Emre Özpeynirci

Chery kapıyı açtı Çin istilası başlıyor

18 Haziran 2008
Son 2-3 yıldır dünya gündeminin ilk sıralarında Çin ve ürettiği ucuz malların yer aldığını hepimiz biliyoruz. Bir tarafta tekstilden otomotive, elektronikten oyuncağa kadar ucuz Çin mallarının dünyaya istila edeceği endişesi yaşanırken, diğer tarafta büyük potansiyele sahip Çin’e girip iş yapmanın yolları aranıyor. Kuşkusuz otomotiv dünyası da bu gelişmelerden nasibini alıyor. Uluslararası otomotiv şirketleri hem olası Çin istilasında ayakta kalabilmek hem de bu büyük ülkede yer alabilmek için Çinli şirketlerle işbirliklerine gidiyor. Bunun sonucu olarak da Çinli otomotiv şirketleri hem bu işbirliklerinden elde ettikleri bilgi birikim, hem de devlet desteğiyle çok hızlı ilerleyip, kendi markalarını yaratıyorlar.

ÇİNLİ CEPTE DURSUN

Ama gözden kaçan bir gerçek, şu anda büyük Çinli otomotiv üreticilerinin birincil isteğinin dünyaya açılmak olmadığı. Onlar önce 1.3 milyar nüfuslu ülkelerinde büyümek ve satışlarını artırmak istiyor. Avrupa ve Amerika’ya açılmak ikincil planları. Yani Çin istilası onlar tarafından değil, daha fazla para kazanmak isteyen Çin dışı ülkeler tarafından yapılıyor. Bunun en basit örneği Türkiye. Bugün Türkiye’de hemen hemen her büyük holding bir Çinli markanın temsilciliğini almak için büyük bir yarış içinde. Sebebi açık... "Nasıl olsa Çin istilası dünyayı saracak. Biz şimdiden bir markanın temsilciliğini alalım da cebimizde dursun" mantığıyla hareket ediyorlar. Bu doğrultuda bu yıl başında Türkiye’yi ilk Çinli otomotiv markasıyla tanıştıran Mermerler Grubu oldu. Japon Mazda ile temsilcilik anlaşması bittikten sonra yönünü Çin’e çeviren Mermerler, 2 yıllık bir uğraşın sonunda, Chery markalı araçları Türkiye’de satışa sundu.

CHERY KAPIYI AÇTI

En başından beri şunu söyledim. Çinli markalara karşı değilim. Çin’e gittim ve gördüm. 5-6 marka dünya ölçeklerinde üretim yapıyor. Ama geri kalanları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Türkiye’de Chery şimdi bir kapı açtı. Bu kapıdan şimdi bir çok marka girmenin yolunu arıyor. Yani kendi elimizle motosikletten sonra Çin malı oto istilasını başlatmış bulunuyoruz. Zaten Chery’nin ardından sırayla diğer büyük Türk gruplarından açıklamalar gelmeye başladı. Kia, Lada ve Isuzu’nun Türkiye temsilcisi Anadolu Grubu, Çinli Geely ile anlaşırken, Citroen ve Subaru’nun temsilcisi Bayraktar Grubu da bir başka Çinli Great Wall’la prensipte anlaşmış. Yani önümüzdeki günlerde iki Çinli oto markamız daha olacak. Kuşkusuz bunlara hızla bir çok yenisi eklenecek.

Çinli markalarla bir taraftan bu gelişmeler yaşanırken diğer taraftan daha küçük gruplar 1 yıldır farklı koldan Çin markası avına çıkmış. Bunlardan biri son yıllarda motosiklet üretiminde büyük atılım içine giren, Kanuni markasını yaratıp, bir çok uluslararası işbirliğine imza atan Kuralkan Grubu. 21 yıl önce motosiklet sektörüne giren Kuralkan Grubu, şimdi gözünü otomotiv sektörüne çevirmiş durumda. Kuralkan Grubu, Çinli Hafei markalı hafi ticari araçların Türkiye temsilciliğini alarak Eylül ayından itibaren, bu araçları satmaya hazırlanıyor. Hem de bu araçları Çin’de ’HFKanuni’ markasıyla ürettiriyor.

EN KÜÇÜK TİCARİLER

Bildiğiniz gibi bugün sahip olduğu vergi avantajı nedeniyle Türkiye’de satılan araçların yüzde 40’ı hafif ticari araçlardan oluşuyor. Ama bunların en küçüğü geçtiğimiz yıl Tofaş’ın Fiat, Peugeot ve Citroen için ürettiği Minicargo. Kuralkan ise Hafei markalı araçlarla geçmişte varolan mini hafif ticari sınıfına giriş yapıyor.

Yani Türkiye’ye gelecek Hafei markalı araçlar mini-kamyonet ve mini-vandan oluşuyor. Geçtiğimiz günlerde Kuralkan Grubu’nun sahiplerinden Sait Kuralkan ve Yusuf Kuralkan’la bu konuyu konuştuk. Kuralkanlar’a neden otomotiv sektörüne giriş yaptıklarını sorduğumda, bana şu cevabı verdiler: "Biz 1957 yılında kurulan bir şirketiz. Motosiklet öncesinde otomotiv sektöründe yedek parça ve servis hizmeti veriyorduk. Yani bizim ana işimiz otomotivdi. Daha sonra Alman motosiklet markası Mez’i alarak yönümüzü o alana çevirdik. Şimdi de gerek motosiklet bayilerimizden gerekse, esnaftan gelen talebe yönelik olarak otomotiv sektörüne yeniden giriş yaptık. Mahalle aralarına rahat girebilen, ekonomik ve yük taşıyabilen küçük ticari araçlara yönelik talebi gördük. Biz açıkçası, sucuya, tüpçüye özel araçlar getireceğiz. Motosiklet bayi ve servislerimizin de bu araçlara yoğun talebi var. Şu an en az 200 bayimiz bu araçları bekliyor. Bu araçlarla bir motosikleti çok rahat taşıma şansına sahipler."

EURO 4 NORMUNDA ÇİNLİ

Yusuf Kuralkan, son 1 yıldır Çin’de bu tip araçlar için yoğun bir araştırma yaptıklarını belirterek, "Öyle araçlar gördük ki gerçekten derme çatma yapılmış gibiydiler. Yoğun araştırmalar sonucunda 30 yıldır Suzuki’yle işbirliği yapan Hafei firmasını bulduk. Kendileri hem Avrupa standartlarında Euro 4 normunda ticari araçlar üretiyor hem de ileri teknolojiye sahip üretim yapıyor. Yıllık 400 bin adet üretim kapasitesine sahip olan firmanın modellerini ve üretim koşullarını görünce geçtiğimiz Aralık ayında kendileriyle anlaşma imzaladık" dedi.

Kuralkan Grubu, Çinli firmayla Türkiye temsilciliğinin dışında isim konusunda da çok önemli bir anlaşma yapmış. Sait Kuralkan bu konuda şunları söylüyor: "Biz motosiklette Kanuni markasını yarattık. Bunun gücünü otomotivde de kullanmak istedik. Yani tüketici herhangi bir Çinli araç almayacak. Kuralkan güvencesinde Kanuni markalı ticari araçları satın alacak. Bu yüzden Çinli firmayı ikna ederek Türkiye’de satacağımız araçlara HFKanuni markasını koydurduk" diye konuştu.

15 BİN YTL CİVARINDA

Sait Kuralkan, Euro 4 normundaki araçların Lüksembourg’dan tüm onayları aldığını ve gerekli düzenlemeler sonrasında Eylül ayında Türkiye’de satışa sunacaklarını belirterek, "Biz bu yıl 1000, 2009’da ise 3 bin adetlik bir satış hedefi koyduk. Öyle büyük grupları da etkileyecek agresif bir stratejimiz yok. Fiyatlarımız ise 15 bin YTL civarında olacak. Kesinlikle 20 bin YTL’nin altında olacağını söyleyebilirim" dedi.

Yusuf Kuralkan, Hafei’nin ticari araç dışında binek modellerinin de olduğunu belirterek, bu tip araçları da ileride getirebileceklerini sözlerine ekledi.

Yeşilkaya’nın Çinlisi 11 bin YTL’ye geliyor

Bir Çinli marka da Yeşilkaya Grubu bünyesindeki MGY Otomotiv tarafından Türkiye’ye getiriliyor. Rus GAZ markasıyla otomotiv sektörüne adım atan MGY Otomotiv, Çinli DFM markasının Türkiye temsilciliği almış. MGY Otomotiv, DFM’nin Kuralkan gibi mini kamyonet ve mini-vanlarını Türkiye’de satmaya hazırlanıyor. MGY Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Gökhan Yeşilkaya, Chery’den sonra Türkiye’ye giriş izni alan ikinci Çinli otomotiv markası olduklarını belirterek, haziran sonunda Çinli araçları Türkiye’de satacaklarını söylüyor. Yeşilkaya Çinli araçlar hakkında şunları söylüyor: "İlk planda mini kamyonet ve mini-van getireceğiz. Düşük yakıt tüketimine sahip araçlara 100 bin kilometre garanti vereceğiz. İlk etapta ticari araçları Türkiye’ye sunduktan sonra yıl sonunda aynı markanın binek modellerini getireceğiz. Araçların satış fiyatları 10 bin 990 YTL’den başlayacak. Araçlar Türkiye’de küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ile esnaf ve sanatçılar için ideal. Artık bu insanlarımız için nurda otomobillerle işini yapabiliyor olmak bir kader ya da mecburiyet olmaktan çıkacak."
Yazının Devamını Oku

Eski bayileri Mazda’dan her yıl için 100 bin dolar istiyor

11 Haziran 2008
Mazda, son 2-3 yıldır Türkiye’de ticari olarak doğru dürüst bir faaliyet göstermese de, 50’ye yakın otomotiv markası arasında hakkında en çok yazı yazılan ve konuşulan marka. Bunda kuşkusuz biraz benim de katkım var. Çünkü bundan iki yıl önce Mazda Avrupa Başkanı’yla Cenevre fuarında konuşup, Mermerler Grubu’yla 21 yıllık ortaklıklarını bitireceklerini yazınca, Türkiye’de Mazda ile Mermerler Grubu arasında savaşı başlatmıştım. Mermerler uzun süre Mazda’nın Türkiye’ye kendisini geleceğini inkar etse de, Mazda’nın 2007 Mayıs ayında Türkiye’deki bayilerine gönderdiği yazıyı ele geçirip son noktayı koymuştum. Çünkü Mazda, Türkiye’deki bayilerine "Türkiye’de heyecan uyandıracak yeni geleceğimize katılımınız bizi mutlu eder" yazısı göndermişti.

Sonuçta, Mart 2007’de Mazda ile Mermerler arasındaki sözleşme sona erdi. Mazda’da Türkiye’ye Avrupa’nın bir çok ülkesinde olduğu gibi kendi kurduğu şirketle girdi. Son 1 yıldır yönetim ve satış teşkilatını kurmaya çalışan Japon marka, geçtiğimiz hafta da Türkiye’de yeniden faaliyete geçtiğini düzenlediği basın toplantısıyla duyurdu. Ama Mazda’nın Türkiye’de yeniden faaliyete geçmesi bile oldukça sıradışı oldu. Önce Genel Müdür olarak İngiliz Steve Newton’un atandığı açıklandı. Bu kişiyle önce otomotiv editörleri görüştürüldü. Daha sonra basın toplantısı düzenledi. Ama basın toplantısının düzenlendiği gün asıl Genel Müdür’ün Citroen’in Genel Müdürü Bora Koçak olduğu öğrenildi. Eşine ilk kez rastlanan bir durumdu. Bir grup gazeteci olarak yurtdışından yeni geldiğimiz için basın toplantısına katılamamış ama Bora Koçak’ın Genel Müdür olduğunu öğrenip bunu sayfalara taşımıştık. Haliyle basın toplantısına gidenler ertesi gün gazetelerde bu gelişmeyi okuyunca, Mazda yetkililerine ateş püskürdü. Kandırıldıklarını ileri sürerek Mazda’nın Türkiye yetkililerini protesto ettiler. Haklılardı.

TÜM SEKTÖR BİLİYORDU

Ama bu gelişmeyi Bora Koçak ve Mazda Avrupa yetkililerinden başkası bilmiyordu. Bora Koçak, sadece uzun yıllardır birlikte çalıştığı bazı gazeteci dostlarını kıramadığı için yeni görevini söylemek zorunda kalmıştı. Daha doğrusu, "Ben yeni Genel Müdür oldum" şeklinde bir açıklama yapmadı. Bayraktar Grubu, Bora Koçak’ın Citroen’den ayrıldığına ilişkin bülteni basına gönderince doğal olarak biz de yeni görevi için kendisini aradık. Koçak’da, "Yoksa Mazda’nın yeni Genel Müdürü sen misin" sorumuza "Evet" cevabını vermek zorunda kaldı. Zaten bütün otomotiv sektörü bunu konuştuğu için saklama şansı da yoktu. Bu konuyu fazla uzatmadan sektörün yakından tanıdığı ve sevdiği Bora Koçak’a yeni görevinde başarılar dilerim.

Mazda’da bu gelişmeler yaşanırken Mermerler cephesi de boş durmadı. Basın toplantısının düzenlendiği gün gazetelere faks yollayarak, Mazda distribütörlüklerinin devam ettiğini açıkladı. 2 sayfalık açıklamada özetle şunlara yer verildi: "Taraflar arasında ticari ve akdi ilişki devam ederken yapılan dayanaksız ve haksız açıklamalar nedeniyle, Mermerler Grubu büyük ölçüde zarara uğradı. Taraflar arasındaki sözleşmelerin devam ettiği bir sırada Mazda yetkililerinin distribütörlük ilişkisinin hukuki durumuna ilişkin açıklamaları, uygulanmakta olan distribütörlük sözleşmesi hükümlerine ve daha da önemlisi yasalara ve yürürlükteki mevzuata aykırı ve hukuken geçersiz işlemlerdir."

MERMERLER TAZMİNAT PEŞİNDE

Mermerler Grubu, son kozunu oynamak ve Mazda’dan yüklü bir tazminat almak için uğraşıyor. Sonuçta bugün Japon Subaru bile tüm hakları kendisine ait olan markanın Türkiye’deki distribütörünün yüzde 10’luk hissesini 5 milyon dolara alıyorsa, Mermerler Grubu’da bu işi bedavaya bırakmak istemiyor.

Bu konuda son gelişme ise Mazda’nın eski bayilerinin cephesinde yaşanıyor. Mazda, Türkiye’ye kendi girdiği zaman her ne kadar eski bayilere birlikte çalışma teklifi götürse de, hiç bir eski bayiyle anlaşmadı. Bugün 20’in üzerindeki Mazda bayisi tamamen yeni. Böyle olunca eski bayiler Mermerler Grubu’nun öncülüğünde bir araya gelip, Mazda’ya karşı bugüne kadar yaptıkları yatırımlara istinaden toplu bir tazminat davası açmaya hazırlanıyor. Talep ettikleri para da yenilir yutulur cinsten değil. Her biri, bayi oldukları süreye bağlı para istiyor. Eğer 10 yıllık bayiyse, her bir yıl için 100 bin dolardan 1 milyon dolar. Şu anda en azından 13-14 bayi bunu talep ediyor. Yani en az 10 yıldan hesaplasak, Mazda’nın bayilere ödeyeceği tazminat 150 milyon doları buluyor.

Benim anlamadığım düne kadar Mermerler Grubu’nun karşısında olan bayiler şimdi neye dayanarak bu paraları istiyor. Çünkü marka adamların, Türkiye’de satış ve ithalat iznini de almışlar. Distribütörle imzaladıkları sözleşmeleri yasal olarak geçtiğimiz yıl Mart ayında bitmiş. Yüzde 33’ü Ford’a ait uluslararası dev bir markaya dava açmak çok mantıklı gelmiyor. Dava açılacak adres çok açık...

Tarakçıoğlu, Citroen’in yeni Genel Müdürü olur mu

Bayraktar Holding’in otomotiv grubunda son aylarda adeta bir yaprak dökümü yaşanıyor. Otomotiv Grubu Başkanı Sami Nacaroğlu’nun ayrılıp kendi işini kurmasından sonra geçtiğimiz hafta da grubun amiral gemisi Citroen’in Genel Müdürü Bora Koçak ayrıldı. Şimdi Bayraktar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bayraktar, Citroen için yeni genel müdür arayışında. Kuşkusuz yeni Genel Müdürün, Citroen’in son yıllarda yükselen grafiğini devam ettirecek bir Türk olması isteniyor. Aldığım duyumlara göre, Hyundai Assan’da Korelilerin çoğunluk hisseyi Kibar Holding’den aldıktan sonra yetkileri azalan Kurthan Taraçıoğlu’nun en büyük adaylardan biri olduğu konuşuluyor. Hyundai Assan’a Genel Müdür olarak atandıktan sonra geçtiğimiz yıl, hisse devriyle Hyundai Assan Yurtiçi Satış ve Pazarlama Müdürlüğüne getirilen Tarakçıoğlu, bana göre Bora Koçak’ın yerini doldurabilecek biri. Yani Bora Koçak’ın Mazda Genel Müdürü olmasından sonra Kurthan Tarakçıoğlu Citroen’e geçerse bu hiç süpriz olmaz.

1965 doğumlu Tarakçıoğlu, 1982 Ankara Koleji mezunu. Dokuz Eylül Üniversitesi Makine Mühendisliğinden mezun olan Tarakçıoğlu, eğitimimden sonra İzmir’de kalarak bir süre farklı sektörlerde çalıştı. 1994’te İzmir’de Opel Türkiye’de bölge müdürü sonra da satış müdürü olarak çalışmaya başlayan Tarakçıoğlu, 2003 yılının Temmuz ayında ise Hyundai Assan’a Genel Müdür olarak atandı. Göreve geldiği ilk yıllarda Hyundai markasını satışlarda ilk 3’e taşıyan Tarakçıoğlu’nun yetkileri geçtiğimiz yıl yönetimi Korelilerin almasıyla biraz azaldı.
Yazının Devamını Oku

Alırken 10, kullanırken 3.5 milyar YTL vergi ödüyoruz

4 Haziran 2008
Türkiye, 1990’lı yıllardan beri çok büyük bütçe açıkları ve ciddi borç yüküyle karşı karşıya. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yükler ağırlaşınca kuşkusuz kayıt dışı da buna bağlı olarak artıyor. Özellikle kamu sektörünün büyük olması, harcamaları da buna bağlı olarak büyütüyor. Hükümette harcamaları ya vergi ile ya da borçlanarak finanse ediyor. Buraya kadar hepimiz hem fikiriz. Ama son yıllarda yine hepinizin bildiği gibi vergi gelirlerinin büyük bir kısmı borçların faizlerinde kullanıldığı için, vergi yükü sürekli artırılıyor. Vergi yükü artıkça kayıt dışı artıyor, dolayısıyla kayıt içinde kalanın yükü artıyor. İşte otomotiv sektörü bu noktada büyük bir vergi yükünün altına girmiş durumda. Bugün devletin vergi gelirlerine baktığımızda neredeyse 3’te 2’sinin otomotiv ve akaryakıt sektöründen geldiğini görüyorsunuz.

ALMADAN VERGİSİNİ VERİYORUZ

Şöyle bir düşünün daha otomobil almadan ÖTV, KDV ve diğer harçlarını ödüyoruz. Otomobil alırken ödediğimiz ortalama vergi yüzde 62, ticari araç alırken ise yüzde 30. Bu modeline göre yüzde 150’lere kadar çıkıyor. Tüm bu vergileri ödeyip araç aldıktan sonra ise motor hacmi ve yaşına göre yılda iki kez MTV (Motorlu Taşıtlar Vergisi) ödüyoruz. Yani hükümet için bundan daha iyi gelir kapısı var mı?. Zaten Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’dan da otomotiv sektörünü ’Yediveren gülü’ gibi görüp, sektörün vergi indirimi isteklerini duymamazlıktan geliyor. Hatta Mart ayında Otomotiv Sanayi Derneği’nin (OSD) 34’üncü Genel Kurulu’nda çok net olarak şunları söyledi: "Otomotivciler vergilerin Avrupa Birliği’ne uymasını istiyorlar. Ben baktım AB yüzde 18 diyor. Ben uyamam arkadaş, bunu bilin. Şimdi bunu istemeyin. Ben mali disiplini korumak zorunda olan bir bakanım."

YEDİVEREN GÜLÜ SOLMAZ

Yani anlayacağınız, hükümetten vergi indirimi beklemek kesinlikle hayal. Kimse yediveren gülü soldurmak istemez. Kayıt dışı bu kadar fazlayken, otomotivin sırtındaki semerle yürümeye devam edecektir. Bence yatıp kalkıp, otomotiv ve akaryakıt vergileri artırılmasın diye dua etmeliyiz. Çünkü bu dengesiz yapıda sadece iki kurtarıcı sektör var.

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, otomotiv sektörünün ve tüketicilerin devlete ödediği vergileri düşündüm. 2007 yılında Türkiye’de toplam 152 milyar 831 milyon YTL (126 milyar dolar) vergi toplanmış. Sadece ÖTV ve KDV olarak otomotiv sektöründen toplanan vergi ise yaklaşık 10 milyar YTL. (8.3 milyar dolar) Yani daha binmeden 10 milyar YTL’yi devlete vermişiz. Otomobili aldıktan sonra her yıl iki kere ödediğimiz MTV ise 3.5 milyar YTL.(2.9 milyar dolar) Yani sadece tüketicilerin her yıl araçları için ödediği vergi 11 milyar doları aşıyor.

3’TE 2’Sİ OTO VE AKARYAKIT

Diğer taraftan yine otomotive bağlı olarak düşündüğümüzde akaryakıttaki vergi yükü ise daha da yüksek. Bugün kullandığımız akaryakıtın litre fiyatının tam yüzde 70’i vergiden oluşuyor. Bu da akaryakıttan toplanan verginin toplam vergi gelirlerinin yüzde 25’ini oluşturmasını sağlıyor. Bu da 38 milyar YTL demek. (31 milyar dolar) Yani devletimiz topladığı vergi gelirinin 3’te biri olan 50 milyar YTL’nin (42 milyar dolar) üstünde bir geliri daha tüketici almadan bu iki sektörden topluyor. Buna bu iki sektör temsilcilerinin ödedikleri, kurumlar vergisi, gümrük vergisi, ithalat vergisi ve diğer vergileri eklediğimiz zaman ortaya neredeyse toplam vergi gelirlerinin 3’te 2’si bir tablo çıkıyor. İnanılır gibi değil. Hayır benim anlamadığım sadece bu iki sektöre bu kadar yüklenince, otomotiv satışlarında veya petrol fiyatlarında yaşanan hareketlilikte kaybeden hepimiz oluyoruz. Bence bir an önce vergi gelirinin daha genele yayılması için çözümler bulunmalı. Aksi takdirde, Türkiye sadece bu iki sektöre sırtını dayayarak daha çok ekonomik kriz yaşar.

Maliye raporu yayınlansın haksız rekabet önlensin

Otomotiv sektörü, kayıt altında bir sektör olduğu için aylık satış, üretim ve ihracat rakamları hiç sekmeden kamuoyuna şeffaf bir şekilde sunulur. Biz de bunları alıp haberlerimizde değerlendiririz. Yani bugün otomotivde hangi marka ne kadar satıyor, ne kadar pazar payı var, hepsini net olarak biliyoruz. Bu diğer sektörlerde hiç bu kadar şeffaf değil. Gerek üreticileri temsil eden Otomotiv Sanayi Derneği (OSD), gerekse iç pazarı temsil eden Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) aylık ve yıllık rakamları hazırlayıp bize sunarlar. Ama bu hazırlanan raporlar, üyelerinden gelen beyanlara göre yapılır. Yani X bir firma ’Bu ay bu kadar sattım" dediği zaman ODD bunu doğru kabul edip, raporuna koyar. Kuşkusuz bir çoğu doğrudur. Ama bazen hedeflerini tutturmak, pazar payını yükseltmek için yüksek rakamlar söyleyenler de olabiliyor. Daha doğrusu yüksek demeyelim de bayiye verdiği aracı sattım diyenden, bir sonraki ay satacağı aracı bir ay öncesine kayıt ettirenler gibi.

Bugün satılan her araç, vergisi baştan ödendiği için Maliye’nin kayıtlarına giriyor. Yani en doğru rapor aslında Maliye Bakanlığı’nda. Ama Maliye kendi raporunun kamuoyuna açıklanmasını istemiyor. Sadece, ODD’ye sunarak, firmaların beyanlarında bir yanlışlık var mı yok mu onun kontrol edilmesini sağlıyor. Ama kuşkusuz ODD’nin yanlış olsa da firmaların beyanlarını düzeltme hakkı yok. Sadece Maliye’nin kayıtlarının, firmaların verdikleri beyanlarla tutmadığnı söyleyip uyarma hakkı var. Bunu uyan uyuyor, uymayan bildiğini okumaya devam ediyor. Ben bu noktada şunu merak ediyorum. Hem ODD’yi büyük bir yükten kurtarmak hem de haksız rekabetin önlenmesi için Maliye Bakanlığı kendi raporunu kamuoyuna açıklayamaz mı? Çünkü 50’ye yakın markanın yer aldığı otomotiv sektöründe, yüzde 0.1’lik pazar paylarının bile çok önemli olduğu düşünülürse, fazla beyan edilen satışlar büyük bir haksız rekabete neden oluyor.
Yazının Devamını Oku

Duyduk duymadık demeyin... Borusan BMW’yle evliliğini 10 YIL UZATMIŞ

28 Mayıs 2008
Geçtiğimiz haftalarda, "BMW, Borusan’dan ayrılıp Türkiye’ye kendi gelir mi" başlıklı değerlendirme yazımda, BMW’nin dünyadaki tüm distribütörlerinin başına MINI’nin başarılı CEO’su Kay Segler’i getirdiğini aktarmıştım. Yazımda, BMW yetkililerinin (isimlerini de vererek) "Segler, BMW’nin distribütörler aracılığıyla yer aldığı pazarları geliştirmek ve büyütmekle görevli. Bu sayede bizde bu ülkelerde kendi satış şirketlerimizi kuracağız" açıklamalarına yer vermiştim. Buna bağlı olarak BMW’nin Ocak 2007’de Hindistan ve Slovenya’da, Temmuz’da ise Romanya ve Bulgaristan’da distribütörleri devreden çıkartarak kendi şirketlerini kurduğunu, yapılan değerlendirmelere göre ise şimdi listesinde Türkiye, Ukrayna, Kazakistan ve İzlanda’nın olduğunu belirtmiştim. Yani hiç bir kişisel yorum yapmadan sadece resmi açıklamaları kaynak olarak aktarmıştım. Hatta yazının sonuna da Borusan Otomotiv’in bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum demiştim.

Aradan yaklaşık bir ay geçmesine rağmen Borusan Otomotiv’den bu yazıma ilişkin hiç bir resmi açıklama yapılmadı. Sadece yazımdan sonra bu konuyu soranlara distribütörlük anlaşmasının 10 yıl uzatıldığı bilgisi verildi. Böyle bir uzatma yapıldıysa normalde Borusan’ın çıkıp, "Sen böyle bir şey yazmışsın ama biz temsilciliğe devam ediyoruz. Kontratımızı da 10 yıl uzattık" demesi mantıklı değil mi.

Tamamen bilgi amaçlı olarak yurtdışında yapılan resmi açıklamalarla konuyu irdelememe rağmen yazımın, "Hemen hemen her yıl başında çeşitli aralıklarla yer alan "BMW Türkiye’ye kendi geliyor, Borusan’la anlaşmayı feshediyor" haberi" olarak küçümsenmesini ise yadırgadım. Herhalde ben "Yılbaşı geldi, bakalım bu yıl BMW Türkiye’ye kendi gelir mi’ diye oturup düşünmüyorum. Veya bu konuda bir yorum yapmıyorum. Ortada bir gerçek ve BMW kaynaklı açıklamalar var. Bu yorumu yapanların önce uluslararası kaynaklara ve açıklamalara bakmalarını tavsiye ederim.

İşin ilginç tarafı ise BMW’ye Genel Müdür olarak atanan Hakan Bayman’ın açıklaması. Çünkü Bayman’ın açıklaması ile Borusan Holding’in kurucusu ve patronu Asım Kocabıyık’ın açıklamaları birbiriyle hiç örtüşmüyor. Hakan Bayman, "Türkiye AB’ye girmediği sürece BMW kendi gelmez" yorumunu yaparken, Asım Kocabıyık ise Hürriyet Ekonomi Müdürü Vahap Munyar’a çok net olarak, "BMW bir ülkede distribütörünün satışlarının iyi gittiğini görünce, doğrudan devreye girip, işi kendi üstüne almak istiyor. Türkiye’ye de kendi gelmek için çok uğraştı. Ama biz işin peşini bırakmadık ve BMW’yle 10 yıllık yeni distribütörlük anlaşması imzaladık" açıklamasını yapıyor. Yani Türkiye’nin AB üyeliğiyle temsilciliğin bir alakası yok. BMW, benim de yazdığım gibi gelmek için uğraşmış ama Asım Kocabıyık oğlu Ahmet Kocabıyık’la bastırıp temsilciğili uzatmış.

Borusan’ın bu konuda resmi bir açıklama yapmamasını ise ’BMW’den bir talimat aldı" olarak yorumluyorum. Büyük olasılıkla BMW, diğer ülke distribütörleri öğrenmesin diye, Borusan’a "10 yıl uzattın ama bunu kutlamana gerek yok. Resmi açıklama yapma" uyarısında bulundu. Aksi takdirde böyle bir anlaşma ancak yapılmadıysa resmi olarak duyurulmaz. Yorum sizin.

Dikmen’i Sabancı suikastında Bakırköy bayisi kurtarmış

Bugün Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Genel Koordinatörü olan Işık Dikmen, otomotiv sektörünün duayenlerinden. Oyak Grubu, Renault, Toyota, Hyundai ve Sanko’da üst düzey yöneticilik yapan 70 yaşındaki Dikmen, geçtiğimiz günlerde konuşurken, geçmişe dönük üzücü bir anısını aktardı. 1996 yılında Toyotasa’nın Pazarlama Müdürü olan Dikmen, Genel Müdür Haluk Görgün’le birlikte Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı’yla görüşmek için randevu almışlar. Dikmen o acı günü şöyle anlatıyor: "Özdemir beyle görüşmek için uzun süredir randevu almaya çalışıyorduk. Sonunda 9 Ocak tarihi için randevuyu almıştık. Görüşmek istememizin sebebi de çalışanların yeni bordrolarını onaylatmaktı. Yani zam için onay almaya gidecektik. Haluk Görgün, benim de gelmemi istemişti. Sabah tam yola çıkacaktım ki Bakırköy bayimizle ilgili bir telefon geldi. Bayimiz iflas etmişti. Hemen durumu Haluk beye aktardım. O da bana, "Onlardan alacağımız var, sen hemen Bakırköy’e git işi çöz. Ben Özdemir beyle görüşürüm" dedi. Sonra ne olduğunu bütün Türkiye biliyor."

9 Ocak 1996’da Sabancı Center’ın 25’inci katında düzenlenen bir suikast sonucu, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, Toyotasa Genel Müdürü Haluk Görgün ve Başkanlık Sekreteri Nilgün Hasefe hayatlarını kaybettiler.
Yazının Devamını Oku

Hani Türkiye’nin devleri Formula için birleşecekti

21 Mayıs 2008
Formula 1’in Türkiye’den gidebilecek olmasının altında yatan en önemli etken kuşkusuz ilgisizlik. Herkes bilet fiyatlarından yakınıyor ama ben bir Türk pilotunun veya takımının olması halinde, tribünlerin tamamen dolacağına inanıyorum. Ama bunun gerçekleşme ihtimali oldukça uzak görünüyor. İlk yılında Türkiye’nin önde gelen şirketleri birleşip bir takım sahibi olabileceklerini söylerken, aradan geçen 4 yılda bu tamamen unutuldu. Türk pilot konusunda ise potansiyel gençler olmasına rağmen gerekli destek bulunamadığı için kimse buna cesaret edemiyor. Kuşkusuz destekleyecek kimse olmayınca da Türkler için yüksek fiyatlarla bilet alıp yarışı seyretmek mantıklı gelmiyor.

Türkiye’de bu tartışmalar yaşanırken, Formula 1 cephesinde ise Mclaren Mercedes’in siyahi pilotu Lewis Hamilton’un daha hiç şampiyonluk tatmamasına rağmen, efsanevi pilot Schumacher’in yıllık kazancına eşit para kazanmaya başladığı konuşuluyor. Bu da Formula 1’in bugün doğru yönetildiği takdirde hem takımlara hem de pilotlara dünya çapında ün ve büyük paralar kazandıracağını ortaya koyuyor. Bugün büyük holdinglerin desteğiyle bir Türk takımı olsa ve Türk pilotu yarışsa inanın Türkiye’nin gücüne güç katar. Bakın İngiliz Hamilton 23 yaşında dünyanın en çok kazanan sporcuları arasına şimdiden adını yazdırdı. Hamilton kazandığı parayla David Beckham’ı bile sollamaya hazırlanıyor. Hamilton, Mclaren Mercedes’le imzaladığı 5 yıllık kontratla 140 milyon dolar kazanırken, Tag Hauer, Boss ve Mobil Oil gibi şirketlerle de anlaşmalar yapmış durumda. Son olarak Reebok’la 20 milyon dolarlık bir anlaşmaya imza atıyor. Şu anda Formula 1’in en çok kazanan pilotu olan Hamilton, şampiyon olmadan bu kadar para kazanıyorsa, şampiyon olursa ne kadar kazanır inanın saymak bile bizi yorar.

Ama şu bir gerçek, dünyada 3 milyara yakın kişinin takip ettiği bir Formula 1’e sadece yılda bir kere ev sahipliği yapmak değil daha fazla yatırım yapmamız gerekiyor. Bugün otomotivde Tofaş, Ford Otosan, Temsa gibi markalarımız, Beko, Vestel, Efes Pilsen gibi dünya markalarımız varken bir takımımızın olmaması üzücü. Bence el birliğiyle bir takım alıp, Formula 1’de Türkün gücünü göstermemiz gerekiyor.

Amerikalılar Avrupalı market arabalarına gebe kaldı

Ford’un son yıllarda Amerika’da zarar Avrupa’da kár etmesi, Avrupa’da üretilen ve satılan küçük ve az yakan modellerin Amerika’ya ihracatını gündeme getirdi. Bu modellerden ilki bildiğiniz gibi Ford Otosan’ın Kocaeli fabrikasında ürettiği hafif ticari araç modeli Transit Connect. Connect, 2009 yılının ikinci yarısından itibaren Amerika’da satılmaya başlanacak. Geçtiğimiz günlerde Transit Connect’in ardından 2010 yılında yeni Fiesta’nın Amerika’da satılacağı açıklanırken, bu modeli 2011 yılında yeni Focus’un takip edeceği kaydedildi. Hatta yeni Focus’un 2010 yılı sonu veya 2011 yılı başında Amerika’da üretileceği de belirtiliyor. Yapılan açıklamada ayrıca Avrupa’da satılan MPV modelleri C-Max ve SUV modelleri Kuga’nın er geç Amerika’da satılacağı söyleniyor. İlginç. Çünkü bundan yaklaşık 10 yıl önce Avrupalı modelleri küçük bularak, ’market arabası’ benzetmesi yapan Amerikalılar şimdi petrol fiyatlarının artmasına bağlı olarak bu modellere gebe durumda. Kim derdi ki otomotivin anavatanı Amerika’da işler böylesine değişecek.

Üçüzler ticarete renk getirdi

Ticari araç denince aklımıza iş gelir. ’İş’ kelimesi de kuşkusuz sıkıcıdır. Ama Tofaş’ın Fiat, Peugeot ve Citroen için ürettiği üçüz modeli Minicargo, ticarete adeta renk getirdi. Nasıl mı? Fiat Fiorino, Peugeot Bipper ve Citroen Nemo isimlerini alan bu aracın şirin tasarımına paralel renkler kullanıldı. Turuncudan, yeşile, kırmızıdan, maviye kadar bir çok renk belki de ilk kez bir ticari araçla bütünleşti. Normalde, firmalar bu tip renkleri sadece kataloglarında kullanır piyasaya ise standart renkleri sunarlardı. Ama Minicargo’da böyle olmadı. Fiat Marka Direktörü Okan Baş, Fiorino satışlarında en çok turuncu ve yeşilin satıldığını belirterek, "Türk tüketicileri aracı çok şirin buldu. Alırken özellikle turuncu veya yeşil istiyorlar" açıklamasını yapıyor. Citroen ve Peugeot cephesi de aynı düşüncede. İşlevleri sıkıcı olan ticari araçlar hiç olmazsa üçüzlerle yollarda rengarenk bir görüntü oluşturuyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye az kazandırıyor diye Formula 1, 2009’da gidebilir

14 Mayıs 2008
İstanbul’un 4’üncü kez evsahipliği yaptığı bir Formula 1 organizasyonunu daha iyisi ve kötüsüyle geride bıraktık. İyi tarafı 4 yıldır Formula 1 sayesinde Türkiye’nin ve İstanbul’un parayla yapılamayacak bir dünya tanıtımının yapılması. Kötü tarafı ise İstanbul Park’ın da işletmesini yapan F1 patronu Ecclestone’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e seyirci azlığıyla ilgili yakınmasıydı. Daha doğrusu Eccelstone yarışa ilginin aradan geçen 4 yılın ardından artmamasından şikayetçiydi. Kuşkusuz, tanıtım ve sponsor eksikliği, bilet fiyatlarının yüksek olması bunun en büyük sebebi. Ama Eccelstone’nin kendi işlettiği pistin seyirci sorununu Cumhurbaşkanına şikayet etmesi bana çok ilginç geldi.

’SİZ MEMNUNMUSUNUZ’ SORUSU

Bunun gerekçelerini öğrenmek için yarışlardan sonra Ecclestone’nin Türkiye’deki sağ kolu Can Güçlü’yü aradım. İstanbul Park pistinin Genel Müdürü de olan Can Güçlü’nün verdiği yanıtlar gerçekten hem şaşırtıcı hem de üzücüydü. Eccelstone’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le olan dialogu hakkında Güçlü’nun yorumları şöyle: "Ecclestone bugüne kadar Türkiye’ye karşı hep pozitifti. Tüm olumsuzluklara rağmen bu pozitifliğini kaybetmemişti. Ancak bu yıl da seyircilerin beklediği ilgiyi göstermemesi moralini bozdu. Cumhurbaşkanı Gül, "Türkiye’nin tanıtımına büyük katkı sağlayan bir organizasyon düzenliyorsunuz. Teşekkür ederiz" dedikten sonra Eccelstone’ye ’Peki siz memmunmusun’ sorusunu sorunca o da doğal olarak, "Görüyorsunuz seyirci az" cevabını verdi."

BİR GÜNDE EN FAZLA SEYİRCİ

Aslında seyircinin az olmadığını 2007 yılıyla aynı olduğunu üstüne basa basa vurgulayan Güçlü, "Bizzat pazar günü için 30 binin üzerinde ben bilet sattım. 10 bine yakında VIP vardı. 8 bin çalışanı da buna eklerseniz pazar günü yaklaşık 50 bin kişi İstanbul Park’ı doldurdu. 3 günde ise yaklaşık 90 bin kişi izledi. Tribünler büyük olduğu için çok kalabalık gözükmüyor. Formula 1, bugün Türkiye’de bir günde en fazla seyirci çeken spor organizasyonu. Galataray-Fenerbahçe derbisini 20 bin kişi izledi. Bizim sadece ana tribünümüz 26 bin kişi kapasiteli. Dünyanın en büyük ana tribününe sahibiz. Bu tribünde bilet fiyatlarının 200 ila 700 YTL arasında değiştiğini düşünürseniz 20 bin kişinin bile gelmesi büyük başarıdır."

BİLET FİYATLARI DÜŞMEYECEK

Konu bilet fiyatlarına gelince Güçlü’nün tavrı çok netti: "Bilet fiyatları konusunda eleştirilere katılmıyorum. Bedava mı vereceğiz. Belli kalite standardını korumamız gerekiyor. Türkiye’de herşeyin bedavaya yapılması isteniyor. Biz para verip F1’i izleyen müşterilerimizi üzmek istemiyoruz. Kesinlikle bilet fiyatlarında indirim yapmayacağız. Sadece, çocuklara ve okullara yönelik çeşitli kolaylıklar sağlayacağız. Okulları F1’e çekmek istiyoruz."

Daha önce bir çok şirkete ve kuruluşa bedava bilet dağıtıldığını söyleyen Güçlü, "Ben tüm kuruluşların tepkisini çekmeme rağmen kimseye ekstra bilet ve davetiye vermedim. Yoksa tribünleri doldurmak çok kolay. Dağıtırsan geçmişte olduğu gibi bedava davetiyeleri ve ucuz biletleri, her yer dolar. Ama biz bunu kesinlikle yapmayacağız" yorumunu da yaptı.

Güçlü’nün anlattıklarında üzücü taraf ise Formula 1’in İstanbul’da istenilen ekonomik büyüklüğe ulaşmamasıydı. Güçlü, bugün İstanbul’un Formula 1’de en az gelir elde edilen yarış olduğunu belirterek "Bizden sonraki pist bizim neredeyse 3 katımız kazanıyor" diye konuşuyor. Güçlü bu durumun Ecclestone’yi zor durumda bıraktığını ifade ederek şunları söylüyor: "Bugün Formula 1’de Türkiye’nin karşısında Rusya, Hindistan, Kore ve Abu Dabi ülkeler var. Bu ülkeler F1’i almak için büyük paralar öneriyorlar. Takımlarda büyük yatırımlar yaptıklarını söyleyip, para kazandıracak pistleri istiyorlar."

TÜRKİYE’DE YATIRIMI OLANLAR

Ecclestone’nin kafasının karıştıran durumun ise Türkiye’de yatırım olan 4 takım olduğunu kaydeden Güçlü, "Bugün F1 takımlarından Renault, Toyota, Honda ve Mercedes’in Türkiye’de yatırımları var. Üretim yapıyorlar ve satışları oldukça iyi. Bu yüzden yeni ülkeler devreye girdiğinde, bunu gerekçe göstererek, "Türkiye bizim için önemli. Sadece para için Türkiye’den vazgeçmeyin" baskısı kuruyorlar. Ecclestone, bir tarafta para diğer tarafta bu baskıların ortasında kalmış durumda. Türkiye’ye ilişkin son kararını verecektir. Ama bizim sabırlı olmamız lazım. İspanya’da ilk yıllarda aynı sorunu yaşadı. Ama sonra Alonso çıktı ve herşey tamamen değişti" diyor.

Formula 1’le ilgili tanıtımlara ve sponsorlara daha fazla önem vereceklerini söyleyen Güçlü, "Tanıtım eksikliğimizin olduğunun farkındayım. Sponsorlarda son hafta F1 çalışması yapınca, tanıtım için geç kaldık. Sonuçta bu yıl yarışın mayısa çekilmeside bizi zaman açısından olumsuz etkiledi. Çünkü geçtiğimiz yılki yarışın üzerinden 7.5 ay geçmeden yenisini düzenledik. Hatalarımızdan ders alıp Formula 1’i daha etkin hala getireceğiz" özeleştirisini yapıyor.

Can Güçlü’yle yaptığım konuşmadan sonra ortaya çıkan sonuç çok net. Formula 1’in İstanbul geleceği tehlikede. Sırada birçok ülke elinde para "F1’i bize ver" diye bağırıyor. Fransa 2009’da F1 takvimine yeniden giriyormuş. Yani rakibimiz çok. Ama şu an Ecclestone’nin kararını beklemekten başka yapacak bir şeyimiz yok.

Sabancı’yı otomotivde Uzer’den takip ediyoruz

Sabancı Grubu’nun otomotiv sektöründeki faaliyetlerini artık otomotiv editörü olarak internet üzerinden takip etmeye başladım. Elinde fotoğraf makinası eksik olmayan Sabancı Lastik ve Otomotiv Grubu Başkanı Turgut Uzer, kendi adına kurduğu internet sitesinde özel hayatının dışında, tüm iş seyahatlerinin ve toplantılarına ilişkin çektiği özel fotoğrafları da yayınlıyor. Temsa’nın Mısır’daki fabrikasına ait Uzer’in objektifinden resimleri veya Güney Afrika’daki bayi toplantısına ait özel görüntüleri görmek istiyorsanız www.turgutuzer.com isimli siteye girmeniz yeterli. Sabancı Grubu’nun Toyota, Temsa ve Bridgestone’den oluşan F1’deki paddock salonunda karşılaştığım Turgut Uzer’e, " Turgut Bey, sizi en son Tayland’da görmüşler" deyince şaşırdı. "Artık Sabancı Grubu’nun lastik ve otomotiv işlerini sizin sitenizden takip ediyorum" yorumuma ise karşılıklı güldük.
Yazının Devamını Oku

Eski şirketini geçip Citroen’i ilk 10 marka arasına sokuyor

7 Mayıs 2008
Bugün Citroen’in Genel Müdürü olan Bora Koçak’ın, Kia’nın Türkiye’de elde ettiği başarılarda emeği büyük. 7 yıl Çelik Motor’da görev yapan ve 2005’te ayrılmadan önce Kia’nın Marka Direktörü olan Koçak’ın özellikle Sorento’nun Türkiye pazarına doğru fiyat ve stratejiyle girmesinde büyük katkısı var. Çelik Motor Genel Müdürü Alp Evcimen’le birlikte pazarı iyi analize eden Koçak, Sorento’yu piyasa sunduğunda açıkçası kimse açık ara pazar lideri /images/100/0x0/55ea4c05f018fbb8f876b0e8olabileceklerini tahmin etmiyordu. Ama bugün gelinen noktada Sorento, bir çok rakip model çıkmasına ve yüzünün eskimesine rağmen son 5 yıldır en çok satan 4x4 unvanını koruyor. Kia, Sorento’nun ardından Sportage’yle birlikte hem marka imajını hem de satışlarını büyük ölçüde artırarak son 3 yılın en çok satan ilk 10 markası içine adını yazdırdı.

Koçak, Kia’daki bu çıkışının ardından 2005 yılında Citroen’in Türkiye temsilcisi Baylas Otomotiv’e Genel Müdür olarak transfer oldu. Son 3 yıldır Citroen’i Türkiye’de büyütmek için mücadele veren Koçak, yeni modeller ve hafif ticari araçlarla birlikte emin adımlarla ilerliyor. Geçtiğimiz günlerde 2008 yılına ilişkin Koçak’la konuşurken, hedeflerinden bahsetti. 2008 yılında pazarın daralmasına rağmen Citroen’in yüzde 20 büyüyeceğini söyleyen Koçak, "Yıl sonunda 17 bin adetlik satışa ulaşacağımızı düşünüyorum. Bunda hafif ticari modellerin ve yeni C5’in önemli katkısı olacak. Özellikle Nemo’nun combi versiyonu ve yeni Berlingo’yla birlikte hafif ticari satışlarımız artacak. Yeni Jumper ise özellikle okul servisi olarak büyük talep görüyor" dedi.

Citroen’in 17 bin adede ulaşması 2008 yılında en çok satan ilk 10 marka arasına girmesi anlamına geliyor. Koçak, "Bu yıl kesin ilk 10 marka içindeyiz. Hedefimiz ise önümüzdeki yıllarda 9’unculuk" yorumunu yapıyor. Bir başka değişle, Koçak bu yıl eski çalıştığı Kia’yı geçerek 10’uncu en çok satan marka oluyor. Hedefi ise Peugeot’yu geçip 9’uncu olmak. Son yıllarda baktığımızda Peugeot’da düşüş yaşanırken, Citroen sürekli yükselişte. Koçak, bu yıl binekte olmasa da hafif ticari araç satışlarında Peugeot’yu geçeceklerini söylüyor. Binekte ise C3’ün yüzünün eskidiğini bu yüzden Peugeot’nun o segmentte daha güçlü olduğunu söyleyen Koçak, "C3’ün yenilenmesiyle birlikte Peugeot’yu geçebiliriz" diye konuşuyor.

Kia cephesinde ise Çelik Motor Genel Müdürü Alp Evcimen 2008 yılına ilişkin, "2008 yılını 13-14 bin adet aralığında tamamlarız" açıklamasını yapıyor. Yani bu yıl Citroen, 17 bin adede ulaşmasa bile Kia’yı geçip ilk 10 marka arasına adını kesin yazdıracak gibi gözüküyor.

Benzinli otomobiller daha cazip olacak

Dizel yakıt ile benzin arasındaki fiyat farkının kapanması, önümüzdeki dönemde otomobil satın alırken tüketicilerin biraz daha düşünmesine neden olacağa benziyor. Motorin fiyatlarının benzinle aynı seviyeye gelmesi son 6 yıldır Türkiye’de pazar payını 4’e katlayan ve liderliğe oturan dizel otomobillerin tahtını sallayacak. Citroen Genel Müdürü Bora Koçak’ın bu konuda söyledikleri ilginç; "Dizel araçlar Avrupa’da da talep gördüğü için fiyat konusunda esktra bir indirim alamıyorduk. Çünkü kendileri de o araçları satıyorlardı. Ama şimdi Türkiye’de motorin fiyatlarının artmasına bağlı olarak dizel yakıt avantajını kaybediyor. Böyle olunca benzinli modellerde elimiz kuvvetlenecek. Avrupa’da dizele oranla az satıldığı için benzinli otomobil alırken fiyat konusunda daha iyi pazarlık yapma şansımız var. Bu da tüketicilere daha ucuza benzinli otomobil sahibi olma şansı verecek."
Yazının Devamını Oku

Biryıldız: En çok kimseye veda edemeden ayrılmak üzdü

30 Nisan 2008
2006 yılında DaimlerChrysler bünyesinde, Afrika, Asya ve Doğu Avrupa’da bazı ’usulsüz ödemeler’ yapıldığı ve bu pazarlarda güçlü olmak için o ülkenin hükümet ve bürokratlarına rüşvet verdiği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştı. Soruşturma kapsamında Mercedes-Benz’in en önemli otobüs üretim merkezi Türkiye’de de üst düzey görevlerde bulunmuş Wolfgang Otto Diez ve Till Becker’in görevden alınması tüm bakışların Türkiye’ye çevrilmesini sağlamıştı. Bilmeyenler için Diez, DaimlerChrysler’in otobüs bölümü EvoBus’un yanı sıra Mercedes-Benz Türk’ün Yönetim Kurulu Başkanıydı. Becker ise 2000-2005 yılları arasında Mercedes-Benz Türk Direktörler Kurulu Başkanlığı /images/100/0x0/55ea7c64f018fbb8f8831600görevini yürüttükten sonra, DaimlerChrysler’in Kuzeydoğu Asya Bölgesi Başkanı olmuştu.

ORTADA BİR HAKSIZLIK VAR

Bu soruşturmanın detayları hiç bir şekilde kamuoyuna açıklanmamış, DaimlerChrysler kendi içinde yürüttüğü soruşturmayı yine kendi içinde sonuçlandırmıştı. Zaten bu soruşturmanın amacı da, 2004 yılından beri ABD Sermaye Piyasası Kurulu (SEC) ve Adalet Bakanlığı tarafından soruşturulan DaimlerChrysler’in karşı karşıya kalabileceği yaptırımları azaltma isteğiydi. Yani ortada yöneticilerin, kendi menfaatleri için yaptığı bir suç yoktu. Basın olarak da bu süreç içinde açıkçası soruşturmayı etkilememek adına, isimler hakkında hiç bir şey yazmamıştık. Aradan neredeyse 1 yıl geçti ve artık birşeyler söylemenin zamanı geldi. Çünkü ortada bir haksızlık olduğuna inanıyorum.

Mercedez-Benz Türk’ün Direktörler Kurulu Üyesi ve Pazarlama-Satış Direktörü Eşref Biryıldız, soruşturma kapsamında geçtiğimiz yıl şirketle bağlarını kopardı. Soruşturmayı etkilememek için önce süresiz izne ayrılan Biryıldız, sonra sessiz sedasız Mercedes’le karşılıklı anlaşarak emekliye ayrıldı. Kuşkusuz, Biryıldız’ın en başından beri konuyla ilgili konuşmak istememesi kafalarda soru işaretleri yarattı. Ben de bunun üzerine kendisine "Hiç bir şey söylememeniz sizi suçlu durumuna sokmaz mı" diye sordum. Cevabı çok netti; "En ufak bir suçum olsa Mercedes’ten emekli olabilir miydim. Direkt görevden alırlardı."

Haklıydı ama erken emekli olmasının verdiği bir buruklulukta vardı. Biryıldız, bunu şöyle dile getiriyordu: "Beni en çok üzen 26 yıl çalıştığım kuruluştan sessiz sedasız emekli olmam oldu. Doğru dürüst kimseyle vedalaşamadım bile."

Eşref Biryıldız, otomotiv sektörünün yakından tanıdığı ve sevdiği bir kişi. 26 yıl çalıştığı Mercedes’ten istemediği bir şekilde ayrıldı ama profesyonel hayatına kendi kurduğu şirketle devam ediyor. Yani bundan sonraki iş hayatı, soruşturma izlerinin silinmesine bağlı. O yüzden bu yazıyı kendisi istemese de yazma gereği duydum.

26 YIL HER KADEMEDE ÇALIŞMIŞ

Yeni şirketi ve hedeflerine geçmeden önce Biryıldız’ın profesyonel hayatından biraz bahsetmekte fayda var. 1954 doğumlu Biryıldız, 1977 yılında Marmara Üniversitesi İleşitim Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 1981 yılında Mercedes-Benz Türk’te yedek parça ihracat elamanı olarak işe başladı. 19 yıl Mercedes’te yedek parça, servis, otobüs satış, tüm ticari araçlar satış ve pazarlama görevlerinden sonra Biryıldız 2000 yılında Direktörler Kurulu üyesi ve Pazarla Satış Direktörü oldu. 2007 Haziran’da emekli olana kadar bu görevini sürdürdü. Biryıldız, 2000 yılında 12 bin 713 adet araç satışı ve 827 milyon Euro ile başladığı Pazarlama Direktörlüğü görevini, 2006 yılında 26 bin 869 adet araç satışı ve 1.438 milyon Euro ciro ile tamamladı. Yani baktığımızda, Mercedes-Benz Türk’ün bu günkü seviyelere gelmesinde Biryıldız’ın katkısı tartışılmaz.

İlginç koşullar bize kendi işimizi kurdurdu

Peki Biryıldız şimdi ne yapıyor. Mercedes-Benz Türk’te birlikte çalıştığı Atilla Şengün ve Melek Öneş’le birlikte 2007 yılının Ağustos ayında 50 bin YTL sermayeyle ’Maksimum Danışmanlık’ isminde bir şirket kurdu. Firmanın danışmanlık hizmetinin ana alanı otomotiv ve lojistik. Biryıldız, halihazırda iki yabancı firmaya orta vadeli birer sözleşme kapsamında hizmet verdiklerini belirterek, "Bunlardan biri Alman menşeli uluslararası bir üretim danışmanlık firması olan Management Engineers, bir diğeri Avrupa çapında kara nakliye hizmeti veren büyük çaplı bir Alman filosu Willi Betz" diye konuşuyor.

Bu ay içinde işbirliği sözleşmesi imzalayacakları diğer bir firmanın ise Polonyalı otobüs üreticisi Solaris olacağını kaydeden Biryıldız şunları söylüyor: "Bu firmanın yıllık 950 araçlık ve gittikçe artacak olan üretimleri için ülkemizden yapacakları tüm parça ve genel malzeme alımı bizim tarafımızdan yapılacaktır. Ayrıca Solaris Türkiye’de önce satış daha sonra talebe göre üretim yapmak da istiyor. Biz bu konularda kendilerine yardımcı olacağız. Harekete geçmeyi beklediğimiz diğer bir proje ise kendi alanında Avrupa’nın lideri bir üreticinin Türkiye’de yakında gerçekleşmesini beklediğimiz yatırım kararıdır. Bu olduğu takdirde Almanya’daki üretimleri için Türkiye’den parça yerlileştirme çalışmaları için verilecek göreve talibiz. Bu konuda olumlu ilk geri bildirimi aldık."

Geçen yılın sonunda Chrysler ile TAYSAD üyelerini de biraraya getirdiklerini de hatırlatan Biryıldız, "Chrsler önce bizi buldu, biz TAYSAD yönetimi ile temasa geçtik ve dört hafta içinde Türkiye’den yedek parça alımıyla ilgili organizasyonu yaptık. Toplamda 2.5 milyon araç ürettiklerini de dikkate alırsak bu ölçek, şayet kalite ve tasarruf isteneni karşılıyorsa, okyanus ötesi tedariki bile olası hale getirebilir. Şimdi Chrysler’den haber bekliyoruz" dedi.

"Üçümüz ayrı ayrı profesyonel olarak çalışmaya devam etsek ilk iki yılda toplamda daha iyi bir kazanç elde edebilirdik" yorumunu da yapan Biryıldız şöyle konuştu: "Ana amacımız işi artan bir başarı ile sürdürebilmek. Belki birimiz ayrıca harici profesyonel bir görevde çalışmayı sürdürebilir. Ama amaç yine de bu üçlü ile devam etmek. İş yaşamımızda eskiye göre bir farklılık olsun istedik ve ilginç şekilde gelişen çevre koşulları bugün bunu olanaklı kıldı. Bu başka bir deneyim. Oldukça zevkli ve heyecanlı."

PSA Grubu Samsun’a yatırım yapmaz. Çünkü...

TÜRKİYE İhracatcılar Meclisi Başkanı (TİM) Oğuz Satıcı, geçtiğimiz günlerde ’Karadeniz’e otomotiv yatırımı’ geliyor açıklamasıyla şaşırttı. Şaşırdık çünkü, hem Satıcı ilk kez otomotiv sektörüne yönelik açıklama yapıyor hem de yatırım için hedeflenen yer olarak Samsun’u gösteriyordu. Satıcı, bu açıklamayı neye dayanarak yaptı bilmiyorum ama belli ki dikkatleri Karadeniz’e ve Samsun’a çekmek istedi.

Samsun’dan Satıcı’nın bu açıklamasıyla ilgili haberler gazeteye ulaştığında, Ekonomi Müdürümüz Vahap Munyar’la konuştuk ve kendisine, Samsun’a otomotiv yatırımı yapılamayacağını söyledim. Gerekçe olarak da hem yan hem ana sanayiye uzak olduğunu, böyle bir yatırımın fizibıl olamayacağını anlattım. Sonuçta, haber Hürriyet’e ’Satıcı’ya bakılırsa yeni oto yatırımı var’ başlığıyla çok kısa bir şekilde girdi. Ertesi gün, bazı gazetelerde ise Satıcı’nın açıklamaları geniş yer bulmuştu. Hatta bazı gazeteler haberi, daha önce Peugeot ve Citroen yöneticileriyle yaptığımız görüşmelerle beslemişti. Ama ne yazık ki kimse ’Neden Samsun’ diye sorgulamamıştı. İşin diğer ilginç boyutu, Peugeot’dan ’Böyle bir şey yok’ açıklaması yapılmasına rağmen ne yazık ki kimse dikkate almamıştı.

TÜRKİYE’Yİ ADAY YAPTILAR

Sonuçta işi bilenler Samsun’u dikkate almadı ve olay çok büyümedi. Ta ki geçtiğimiz hafta PSA Grubu’nun (Peugeot Citroen) yeni motor üretimi için Türkiye’yi aday ülkeler arasına sokana kadar. Bilmeyenler için PSA Grubu, 600 milyon Euro’luk yatırımla 3 yıl içinde iki fabrika kuracağını açıkladı. Bu fabrikalardan birinin Fransa’da diğerinin ise Doğu Avrupa’da olacağı söylendi. PSA Grubu CEO’su Christian Streiff, Doğu Avrupa’da düşündükleri ülkeler arasında Polonya, Romanya ve Ukrayna’nın yanı sıra Türkiye’nin de olduğunu belirtti. Reuters Türkiye, haberi geçince bunu okuyan Müdürüm Munyar hemen bana, "Bak Samsun’u yalanladın ama galiba doğruymuş" şeklinde espri yaptı. Ben de hemen "Samsun’a yatırım yapılsın işi bırakırım" şeklinde kendisine iddialı bir karşılık verdim. Tabi bu işin esprisi.

Biraz da işin ciddi boyutuna bakmak lazım. Ne yazık ki son yıllarda bir çok uluslararası otomotiv şirketi Türkiye’ye yatırım yapacağına dair açıklamalar yapıyor. Ama şu ana kadar ortada mevcut yatırımların dışında Türkiye’ye gelen hiç bir firma yok. Otomotiv ekonominin lokomotifi olunca, doğal olarak ekonomi sayfalarında model tanıtımlarının yerine yatırım haberleri yer almaya başladı. Böyle olunca, yatırım yapmayı düşünmeyen firmalar bile gazetelerde yer almak için bu silahı kullanmaya başladı. Bunun sonucunda da ortaya hiç bir gerekçe gösterilmeden Samsun, Konya, Kemalpaşa gibi aday yatırım bölgeleri çıktı.

PSA KÜÇÜK OTO ÜRETECEK

Bugün PSA Grubu’nun Türkiye’ye yatırım yapma konusunda çalışmalar yaptığı bir gerçek. İşin kapsamı sadece motor üretimiyle sınırlı değil, küçük otomobil üretimi de düşünülüyor. Bu konuda fizibilite çalışmaları yapılıyor . Ama Samsun nereden çıktı onu Satıcı’ya sormak lazım. Çünkü PSA Grubu’ndan kimse ne Samsun’u ne de çevresini incelemiş. Kafalarında daha çok Türkiye’nin batısı varmış. Zaten yetkililer, "Neden Samsun’a yatırım yapılsın ki" diye bize soruyorlar. Ne kalifiye eleman var, ne altyapı var, ne yan sanayiye yakın. Yani hiç bir avantajı yok. Bir tek limanı var ve Rusya’ya yakın gibi gözüküyor. Ama İstanbul Boğazı ne güne duruyor. Sonuçta, Bursa veya İzmit’ten Rusya’ya gitmesi, Samsun’dan Rusya’ya gitmesinden zor değil aksine daha avantajlı. Çünkü İzmit limanından mal gönderirken gemiye diğer markaların ürünlerini de ekleyebiliyorsunuz. Boş gitme olasılığı düşük. Samsun’dan ise boş gitmesi yüksek ihtimal. Bir de Samsun’a yatırım yapınca yan sanayiyi de taşımanız gerekiyor. Böyle olunca astarı yüzünden pahalıya çıkacağı açık. Bunların hepsini üst üste koyduğumuzda Samsun’un tam balon olduğu anlaşılıyor. Yani bu benim değil, PSA Grubu’nun yetkililerinin yorumu.

Ama yine söylüyorum, umarım önümüzdeki günlerde bir uluslararası firma çıkar da Türkiye’deki mevcut firmaların dışında bir yatırım yapar. Bunu ister Samsun’a ister Erzurum’a yapsın hiç farketmez. Yapsın yeter. Ama ben yeni yatırım konusunda açıkçası artık biraz karamsarım.
Yazının Devamını Oku