Emin Çölaşan

Cumhuriyet

29 Ekim 2006
BUGÜN 29 Ekim. Atatürk’ün deyişiyle "en büyük bayramdır, kutlu olsun". Aradan tam 83 yıl geçmiş. Şimdi geldiğimiz noktaya bir bakın. Tepemize sağanak gibi ihanet yağıyor. Hem içeriden, hem dışarıdan. Dış ihanetle şu veya bu biçimde baş ederiz de, içimizden kaynaklanan ihanet almış başını gidiyor.

"Türklük" kavramı yok edilmek isteniyor. İktidar koltuğunda oturanlar "Türkiyeli" diyorlar, ülkenin eyaletlere dönüşmesi gerektiğinden söz ediyorlardı. Eyalet sistemi demek, sırasıyla Güneydoğu’ya özerklik, sonra federasyon, sonunda Türkiye’den kopma demek.

Cumhuriyetin ve devrimlerin bekçisi Türk Silahlı Kuvvetleri susturulmak ve etkisiz duruma getirilmek isteniyor. İktidarın "AB aşkı" boşuna değil!.. TSK’nın etkisiz duruma getirilmesi AB’nin en önde gelen koşulu. Belki de birincisi.

Din bezirgánlığı, din ticareti, din sömürüsü almış başını gidiyor. Aslında ülkeyi şeyhler, cemaatler, tarikat liderleri yönetiyor. Bu doğrultuda devlette inanılmaz bir kadrolaşma sürüp gidiyor.

İnsanlarımız "onlardan olan" ve "onlardan olmayan" diye ayrıma tabi tutuluyor. Onlardan olanlar köşeyi dönerken, olmayanlar işsizliğin pençesinde inim inim inliyor.

Yolsuzluk, hırsızlık, namussuzluk, hortum, rüşvet en üst düzeyde. Özellikle belediye işlerinde korkunç vurgun var.

Sefalete mahkûm ettikleri yüz binlerce aileye belediyeler eliyle gıda paketi rüşveti vererek susturmaya çalışıyorlar. Formül çok basit! Önce işinden çıkar, aç bırak, sonra kendine muhtaç edip gıda paketi ver, iftar çadırı kur, oy avla!

Sokaklarda gasp ve kapkaç suçundan geçilmiyor. Soyulmayan ev ve işyeri neredeyse kalmadı. Polis baş edemiyor ve bunu açıkça itiraf ediyor. İnsanlar göz göre göre suça itiliyor.

Yatırım yok, çünkü devletin parası yok.

Buna karşın kaynakları özellikle belediyelere veriyorlar... Çünkü devlet harcamaları Sayıştay denetimine tabi. Belediye harcamalarında ise ciddi bir denetim yok. Belediyeler pek çok katakulli, hırsızlık, vurgun ve hortumu kendi kurdukları şirketler aracılığıyla yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını ve egemenliğini resmen yabancı ülke ve kuruluşlara devretmiş durumda. Kıbrıs dahil iç ve dış siyaset tümüyle ABD ve AB’ye, ekonomi tümüyle IMF’ye teslim.

AB emretti, Anayasa ve yasaları tersyüz ettiler. AB ve ABD istedi, dış politikayı ona göre ayarladılar. IMF istedi, yatırımları durdurup insanları işsizliğe ve açlığa mahkûm ettiler.

Ya PKK terörü?.. Bu iktidar terörü bile aynen AB ve ABD’ye ihale etmedi mi!

İşte sevgili okuyucularım, Cumhuriyet’in 83. yıldönümünde ülkemizin genel görünümü böyle. Bu rezaletin en tepe noktasında ne var diye soracak olursanız, din ticareti, din sömürüsü, terör, açlık, işsizlik, yolsuzluk olduğunu söylerim.

Güzelim dinimizi para ve oy’a dönüştürme hırsıyla Cumhuriyet’in, Müslümanlığın ve insanlığın tüm değerlerini paspas gibi çiğnediler.

* * *

Cumhuriyet,
milletin kendisini yönetmesidir. Kim kimi yönetiyor? İktidarda bir parti var. Seçimde sadece yüzde 34 oy almış ve seçim yasalarının cilvesiyle Meclis’te yüzde 66 çoğunluğu ele geçirip tek başına iktidar olmuş! Böyle bir olay dünyanın neresinde görülmüştür?

Nerede geçen seçimde DYP, MHP, ANAP, DSP, Genç Parti gibi partilere verilen oylar?

Verilen oyların yaklaşık yarısı, yani yüzde 50’si çöpe gitmiş durumda.

Şunu iyi biliniz. Bu ülkede Cumhurbaşkanı Sezer olmasaydı, Hilmi Özkök’e rağmen TSK olmasaydı, gönlünde ve ruhunda "Türklük" kavramını taşıyan, bu gidişe karşı koyan milyonlarca namuslu, onurlu, yurtsever insanımız olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti bunların elinde İran, Suudi Arabistan, Afganistan gibi bir ülke olacaktı.

Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını törpülediler. Devrimleri hiçe saydılar.

Onların ve eşlerinin yarattığı İran ve Suudi’den beter görüntüleri, nasıl din tüccarları yaratıp köşe döndürdüklerini her gün medyada izliyorsunuz.

Cumhuriyet rejimini duvara toslatmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Örtülere bürünerek, takıyye ve din tüccarlığı yaparak, zoru görünce "biz değiştik" masalları okuyarak bütün kutsal-güzel kavramları, yurt sevgisini, ulusal onuru yüreklerimizden, beyinlerimizden atmak için çok çaba harcadılar ama olmadı.

Başaramadılar. Bundan sonra başarmaları da asla mümkün olmayacak.

Cumhuriyet Bayramı’nda bunları yazmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Ne yazık ki gerçekler böyle. Bayramımız kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku

Müslümanlığın böylesi

28 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, ramazan ayı bitti. Bitmesiyle birlikte iftar çadırları ortadan kalktı. Çadırların üzerine koskoca Başbakan resimleri asılmış, AKP harfleri ve bu çadırları kuran belediyelerin de isimleri kocaman kazınmıştı.

Çadırlarda bedava iftar veriyorlar, bunların parası kamunun cebinden çıkıyordu. Fakat böylesine kutsal bir olayı bile siyasi şov aracı yapmaktan, oy’a dönüştürmekten utanmıyorlardı. Aynı olayları önümüzdeki ramazan ayında yaşayacağız. Hem de daha hızlısını!.. Çünkü önümüzdeki ramazanda, ya da ramazandan hemen sonra seçim yapılacak...

Ve 2007 yılında din ticareti ve din sömürüsü doruk noktasına vuracak.

Şimdi size birkaç günden beri medyada izlediğimiz görüntü ve haberlerden birkaç örnek vereceğim. Müslümanlığın, kutsal bir dinin bu adamların elinde ne duruma düşürüldüğünü görün.

- İslamcı bir gazetenin perşembe günkü nüshasının birinci sayfasında fotoğraflı bir haber.
Bale yapan küçük bir kız çocuğunun fotoğrafı. Kız çocuğu bilemediniz beş yaşında. Fotoğrafta bale eteği ile dizkapağının arası kapatılmış. Demek ki onların okuyucuları, bu küçük yavrunun bacaklarını görünce ya tahrik olup şehvet duyuyor, ya da bunu bile günah sayıyor!

- Bekir Coşkun iki gün önce bunların erkeklerinin niçin uzun pardösü giydiğini yazdı. Namaz kılarken eğildiğinde, arka saftaki şahıs poposunun hatlarını görüp tahrik olmasın diye imiş.

- Cüppeli Ahmet Hoca buyurdu: "Kız çocuğumuz 12-13 yaşına geldiğinde biz ona artık sarılmayız, öpmeyiz." Demek ki kendi kızlarına bile tahrik olabiliyorlar.

- Avustralya Müftüsü, örtüsüz kadınlar için buyurdu: "Üzeri örtülmemiş eti sokağa koyarsanız onu kediler yer. Şimdi bu kimin kabahati? Kedinin mi, yoksa üstü örtülmemiş etin mi? Eğer kadın evinde otursa, başını kapamış olsa, hiçbir sorun çıkmazdı. Sonra karşınıza bir yargıç çıkıyor ve size
(tecavüzcüye) 65 yıl hapis veriyor. Makyaj yapan kadınlar cinsel tacize davetiye çıkarıyor."

- Devletten maaş alan Mudanya Müftüsü vaazında buyurdu: "Anne, eş ve kızınızdan başkasıyla el sıkışmanız caiz değildir. Bunu yapanın nikáhı düşer."

Bunlar böyle. Ben burada o konulara girmiyorum da, fırsat bulduklarında her biri başı açık sevgililerine koşuyor, eşlerini aldatıyor. Medyada boy boy görüntüleri yayınlanıyor. TBMM Başkanı Bülent Arınç, birkaç gün önce belki de hayatının en doğru lafını söyledi:

"Bizim camiayı iyi tanırım ve iki şeyden korkarım. Biri kadın ilişkileri, biri para ilişkileri."

Kadın ilişkileri ve cinsel dürtüleri böyle. Küçük kızlardan, hatta önünde namaz kılanların poposundan bile tahrik olanlar!..

Kendileri namazda, akılları hep başka yerde.

(Bunları inançlı müminler için yazmıyorum. Ama onların da, kendilerini böyle siyaset amaçlı kullanan din bezirgánlarını iyi tanımasını istiyorum.)

Para ilişkilerine gelince, sadece belediye cukkalarına bir bakın ve hortumun kaynağını görün.

***

Şimdi birkaç günden beri medyada yer alan haberlerden örnekler:

- Sanayi Bakanı Ali Coşkun tatilde. Namazını kaldığı otelin odasında değil, balkonunda kılıyor! Aşağıdaki gazeteciler fotoğraflarını çekiyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz!

- Bir sürü bakan ve AKP milletvekili tatilde. Topluca tekne gezisi yapıyorlar. Teknenin üst katında erkekler, alt tarafında kadınlar! Devleti yönetenler bile harem selamlık uygulamasında. Kadınlara kadın garsonlar hizmet veriyor.

- İstanbul’da AKP’li Bağcılar Belediyesi, sadece kadınların girebileceği park yaptırıyor! Erkeklere yasak.

Sevgili okuyucularım, Türkiye’nin bunların, bu kafaların elinde nereye sürüklendiğini lütfen iyi görün.

Ülkemizi ne durumlara düşürdüler. Perşembe günü tatil bitmişti ve TBMM toplanacaktı. AKP milletvekilleri halen tatil yapıyordu ve Meclis’e gelmeyecekleri biliniyordu. 13 milletvekili vardı, Meclis aç-kapa yaptı.

Devletin Meclis oturumlarını canlı yayınlamakla yükümlü TRT’si bu görüntüleri bilerek ve isteyerek yayınlamadı. Meclis’in toplanmadığı milletten gizlenmek istendi. Belli ki, hükümetten TRT’ye "yayınlamayın, rezalet ortaya çıkmasın" diye emir gelmişti.

Size AKP yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti’nden birkaç kesit sundum. Durum ne yazık ki aynen böyle. Cumhuriyet’in kazanımları törpüleniyor, yok edilmek isteniyor, Müslümanlığı çıkar amaçlı kullananlarda hırsızlık, hortum, şehvet düşkünlüğü ve sapıklık kol geziyor. Gidiş böyle.
Yazının Devamını Oku

Kısa bir izin

25 Ekim 2006
Sevgili okuyucularım, bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum. Bayram günlerinde ve böyle tatillerde gündem genelde çok durgun olur. Ben de bu durgunluğa biraz olsun uyup yazılarıma birkaç gün ara veriyorum. Önümüzdeki salı günü -belki daha da erken- burada yeniden buluşmak üzere hepinize sağlık, mutluluk, kazasız belasız ve güzel bir bayram ve tatil diliyorum. Bayramın son gününde olsak bile!

Birkaç günlüğüne hoşçakalın.
Yazının Devamını Oku

Camilere bayrak... Diyanet’in önemli açıklaması

24 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, burada Diyanet İşleri Başkanlığı’na iki kez bazı sorular sordum. Önümüz Cumhuriyet Bayramı. En büyük gün. Türkiye’de ulusal bayramlarımızda her yere bayrak asılır. Evlere, işyerlerine, resmi dairelere, yollara ve hatta araçlara...

Ancak birkaç küçük örnek dışında ben camilerimizde bugüne kadar Türk bayrağı asılı olduğunu görmedim. Niçin?

Bu soruyu burada birkaç gün önce Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu hocamıza sormuş ve bir de öneri getirmiştim.

"Ulusal bayramlarımızda camilerimize bayrak asalım."

Ertesi gün hocamız beni aradı ve şöyle dedi:

"Bu önerinize olumlu bakıyoruz. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bir çalışma başlattık. Sonuçlandığında size bildireceğim."

Aradan epeyce bir süre geçti, benim bildiğim bir gelişme olmadı. Bunun üzerine pazar günkü yazımda "Hocamıza kısa mektup" başlığı altında bir kez daha sordum:

"...Sayın Bardakoğlu, beni aradınız, bu isteğe olumlu baktığınızı, araştırma yaptırdığınızı, en kısa zamanda arayıp sonucu bildireceğinizi söylediniz. Aradan epeyce zaman geçti, herhangi bir gelişme olmadı... Ve Cumhuriyet Bayramı’na bir hafta kaldı.

Acaba Diyanet, camilerimize ulusal bayram günlerinde Türk bayrağı asılmasında sakınca mı görüyor? Eğer öyleyse niçin? Günah mıdır, başka bir nedeni mi var? Bunları bilmek hepimizin hakkı değil mi?

En kısa zamanda yanıt göndereceğinizi umuyorum, size saygılar sunuyorum."

***

Yazımın çıktığı pazar günü, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman aradı ve şunları söyledi:

"Hocamız Ankara dışında olduğu için sizi başkanvekili sıfatımla ben arıyorum. Bayrağımız ve Cumhuriyetimiz, bizim ortak paydalarımızdır. Dolayısıyla camilerimize bayrak asılmasında dinimiz açısından hiçbir sakınca yoktur. Sizin yazınızdan sonra Sayın Başkanımız zaten sizi arayıp olumlu görüşlerini bildirmişti.

Şimdi biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak 15 il müftülüğüne telefon edip durumu bildirdik. Bunlar İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli gibi büyük illerimiz. Belli büyük camilere önümüzdeki Cumhuriyet Bayramı’nda Türk bayrağı asılacak.

Fakat burada camilerin de uygun olması gerekiyor. Şöyle ki, iki minaresi olacak, minareler arasında mahyası olacak ve bayrağımız buralara asılacak. Camilerin çatısına veya önüne direkle bayrak asmak uygun kaçmaz ve hoş olmaz.

Şimdi bu illerin müftülükleri bu işe uygun camileri belirleyecek ve büyük camilerimizde önümüzdeki günlerde bu uygulamayı başlatacağız.

Böyle bir uygulama ilk kez ve sizin teklifinizle başlatılmış olacak."

***

Ben burada Diyanet İşleri Başkanlığı’na teşekkür ediyorum. Bazı şeyleri hepimiz çok iyi bilmek zorundayız.

Eğer bu ülkede özgürce ezan okunuyorsa, insanlar camilere gidiyorsa, ibadet ediyorsa, egemenliğimizi ve ulusumuzu simgeleyen bayrağımız sayesindedir.

Diyanet’in bu uygulamasının özellikle büyük illerimizde nasıl olacağını hep birlikte izleyeceğiz. Bir düşünün, İstanbul, Ankara, İzmir, İzmit, Eskişehir, Antalya gibi illerimizdeki büyük camilerin minareleri arasında ilk kez dalgalanan kocaman Türk bayrakları...

Yakışmaz mı? Muhteşem olur.

Önemli olan bu uygulamanın başlatılmasıdır. Şimdi l5 ilimizde başlatılır, daha sonra örgütlenme büyür ve ülkemizde uygun olan bütün camilerde belli günlerde bayrağımız dalgalanır.

Medyamız ilk kez oluşacak bu güzel görüntüyü ekranlara ve sayfalara yansıtır, kaç camiye bayrak asıldığını 29 Ekim sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığı açıklar.

İl müftülüklerinin de Diyanet’in bu girişimini ciddiye alacağını umarım.

Hürriyet okuyucuları da bu gelişmeyi kendi illerinde mutlaka yakından izleyeceklerdir.

Açıkça söyleyeyim, böyle bir uygulamanın başlatılmasının fikir babası olarak bu işten ben de kendi adıma pay çıkarır ve gururlanırım.

Haksız mı olurum?

***

Emin Çölaşan’ın notu:
Ankara’daki rezalet konusunda İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya burada iki kez açık mektup yazdım. Ne yazık ki Aksu da suskun kalıyor. (Belki söyleyecek bir şey bulamıyor, belki Büyükşehir Belediyesi’ne sözü geçmiyor.) Sonuçta milletin böylesine harcanan ve toprağa gömülen trilyonları konusunda bir yanıt veremiyor! Acaba bu işin içinde bir iş mi var!

Bu konuyu bayram sonrasında sürdüreceğim.
Yazının Devamını Oku

Kısa kısa Türkiyem!..

22 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, önümde yazmam gereken en az 100 konu var. Hangisini yazacağımı şaşırıyorum. Bugün size şu yaşadığımız ülkeden birkaç görüntüyü kısa kısa, sadece birkaç satırla özetlemek istiyorum. Elimde iftar davetiyeleri var. Bağkur Genel Müdür Vekili Saner Güngör... Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Müdür Vekili Tahsin Güney, SSK Genel Müdürü... Eş dost, bakanlar, milletvekilleri, gazeteciler çağrılı. Sofralar görkemli. Ramazan boyunca toklar sofralarında toklar ağırlandı, gösteriş yapıldı. Devletin ve milletin parasıyla birbirleriyle sofra yarışı yaptılar.

Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ASKİ (su-kanal idaresi) 11 Ekim 2006 günü 194 ton PVC boru ihalesi yaptı. İhale kayıt no: 2006/13 35 91. Boruların teslim yeri Muş’un Korkut İlçesi! Ankara’da yağmur yağınca her yeri sel basıyor, ASKİ Muş için ihale yapıyor. İşin bedeli 390 milyar artı KDV. Niçin Muş?.. Çünkü bunlarda para bol, seçim yatırımını şimdi oralarda yapıyorlar. (Bu işin içyüzünü 10 Ağustos 2006 tarihli yazımda yazmıştım. İnternetten bakabilirsiniz.)

İsminin gizli tutulmasını isteyen okuyucum yazıyor: "Medikal ticareti yapan bir işletmeyiz. Devlete ait hastanelere de malzeme satıyoruz. Fakat kestiğimiz faturaların karşılığı, torpilliler ve partililer dışında kimseye ödenmiyor. Devlet bize paramızı vermiyor, gidip bankalardan kredi alıyoruz, sonra tefecilerin kucağına düşüyoruz. Ne zamana kadar dayanabiliriz? Bütçe fazla versin, enflasyon düşsün diye olduğunu bilsek, seve seve katlanalım. Fakat her şey yalan dolan. Acaba Unakıtan’ın oğlu olsa ona da ödeme yapmazlar mı? Merak ediyoruz. Sadaka değil, hak ettiğimiz paraları istiyoruz, sesimizi kimseye duyuramıyoruz. Bütün sektörümüz aynı durumda. Devlette beş kuruş yok, faturalar ödenmiyor. Belediyeler para içinde yüzüp sorumsuzca harcıyor, yandaşlara köşe döndürüyor.

Side’den bir turizmci yazıyor: "Burada ve bütün Antalya bölgesinde iki sorunumuz var. Günde en az 10 sefer elektrik kesiliyor ve bunu turistlere anlatamıyoruz. Bizimle alay ediyorlar, Yetkililere sorduğumuzda ise ’para yok, yatırım yok’ diyorlar. Laubali cevaplar alıyoruz. İkinci sorunumuz ise fuhuş hızla ilerliyor. Bazıları da buralara gelen her Rus kadını bu işi yapan biri olarak görüp rahatsız ediyor..."

CHP Antalya Milletvekili Osman Özcan, Başbakan tarafından yanıtlanması istemiyle Meclis Başkanlığı’na bir yazılı soru önergesi verdi. Burada yazdığım AKP Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın sözlerini sordu: "Arslan Kürdistan’da doğduğunu söylüyor. Kürdistan neresidir? Türkiye’nin sınırları hiçbir anlam ifade etmez diyen Arslan’ın görüşlerine katılıyor musunuz? Cumhuriyet dönemindeki isyanları alkışlamak gerekir diyor. Bunun anlamı PKK terörünü alkışlamak değil midir? Bütün bu görüşler karşısında İhsan Arslan’ı partinizde tutacak mısınız?"

Kendisine TBMM Başkanı Bülent Arınç imzasıyla gönderilen 16 Ekim 2006 tarihli yanıta bakınız: "İçtüzük uyarınca soru kısa, gerekçesiz ve kişisel görüş ileri sürülmeksizin, kişilik ve özel yaşama ilişkin konuları içermeyen bir önerge ile açık ve belli konular hakkında bilgi istemekten ibarettir.

İlgi önergeniz İçtüzüğün 96. ve 97. maddelerinde belirtilen nitelikleri taşımadığından işleme konulmamış ve ilişikte iade edilmiştir."

Bu kaçıncı örnek? İşlerine gelmeyen, kendi adamlarını zor durumda bırakan sorular derhal iade ediliyor.

CHP Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır’ın Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’e soru önergesi: "16 Haziran 2006’da özel bir uçakla Gaziantep’te mağaza açılışına gittiniz mi?.. Doğru ise giderini kim karşıladı?"

Çelik
’in imzasıyla verilen yazılı yanıt: "Ziyaretimle ilgili masraflar açılışı yapan firma tarafından karşılanmıştır."

Bu kadar basit, helal olsun valla!

HOCAMIZA KISA MEKTUP

"Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Ali Bardakoğlu, Cumhuriyet Bayramı geliyor. Bayramda camilerimize -hiç değilse büyük kentlerimizdeki belli camilere- Türk bayrağı astırmanızı önermiştim. Beni aradınız, bu isteğe olumlu baktığınızı, araştırma yaptırdığınızı, en kısa zamanda yeniden arayıp sonucu bildireceğinizi söylediniz. Aradan epeyce zaman geçti, herhangi bir gelişme olmadı... Ve Cumhuriyet Bayramı’na bir hafta kaldı.

Acaba Diyanet, camilerimize ulusal bayram günlerinde Türk bayrağı asılmasında sakınca mı görüyor? Eğer öyleyse niçin? Günah mıdır, başka bir nedeni mi var? Bunları bilmek hepimizin hakkı değil midir?

En kısa zamanda yanıt göndereceğinizi umuyorum, size saygılar sunuyorum."
Yazının Devamını Oku

Vay kutsal balyoz vay

21 Ekim 2006
BALYOZ internet oyunlarına konu oldu. Balyoz birilerinin yalakalık nedeni oldu. Balyoz kapışılıyor. Gerçek balyoz kimde? İnşaatta mı, hastanede mi, milletvekilinin elinde mi?

Şeytan aldı götürdü, satamadan getirdi.

Müteahhit AKP Bingöl milletvekili Fevzi Berdibek balyozu kapmış, eline alıp medyayı çağırmış, pozlar veriyor... Ve iddialı konuşuyor:

"Bu elimdeki yüzde bir milyon o balyoz. İnanmayan olursa Adli Tıp Kurumu’na gönderelim. Başbakanımızın hayatı bununla kurtarıldı. Bunu ölünceye kadar evimin en baş köşesinde saklayacağım."

Meğer piyasaya balyozun sahteleri de çıkmış.

Ben olsam ben de bunu saklarım yani! Böylece gelecek seçimde milletvekilliğim garanti olur.

Milletin vekili olabilmek için Başbakan’ı tarafından listede seçilecek yere konulmak kolay iş değil. Burası Türkiye, listeye balyozunla gireceksin!

Elinde böyle bir "kutsal emanet!" olacak ve piyasaya çıkıp şov yapacaksın, atraksiyon yapacaksın ki seçilmen garanti olsun.

Türk siyasetinden çarpıcı bir görüntüdür, ülkemizin kimler tarafından yönetildiğinin belgesidir bu size anlattığım.

GÜLME KOMŞUNA...

İnsanların hastalanması, rahatsızlık geçirmesi kötü bir olaydır. Bizler de -kim olursa olsun- rahatsızlanan kişi için üzülürüz. Başkalarının hastalığını siyaset amacıyla kullanmaya kalkışmayız.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Amasya milletvekili Akif Gülle bundan bir süre önce ciddi bir trafik kazası geçirdi ve ağır yaralandı. Uzun süre hastanede yattı ve birkaç gün önce taburcu oldu. Kendisini ömrüm boyunca hiç görmedim, tanımadım, konuşmadık. Meclis’teki sekreterini arayıp geçmiş olsun dileklerimi ona bıraktım. İletip iletmediğini bilemem.

Bunları niçin yazıyorum?

Başbakan Ecevit hastalanmıştı. Hastanede yatıyordu. Bazı siyasetçiler ise onun hastalığının üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışıyor, hatta alay ediyordu.

İçlerinde o zaman AKP Genel Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan da vardı.
Size bizim gazetede çıkan iki haberi örnek olarak vereceğim. Bunlar zamanla unutuluyor. Bazı şeyleri yeri geldiğinde anımsatmanın yararları oluyor.

2 Haziran 2002 tarihli Hürriyet:

"Düşün milletin yakasından. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ecevit’in mutlaka siyasetten çekilmesi gerektiğini belirterek ’Düşün milletin yakasından’ dedi. Erdoğan partisinin Erzincan il başkanlığında yaptığı konuşmada şöyle dedi: ’Haftalardır bu hükümet hasta diyoruz. Ecevit için hastane raporları bile adeta zoraki veriliyor. Artık fiziken çökmüş, bitmiş bir insan var karşımızda. Bakın her tarafı kırılıp dökülmeye başladı. Bu neyi gösteriyor? Artık çelik korselerle duruyorsun."

Şimdi yine bizim gazeteden ikinci örnek veriyorum. 19 Mayıs 2002 tarihli Hürriyet:

"AKP’li gençler, hasta yatağındaki Ecevit’i ıslıklayıp yuhaladı. Ankara’da yapılan gençlik şölenine katılan AKP lideri Erdoğan, Ecevit’in hastanede olduğunu ve koalisyon toplantısının hastanede yapılacağını söyleyince partili gençler (Ecevit’e) yuh çekti.

Erdoğan dün de İzmit’te ’Türkiye hasta ve başbakansız. Ecevit’e sesleniyorum, kendine de, bu ülkeye de zulmetme’ dedi."

* * *

Ecevit hastalanmıştı. Evet, bu konuyu bizler de yazılarımızda işledik. Ama siyasi rant, oy elde etmek amacıyla değil. Recep Tayyip Bey o günlerde Ecevit’in siyasi rakibiydi. İktidar savaşında belden aşağı vuruyor, onun hastalığını irdeliyor, hatta alay ediyordu.

İnsanların hastalığı ile oynaşmak, alay etmek, hatta sevmediğiniz biri rahatsızlandığında içten içe bile olsa sevinmek, bunu oy avcılığına dönüştürmek insanlık değildir. Hele siyasetçiye hiç yakışmaz.

Birkaç gün önce bayılan, kutsal balyoz operasyonuyla kurtarılan Erdoğan’ın durumu elbette Ecevit gibi ağır değildi. Yine de bu olaydan ve geçmişteki sözlerinden ders çıkarıp pişmanlık duymuş olmasını dilerim. Belki de ders aldı ve başkaları da aynı doğrultuda kendisinin üzerine gelir korkusuyla, hastaneden bir an önce çıkabilmek için ısrar etti... Ve çıktı.

Atalarımız ne güzel sözler söylemişler...

Gülme komşuna, gelir başına... Büyük lokma ye, büyük konuşma...

Siyaset ayrıdır, insanlık ayrıdır. Kendisine üzüntülerimi ve geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum, sağlığına kavuşmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Meraklı!!!

20 Ekim 2006
"MERAKLI vatandaşa" bazı sorular sormuş ve altına imzasını atarak vereceği yanıtı dün saat 13.00’e kadar beklediğimi burada yazmıştım. Üç saat daha bekledim, imzasıyla gelen bir şey olmadı. Ancak yine bir e-posta gelmiş.

"Meraklı" çok meraklıdır! Benim servetimi de merak ediyormuş. Önceki günkü yazımda kendisine somut sorular sormuştum. Dün gönderdiği e-posta ile kendince yanıt vermiş! Lütfen dikkatle okuyunuz:

Yazımda sorduğum soru: "Servetimi hangi nedenle merak ediyorsun?"

Yanıtı: "Senin servetini Türk kamuoyu gibi ben de merak ediyorum. Demagojiyi bırak, aile servetini derhal açıkla. Senden bunu açıklamanı istiyorum."

Yazımda sorduğum soru: Aynı merakı partili amirlerin ve yandaşlarının serveti için duyuyor musun?"

Bu bölüme hiç yanıt verememiş! Demek ki "meraklı", başkaları -hele partilileri ve amirleri için- hiç meraklanmıyor. Ya da meraklanmaktan korkuyor!

Sorduğum soru: Ömrüm boyunca bir üçkáğıt, vurgun, avanta, rüşvet, komisyon, kara para, gizli iş, ortaklık, vergi kaçırma vesaireye bulaştığımı, iş takibi, iş bitiricilik yapıp çıkar sağladığımı, ahlak, yasa ve kural dışı bir lira bile olsa gelir elde ettiğimi mi iddia ediyorsun? Evet mi, hayır mı? Evet ise nedenlerini belirteceksin. Bildiğin bir şey varsa bana kanıtlarıyla, ama altına imzanı atıp yazacaksın..."

Bu net ve açık soruma "evet" diyemiyor. Diyebilirse desin! Şimdi bu soruya "meraklı" tarafından verilen yanıta bakalım. Bir mizah şaheseridir!

"Ben senin paranın miktarını ve nereden elde ettiğini ne bileyim? Soruyu ben soruyorum. Ne kadar aile servetin var? Bunun kaynakları nedir? Bunu sen açıklayacaksın..."

Vallahi billahi aynen böyle!

***

Sonra da bir yığın laf kalabalığı... Geçenlerde kendisinden tazminat kazanmışım, "meraklı" merak ediyormuş, acaba bu parayı gazeteye vermiş miyim, vermemiş miyim? Davayı açan benim, tazminat kazanan benim, bunun gazeteyle ne ilgisi var?

(Bana bu soruyu soran şahıs herhalde Belediye Başkanı kimliği ile açtığı yüzlerce, bin’e yakın davadan kazandığı paraları Belediye’ye vermiştir! Öyle değil mi!..)

Ve "meraklının" aynı yanıtından bazı çarpıcı (!) cümleler daha:

"Nasıl olsa seni bir gün televizyonda yakalayacağım... Abdülkadir Aksu’ya gene suallerini sormuşsun. Ben sana gel televizyonda cevaplayayım demedim mi? Kim kimden kaçıyor? Köşende bire bir tıkla... Yapmazsan nasılsa seni bir gün televizyonda yakalayacağım ve tıklama nasıl yapılır sana öğreteceğim..."

Vayyy, son derece korkutucu, ürkütücü, hem de "düzeyli!"

***

Şimdi "meraklı" için benim de -aynen kendisinin sözcükleriyle- sorularım olsa! Gerçekten de, milyonlarca insan onun servetini merak ediyor. Şimdi ben ona sorsam ve dökümünü göndermesini beklesem:

1- Ey meraklı, senin servetini Türk kamuoyu gibi ben de merak ediyorum. Demagojiyi bırak, aile servetini derhal açıkla. Bu benim ve benim gibi milyonların senden soracağı hesaptır. Bunu açıklamanı istiyorum.

2- Ne kadar aile servetin var? Bunun kaynakları nedir? Bunu sen açıklayacaksın.

3- Ayrıca bugüne kadar kimler hakkında kaç yüz adet dava açtın? Toplam kaç trilyon tazminat istedin? Ne kadar para kazandın? Bunların da tam ve eksiksiz dökümünü açıklamanı bekliyorum.

4- Belediye Başkanı seçildiğin gün neyin vardı, şimdi nelerin var? Bunları hangi gelirinle elde ettin?

"Meraklı
başkalarına hesap sorarken, bunların yanıtını da elbette -mutlaka, ama mutlaka!- verecek, partililerine ve kendisine oy veren fakir fukaraya örnek olacaktır.

***

Sevgili okuyucularım, şimdi size bu şahıs tarafından başlatılan tartışmanın nedenini ve içyüzünü bir kez daha anımsatıyorum.

Ankara altüst, felç olmuş durumda. Ben kendisine bu trilyonluk işler için ihale açılıp açılmadığını (ki açılmadı), açılmadıysa nedenlerini, bu işlerin hangi firma veya firmalara hangi nedenle ve kaç trilyona verildiğini, başkenti felç eden, insanlara işkence çektiren bu plansız programsız ve gereksiz işlerin ne zaman biteceğini sordum. Bir türlü yanıt veremedi. Acaba gizlediği, çekindiği bir şey mi var?

Kendisinden gelen tuhaf, anlamsız, konuyu saptırmaya yönelik sözler, bu sorulara yanıt vermek yerine şöyle:

"Televizyona çık, seni tıklatayım... Servetini açıkla!"

"Bildiğin, kuşkulandığın bir şey mi var"
diye soruyorum, "yok" diyor!

"Meraklı" bu konuda mat oldu, bitti. Konu burada kapanmıştır. Haydi güle güle. Kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum!

Günü gelecek, birileri birilerini tıklatacak. Bakalım tıklayan kendisi mi, yoksa başkaları mı olacak!
Yazının Devamını Oku

Çukur... ’İnsanlık!!’... Adamına göre sofra

19 Ekim 2006
ANKARA altüst edilmiş durumda. Milletin parası çuvallarla toprağa gömülüyor, yönetenler ses veremiyor. İstanbul öyle. Pislik, çamur, kazı, düzensizlik, rezalet, sefalet kol geziyor. Şimdi size İstanbul ve Ankara’dan iki "insanlık örneği" vereceğim. Çukurları kazdıran ve her gün "Müslümanlık" edebiyatı yapanların insanlığı!

Ankara’nın İran Caddesi, kentin göbeği ve en seçkin yerlerinden biri. Mısır Büyükelçiliği’nde görevli diplomat Mohamed Mounir bundan bir süre önce İran Caddesi’ndeki bir çukura düştü. Sabah Gazetesi’nin Ankara eki bu haberi fotoğraflarıyla birlikte ayrıntılı olarak birkaç kez verdi. Hastaneye kaldırılan Mounir boynu askıya alınmış, başından ve boynundan yaralanmış, yatıyor... Ve şöyle diyor:

"Düştüğüm çukurun etrafında hiçbir uyarı ve aydınlatma levhası yoktu. Ben genç ve sağlıklı olduğum için ucuz atlattım. İnsan hayatıyla oynanıyor. Olayın üzerinden bunca zaman geçti ve bir tek yetkili özür dilemedi. Mahkemeye başvurmadım. Hastane masraflarını değil, sadece bir özür bekliyorum. Eğer özür dilenmezse dava açacağım. Atatürk Bulvarı’ndaki kavşak çalışmaları nedeniyle artık Ankara’da yürümek de, araba kullanmak da çok zor oldu."

Mısırlı diplomat, Ankara’daki "çukurcuların insanlığını" gözler önüne seriyor. Bir de İstanbul rezaletine ve "İstanbul çukurcularının insanlığına" bakalım. Gazeteci Gülay Demirtaş’ın mektubu:

"11 Eylül akşamı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, Tüstaş firmasına Topkapı Bayrampaşa’da açtırdığı çukura düştüm ve hayatım karardı. Çukurda hiçbir uyarı levhası yoktu. Sonuçta sol bacağım iki yerden kırıldı ve bir çıkık oldu. 10 gün İstanbul Tıp Fakültesi hastanesinde yattım, ameliyat oldum. Çıkınca Bayrampaşa Belediye Başkanı Hüseyin Bürge’yi arayıp dava açacağımı söyledim. Başkan ertesi gün beni arayıp çukuru açan firmanın Büyükşehir Belediyesi taşeronu olduğunu söyledi. ’Olan olmuş, dava açmazsan firma senin bütün masraflarını karşılayacak’ dedi. Firmadan bir kez aradılar, sonra kayboldular. Durumu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a, Büyükşehir Yapı İşleri Müdürü Abdurrahman Atmaca’ya kadar herkese bildirdim. Onlar da bana ’sorunu firmayla aranızda çözün’ diyor! Firma ise telefonlarıma yanıt bile vermiyor. Bu çukur benim hayatımı kararttı. Yeni bir ameliyat daha olmam gerekiyor. 16 Ağustos’ta, çalışmakta olduğum CNN Türk Televizyonu’ndan, kendi işimi kurmak için ayrılmıştım. Kıdem tazminatımı ameliyata harcadım. İşin bana maliyeti 39 milyara gidiyor. Evimden çıkamıyorum, koltuk değnekleriyle yürüyebiliyorum, bundan sonraki ameliyatlar ve protez için param yok. Ne yapacağımı bilemiyorum.

Sorumsuz bir firmanın ve sorumsuz bir belediyenin sebep olduğu bu mağduriyet beni çıkmaza soktu. Belediye ile ilgili herhangi bir haber için karşılarına çıktığımızda neredeyse secdeye kapanan bu yetkililer şimdi benim olayımı görmezden geliyor. İstanbul’un her yerini delik deşik eden belediyeler ve onların taşeron firmaları eminim çok kişinin canını yaktı. Ben hayatı kayanlardan sadece biriyim. Durumumu sizinle paylaşmak istedim."

İşte size plansız programsız ve trilyonlar harcanarak altüst edilen Ankara ve İstanbul’dan iki "insanlık" örneği!

***

Fakat hakkını yemeyelim! İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş bazen "insanlık örneği" de vermiyor değil! Dünkü Milliyet’te Sinan Toros’un "VIP salonunda ilginç bir ilk" başlıklı ve fotoğraflı haberini görünce şaşırdım kaldım.

"Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bir toplantıya katılacağı Londra’ya hareketinden önce Atatürk Havalimanı çalışanlarına VIP salonunda iftar verdi. Belediyenin Beltur firmasından gelen aşçı ve garsonlar 250 kişilik yemek hazırladı. İftar yemeği beş yıldızlı otelleri aratmadı..."

Kurdukları iftar çadırlarında insanlara çorba-taze fasulye (veya kuru fasulye) pilav-hoşaf verenlerin, havalimanındaki iftar listesini de Milliyet’ten aynen aktarıyorum:

İftar tabağı, sebze çorbası, kuzu tandır, tavuk but, et kavurma, pilav, zeytinyağlı enginar, mantar, patates, kereviz, çeşitli salatalar, barbunya ve fasulye pilaki, biber, kabak, patlıcan ve yaprak dolmaları, patlıcan salata, mısır haşlama, cevizli incir, bademli kadayıf, kayısı tatlısı, güllaç, kabak tatlısı, ayva tatlısı, pasta...

Halka iftar çadırlarında verdikleri ile beylerin kendilerine kurdurduğu iftar sofraları çok farklı!

Açılan ilkel ve işaretsiz çukurlara düşüp yaralanan Gülay Demirtaş’a para yok, Mısırlı diplomat Mounir’den özür dilemek yok!..

Ama beylerin -kendi ceplerinden değil- belediyelerin (yani bizim vergilerimizden oluşan) parasıyla kurulan sofraları hem lezzetli, hem görkemli. Afiyet olsun, yarasın, bu yollar onlara helal olsun!
Yazının Devamını Oku