Emre Özpeynirci

Tavuktan otomobil çıktı

23 Ağustos 2006
Türkiye’de bir dönem Doğuş Otomotiv’in ve OSD’nin başkanlığını yapan İlhan Çetinkaya’yla geçtiğimiz hafta birkaç gazeteci arkadaşımla birlikte yemekte karşılaştık. Çetinkaya’nın Hintli Mahindra markasıyla otomotiv sektörüne giriş yaptığını ilk yazan gazeteci olduğum için beni görür görmez, "Beni zor durumda bıraktın" diyerek sitemde bulundu. "İlhan bey, showroom’u bile açmışsınız ben yazmasaydım başkası yazacaktı" cevabını verince, beni onaylayarak eşiyle birlikte bize katıldı.

KİTAP YAZACAK

Evet Çetinkaya, Mahindra’nın Türkiye distribütörü olmuştu ama hükümetten bir türlü onay alamadığı için 11 aydır faaliyete bir türlü geçememişti. Konuyla ilgili ayrıntılı haberi pazartesi günü ekonomi sayfasında verdim. Benim esas merak ettiğim Çetinkaya’nın neden yeniden otomotiv sektörüne döndüğüydü. Veya 30 yılı aşkın bir süre otomotiv sektöründe üst düzey yöneticilik yapmış biri dönmek için neden Hintli bir markayı seçmişti. Tüm bunları Çetinkaya’ya sorunca, "İleride bir kitap yazacağım ve içinde neden otomotive geri döndüğümde yer alacak" cevabını verdi. Üstelememe rağmen başka bir açıklama yapmadı. Şimdi merakla İlhan Çetinkaya’nın kitabını bekliyorum.

MUDURNU’YU 10 TRİLYONA ALDI

Çetinkaya ile sohbetimizde konu bir ara Mudurnu’ya geldi. Bilmeyenler için Doğuş Grubu’ndan ayrıldıktan sonra iş hayatına İlçe Taşımacılık şirketiyle devam eden Çetinkaya, geçtiğimiz yıl iflas eden tavuk şirketi Mudurnu’yu yaklaşık 10 triyona alarak gıda sektöründe büyüme yolunu seçmişti. Hintli Mahindra’yla otomotiv sektörüne yeniden giriş yapmasına rağmen Çetinkaya, Mudurnu’yu büyütmekte kararlı.

"Mudurnu’yu aldıktan sonra kuş gribinin patlaması herhalde sizin için kötü bir şans oldu" diye söze girince Çetinkaya, "Hayır çok fazla etkilemedi. Biz zaten yeniden bir yapılanma içindeydik" cevabını verdi.

6 AYDA SİSTEM TUTTU

Mudurnu’yu satın aldıktan sonra yönetimi yeniden yapılandırdığını kaydeden Çetinkaya şunları söyledi: "Tavukçuluk sektörü bugünkü otomotiv sektörünün 30 yıl önceki hali gibi. Ben otomotiv sektöründeki deneyimimi ve birikimi ortaya koyarak tavukçuluk sektörünü baştan yaratıyorum. Mudurnu’yu bir otomotiv şirketi gibi yönetiyorum. Herkes önce karşı çıktı ama 6 ay sonra ’gerçekten bu yöntem çok başarılı oldu’ dediler."

Çetinkaya’nın söyledikleri gerçekten ilginç. Son yılların parlayan yıldızı otomotiv sektörü bir taraftan kendi büyümesini devam ettirirken, diğer taraftan başka sektörleri de etkiliyor. Çetinkaya’nın tavukçulukta otomotiv yönetim tarzını kullanması, sektördeki diğer şirketleri de harekete geçirecektir.

100 firma, Çin malı oto için sıraya girdi

İlhan Çetinkaya ile görüşmemizde konu, Çin malı otomobillere geldi. Kendisine bir çok firmanın Türkiye’ye Çin malı otomobil getirmeye çalıştığını söyleyince, "Toplam 100 şirket Çin’den otomobil ithal etmek için başvurmuş. Bu şirketlerin içinde büyük kuruluşlar da var" cevabını verdi. 100 firma. Gerçekten inanılmaz. Şu anda ne biz ne de Avrupa Çin’den otomobil ithal edemiyor. Sebebi, belirli normlara uymamaları. Ama bunun önü açılırsa, Çin malı motosikletten sonra Türkiye’ye Çin malı otomobil akınına da uğrayacak. Çin malı otomobillerin peşinde kimler yok ki. Otomotiv sektöründe yer alan büyük kuruluşların dışında, küçük esnaflar bile Çin malı otomobil ithal etmek için sıraya girmiş.
Yazının Devamını Oku

Lüks segmentte BMW dalgaya geldi

16 Ağustos 2006
Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD), geçtiğimiz hafta yılın ilk 7 ayına ilişkin raporunu yayınladı. Raporda özellikle Temmuz ayında otomobil satışlarının dibe vurduğunu, 7 aylık satışların ise ekonomideki gelişmelerden nasibini aldığını görüyoruz. Ocak-Temmuz döneminde pazarın hakimi olan küçük ve orta sınıfta önemli ölçüde düşüş yaşanırken, lüks ve üst lüks sınıfta ise yüzde 34’lük bir büyüme yaşandı. Yani parası olana dalga malga vız geldi.

Lüks ve üst lüks sınıftaki artışın en önemli sebebi, 4x4 araçlara olan ilginin her geçen gün artmasından kaynaklandı. Ocak-Temmuz döneminde lüks olarak adlandırılan E sınıfında toplam 5 bin 824 araç satılırken, bunun 3 bin 582’sini SUV’lar oluşturdu. Üst lüks olarak adlandırılan F sınıfındaki satışlar ise ilk 7 ayda 1778 olarak gerçekleşti. Bu sınıfta satılan SUV sayısı ise 1370 olarak gerçekleşti. Sonuç olarak E sınıfında satışlar geçtiğimiz yıla göre yüzde 29 artarken, F sınıfında bu artış oranı yüzde 52’yi buldu.

AUDI LÜKSÜN LİDERİ OLDU

Peki ilk 7 ayda kim ne kadar sattı ve hangi marka artış rekoru kırdı. Öncelikli olarak Audi’nin lüks sınıfta ilk kez liderliği ele geçirdiğini söylemekte fayda var. Audi bu yılın ilk 7 ayında geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 9 artışla 2 bin 28 adet satış gerçekleştirerek, lüks sınıfının lideri oldu. Audi’yi yüzde 32’lik büyümeyle Mercedes takip etti. Mercedes geçtiğimiz yıl Ocak-Temmuz döneminde 1516 adet otomobil satarken, bu yılın aynı döneminde bu rakam 2 bin 10 adedi buldu.

2005 yılının lüks sınıf lideri olan BMW ise bu yılın ilk 7 ayında satışı düşen tek lüks marka oldu. BMW, ilk 7 ayda 1849 araç satarak geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 14’lük bir kayıp yaşadı. BMW, bir başka değişle ekonomideki dalgadan etkilenen tek lüks marka oldu. Ama bu düşüşte bazı modellerinin yenilenecek olmasınında da etkisi büyük.

JAGUAR REKOR KIRDI

Lüks segmentte Chrysler 693 adetli geçtiğimiz yıla göre satışlarını yüzde 41 artırırken, Jaguar lüks sınıfın artış rekortmeni oldu. Jaguar geçtiğimiz ilk 7 ayda sadece 74 adet otomobil satarken, bu yılın aynı döneminde satışlarını 449’a çıkardı. Bu da tam yüzde 506’lük bir artışı beraberinde getirdi. Jaguar’ın satışlarını artırmasında X-Type modelinin dizel versiyonunda yapılan indirimler etkili oldu. Lüks pazarda Porsche geçtiğimiz yıla göre yüzde 150’lik artışla satışlarını 140 adede çıkartırken, Saab yüzde 62’lik büyümeyle 127 adetlik bir satışa ulaştı.

Lüks sınıfta kim

ne kadar sattı

Marka20062005Değişim

Ocak-Temmuz(%)

Audi2.0281.8638

Mercedes2.0101.51632

BMW1.8492.171-14

Chrysler69349141

Jaguar44974506

Porsche14056150

Saab1277862

Bir otomobil programında neler görmek istiyorsunuz

Eylül ayı sonunda ’Türkiye’nin en beğenilen otomobilleri yarışması’ Otobil’in üçüncüsünü düzenlemeye hazırlanıyoruz. Yarışmada yer alan segment sayısının artışı Türkiye’de otomotiv pazarının gelişimini net bir şekilde ortaya koyuyor. Otobil’i ilk düzenlediğimiz yıl 11 olan segment sayısı geçtiğimiz yıl hafif ticari araç sınıfının öneminin artmasıyla 12’ye yükseldi. Bu yıl ise segment sayısı tam 17 oldu. Bu artış dünyadaki rekabete bağlı olarak bir çok yeni segmentin doğması ve model sayısındaki artıştan kaynaklandı. Bir de buna Türkiye’de üretilen araç sayısının artması eklenince doğal olarak bizde segment sayısını 12’den 17’e çıkarmak durumunda kaldık.

Uzun lafın kısası bugün Türkiye’de yeni segmentler ve yeni modellerle birlikte otomotiv sektöründe çok büyük bir rekabet yaşanıyor. Bu rekabette tüketicilerin de haklı olarak kafası karışıyor. Yazılı basın gerek uzmanlaşan otomotiv editörleriyle, gerek özel sayfaları ve gerekse dergilerle tüketicilere sektör hakkında tüm bilgi akışı sağlanıyor. Ama ya televizyonlar. İşte bu noktada doğru programı yapmak tamamen tüketicilerin beklentilerine bağlı.

6-7 aydır yılan hikayesine dönen televizyon maceram Eylül ayı itibariyle CNN Türk’te başlayacağı için, otomobil severlerin bir otomobil programında en çok neleri görmek istediğini merak ediyorum. Sizlerin fikirleri benim için çok önemli. Bu konudaki düşüncelerinizi eozpeynirci@hurriyet.com.tr’ye gönderirseniz sevinirim.
Yazının Devamını Oku

Yabancılar tecrübe kazanıyor yönetimde Türk tercih ediliyor

12 Ağustos 2006
GEÇTİĞİMİZ hafta General Motors Türkiye'nin yönetiminde değişiklikler oldu. Opel, Chevrolet ve Saab markalarının Türkiye'de satış ve pazarlamasını yapan şirketin 4 yıldır Genel Müdürlüğünü yapan İsviçreli Peter Fahrni koltuğunu Özcan Keklik'e bıraktı. Böylece Opel Türkiye ve daha sonra GM Türkiye olarak yeniden yapılanan şirketin Genel Müdürlüğüne ilk kez bir Türk getirilmiş oldu.

6 YABANCI YÖNETİCİ KALDI

Opel merkezine Avrupa Perakende Ağı Geliştirme Direktörü olarak atanan Peter Fahrni'nin görevini Keklik'e devretmesinin ardından, Türkiye'deki otomotiv şirketlerinden görev yapan yabancılar aklıma geldi. Bugün, otomotiv firmalarının başında görev yapan sadece 6 tane yabancı yönetici kalmış durumda. Tofaş'ın CEO'su Alfredo Altavilla, Peugeot Türkiye Genel Müdürü Yann Carnoy, Honda'nın Genel Müdürü Katsumi Sawai, Nissan Genel Müdürü Nobuhiro Yoshida, Volvo Car Türkiye Genel Müdürü Göran Larsson ve Mercedes-Benz Türkiye Başkanı Jürgen Ziegler. Bu yöneticilerin dışındaki diğer tüm otomobil markaları Türk yöneticilerine teslim.

Sebebi açık. Türkiye gibi 3-4 yılda bir kriz yaşanan, pazarın sürekli değiştiği, hedeflerin sürekli revize edildiği bir ülkede çalışmak bir yabancı için oldukça zor. Bugün dünyanın hiç bir ülkesi Türkiye kadar istikrarsız değil. Her şey iyi giderken, ertesi gün bir uyanıyorsunuz, sektör tepetaklak olmuş. Yabancıların hiç alışık olmadığı bu durum, yönetim anlayışında bir çok problem yaratıyor. Türk yöneticiler, her türlü ortama alışık olduğu için kısa sürede bir b planını devreye sokarken, yabancılar daha temkinli davranıp, karar sürecini uzatabiliyor. Bu da yabancıları Türk yöneticiler karşısında daha dezavantajlı hale getiriyor.

TÜRKİYE TECRÜBESİ ÇOK ÖNEMLİ

Ama diğer taraftan, Türkiye tecrübesine sahip bir yabancı ise çok rahatlıkla dünyanın her yerinde büyük başarılar elde edebiliyor. Bunun örneklerini geçmişte çok gördük. Türkiye'de yöneticilik yaptıktan sonra, uluslararası pozisyonlara getirilen bir çok yönetici var. Hemen aklıma Mark Schulz geliyor. Türkiye'de Ford Otosan'ın Genel Müdürü olarak görev yapan Schulz, bugün Ford Motor Company'nin Başkan Yardımcısı. Schulz gibi daha bir çok örnek var. Bu bile başlı başına bir yazı konusu.

Bu bağlamda GM'in Türkiye'nin başına bir Türk yöneticiyi getirmesi bana göre anlamlı. Peter Fahrni, kriz döneminde şirketi devralmış ve bu dönem içinde bünyesinde 3 markayı barındıran bir şirketi yaratmıştı. GM Avrupa şimdi Peter Fahrni'nin bu tecrübelerini Avrupa'da kullanmak istiyor. Türkiye'de ise diğer firmaların Türk yöneticilerine karşılık Özcan Keklik'le rekabet etmek istiyor. Sonuçları hep birlikte göreceğiz.

Dalga zammını başka kimler geri alacak

Geçtiğimiz hafta Subaru'nun 2007 modellerinde yüzde 7'ye varan indirime gitmesiyle otomotivde dalga zammının geri alınmaya başladığını yazmıştık. Döviz kurunda yüzde 30'u aşan artışla Haziran ve Temmuz aylarında fiyatlarına zam yapmak zorunda kalan otomotiv şirketlerinin, şimdi bu zammı döviz kurunun yeniden gerilemesiyle geri alıp almayacağı konuşuluyor. Subaru, fitili ateşledi. Şimdi gözler diğer firmaların üzerinde. Bekleyip göreceğiz. Ama son 2-3 yıldır fiyatlarda zam yerine sürekli indirime giden şirketlerin, çok da fazla indirime yanaşmayacağını düşünmüyorum.

17 yıl önce çay taşıdığı şirketin tepesine çıktı

GM Türkiye'nin yeni Genel Müdürü Özcan Keklik'le ilk tanışmam 2002 yılında Cenevre fuarında oldu. Keklik, o dönem GM'in bünyesinde yer alan Chevrolet ve Cadillac'ın tüm Avrupa faaliyetlerinden sorumluydu. 2001 yılında bu göreve getirilen Keklik, 1999 yılından 2003 yılına kadar Opel'in yurtdışı operasyonlarında görev aldı.

Boğaziçi Üniversitesi Makina Mühendisliği mezunu Keklik, üniversiteden sonra 1989 yılında Opel Türkiye'nin en alt seviyesinde göreve başlamış. "O dönemde çay bile taşıdım" diyen Keklik, 1998 yılına kadar Opel Türkiye'nin pazarlama bünyesinde bir çok görevde yer aldı. 1995-98 yılları arasında Opel Türkiye'nin pazarlama müdürü olan Keklik, ardından Opel Vectra ve Omega'nın Doğu Avrupa'dan sorumlu ürün müdürlüğüne getirildi. Keklik, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede önemli gelişmeler kaydedince GM'in dikkatini çekti.

2001 yılına gelindiğinde GM, Amerikan markaları Chevrolet ve Cadillac'ın Avrupa'da gelişmesi için bir yeniden yapılanma ve genişleme planı oluşturdu. Bu plan dahilinde Keklik'i her iki markanın da tüm Avrupa'daki gelişmelerinden sorumlu bir pozisyona getirdiler. Türkiye'de Opel, Chevrolet'in gelmesiyle birlikte GM Türkiye olarak yeniden yapılanınca, Özcan Keklik sessiz sedasız Türkiye'ye geri döndü. Peter Fahrni, Opel, Chevrolet ve Saab'ı bünyesinden bulunduran şirketin Genel Müdürü olurken, Keklik Opel'den sorumlu satış ve pazarlama müdürü oldu. Aslında daha 2003 yılında GM'in Keklik'i tekrar Türkiye'ye göndererek, bugünkü yönetim değişikliğine kararlaştırdığı anlaşılıyor.

Bu arada Özcan Keklik'in 2002 yılında tayinleriyle ilgili ilginç tespitini de aktarmakta fayda var; "İlk çocuğum Prag'a tayin olduğumda doğdu. İkincisi ise Prag'da, Chevrolet ve Cadillac'ın başına getirildiğim belli olunca doğdu. Her tayinimde çocuğumun olması benim uğurum oldu."

Özcan Keklik'e yeni görevinde başarılar dilerim.

Dostlarımdan ve dişçimden vazgeçmem

Opel merkezine Avrupa Perakende Ağı Geliştirme Direktörü olarak atanan Peter Fahrni ile Mayıs ayında, İsviçre'de doğduğu bölgede uzun uzun konuşma fırsatım olmuştu. O konuşma sırasında kendisine Türkiye'de daha ne kadar kalıp kalmayacağını sorduğumda, "Ben Türkiye'yi çok seviyorum ve kalmak istiyorum" demişti. Daha sonra İstanbul'da ev almak istediğini belirterek Türkiye'ye olan bağlılığını dile getirmişti.

Gerçekten de Fahrni, Türkiye'ye çok bağlanan ve kendisini, "İsviçre pasaportlu bir Türk" olarak tanımlayan bir yöneticiydi. Eşi kısa sürede çok iyi derecede Türkçe öğrenerek tam bir Türkiye aşığı olmuş, iki huski cinsi köpekleriyle İzmir'deki evlerinde çok güzel dostluklar kurmuşlardı.

Şimdi Fahrni ailesi için yeni bir dönem başlıyor. Eylül ayında Almanya'da yeni görevine başlayacak Fahrni'nin Türkiye'yi çok arayacağı kesin. Yeni görevi kariyeri için önemli olabilir ama ben Fahrni'nin Türkiye'de daha uzun süre kalmak istediğini tahmin ediyorum. Zaten, yeni görevinin açıklanmasının ardından, "Dostlarım ve dişçim için sık sık Türkiye'ye geleceğim" yorumu da bunun bir göstergesi. Fahrni'ye de yeni görevinde ve yaşamında başarılar.

Dizel mi yoksa benzinli mi almalı

'Dizel mi benzinli mi otomobil alayım?". Bu soru son günlerde çok sık sorulmaya başlandı. Hem okuyucular hem de çevremdeki insanlar merak ediyor. Akaryakıt fiyatlarındaki artışa bağlı olarak 'dizel' son yılların gözdesi oldu. Rakamlar bunu ortaya koyuyor. 2004 yılında Türkiye'de satılan her 100 otomobilden 22'si dizelken, 2005 yılında bu oran 40'a çıktı. Bu yılda bu oranın 45 seviyelerine çıkması gerekiyor. Sebebi açık, dizel araçlar benzinlilere göre ortalama yüzde 30 tasarruf sağlıyor. Bununla birlikte dizel yakıt, kurşunsuz benzine göre yüzde 25 daha ucuz.

Ancak çok yol kat etmeyen sürücüler için hem yüksek bakım masrafları hem de alırken benzinliye göre ödedikleri daha yüksek fiyat nedeniyle dizel araçların, benzinli araçlara göre maliyetlerinin yükseldiği de ortada. Bir çok uzman dizel araçların belirtildiği gibi yakıtta fazla bir tasarruf sağlamadığını, yılda 30-35 bin kilometre yapanlara dizel araç almalarını öneriyor. Aksi taktirde bu araçlar bakım maliyetleri nedeniyle daha pahalıya mal olabiliyor. Bu yüzden aynı silindir ve motor hacminde olup da yılda 10-15 bin kilometre yapan vatandaşlar için benzinli araçların daha avantajlı olduğu kaydediliyor.

Bugün benzinli araca göre dizel araçlarda yağ değişimi daha fazla. Dizel araçlarda 7 bin 500 veya 10 bin kilometrelerde yağ değişiminin mutlaka yapılması gerekiyor. Benzinli araçlarda ise yağ değişimi 15 bin ve 20 bin kilometrelerde yapılıyor. Benzinli araç bir kez yağ ve filtre değişimi için servise giderken dizel araçlar iki kez gitmek durumunda kalıyor. Dizel araç sahiplerinin euro dizel yerine kükürt oranı yüksek olan motorini kullanmaları halinde pompa ve enjektörlerinin kısa sürede kullanılmaz hale geldiği de ortada.

Diğer taraftan garanti kapsamı dışında olan pompa ve enjektör arızaları normal dizel araçlarda 1000 YTL, lüks olanlarda ise 5-6 bin YTL’ye kadar çıkabiliyor. Benzinli araçlarda ise bu rakam 200-300 YTL civarında. Sonuçta ilk başta ’biraz fazla para verip yakıtta bunu telafi ederim’ diyenler, aracın garantisi bittikten sonra olası arızalarda yapacakları masrafları düşünürlerse zararlı çıkabilirler. Bu nedenle dizel araç satın almadan önce reel maliyet hesaplamasının çok iyi yapılması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Stoklar bitmedi kampanyalara Ağustos’ta devam

2 Ağustos 2006
OTOMOTİV Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER) Yönetim Kurulu Başkanı Tarık Taşar, geçtiğimiz Cuma günü Temmuz ayında otomotiv pazarında yüzde 50 civarında daralma olduğunu söyledi. Nissan Genel Müdür Yardımcısı İlkim Sancaktaroğlu ise daralmanın yüzde 60’ı bile bulabileceğini kaydetti. Evet gerçekten de Temmuz’da pazar Haziran ayına göre ciddi bir oranda daraldı. Yüzde 50-60 olmasa bile pazarın Haziran ayına göre en az yüzde 30 daraldığı ortada. Önümüzdeki günlerde net rakamlar açıklanacak ama bir çok firmanın 2006 stoklarını eritmek için düzenlediği kampanyalara rağmen böyle bir daralmanın sebepleri açık. Biliyorsunuz piyasalarda yaşanan dalgalanmaya bağlı olarak zam gelecek korkusuyla otomobil talebi Mayıs ayına kaymıştı. Mayıs’ta beklenenin yaklaşık 30-35 bin adet üstünde bir satış yaşandı. Haziran ayında da satışlar Mayıs ayına göre düşük olsada devam etti. Sonuçta Temmuz ayındaki alımlar 2 ay öncesine çekildi. Araya yaz tatili de girince Temmuz’da satışlar kampanyalara rağmen oldukça düştü.

Şimdi otomotiv firmaları Temmuz’u unutup, Ağustos’u düşünmeye başladı. Bildiğiniz gibi bir çok marka stoklarını eritmeden 2007 model yılına geçemiyor. Bu yüzden Temmuz sonunda başlayan kampanyalar Ağustos’ta artarak devam edecek. Dövizdeki yaşanan düşüşünde etkisiyle bu ay çok ciddi kampanyalar tüketicileri bekliyor. Benden söylemesi...

Micra CC’ye ’imaj’ olarak değil ’volume’ aracı olarak bakılmalı

Geçtiğimiz hafta coupe ve cabriolet araçlarla ilgili hazırladığımız dosyada, özellikle son yıllarda ekonomik üstü açık otomobillerle pazarın büyüdüğüne dikkat çektik. Bugün Türkiye’de satılan en ucuz üstü açık otomobil, Nissan’ın ilgi çeken modeli Micra CC. 22 saniyede açılan cam tavana sahip bu üstü açık otomobilin fiyatı 39 bin YTL. Hem cebe hem de hayallerimize hitap eden bu otomobille ilgili Nissan’ın hedefleri ise sınırlı.

Nissan Genel Müdür Yardımcısı İlkim Sancaktaroğlu ile görüşürken, konu döndü dolaştı Micra CC’ye geldi. Sancaktaroğlu, "Biz Micra CC’ye imaj aracı olarak bakıyoruz. O yüzden bu yıl sadece 14 tane satmayı planladık" yorumu üzerine, "Fiyatıyla bir çok kişinin üstü açık otomobil hayalini gerçeğe dönüşterebilecek bir araç için rakam çok az değil mi?" sorusunu sordum. Sancaktaroğlu, az olduğunu ancak planlamanın böyle yapıldığını söyledi. Artık hem yaz hem de kışın kulanılan bu tip araçlara firmaların bakışının değişmesi şart. 39 bin YTL fiyatıyla Micra CC’nin hem imaj hem de volume aracı olabileceği ortada.

Hattat, Nahum’dan etkilendi 2 bin 500 Hürriyet dağıttırdı

Bu hafta Hürriyet Pazar’da Ayşe Arman’ın Petrol Ofisi Genel Müdürü Jan Nahum’la yaptığı röportaj gerçekten çok dikkat çekiciydi. Nahum’un yıllar önce Otokar’da çalışırken tasarladıkları zırhlı araçla ilgili Arman’a söylediklerini hatırlamakta fayda var: "Yıllar evvel zırhlı araç tasarladık, yabancılarınkiyle rekabete soktuk. Komutanlar geldi, yerliyi de yabancı kadar iyi yaptınız mı, dedi. Tabi, dedik. Madem öyle girin içine ateş edeceğiz, dediler. Girmezsen o iş bitiyor. Sana ateş ediyorlar. Anlatabiliyor muyum? İş hayatında hep ateş ediyorlar."

İşte bu röportajın yayınlandığı pazar günü, zırhlı araç da üreten Hema Endüstri’den telefon geldi. Hema’nın sahibi Mehmet Hattat’ın, Jan Nahum röportajını okuduğunu ve çok etkilendiğini, bu yüzden pazartesi günü fabrika çalışanlarına 2 bin 500 gazete dağıtmak istediğini söylediler. Beni de bu kadar gazeteyi nereden bulabileceklerine dair aramışlar. Belli ki Mehmet Hattat, çalışanlarına ’Bu iş böyle yapılır’ mesajı vermek istiyor.

Nahum’un ’iş hayatında sana ateş ediyorlar’ cümlesi son dönemde gerçekleştirdiği sponsorluklarda da geçerli. Ama Nahum hepsinin içine girme başarısını gösteriyor.

Uluslararası marka olmak için başka ne yapmalı

"Petrol Ofisi, ilgili ilgisiz herşeye sponsor oluyor. Parası çok galiba’ şeklinde yorumları son dönemde sıkça duymaya başladım. Ama inanın bir türlü anlam veremiyorum. Türkiye’de motorsporlarının gelişimi için sponsorlukların şart olduğunu, uluslararası başarı ve tanıtımın ancak bu tip desteklerle sağlanabileceğini unutuyoruz galiba.

Peki Petrol Ofisi sponsor olmayacak da kim olacak. Arkadaşlar bugün Türkiye’nin en büyük akaryakıt şirketinden bahsediyoruz. Bir çok sanatçıyla milyon dolarlık sponsorluk anlaşmaların yapıldığı Türkiye’de Petrol Ofisi’nin fazla destek görmeyen spor dallarına yöneldiğinin farkında mısınız? Bugün futbol takımlarına herkes sponsor oluyor ama ya diğerleri? Keşke Petrol Ofisi gibi bir kaç şirket daha çıksa da bu dallarda uluslararası başarılar elde etsek.

AVRUPA’YA AÇILMAK İSTİYOR

Bugün bu şirket Formula 1 ve alt kategorisi GP2’de yaptığı sponsorluklar ile adından söz ettiriyor. Ama kimse motorsporlarının ilk okulu olarak bilinen karting’de geleceğin pilotlarını yetiştirdiğini bilmiyor. Bilenler de önemsemiyor. 2006 Türkiye Ralli Şampiyonası’nda takım kuruyor, Everest Türkiye Takımı’na sponsor olup Türk Bayrağı ve Petrol Ofisi bayrağını dünyanın zirvesine taşıyor. Avrupa Windsurf Şampiyonası’nda ve denizlerin Formula 1’i olarak adlandırılan Offshore yarışlarında yine bu şirket var. Sebebi açık, Avrupa’da bir Türk markasının ve Türkiye’nin ismini duyurmak için her alanı kullanıyorlar.

Hepinizin bildiği ve dünyada da bir çok örneği olduğu gibi bir akaryakıt şirketinin global marka olmasının yolu bu tip organizasyonlardan geçiyor. Peki eleştirilen bu şirket neler yapıyor. İlk yıl kimsenin ilgilenmediği İstanbul Park pistinin isim hakkını alıyor ve Formula 1 İstanbul yarışında pistin ismini ’Petrol Ofisi Türkiye Grand Prix’ olarak değiştiriyor. Bu o kadar önemli bir sponsorluk ki, yarışlardan önce ve sonra tüm dünya televizyon, gazete ve dergilerinde ’Petrol Ofisi’ ismi kulaklara kazınacak.

NAHUM ISINMA TURLARI YAPIYOR

Sonra Formula 1’in alt kategorisi olan GP2’da bir takıma sponsor oluyor ve yine ismini ’Petrol Ofisi’ yapıyor. Dikkat ederseniz Jan Nahum yönetimindeki şirket, çok doğru bir stratejiyle önce ismini ön plana çıkarıyor. Bu sayede bir Türk markasının ismi Avrupa’da duyuluyor.

Ancak Nahum’un Formula 1 öncesi ısınma turları yaptığı GP2’de ’Petrol Ofisi FMS’ takımının geçtiğimiz haftalarda ilk birinciliğini alması gereksiz eleştirileri de beraberinde getirdi. Çünkü başarının Petrol Ofisi’nin değil İtalyan takımının olduğu söylendi. Ama kürsüye çıkan takımın isminin ’Petrol Ofis FMS’ olduğu atlanıyor. Sonuçta takım ve pilotu İtalyan olabilir, birincilik kürsüsünde İtalyan milli marşı da çalınabilir. Ama hiç birisi takımın ’Petrol Ofisi FMS’ ismine sahip olduğunu ve bu şekilde anons edildiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.

GİDİŞAT KESİNLİKLE DOĞRU

Jan Nahum’
u uzun bir süredir tanıyorum. Bugün Doblo’nun, hatta 2008’de Tofaş’ın üreteceği Minicargo’nun yaratıcısı, fikir babası. Zaten Petrol Ofisi’ne Genel Müdür olduğunda süprizlerimi bekleyin diyerek gelişmelerin önceden sinyalini vermişti. Jan Nahum’un GP2’de bir takıma sponsor olup takımın ismini Petrol Ofisi FMS olarak değiştirmesi, Formula 1 için alıştırma turlarıdır. Nahum’un asıl hedefi Formula 1’de bir takıma ve Türk bir pilota sahip olmak. Peki gidişat doğru mu. Evet kesinlikle doğru. Çünkü ilk kez bir Türk markası uluslarası bir organizasyonda kürsüye çıkmıştır ve bu bir başlangıçtır. Önümüzdeki yıllarda Formula 1’de bir Türk takımı ve Türk pilotu görmek istiyorsak, bu yollardan geçmemiz, bu alanlara destek vermemiz şart.
Yazının Devamını Oku

Formula 1 (Varan 2) İTO F1 hatasını biliyor, MSO daha zaman var diyor

26 Temmuz 2006
Geçtiğimiz hafta ’Formula 1’i birileri para kazansın diye almadık’ başlıklı yazım yerine ulaştı sanırım. Ortalık biraz karıştı. İyi de oldu.

Sonuçta bir ay gibi kısa bir süre kala, Türkiye’nin uluslararası tanıtımı için çok önemli olan bu organizasyonu yapanlar biraz hareketlendi. Türkiye’de bazı şeyler ne yazık ki ite kaka oluyor. Bazı gerçekler yüzlere vurulmazsa, herkes bildiği yoldan gitmeye devam ediyor.

İstanbul Park’ın patronlarından İTO Başkanı Murat Yalçıntaş büyük bir olgunluk ve profesyonellikle telefon açıp, tüm eleştirilerimde haklı olduğumu söyleyip teşekkür ederken, Yalçıntaş’a bağlı İstanbul Park’ın işletmecisi MSO’nun Genel Müdürü Baran Asena’nın gönderdiği elektronik postayı anlamakta biraz(!) zorluk çektim. Asena, henüz seslerinin çıkmamasının nedeni olarak zamanlama ve Dünya Futbol Şampiyonası’nın bitmesini beklemelerini gösteriyor.

DÜNYA KUPASI’NIN ETKİSİDaha zaman varsa niye Dünya Kupası’nın arkasına sığınıyorsunuz. Ayrıca neye göre zaman var. Şurda topu topu bir ayımız kalmış ve bu yılki yarış geçtiğimiz yıldan çok daha önemli. Çünkü Schumacher yeniden sahnede ve belki de bu yılın şampiyonu İstanbul’da belirlenecek. Bu dünyanın 3 gün boyunca İstanbul’la yatıp İstanbul’la kalkacağı anlamına gelmiyor mu?..

Sonuçta geçtiğimiz yıl bir çok eksikliği ve sorunu organizasyonun ’ilk’ olmasına verdik. Ama bu yıl kimsenin hataya ve çözülmemiş sorunlara tahammülü olmayacak. O yüzden hem tanıtımların hem de çözüm yollarının (ulaşım, park) ne olduğu aylar öncesinden açıklanması gerekiyor. Uluslararası tanıtımı geçtim en azından bilet satmak ve tribünleri doldurmak istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Yoksa tüm dünya İstanbul’daki boş tribünleri seyredecek, bu da Formula 1 beceriksizliğimizi gözler önüne serecek.

Yazının Devamını Oku

F1'i birileri para kazansın diye almadık

19 Temmuz 2006
HÜRRİYET Otoyaşam olarak motorsporlarına en çok önem ve yer veren gazetelerin başındayız. Başka hiç bir gazetede ve dergide motorsporları ile ilgili bu kadar ayrıntı bu kadar geniş yer bulamıyor. Sebebi açık. Biz motorsporlarına sadece bir yarış olarak bakmıyor, yapılan yatırımları, harcanan paraları, yaşanan hikayeleri ve en önemlisi Türkiye'ye katkılarını dikkate alıyor, haberleri bu şekilde oluşturuyoruz. Yoksa 'şu yarışta şu birinci oldu, şu kaybetti' gibi haberlerle motorsporlarını hakettiği yere taşımak oldukça güç.

WRC'Yİ NİYE MANŞET YAPTIK

İşte bu bakış açısıyla geçtiğimiz hafta FIA'nın Türkiye'yi, Dünya Ralli Şampiyonası (WRC) takviminden çıkardığını manşet yaptık. Ekim ayında FIA'nın kesin kararı vereceği söylense de bugün hazırlanan ve internet sitesine konan 2007 takviminde Türkiye yok. Bugün WRC'nin Türkiye'ye katkısı tartışılmaz. WRC bir taraftan Antalya ve Türkiye'nin adını dünyaya duyururken, diğer taraftan motorsporlarında gelişmemizi, yani Formula 1, MotoGP, Lemans gibi uluslararası organizasyonların kapısını açmamızı sağladı. Umarım Türk yetkililer bu önemin farkındadır ve FIA'nın bu kararını bir an önce değiştirmesini sağlarlar. Yoksa önemli bir organizasyonu göz göre kaçırıyoruz.

SÖZLEŞME YENİ İMZALANMADI

WRC'yle ilgili bu gelişmeler yaşanırken, geçtiğimiz hafta motorsporlarına ilişkin gazetelere yansıyan bir başka kriz daha vardı. O da Türkiye'ye getirmemiz, getirdikten sonra pistini yapmamız olay olan Formula 1'di. Kriz, Formula 1 için yapılan İstanbul Park pistinden kár edilemediği gerekçesiyle Türk yetkililerinin F1 Patronu Bernie Ecclestone'ndan destek istemeleriyle oluşmuştu. Yok efendim, 'Ecclestone'la imzalanan sözleşme çok ağırmış, İstanbul Park kár edemiyormuş, yok işletmek için kimse talip olmamış, talip tek firma olan TÜRSAB'da Formula 1 hariç İstanbul Park'ı işletmek istiyormuş' gibi bir çok haber gündemi meşgul etti.

Arkadaşlar, Ecclestone ile sözleşme hem yeni imzalanmadı, hem de her ülke için aynı. Biz zaten Formula 1 pistini birileri büyük paralar kazansın diye yapmadık ki. Zaten hiç bir ülke F1 pistini kár amaçlı yapmıyor. Unutuyoruz galiba, dünyanın en çok ilgi çeken organizasyonu olan Formula 1'i biz Türkiye'nin ismini dünyada duyursun ve turizmi geliştirsin diye aldık.

DİĞER PİSTLERE GİDİN BAKIN

İstanbul Park'ı doğru işletemeyip, zarara sokuyorsanız bu Ecclestone'nin sorunu değil ki. Gidin diğer Formula 1 pistlerine bakın. Haftanın her günü dolu. Organizasyonların dışında, hız meraklıları gidip kendilerini Formula 1 pistinde tatmin ediyorlar. Pisti işletenler saat ücreti alıyor ve hiç boş durmuyorlar. Sözüm ona bizde düğün dahil bir çok şey yapacaktık. Ama yönetimin beceriksizliğiyle umduğumuzu bulamadık. Bu noktada 'Acaba Mehmet Yıldırım, İTO'nun başkanı olarak kalsaydı aynı sorunlar yaşanırmıydı' diye düşümenden de edemiyorum.

Ecclestone öyle ya da böyle bu işin patronu. Daha önce örneklerini gördüğüm için biliyorum, ufak bir sorunda sözleşmeye aykırı birşey bulup ülkeleri takvimden çıkartabiliyor. Türkiye'yi çıkartırsa ne olacak? Pist ne olacak? Suçu Ecclestone'nin üzerine mi atacağız.

10 MİLYAR DOLARLIK TANITIM

Formula 1, Türkiye'nin ismini dünyaya duyurmak için büyük bir şans. Olimpiyatlar ve Dünya Şampiyonaları'ndan bile daha değerli. Çünkü her yıl yapılıyor. Her yıl 3 gün boyunca 203 TV kanalı ile 2.5 milyar kişiye ulaşan Formula 1'in Türkiye'nin ve İstanbul’un uluslararası reklam tarifelerine göre tanıtım değeri 10 milyar doları buluyor. Bu da yıllık tanıtım bütçesi 100 milyon dolar olan Türkiye için 100 yıllık tanıtıma bedel bir rakamı ifade ediyor.

Şimdi böyle önemli bir organizasyonu kár edemiyoruz diye 'Formula 1 leşi' şeklinde ilan eden gazetecilere de soruyorum. Formula 1'i düzenlemek için üstüne para verecek ülkeler sırada beklerken, üç beş kuruş için biz böyle bir organizasyondan vaz mı geçelim.

Cımbızla bilgi alıyoruz

Bu yıl İstanbul'da ikincisi düzenlenecek Formula 1 organizasyonuna yaklaşık bir ay gibi kısa bir süre kaldı. Peki organizasyonu düzenleyenler ne yapıyor. Hiç bir şey. Kısa bir süre kalmasına rağmen ne doğru dürüst bir tanıtım, ne bir toplantı yani ortada hiç bir şey yok.

Eğer basın olarak biz birşey sorarsak cevap veriyorlar. Aksi takdirde hiç bir ses seda yok. Bunun en iyi örneğini geçtiğimiz haftalarda yaşadık. Formula 1 ile ilgili gönderilen bir basın bülteninde bu yılki yarışın bilet fiyatları yer alıyordu. Eğer fiyatları inceleyip geçtiğimiz yılla karşılaştırmazsanız bu ancak düz bir haberdi. Fiyatları karşılaştırdığınız zaman ise indirimin yapıldığını görüyordunuz. Bir de dövizdeki dalgalanmayı hesaba kattığınızda ise en ucuz Formula 1 izlenen ülkenin Türkiye olduğu ortaya çıkıyordu. İşte bu haberdi ve biz bunu çıkartıp manşete taşıdık. Ama bunu organizasyonu düzenleyenlerin ilan edip, tüm gazetelere pazarlaması bilet satışlarını artırmak için daha doğru bir yol olmazmıydı.

Ya trafik sorunu: Bugün İstanbul'da bir çok kişi geçtiğimiz yıl yaşanan trafik faciası yüzünden, yarışlara gitmemeyi düşünüyor. Bu soruna ilişkin organizasyon yetkililerinden bir açıklama var mı? Cevap yine hayır. Motorsporları yazarımız Murat Tosun, yetkililere bunu sorup cevap bekliyor. Şimdi bizim için yeni yol haritasını çıkartacaklar. Trafiği rahatlatmak için yeni alternatif yollar oluşturup, park yeri sorununa karşı çözümler bulmuşlar. Peki biz sormasak ne zaman açıklayacaklardı. Son hafta mı?

Burdan yetkililere sesleniyorum. Lütfen Formula 1'i küçümsemeyin ve daha fazla bilgi akışı sağlayın.

'2006 model' kampanyaları başladı

Haziran ayında dövizde yaşanan dalgalanma ve faiz oranlarında yaşanan artışla birlikte otomotiv sektöründe satışlar düştü. Bu düşüşün Temmuz ayında da devam etmesi bekleniyor. Yaz aylarının da etkisiyle bir taraftan düşüş yaşanırken diğer taraftan firmaların ellerinde oluşan stokları 2007 model yılına geçiş yaparken eritmesi gerekiyor. Bu yüzden bu ay ve Ağustos'ta bir çok kampanya devreye girecek. Hyundai, faiz oranlarını Mayıs ayı seviyesine çekerek ilk kampanyayı başlattı. Diğer firmalarda benzer kampanyaları devreye sokacak. Eğer illa 2007 model demiyorsanız, yüzde 20'ye varan indirimlerle otomobil sahibi olabilirsiniz. Benden söylemesi.
Yazının Devamını Oku

Mustafa Koç’un düşüncesi 8 ayda nasıl değişti

12 Temmuz 2006
Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, 8 ay arayla Türk otomotiv sektörüne ilişkin iki farklı yorumda bulundu. Ekonomiye ilişkin diğer değerlendirmelerinden dolayı, Mustafa Koç’un bu açıklamaları satır aralarına sıkıştığı için dikkatlerden kaçtı. Kasım 2005’te, "Gelecek 10 yılda Türk otomotiv sektöründe zorlanma olabilir. Yabancılar, ’teknoloji bizde, öyleyse burada kendi başımıza yola devam edelim’ diyebilir" açıklamasını yapan Mustafa Koç, geçtiğimiz hafta ise "10 yıl sonra otomotivde Türkiye’yi daha önemli yerlerde göreceğiz" yorumuyla şaşırttı. Çünkü bu iki açıklama Mustafa Koç’un 8 ayda otomotiv sektörüne yönelik düşüncesinin tamamen değiştiğini ortaya koyuyordu.

Peki, Koç’u karamsar bir tablodan kurtarıp, geleceğe daha olumlu baktıran neden neydi? Kasım ayında sektör rekor üstüne rekor kırıyor, hem iç satışlar hem de ihracat çok iyi gidiyordu. Bugün ise ihracatta olumlu tablo sürse de, iç pazar yaşanan dalgalanma nedeniyle sıkıntılı günler yaşıyor. Yani, iyi dönemde karamsar olan Koç, dalgalı bir dönemde ise daha iyimser gözüküyor.

FORD KOÇ’U MUTLU EDİYOR

Bunun iki sebebi var. Birincisi Ford Otosan’ın son 5 yıldır elde ettiği büyük başarı Koç’u mutlu ediyor. Bu başarının Ford’un en tepesindeki Bill Ford tarafından da İstanbul ziyaretinde dile getirilmesi önemliydi. Çünkü bir taraftan Kocaeli fabrikası üst üste en iyi Ford fabrikası seçiliyor, diğer taraftan Ford’un son yıllardaki en kárlı operasyonu olarak dikkat çekiyor.

Mustafa Koç ile görüşen Ekonomi Müdürümüz Vahap Munyar, "Mustafa Koç, Ford Otosan’ın 5 yıldan bu yana Ford’un en kárlı operasyonu olmasından dolayı çok keyifli" yorumunu yapması da bunun göstergesi. Evet, Mustafa Koç, hem ticari olarak hem de dostluk adına Ford Ailesi ile çok yakın. Bunun sonucu da kendini rakamlarla ortaya koyuyor.

TOFAŞ’TA YÜZLER GÜLÜYOR

Ama bana göre Koç’un otomotiv sektörüne bakışını değiştiren en önemli sebep Tofaş’ın durumu. Bildiğiniz gibi Tofaş bundan iki yıl öncesine kadar kan kaybediyordu. 250 bin adetlik kapasiteye sahip fabrika atıl duruyor, ortada ’satılacak’ söylentileri dolaşıyordu. Doblo ile ayakta durmaya çalışan Tofaş’ta ilk canlanma, 2005 sonunda yeni Doblo’nun devreye girmesiyle başladı. Yeni Doblo ’Avrupa’da 2006 yılının hafif ticari aracı’ ödülünü de alınca, Tofaş, şöyle bir silkindi. Bu canlanma Tofaş’ın Peugeot, Citroen ve Fiat için üreteceği Minicargo projesinde herşeyin yolunda gitmesiyle hız kazandı. Projede herşeyin yolunda gitmesi, Minicargo üretiminde kapasite artırımını sağladı. Artık hem Koç cephesinde hem de Fiat cephesinde yüzler gülüyordu. Bu arada D200 kodlu yeni bir otomobilin devreye girdiğini de unutmamak lazım.

2008’DE 650 BİNLİK ÜRETİM

İşte hem Ford cephesinde hem de Tofaş cephesinde 8 aylık dönemde yaşanan bu gelişmeler Mustafa Koç’un daha iyimser bir bakışa sahip olmasında etkili oldu. Türk otomotiv sektöründe iki markayla bugün 400 bin adet araç üreten Koç Holding, bu rakamı 2008 yılında 650 bin adede çıkartacak. Bugün toplam otomotiv üretiminin yaklaşık yarısını yapan Koç’lar 2008 yılında bu oranı yükseltecek. Bu da Mustafa Koç’un sektöre bakışını tabii ki değiştiriyor.

2008’de dünya üretim liginde son sıraya gerileyebiliriz

Geçtiğimiz hafta Otomotiv Sanayi Derneği (OSD), Dünya Otomotiv Sanayicileri Birliği’nin (OICA) 2005 yılı küresel verilerini açıkladı. Bu veriler bir çok gazetede ’Türkiye üretimde Avrupa’dan daha fazla büyüdü’ şeklinde yer buldu. Ancak gözden kaçırılan çok önemli bir nokta vardı. O da Türkiye’nin bugün dünya otomotiv üretiminde yer aldığı sıraydı.

Bugün dünyada üretim açısından 17’nci sırada yer alan Türkiye’yi sırasıyla İran, Polonya ve Çek Cumhuriyeti takip ediyor. Türkiye’nin gerisindeki bu üç ülke son dönemde uluslararası yatırımların gözdesi haline geldi. Bugün Türkiye 879 bin adetlik üretimiyle bu ülkelerin önünde gözüküyor. Ama İran, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde yeni devreye girecek projelerle belki 2006’da değil, ama 2007-2008’de Türkiye’nin önüne geçmeleri yüksek ihtimal. Bugün 817 bin adetlik yıllık üretim yapan İran’da bildiğiniz gibi Renault Dacia Logan’ı üretmeye başlıyor. Hedef 300 bin adet. Diğer taraftan Nissan ve Peugeot’un yeni yatırımları var. Bunlara ek olarak İran kendi markalarını da kapasitelerini artırıyor. Sonuçta, 2008 yılında üretimleri 1 milyon 300 bini bulabilecek.

Geçelim Polonya’ya. Polonya’da Fiat, Volkswagen ve Opel’in yatırımları ve yeni hedefleri var. Örneğin Fiat, Panda üretiminden sonra Ford ile birlikte Polonya’da Fiat 500 ve Ford Ka’yı üretecek. Üretim hedefleri 300 bine yaklaşıyor. Aynı şekilde VW ve Opel’de üretimlerini artırıyor. Polonya da 2008 yılında 1 milyon barajını aşacak.

Son olarak Çek Cumhuriyeti’ne bakmak gerekirse, hepinizin bildiği gibi kaptırdığımız bir Hyundai yatırımı var. Henüz devreye girmedi, ama kısa sürede girmesi bekleniyor. Hyundai’nin ilk üretim hedefi 300 bin adet. Bu kademe kademe artırılacak. Diğer taraftan Toyota, Peugeot ve Citroen Çek Cumhuriyeti’nde üretim yapıyor ve bunun artacağı açıklandı. Anavatanı olan ülkede üretimi artırmayı hedefleyen Skoda ile birlikte Çek Cumhuriyeti de kısa sürede 1 milyon barajını kolaylıkla aşacak.

ELİMİZ ARMUT TOPLAMAYACAK

Tabii ki Türkiye’nin de bu dönemde eli armut toplamayacak. Fiat, Renault, Toyota, Hyundai, Ford ve Honda gibi uluslararası devler Türkiye’de kapasite artırımına gidiyor. 2008 yılında Türkiye’deki toplam üretim 1 milyon 200 bine yakalayacak. Ama Türkiye mevcut tesislere bunu yaparken, gerisindeki ülkeler yeni yatırımlara kucak açıyor. Umarım 2008 yılında Türkiye dünya otomotiv liginde son sıraya gerilemez. Bunun için kuşkusuz yeni yatırımları çekmemiz şart.

Dünya otomotiv üretim ligi

Ülke Adet
(bin)

1) ABD11.981

2) Japonya10.799

3) Almanya5.758

4) Çin5.708

5) G.Kore3.699

6) Fransa3.549

7) İspanya2.753

8) Kanada2.688

9) Brezilya2.528

10) İngiltere1.803

11) Meksika1.670

12) Hindistan1.627

13) Rusya1.351

14) Tayland1.125

15) İtalya1.038

16) Belçika929

17) Türkiye879

18) İran817

19) Polonya625

20) Çek Cumhuriyeti605


Hasip Girgin, Mazda 3’ten sonra şimdi 4X4 tasarlıyor

Mazda 3’ün tasarımını yaparak dikkatleri çeken Hasip Girgin, bugün Mazda firmasının vazgeçilmez isimleri arasında yer alıyor. Frankfurt’taki Uluslararası Otomobil Fuarı’nda (İAA) 2003’te görücüye çıkan Girgin imzalı ’Mazda 3’ bugüne kadar sadece Almanya’da 51 bin 500 adet satıldı. Artık yeni projeler üzerine çalışan başarılı tasarımcı Girgin’in son projesinin Avrupa pazarı için bir 4X4 olduğunu öğrendim.

Konunun detaylarını bilmiyorum, ama Girgin’e çok yakın kişilerden öğrendiğim bu bilgi doğruysa, Girgin Mazda’nın ilk Avrupalı SUV modelini tasarlıyor. Bildiğiniz gibi Mazda, şu an için sadece Amerika pazarı için 4X4 üretiyor. CX-7 isimli yeni SUV modelinin önümüzdeki sonbaharda Amerika ve Kanada’da satışa sunacaklar. Nissan Murano’yu andıran bu yeni modellerini Avrupa’da ise satmayacaklarını açıkladılar. Bu yüzden Hasip Girgin’in son dönemde Avrupa’da yoğun rekabet yaşanan SUV segmentine yönelik yepyeni bir araç tasarladığı belirtiliyor.

Hasip Girgin, üzerinde çalıştığı bu proje nedeniyle bu yaz tatile bile çıkmayacakmış. Girgin, eşini önümüzdeki ay Türkiye’ye gönderip kendisi çalışmalarına devem edecekmiş.
Yazının Devamını Oku

Dövize ’dur’ dendi, ya kredi faizleri

5 Temmuz 2006
Otomotiv sektörünün Türkiye’de başı bir ekonomik krizlerden bir de vergi artışlarından bir türlü kurtulamıyor. Ekonomik kriz olmadığı dönemlerde vergi silahına sarılan hükümet, iyi giden satışları bir bıçak gibi kesebiliyor. 90’lı yılların başından bugüne kadar düzenli olarak hep bu senaryo yaşandı. Sektör adına satışların iyi gittiği bir yıldan sonra ikinci yıl kesinlikle bir sorun yaşanmasına neredeyse alışmıştık. Otomotiv firmaları planlarını ve hedeflerini bu doğrultuda yapıyor, ellerinde çok fazla stok bulundurmak istemiyordu.

AYNI PERFORMANS

Ancak 2002 yılından itibaren ekonomide yaşanan büyümeyle birlikte ilk kez otomotiv sektörü istikrarlı bir satış grafiği/images/100/0x0/55eb215df018fbb8f8ad23e6 yakalamış, hükümetin hurda teşviki ile 2004 ve 2005 yıllarında rekorlara imza atmıştı. Herkes 2006 yılında da otomotiv sektöründen aynı performansı bekliyordu.

İlk 5 ay beklentilerin üzerinde bir büyüklüğe ulaşılacağının sinyalini verdi, ama beklentiler bir anda ’dalga’nın altında kaldı. İşin kötü tarafı otomotiv sektörü bu dalgaya hazırlıksız yakalanmıştı. Çünkü elinde talebe bağlı olarak stok vardı.

Bu noktada otomotiv sektörü dövizdeki yüzde 30’u bulan artışı fiyatlara tam olarak yansıtmadı. Artışı yüzde 5 ile 10 seviyeleri arasında tutmak zorunda kaldı. Çünkü ancak bu şekilde tüketiciyi ürkütmeden 2006 model yılı araçlarını satması mümkündü. Aksi takdirde 2007 modeller bazı firmalar için rötarlı olacak.

LÜKSLERİ YOK

Otomotiv firmalarının banka kredilerine yapabileceği bir müdahale yok. Emlak şirketleri gibi bankalarla anlaşıp faiz farkını üstlenerek kampanya düzenleme lüksleri bulunmuyor. Fiyatlarda dalganın etkisini pek görmeyen tüketiciler, kredi faizlerindeki artıştan psikolojik olarak etkilendi.

Biz de geçtiğimiz hafta başında, taşıt kredi faizlerindeki artışın öyle tahmin edildiği gibi aylık taksitleri çok fazla etkilemediğiyle ilgili bir haber yapacaktık ki Bankalar Birliği sanki bizi duydu. Tüm bankalar başta emlak ve taşıt olmak üzere tüketici kredilerinde ortak bir artışa giderek bizim haberin düşmesini sağladı.

İlk yapacağımız haberde Mayıs ayındaki faiz oranı ile son artırımdan önceki faiz oranı farkı öyle çok yüksek değildi. 10 bin YTL’lik bir kredi kullanımında aylık ödemelerinizde 20-30 YTL’lik bir fark oluşuyordu.

FARK 60 YTL’Yİ AŞTI

Kredi faizlerinin yüzde 2’yi geçtiği son müdahalede ise bu fark 60 YTL’yi aştı. Yani Haziran ayı başında yüzde 1.15 faiz ve 36 ay vadeyle 10 bin YTL kredi kullandığınızda ayda 354 YTL öderken, Temmuz ayı başında yüzde 2’ye yükselen kredi faiziyle aynı vadedeki aylık ödemeniz ise 417 YTL’li buldu.

Bırakın toplamda ödediğiniz faizi, aylık 60 YTL’nin üzerindeki fark kuşkusuz önemli. 20 bin YTL kredi kullandığınız takdirde aylık ödemeleriniz bir anda 120 YTL artıyor. 30 bin YTL’lik kredide bu 180’e, 40 bin YTL’de 240 YTL’ye çıkıyor. Bunlar aylık ödemelerdeki farklar.

Döviz kurundaki yükseliş geçtiğimiz hafta Merkez Bankası’nın müdahaleleri ve FED’in beklenenden az faiz artırımıyla durulmuşa benziyor. Ama ya taşıt kredi faiz oranları. Bugün otomotiv satışlarının büyük bir kısmı krediyle yapılıyor. Faiz oranları Haziran ayı başındaki seviyesine gerilemezse o zaman çanlar otomotiv sektörü için çalacak.

Rahatlıkla her yerden Mercedes alabilirsiniz

Satış sonrasıyla ilgili hazırladığımız özel dosyada, OYDER’in ’grey market’te satılan araçların garanti kapsamında olmadığı açıklamasını sayfalarımıza taşımıştık. Bu yazının üzerine bazı grey market firmaları bizi arayarak, "Veren markalar var" serzenişinde bulununca ben de hemen kendi köşemden, "Grey market’e garanti veren marka var mı?" diye sormuştum.

Şu ana kadar tek cevap Mercedes’ten geldi. Mercedes’in açıklamasını aynen aktarıyorum: "Grey marketten alınan Mercedes-Benz marka araçlara Türkiye’ye kimin tarafından ithal edildiğine bakılmaksızın garanti verilmektedir. Araç normal garanti koşullarını yerine getiriyorsa DaimlerChrysler’in tüm dünyada uyguladığı standart garanti haklarına sahiptir. Ancak Türkiye’de Mercedes-Benz Türk tarafından satılan araçlara uygulanan özel bir garanti koşulu söz konusu olduğunda, grey market araçlar bu haklardan yararlanamaz. Örneğin, Türkiye’ye özel şartlara sahip mobilo hizmeti grey market araçları kapsamaz. Grey market bir araç Türkiye’de herhangi bir servis noktasına ilk girdiğinde servis Mercedes-Benz Türk’e bilgi verir. Mercedes-Benz Türk de bu durumu DaimlerChrysler’e bildirerek söz konusu araç için servis onayı alır."

Sonuçta, bu açıklamadan anladığımız Mercedes markalı araçları Türkiye’de istediğiniz yerden rahatlıkla alabilirsiniz. Öyle yetkili satıcıya gitmenize gerek yok. Yeter ki fiyat konusunda anlaşın. Benim tek merak ettiğim Mercedes’in yetkili satıcılarının ne düşündüğü.
Yazının Devamını Oku