merkezi kilit gibi standart donanımlar yer alıyor.
TÜRKİYE’DE ÜRETİLEBİLİR
İran Khodra şirketinin Stratejik Planlama Merkezi yetkilisi Ali Bromideh’le distribütör aradıkları dönemde görüşme fırsatı bulmuştum. Samand’in İran’da üretilen tek yerli otomobil markası olduğunu kaydeden Bromideh, "Şu anda Suriye’de de Samand üretiliyor ve sırada üretmek isteyen 4 ülke daha var. Eğer talep görürse Türkiye’de de üretilebilir. Toplam Samand üretimi ise 150 bin adet civarında" açıklamasını yapmıştı.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2006
İkincisini düzenlediğimiz Türkiye’nin en beğenilen otomobil yarışması ’Otobil’de kazananlar belli oldu. 12 segmentin en beğenilen modelleri yarın Hürriyet Medya Towers’da düzenlenen törenle ödüllerini alacak. Türkiye’nin ilk ve tek haftalık otomobil gazetesi olan Otoyaşam tarafından geleneksel hale getirmek için çaba sarf ettiğimiz Otobil yarışması, bir çok ilki bünyesinde barındırıyor. Öncelikli olarak uluslararası alanda düzenlenen yarışmalardan farklı olarak, Otobil yarışmasında en beğenilen otomobilleri halk belirliyor. Bu belirlemede de kriter en çok satan değil, en beğenilen otomobiller oluyor. Otobil’in bir başka ilki ise düzenlediği test sürüşü. 12 segmentin 36 finalisti, Autodrom pistinde jüri üyeleri tarafından tek tek test ediliyor. Türkiye’de bu çapta başka bir test sürüşü yapılmıyor. Bir üçüncü ilk ise oy kullananların sayısı. Tüm bu kriterler göz önünde tutulduğunda Otobil’in hem sektör hem de tüketiciler tarafından önemi ve ciddiyeti ortaya çıkıyor. Zaten otomotiv firmaların yarışmaya olan ilgisi de bunu gösteriyor.
OYLAMA SİSTEMİ
Otobil’i 2004 yılında ilk düzenlemeye başladığımızda, oylama konusunda bazı problemler yaşamıştık. İnternet üzerinden gerçekleşen oylama sistemi, acemiliğimizden dolayı birden fazla oy kullanma şansı veriyordu. Bu da oylama konusunda bazı problemler yaşamamıza sebep oldu. Bu yüzden Otobil’in ikinci döneminde öncelikli olarak oylama sistemi üzerinde yoğunlaştık.
İnternet servisindeki arkadaşlarımız daha sağlıklı ve güvenilir bir sistem oluşturdular. Böylece Otobil’de dünya çapında internet sitelerinin abonelik için kullandıkları sistem kullanılmaya başlandı. Oy kullanmak isteyenler önce bazı soruları içeren bir form doldurduktan sonra elektronik posta adreslerine gönderilen şifreyle oylama yaptılar. Yeni sistemle bir kez oy kullanan bir daha oy kullanamadı. Diğer taraftan doldurulan form oy kullananların, cinsiyeti, yaşı, otomobil sahipliği, sahip olduğu otomobil markası gibi bazı temel soruları içeriyordu. Bu soruların cevapları açıkçası bizim için de önemli verileri birlikte getirdi. Bu bilgileri önümüzdeki haftalarda sizlerle paylaşacağız.
OY İÇİN 5 DAKİKA
Hem bu formu doldurmak hem de daha sonra gelen şifreyle 12 segment içinde en beğenilen otomobilleri oylamak için en az 5 dakikalık bir süre gerekiyor. Bu süreye rağmen 17 bin 500 kişinin 220 binin üzerinde oy kullanması, Otobil yarışmasına daha doğrusu otomobillere gösterilen önemi ortaya koyuyor.
Oy dağılımına baktığımızda ise finalist otomobilleri belirlemek için 12 bin 200 kişi 165 binin üzerinde oy kullanmış. Bu oylamayla 12 segmentin en beğenilen 36 modeli birincilik için mücadele etmeye başladı. Bu aşamadan sonra 5 bin 100 kişi 55 bin oy kullanarak nihai sonucu belirledi.
Bu yıl Otobil verdiği ödüller ile de büyük dikkat çekti. Bazı firmalar yarışma başladıktan sonra yaşanan ilgi nedeniyle ödül listesine girmek bile istedi. Ödül listesi ise 5 çifte WOW otellerinde 6 gece ücretsiz konuklama, 10 kişiye Pirelli’den birer takım T hız grubu lastik, 5 kişiye Sony’den MV 700 araç içi portatif DVD oynatıcı, 5 kişiye HP M417 fotoğraf makinesi, 10 kişiye Elektronet’ten Parrot Drive Blue araç kiti, 10 kişiye KİP’ten 250 YTL tutarında hediye çeki, 20 kişiye Petrol Ofisi’nden 100 YTL’lik hediye çeki ve 20 kişiye Ziebart Ultra Boya Koruma sisteminden oluştu. Ödülleri kazananlar ise 14 Şubat’ta Hürriyet gazetesinde yayınlanacak.
ODTÜ tasarım öğrencileri Fiat için proje tasarlıyor
Geçtiğimiz hafta Türkiye’de otomotiv sektörünün tasarımcı adaylarına ve tasarım okullarına destek vermesi gerektiğini yazmıştım. Bu konuda bir çok okuyucudan mail aldım. Ancak yazdığım yazıda bazı eksikleri doldurduğu için Ortadoğu Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden Doç. Dr. Mehmet Asatekin’in aktardıklarına yer vermek istiyorum. Öncelikli olarak Asatekin, şu an 12 üniversitede Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün olduğunu kaydediyor. Türkiye’de ilk endüstri tasarımı eğitimi 1974’te bugünkü ismi Mimar Sinan GSÜ olan Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlamış. Bu konuda faaliyete geçen ikinci bölüm ise 1979’da açılan ODTÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü olmuş. Son 10 yıl içinde bu konudaki bölüm sayısı 12’ye yükselmiş. Asataken’in konuyla ilgili aktardıkları ise şöyle:
"Türkiye’nin otomotiv üretimine olan yaklaşımları ve pratikleri doğrultusunda otomotiv tasarımı uzun süre eğitim kurumlarının etkinlik yelpazelerinde yer almamıştır. Ancak son dönemde bu konuda sanayiden gelen inisiyatiflerle de özellikle ODTÜ’de çeşitli proje ve araştırmalar gerçekleşti. Bunların çoğu Tofaş tarafından başlatılmıştır.
2003 yılında o dönemde Fiat Auto’nun başkanlarından biri olan Jan Nahum’un planladığı bir program olan OSA (One Step Ahead) çerçevesinde dördüncü ve üçüncü sınıfı seviyesinde birer proje gerçekleştirilmiştir.
Bu projeler OSA tarafından hazırlanan ve 10 yıl sonrasına dönük senaryoların belli bir çalışma yöntemi ile beraber öğrencilere sunulması ile gerçekleşmiş ve sonuçta konsept projesi düzeyinde çok sayıda sonuç elde edilmiştir. Dördüncü sınıf projeleri Tofaş’ın destekleri ile Torino’da OSA’ya katılan diğer tasarım okulların projeleri ile beraber Fiat yönetimine sunulmuştur. Proje çalışması yapan bu sınıftan iki öğrenci Fiat-Torino’da üç aylık bir staja alınmış, bunlardan biri ikinci bir üç aylık stajı Fiat yönetiminde Milano’da tamamlamıştır. Bu iki öğrenciden birinin Tofaş’a başvurusu olumlu karşılanmıştır ve iki aydır Bursa’da tasarımcı olarak çalışmaktadır.
OSA programından ayrı olarak 2005 yılında üçüncü sınıflar Fiat-Ankara’nın isteği ile Doblo için bir ’dashboard’ çalışması yapmışlardır. Ayrıca, mezuniyet projesi seviyesinde üç öğrenci Tofaş ile çalışmış bunların projeleri, Fiat tasarımcılarının aktif katılımları ile geliştirilmiş ve prototipleri Fiat tarafından üretilmiştir. Ayrıca Otokar ile minibüs projesi, Temsa ile otobüs iç donanımı projeleri çerçevesinde de ortak proje çalışmaları yapılmıştır."
Yazının Devamını Oku 25 Ocak 2006
Bayramda Hyundai’nin 1.2 milyar Euro’luk yatırımının Çek Cumhuriyeti’ne kaçtığı haberini yazmamı hazmedemeyen bazı kişiler geçen hafta internet üzerinden saldırıya geçtiler. Yine Hürriyet’te yayınlanan ’Hükümetin son dakika teklifi’ başlığıyla verdiğimiz bir haberi, "Hürriyet bir hafta içinde kendi kendini yalanladı" şeklinde yorumlayarak sözüm ona bizi karalamaya kalktılar. Ama işin öyle olmadığını kendileri de çok iyi biliyor. Biz hem kaçtığını yazdık hem de iş işten geçtikten sonra hükümetin ’bak biz herşeyi yaptık’ gibi görünmek istemesini sayfalara taşıdık.
Sonuçta Hyundai’nin üst düzey yetkilileri kaçtığını söylerken, bu yatırımı Türkiye’ye çekmek isteyen tek hükümet yetkilisi olan Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, "Resmi açıklama yapılmadı o yüzden son bir teklif sunduk" diyerek üstlerinden sorumluluğu atmak istiyordu. Yatırımın kaçtığını bilsek bile Coşkun’un son çabaları bir haberdi ve gazetede yer almalıydı. Ama bunu bazıları Hürriyet kendini yalanladı şeklinde yorumladı.
Bizi yalan haber yapmakla itham eden siteye cevap ise ertesi gün Hyundai Motor Company Başkan Yardımcısı ve CEO’su Dong-Jin Kim’den geldi. Kim, hala yatırımın kaçmadığına inanan Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun’a bir mesaj göndererek, yatırımlarını Çek Cumhuriyeti’nde bulunan Kia fabrikasında yapmaya karar verdiklerini bildirdi. Bizi karalayan bu site bu haberi nedendir bilinmez yayınlamak gereği duymadı. Yorum sizin.
10 bin adede ulaşırsak Skoda’dan destek sözü aldık
1895 yılında kurulan Skoda, Volkswagen Grubu’nun 1992 yılında satın almasına kadar uzun bir süre kapalı bir ekonomi ve komünizm altında üretildi. Volkswagen’in çatısı altına girmesiyle kendini göstermeye başlayan markanın imajı belki tamamen düzelmedi, ama yeni modellerle büyük bir mesafe kat edildiği ortada. Volkswagen’in aldığı dönemde 100-150 bin adet arasında üretim kapasitesine sahip Çek Cumhuriyeti’ndeki Skoda fabrikasının bugün yeni modellerle 500 bin adetlik üretim kapasitesine ulaşması da bunun bir göstergesi.
1 MİLYON ADET ÜRETİM
Skoda’nın Türkiye temsilcisi Yüce Auto’nun Yönetim Kurulu Üyesi Emir Marşan, Skoda’nın toplam üretiminin talebin altında olduğunu kaydederek, "Talebe yetişemiyorlar. Skoda yönetimi de bu rakamı önümüzdeki yıllarda 1 milyon adede çıkartmayı planlıyor" açıklamasını yapıyor. Yani Volkswagen grubunun almasıyla sıçrama yapan şirket daha 20 yıl dolmadan 100 binli adetlerden 1 milyon üretim kapasitesine ulaşacak. Oldukça önemli bir gelişme.
Peki, Skoda’nın Türkiye cephesinde neler yaşanıyor? Biliyorsunuz Skoda, Türkiye’de Yüce Auto ve Doğuş Holding bünyesinde. Yani iki şirket yüzde 50’şer hisseyle Skoda’nın Türkiye distribütörü.
İki şirketin temsilcisi olarak yönetim kurulu üyeliği yapan Emir Marşan, Türkiye’de Skoda markasının da Avrupa’ya paralel olarak yeni modellerle imajını güçlendirdiğini belirterek, "Ancak şu anda yeterli reklam kampanyası yapacak gücümüz olmadığı için istediklerimizi tam anlamıyla gerçekleştiremiyoruz" diye konuşuyor.
10 BİN SINIRI ÖNEMLİ
2005 yılında 8 bin adet Skoda markalı araç sattıklarını hatırlatan Marşan, bu rakamı 2006 yılında 10 bin adede yükseltmek istediklerini belirtiyor. 10 bin adetlik satış Yüce Auto için önemli. Marşan, bu önemi şöyle anlatıyor: "Eğer 10 bin adedi yakalarsak, reklam kampanyaları için Skoda yönetiminden gerekli fonu alabileceğiz. Bu da bize Türkiye’de daha fazla güç kazandıracak."
10 bin adetlik satışın Skoda’nın satıldığı ülkeler içinde Türkiye’yi ilk 15 ülke arasına sokacağını belirten Marşan, "Toplamda 66 ülkede Skoda satılıyor. İlk 15 ülke arasında olmak önemli. Bu yüzden 10 bin sınırı bize destek olmaları açısından önemli" yorumunu yapıyor.
Bugün gerçekten Skoda modelleri önemli bir aşama kaydetti. Gerekli desteğin sağlanması ile Türkiye’de sıçrama yapması içten bile değil.
İtalyanlar gibi yetenekliyiz tasarımda destek görmeliyiz
Geçtiğimiz hafta Tofaş’ın İtalyan CEO’su Alfredo Altavilla ile 7-8 gazeteci bir araya geldik. Altavilla, Türkiye’nin otomotivde sadece üretim üssü olarak kalmaması, mühendislik ve tasarım alanlarında da dünyada söz sahibi haline gelmesi gerektiğini vurguluyordu.
Çok haklı. Uluslararası markaların modellerini Türkiye’de üretmek kuşkusuz önemli, ama bunu zaten her ülke yapıyor. Önemli olan daha fazla katma değer elde etmek için yeni modellerin Türk mühendisler ve tasarımcılar tarafından ortaya çıkartılması. Böyle olduğu takdirde Türk otomotivi dünyada tanınır. Aksi takdirde falanca firmanın falanca modelinin üretildiği ülke diye satır aralarından çıkamaz.
TASARIMA YETERİNCE ÖNEM VERİLMİYOR
Tabii ki bunun için öncelikli olarak Türkiye’de mühendis ve tasarımcı yetiştiren üniversitelerin desteklenmesi gerekiyor. Bugün özellikle otomotiv konusunda Türkiye’nin önemli mühendis gücü var. Bu konuda uluslararası alanda rekabet edebilecek düzeydeyiz. Ancak tasarım konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz. Çünkü üniversitelerin sınırlı olan ’Endüstri Ürünleri Tasarımı’ bölümleri yeterince destek görmüyor, daha doğrusu önem verilmiyor.
Halbuki yurtdışında tasarım okulları en çok önem verilen, en prestijli okullar. Bırakın tasarım bölümlerini, sadece tasarım eğitimi veren üniversiteler var. Bugün yurtdışında önemli işler yapan ve bizim sürekli yazıp çizdiğimiz Türk tasarımcılar da Türkiye’de değil, yurtdışında eğitim almışlar. Bu kişilerin kuşkusuz yurtdışında eğitim almaları orada yaşamalarından kaynaklanıyor, ama Türkiye’de yaşıyor olsalardı aynı noktaya gelirler miydi, zannetmiyorum.
ÇİZİM KABİLİYETİ ŞART
Endüstri Ürünleri Tasarımı konusunda Türkiye’de iki üç üniversitenin bölümü var. Bu eğitimi veren üniversitelerin başında Mimar Sinan ve Marmara geliyor. Sonuçta bu bölümlere girmek için çizim kabiliyetinizin olması gerekiyor. Çünkü yetenek sınavı ile bu üniversitelerin tasarım bölümleri öğrenci alıyor. Bir tek İTÜ’nün bu bölümü üniversite sınavıyla öğrenci alıyor.
Bilgisayar kullanımı özellikle otomotiv tasarımında artık birinci öncelik haline geldi. Ama ne yazık ki üniversitelerimiz bu konuda destek görmediği için öğrenciler daha çok kendi imkanlarıyla bilgisayarda tasarım yapmayı öğreniyor.
MESLEKLERİNİ YAPAMIYORLAR
Tamam işin temeli belki veriliyor, ama mezun olduktan sonra uluslararası tasarımcılarla rekabet etmek için her alanda iyi olmak zorundasınız. Kimileri şanslı oluyor, master veya doktorasını yurtdışında tamamlıyor. Peki buna imkanı olmayanlar... Bugün bir çoğu Türkiye’de kendi mesleklerini yapamıyor. Çünkü böyle bir şansları yok.
Bugün tasarımla özdeşleşen İtalyanlar gibi Türkiye’de çok yetenekli tasarımcılar var. Ama tasarım alanında iş bulamadıkları için birçoğu geçimini farklı mesleklerde sürdürüyorlar. Artık gelecek vadeden yetenekli kişiler tasarımcı olmak yerine başka bölümlere veya üniversiteleri tercih etmeye başladı. Eğer Türk otomotiv sektörü tasarım konusunda iddialı bir konuma gelmek istiyorsa, öncelikli olarak üniversitelerin Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümlerini desteklemesi gerekiyor. Bu okullarla projeler yapıp tasarımcı yetiştirilmesinde etkin görev almalı.
Mühendisler gibi destek görmeliler
Ben editör yazımı yazarken Türkiye’de ilk kez bir grup mühendislik fakültesi öğrencisinin otomotiv teknolojisiyle ilgili eğitimlerinin önemli bölümünü, Mercedes’in Aksaray’daki kamyon fabrikasında alacağı haberi geldi. Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selçuk Geçim, fakültedeki Otomotiv Bölümü öğrencilerinin 2’nci sınıftan itibaren pratik derslerini, Mercedes-Benz Türk’ün Aksaray’daki kamyon fabrikasında alacağını söyledi. İşte yukarıda da belirttiğim gibi mühendislik konusunda gerçekleşen bu desteklerin tasarım alanında da yapılması şart. Tasarım eğitimi alanların otomotiv firmalarının Türkiye’de yoksa bile yurtdışındaki tasarım merkezlerinde belirli süre eğitim almaları sağlanamaz mı?
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2006
Son günlerde gündemi en çok meşgul eden konuların başında Hyundai’nin 1.2 milyar Euro’luk yatırımı geliyor. Her ne kadar geçtiğimiz hafta bu işin artık bittiğini seçimin Çek Cumhuriyeti’nden yana kullanıldığını yazsam da bazıları ısrarla hala kararın verilmediğini kaydediyor. Bu işin bittiğini birinci ağızdan duyduğum için bu tip haberler biraz tuhafıma gidiyor. Kuşkusuz 1.2 milyar Euro Türkiye adına büyük kayıp, ama hükümetin ısrarlı olmayan tutumuyla zaten bunun bu şekilde gerçekleşmesi sürpriz olmadı.
Dev yatırımın Çek Cumhuriyeti’ne kaçması uluslararası yatırımlar adına Türkiye’ye zarar vereceği gün gibi aşikar. Bu konudaki görüşlerimi aktarmadan önce yatırımın kaçması ile ilgili haberin nasıl geliştiğini biraz anlatmak istiyorum. Çünkü açıkçası hala kafalarda soru işaretleri var gibi.
Malum bayramlarda herkes tatil yaparken biz gazeteciler nöbetleşe çalışmaya devam ederiz. Ben bu bayramda, arife ve ilk gün izin yapanlardandım. Daha sonraki günlerde görevimin başındaydım. Perşembe günü gündemdeki haberleri incelerken, Kore-Türk Karma Parlementosu’nun Kore kanadı Başkanı Shim Jae Duck’un Yalova’yı ziyaret ettiğini ve Hyundai yatırımı için destek olacağı haberini okudum. İşte bu haberin ardından hemen Hyundai’nin Türkiye’deki üst düzey bir yetkilisini aradım. Bu yetkilinin yurtdışında tatilde olduğunu söylemesiyle yatırımın durumu hakkında kafamda şimşekler çaktı. Kendisine Türk hükümetinin Hyundai’nin beklediği teklifi sunup sunmadığını ve şu anki durumun ne olduğunu sorduğumda aldığım cevap enteresandı: "Ayağımıza kadar gelen fırsatı kaçırıyoruz." Hemen atladım ’Yatırım kaçtı mı demek istiyorsunuz". Bunun üzerine "Şu an için böyle bir şeyi ben söyleyemem, ama hükümetin teklifinde mevcut yatırımlara verilen ne varsa o var."
SİZ HANGİ ÜLKEYİ SEÇERDİNİZ
İşte bu açıklama teklif mektubunun Hyundai’ye hiç bir ayrıcalık tanımadığını ortaya koyuyordu. "Hiç mi cazip bir şey yok" diye ısrar edince, karşımdaki yetkili, "Mektuba bazı illerin sundukları teklifleri de eklemişler. Bunun dışında bir şey yok" cevabını verdi ve ekledi: "Böyle bir durumda siz olsaydınız hangi ülkeyi seçerdiniz."
Yetkili kişi bana isminin kullanılmamasını ve mümkünse haberi de bekletmemi söyledi. Ben de kendisine teşekkür ettim ve telefonu kapattım. Daha sonra internette tarama yaparken karşıma Korea Times’de yer alan bir haber çıktı. Haberde Çek heyetinin Kore’yi ziyaret ettiği ve nihai anlaşmanın imzalanacağı yer alıyordu. Bunun üzerine tekrar yetkiliyi aradım ve haberi anlattım. O da "Tamam kaçtı diyebilirsin" dedi. Bunun üzerine geçen Cuma günü gazetede yayınlanan haber ortaya çıkmış oldu. Yatırım kaçtı mı kaçmadı mı artık yorum sizin.
TÜRKİYE’NİN ADI GEÇMİYOR
Hyundai yatırımının tartışılan diğer bir boyutu ise Türkiye’nin kullanılıp kullanılmadığı yönünde. Yaptığım araştırmada, bu kadar gündemde yer almasına rağmen uluslararası basında Türkiye’nin aday ülkeler arasında bile adının geçmemesi ilginç. Tüm haberler yatırımın Çek Cumhuriyeti’ne yapılacağı yönünde. Sadece bir kaçında aday ülke olarak Polonya yer alıyor. İşte bu durum zaten Türkiye’nin hiç bir zaman aday olmadığı sadece çek Cumhuriyeti’nden daha fazla şey koparmak için kullanıldığı şüphesini akıllara getiriyor.
Bu soru işaretleri sadece bize değil, uluslararası basına da yansımış durumda. Hyundai yatırımıyla ilgili ilk haberi veren Automotive News Europe’nin yetkilileri, "Koreliler yatırımı nereye yapacaklarını baştan beri biliyorlar. Bu konuda karar vermişler. Ama anlaşmayı yapmadan önce en iyi teklifi almak için görüşmelere devam ediyorlar" yorumunu yapıyor.
Evet, bana göre de Türkiye’ye yatırım yapmayı baştan beri düşünmüyorlardı. Ne zaman ki Türkiye aday ülke olarak yatırım planının içine girdi ve Türkiye’de önemli gündem maddesi oldu, Çek Cumhuriyeti’nin sundukları Hyundai’nin isteği doğrultusunda arttı. Çekler tüm engelleri aştılar ve hükümet düzeyinde çok ciddi lobi faaliyetleri yürüttüler. Kuşkusuz bunlar çoğumuzun kafasındaki soru işaretleri. Umarım gerçek bu değildir.
YENİ YATIRIM GELMİYOR
Hyundai’nin 1.2 milyar Euro’luk yatırımının Türkiye’ye gelmemesi Türk otomotiv sektörü için tabii ki büyük bir kayıp. Böyle bir yatırımla Türk otomotivi yepyeni bir sayfa açacak, uluslararası piyasalara da "Bakın yeni ve dev yatırımlar Türkiye’ye geliyor" mesajı verecekti. Ama olmadı.
Bugün Türkiye’deki otomotiv fabrikalarına baktığımızda hepsinin 90’lı yıllarda kurulduğunu veya büyüdüğünü görüyoruz. Türkiye’de üretilen araçların çoğu bu yıllarda temelleri atılan fabrikalarda üretiliyor. Son dönemde Türk otomotiv sektörü adına yapılan tüm yatırımlarda mevcut fabrikalara yapılıyor. Bu yatırımların dışında son yıllarda Türkiye’ye gelen yeni bir otomotiv yatırımı yok. Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) Başkanı ve Ford Otosan Genel Müdürü Turgay Durak, Türkiye’nin son dönemde 4 büyük yatırımı kaçırdığını söylüyor. Hyundai yatırımıyla bu sayı artarak devam ediyor. Durum böyle olunca Türkiye, mevcut fabrikalar ve bu fabrikalarda üretilen katma değeri yüksek olmayan modellerle devam etmek durumunda. Yeni yatırımlar gelmiyor. Eğer Hyundai yatırımı gelseydi, hem bu diğer firmalar için önemli bir mesaj hem de Türk otomotivi için taze kan olacaktı.
Ferrari için el sıkışıp akşam ’eş’ fırçası yiyorlar
Geçtiğimiz günlerde bir toplantı sırasında Ferrari ve Maserati markalarının Türkiye distribütörü Fer-Mas’ın Genel Müdürü Orhan Ülgür’le sohbet ettim. Ülgür’ün Türkiye’deki Ferrari satışlarıyla ilgili verdiği bilgiler oldukça ilginçti. Türkiye’de daha önce yılda 6-7 olan Ferrari satışını 14’e çıkardıklarını söyleyen Ülgür, "Bu sayı çok rahatlıkla 3-4 katına çıkabilir. Ancak Ferrari almak isteyen erkeklerin eşleri bunun gerçekleşmemesinde en büyük etken" diye konuşuyor.
KİMSE PEŞİNİ BIRAKMAZ
’Nasıl yani diye şaşkınlığımı belirttiğimde’ "Adamın parası var ve hayalindeki bu aracı almak istiyor. Her konuda el sıkışıyoruz, ancak ertesi gün almaktan vazgeçtiğini söylüyor. Sebebi ise akşam eve gittiği zaman izin vermeyen eşi" cevabını veriyor. Evet, kimse kocasının böyle dikkat çekici bir otomobili kullanmasını istemiyor. Bunun üzerine aynı soruyu ben eşime sorduğumda, "Ben de istemem" cevabını alıyorum. Peki ’Neden’ dediğimde, "Çünkü çok dikkat çekiyor. Sen ne kadar uslu dursan da böyle bir otomobilin içinde seni gören bazı kadınlar uslu durmayabilir" yorumunu yapıyor.
İşte Ferrari böyle bir marka. Adamlar dünyanın en iyi spor otomobilini yapıyorlar, paranız da var, ama eşiniz buna izin vermiyor. Minik bir dedikodu. Otomobil tutkusunu yıllardır bildiğimiz Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın da aynı konudan muzdarip olduğunu söylüyorlar. Ferrari almak istemiş, ama onun da eşinden izin çıkmamış.
Ülgür, Türkiye’de Ferrari ve Maserati alabilecek 300 kişilik bir potansiyel müşterinin şu an için hazır olduğunu ifade ederek, "Ancak eşlerin dışında çekingenlik de alım konusunda etkiliyor" diye konuşuyor. Çekingenlikten kastı ise bir çok potansiyel müşterinin Ferrari’yi kullanamayacaklarını düşünmesiymiş. Otomobil çok güçlü ve pahalı olunca ’Ben böyle bir otomobil kullanamam’ diye düşünenlerin sayısı fazlaymış.
Ülgür, Türkiye’de Ferrari kullanan kadın sürücü olmamasının da bunun önemli bir göstergesi olduğunu kaydediyor. Ama tam o sırada biri araya girerek, İstanbul’da bir kadın sürücünün olduğunu söylüyor.
MALİYE KORKUSU ETKİLİ
"Peki bu konuda bir şey yapıyor musunuz" diye sorduğumda Ülgür, "Evet yapmaya başladık. Önce bu çekingenliklerini atmak için araçları kendilerine anlatıyoruz ve test ettiriyoruz. Test ettikten sonra birçoğu kullanabileceğine inanıyor" diyerek ekliyor: "Kendi eşim bile ’ben kullanamam’ diyordu. Ben de kendisini araca oturtup ’kullan’ dedim. Önce tereddüt etti, ama sonra ’Evet kullanımı çok kolaymış’ dedi"
Sonuçta Ülgür’ün Ferrari satışlarıyla ilgili bu söyledikleri doğru. Ama Türkiye’de Ferrari veya diğer lüks otomobil satışlarının önünün tıkayan en önemli etken kuşkusuz Maliye korkusu. Sonuçta 400-500 milyarlık bu araçları alacak potansiyele sahip bir çok kişi, parayı nereden bulduğunun açıklaması güç olabileceği için maliyeden çekiniyor.
Otomobil fırsatı aynen devam ediyor
Türkiye’de otomotiv pazarı yeni bir yıla girmeden önce satışlar açısından tavan yapar. Aynı 2005 Aralık ayında yaptığı gibi. Çünkü hem otomobil fiyatları hem de vergi yükü yeni yılla birlikte artış gösterir. Otoyaşam olarak ise biz 2006 yılında otomobil fırsatının kaçmayacağını sürekli dile getirdik. Diğer gazeteler ’oto almak için son 10 gün’ veya ’fırsatı kaçırmayın’ haberleri yaparken, biz ’faizler düşecek kampanyalar 2006’da devam edecek’ başlıkları attık ve haklı çıktık.
Sonuçta Aralık ayında birbirinden cazip kampanyalarla satışlarda patlama yaşandı. Ama 2006 yılına girildiğinde fiyatlar daha önce belirttiğimiz gibi artmadı ve kampanyalar yeni yıla birlikte devam etti. Bir çok firma yetkilisi Ocak ayı başında çok ciddi satış yaptıklarını söylemesi de bunun bir göstergesi. Kuşkusuz araya bayram girdi ve satışlar düştü, ama şubat ayından itibaren özellikle Avrupa menşeli markalarda kampanyaların devam edeceği belirtiliyor. Çünkü Avrupa’da çok ciddi bir stok var ve bu stoku Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde eritmek istiyorlar. Avrupalılar kampanya düzenlerse rakiplerin de bunu takip etmesi kaçınılmaz. Yani 2006 yılında da otomobil fırsatı 2005 sonunda olduğu gibi aynen devam edecek.
’TARİHİ ARALIK’ MANŞETİMİZ
Sektör adına önemli bir başka haberimiz ise ’Tarihi Aralık’ manşetimiz oldu. Aralık ayında satışlar açısından sektörün tarihi bir rekora imza attığını belirtmiştik. Bu haberin ardından bazı firma yetkilileri, satışlar 100 bin adede ulaşmaz, hatta 85 bini bile zor görür yorumu yaptılar. Hem de bunu son haftaya girerken söylediler. Ama resmi rakamlar açıklandığında bir kez daha haklılığımız ortaya çıktı. Aralık ayında bizim de tahminimizin üzerinde bir satış gerçekleşti. Ağır vasıtaları da eklersek Türkiye’de bir ayda yaklaşık 110 bin adetlik bir satış oldu.
Otoyaşam olarak yaptığımız haberlerde bir çok uzman kişinin yorumlarını alarak değerlendirmelerimizi yapıyoruz. Bunun ne kadar doğru olduğu da çıkan sonuçlarla kendini kanıtlıyor. 2006 yılında sektörle ilgili tüm gelişmeleri yine Hürriyet gazetesi ve Otoyaşam’dan sizlere aktarmaya devam edeceğiz. Bizi izlemeye devam edin...
Yazının Devamını Oku