Emin Çölaşan

Satılık Türkiye

8 Ekim 2006
BİR ülkenin her yeri, her kurumu, gözünün yaşına bakmadan satılır mı? Bu soruyu bize dört yıl önce sorsalardı yanıtımız herhalde "saçmalama kardeşim, elbette satılmaz" olurdu. Bugün ise durum farklı. Satılır!

Size bankacılık alanından örnek vereyim. Belki inanmak istemeyeceksiniz ama tümüyle doğrudur ve devletin resmi rakamlarından alınmıştır.

Şu anda bankacılık sektörünün, yani bankalarımızın yüzde 24.1’i YABANCILARIN eline geçmiş durumda.

Bankacılık kritik konudur. Hele Türkiye gibi -bütün şişirmelere ve palavralara karşın- ekonomisi bıçak sırtında duran, dışarısı öksürünce ateşi yükselip yatağa düşen bir ülkede, böyle bir risk çok önemlidir.

Yarın yabancı ülkeler Türkiye’ye bir kazık atmaya yeltendiği anda, birkaç yabancı bankanın yapacağı operasyon Türk ekonomisini altından kalkılamaz krizlere sürükleyecek. Bunu bankalar biliyor, bankacılar biliyor, herkes biliyor.

Bankacılık sektörünün dörtte birini ele geçiren yabancı bankalar Türkiye’ye kaç para ödedi?

Yaklaşık 11 milyar dolar.

Bu para için ulusal varlıklarımızı sattık, kendimizi tehlikeye attık.

Bundan sonra başka bankaların satışı için görüşmeler sürüyor. Şu anda pazarlık masasında olanlar da satılırsa, bu oran yüzde 40’a yaklaşacak.

* * *

Aynı olay borsa için de geçerli. Bugün İstanbul Borsası’nda dönen paranın yarıdan fazlası yabancılara ait. Kirli para, kara para, korsan para, serseri para, dünyanın dört bir yanından geliyor, yüksek faizden yararlanıp vurgununu vuruyor ve işi bitince çekip gidiyor.

Borsadan şu veya bu nedenle birkaç milyar dolar yabancılar tarafından çekildiğinde, döviz zıplıyor ve ekonomik sallantı başlıyor.

* * *

AKP
döneminde sadece bankalarımızı satmadık. Yasalar çıkarıldı, yabancılar her yerden mal mülk alıyor. Bu da yetmiyor, kentlerimizin en değerli arsa ve arazilerini Suudi Kralı’na, Arap şeyhlerine satabilmek için yasaları, imar yönetmeliklerini değiştiriyorlar.

Anadolu’nun dört bir yanında -o iller ve ilçeler için çok önemli olan- pek çok tesis-fabrika, bu hükümet tarafından kapatıldı. Çalışanlar ya sokağa atıldı, ya da İzmit SEKA’da olduğu gibi belediye işçisi yapıldı.

Kapatılan tesislerin binlerce dönüm arazisi vardı. Bunlar geçmişte kurulmuş, kentlerin büyümesiyle birlikte arazileri kentlerin içinde kalmıştı.

Bu araziler de AKPli yandaşlara ölmüş eşek fiyatına satıldı.

Fabrikaları, ambarları, makineleri, lojmanları ve her şeyi ile...

Bazılarının satışında işletmenin (fabrikanın) çalışması öngörülüyordu.

Şimdi hiçbiri çalışmıyor.

Araziler yine AKP’li belediyeler eliyle parsellendi. Bu iş için imar planları değiştirildi ve bu görkemli araziler imara açıldı.

Manisa, Malatya, Ankara, İstanbul, Adana, Kars... Aklınıza gelen hemen her kentimizde bu rezalete tanık olduk.

Tesisler kapatıldı, fabrikalar durduruldu ve birileri bu süreçte inanılmaz bir biçimde köşeyi döndü... Ve ne ilginç rastlantıdır ki, hepsi de bu iktidara yakın olan firma ve işadamları idi!

* * *

Ülkeyi yönetenlerden her gün masallar dinliyoruz... "Şu kadar milyar dolar yabancı sermaye geldi, büyük başarı elde ettik..."

Yabancı sermaye nereye geliyor? Gelen yabancı sermayenin yatırım yapıp sıfırdan fabrikalar kurduğunu, insanlara iş alanı yarattığını hiç duydunuz mu, gördünüz mü?

Hayır! Yabancı sermaye geliyor, en verimli ve kárlı kuruluşları, fabrikaları ucuza satın alıyor. Buna Türk Telekom, Tüpraş gibi nice devlet kuruluşları dahil.

Hem de gerçekten komik rakamlarla.

Türkiye’nin altın yumurtlayan tavukları tek tek elden çıkıyor, yabancıların hizmetine sunuluyor.

Bu satışlar olurken bir tek Türk insanına iş olanağı yaratılmıyor. Tam tersine, tesisi alan yeni firmalar -Türk veya yabancı olmaları hiç fark etmiyor- ilk iş olarak çalışanları işten çıkarmaya başlıyor.

Yabancı sermaye masalları ise sürüp gidiyor!

HAKAN AKPINAR’IN KiTABI

Gazeteci arkadaşımız Hakan Akpınar’ın "Onların Hikáyesi. Nasıl Gazeteci Oldular" kitabını bu kez Birharf Yayınları piyasaya çıkardı. Size okumanızı öneriyorum. İsimlerini çok iyi bildiğiniz 32 ünlü gazeteci bu mesleğe nasıl, hangi rastlantılarla girdi? Öncesinde ve sonrasında neler oldu, neler yaşadılar?

Bir solukta okuyacak, gülecek, kızacak, hem de bizlerle ilgili bilmediğiniz pek çok şeyi öğreneceksiniz.
Yazının Devamını Oku

Konudan konuya Türkiyem!

7 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve olanları, başımıza gelenleri, yaşadıklarımızı dehşetle, hayretle, ibretle, utanarak izlemeyi sürdürüyoruz. Tepemiz atıyor, sinirlerimiz bozuluyor ama elimizden bir şey gelmiyor. Bugün size birkaç güncel olaydan söz edeceğim. Konu o kadar çok ki, hangisini yazmak gerektiğini ben de bilemiyorum, şaşırıyorum.

Biz bunlara ve benzerlerine bu iktidar dönemine kadar hiç tanık olmamıştık.

Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Alman Başbakanı Bayan Merkel’in refakatçisi olarak Çankaya Köşkü’ne, Cumhurbaşkanı Sezer’in kabulüne çıktı... Ve orada Merkel’in yanında Sezer’den fırça yedi.

Sezer aynı kabulde Merkel’e neler söyledi? Çok ağır laflar etti. AB’nin ülkemize ilişkin çelişkilerini, çifte standart uygulamalarını tek tek sıraladı. Peki bunlar bizim medyada yer aldı mı?

Hayır!

Dikkat ediniz, AB konusunda ne yazdıysam, aynen gerçekleşiyor. Yediğimiz kazıklardan hükümet bile yakınıyor ama iş işten geçti. AB kapılarında yalvardılar, Türk milletine yalanlar söylediler ve masal bitti!


***

THY,
pilot ve hostesler dahil tüm personeline "test" uyguluyor. Anketi, evet-hayır seçeneği ile, altına isminizi yazarak ve imza atarak doldurmak zorundasınız. İşte bazı sorular:

"Mastürbasyonda kendi cinsimi hayal etmek beni tahrik eder. Kuran’ın buyurdukları tek tek çıkmaktadır. Rüyalarımın çoğu cinsel konularla ilgilidir. Kıyamete ve ahirete inanırım. Cinsellikte kadın da erkek kadar özgür olmalı. İnsan hiçbir zaman alkol almamalı. Peygamberimiz göğe çıkma gibi bir mucize gerçekleştirmiştir. Kendi cinsimden olanları da çekici bulurum. Düzenli namaz kılarım. Büyük abdest yapmada veya tutmada güçlük çekmem..."

Evet, THY’yi bu duruma düşürenler, iktidarın çiftliğine dönüştürenler, çalışanlarına bu anketi uyguluyor. Dahası, bayan personelin hamile kalması durumunda THY yönetimi, sözleşmesini tek taraflı olarak feshetme hakkına sahip kılındı, personele baskı yaparak imzalaması sağlandı. Korkunç bir olay. Ötesine siz karar verin!

***

TBMM
Başkanı Bülent Arınç ekranda konuşuyor ve emekliye ayrılan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Bey’e övgüler düzüyor:

"Sayın Özkök dört yıl boyunca ülkeye çok iyi hizmet verdi. Görevini alnı açık şekilde tamamladı. Veda töreninde eşinden çok ben ağladım."

Sadece Arınç değil, o kesimin hepsi ağladı! Kendisini "AKP’nin cumhurbaşkanı adayı" olarak düşünüyorlardı. Hilmi Bey bu iktidardan ve bunlara destek veren kesimlerden sürekli övgü ve alkış alan ilk ve tek komutandı...

Ve son olacak.

***

Bazen bana da e-posta mesajları gelir. "Nijerya’da 300 milyon dolar petrol paramız kaldı. Bunu biz dışarı çıkaramıyoruz. Eğer katkıda bulunursanız bu parayı sizin imzanızla Avrupa’ya transfer ederiz ve yarısı sizin olur!.."

Bu mesajlar bütün dünyada ve Türkiye’de herhalde on binlerce kişiye gönderilmiştir. Sizi razı ederlerse, sonrası herhalde şöyle gelecektir: "İş iyi gidiyor, çeşitli masraflar için acele 30 bin dolar gönderin ve parayı çekelim." Tipik bir dolandırıcılık olayı.

İşte bu dolandırıcı tipler birkaç gün önce Maliye Bakanı Unakıtan’dan Somali Merkez Bankası heyeti olarak randevu alıp görüşmeyi becerdiler! Ne konuştukları belli değil. Unakıtan adamlarla görüşme yaptı ve onları bizim Merkez Bankası’na gönderip başkanla konuşturdu. Rezalet açığa çıkınca Maliye Bakanı gazetecilere sordu:

"Nereden duydunuz, size bunu Merkez Bankası Başkanı mı söyledi?"

Ciddiyete bakın ki, devletin makamlarında dolandırıcılar görüşme yapabiliyor! İnşallah heriflere para kaptırmamışızdır!

Bu görüşmeler sonrasında öğrenmişler ki, meğer Somali’de Merkez Bankası yokmuş! Kara mizah.

***

"Fikir ve ifade özgürlüğü..." Bu kavramın ardına sığınan AB şimdi bize bastırıyor: "TCK’da Türklüğü aşağılama suçuna hapis cezası öngören 301. maddeyi derhal kaldırın. Fikir ve ifade özgürlüğüne aykırıdır."

İsviçre "Ermeni soykırımı olmamıştır" diyenlere hapis cezası getirdi. Fransa önümüzdeki günlerde aynı yasayı çıkaracak! Hollanda, bunu söylemeyen Türk adayları seçim listesinden çıkardı. Ermeni soykırımı olmadığını söylemek "fikir ve ifade özgürlüğü" kapsamına girmiyor.

Türklüğü aşağılamak ise giriyor!

Onurlu, kişilikli, saygınlığı olan bir ülke olsak, bir büyük kentimizin ana meydanında "Cezayir soykırım anıtı" açarız. Fransa’nın Cezayir’de bağımsızlık adına direniş yapan bir milyon Müslümanı nasıl öldürdüğünü gündeme getiririz.

Kim yapacak bunu? AB’nin pençeleri altında ezilen, yalvarıp yakaran bu iktidar mı!
Yazının Devamını Oku

İşte size Türkiye!

6 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, şu belgeye bakınız! Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’na (TKİ) bağlı olarak çalışan Garp Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü, bölgenin tüm işyerlerine ve çalışanlarına duyuru gönderiyor. Dikkat, burası bir kamu kuruluşu! "3 Ekim 2006. İlçe Müftülüğümüze bağlı olarak faaliyet gösteren Kavaklı Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği öncülüğünde inşaatı devam eden Kavaklı Kız Kuran Kursu için yardım kampanyası düzenlenmiştir.

Yardım kampanyasına katılmak isteyenlerin bir dilekçe ile Müessese Müdürlüğüne 10 Ekim 2006 tarihine kadar müracaat etmeleri rica olunur.

Zafer Atalay. İdari ve Sosyal İşler Şube Müdür Vekili."

Bir kamu çalışanı olarak isterseniz para vermeyin, başınıza gelecek şeyleri düşünün! Kara listeye mi girerseniz, sürgüne mi gönderilirsiniz, başınıza hangi işler açılır, Allah bilir.



* * *

DHA
Zonguldak muhabiri Mustafa Özdemir’in haberinden belgeli bir örnek daha vereyim. Zonguldak Valiliği, Karadeniz Ereğlisi İlçesi’ndeki Safa Cami Yaptırma ve Koruma Derneği’ne bir yıl süreyle bağış ve yardım toplama izni veriyor. 90 milyar lira toplanacak. Bu durum bütün kaymakamlıklara bildiriliyor. Çaycuma Kaymakamlığı durumu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, onlar da kendilerine bağlı kurumlara yazıyor. Milli Eğitim Müdürü Dursun Şen imzalı 25 Eylül 2006 tarihli yazının sonunda bir dağıtım listesi var:

"Dağıtım: Tüm ilköğretim okullarına. Ana okullarına. Tüm liseler ve özel ilköğretim okullarına."

Şimdi düşünün, cami yapılsın diye anaokulları dahil bütün okullarda yardım kampanyası başlatılacak ve öğretmenlerle birlikte öğrenci velileri sorumlu tutulacak. Sıkıysa vermeyin, 90 milyarı toplamayın. Vermeyenin başına yine iş açılacak. Anaokulları dahil!

* * *

İzmit’te yayınlanan Bizim Kocaeli Gazetesi’nin 2 Ekim 2006 tarihli haberi:

"Kocaeli (AKP’li) Büyükşehir Belediyesi, il genelindeki cami ve Kuran kurslarına 5 bin adet Kuran-ı Kerim dağıttı. Büyükşehir Belediyesi amblemli çantalar içinde belediye personeli tarafından dağıtılan Kuran-ı Kerim’lerin kapağına Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu’nun kartviziti yapıştırıldı. Belediyenin reklam yapmak için hiçbir fırsatı kaçırmadığı gözleniyor.

Kartvizitli Kuran-ı Kerim’lerin alımı için ihale yapılıp yapılmadığı, kaç adet Kuran alındığı, bu amaçla ne kadarlık bir bütçe ayrıldığı bilinmiyor."

* * *

İşte size 21. yüzyıl Türkiyesinden çarpıcı ve belgeli üç haber!

Kamu kurumlarının nasıl çalıştığını, yukarıdan gelen baskılar doğrultusunda neler yaptığını, çalışanları, öğretmen ve öğrencileri bile nasıl baskı altına almaya kalkıştığını, hiç sıkılmadan nasıl kartvizitli Kuran-ı Kerim dağıtıldığını iyi görün.

Oy avlamak amacıyla yapılan din ticareti ve din sömürüsü işte budur.

Laikliğin ayaklar altında çiğnenmesi de budur.

Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, komutanlar ve bütün yurtseverler işte bunu söylüyor, bu çarpık gidişe dikkat çekiyorlar.
Yazının Devamını Oku

Üzerine bir bardak su içsinler

5 Ekim 2006
ALMANYA başbakanı Merkel, bugün Ankara’ya gelip hükümet yetkilileriyle görüşmeler yapacak. Aynı gün İstanbul’a geçecek ve AKP il örgütü tarafından düzenlenen iftar yemeğine katılacak! Müslüman olmayanları iftar sofrasına oturtmak günümüzün modası! Patrikler, papazlar, hahamlar, yabancı bakanlar, başbakanlar!.. AKP döneminde hepsi iftar sofralarına oturtuluyor.

Yakında tamamını birden Müslüman yaparlarsa şaşırmayın!

Fakat onlara ikram edilen yemekler elbette ki iftar çadırlarından farklı! İftar çadırlarında Başbakan resimleri, AKP afişleri, belediye amblemleri altında vatandaşa kuru fasulye pilav veriliyor.

Türkiye’yi yönetenlerin kurulduğu iftar sofraları ise epeyce farklı! O görkemli sofralarda sadece kuş sütü eksik.

Neyse, konumuz başka. Elimde Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği Başkanı Muhammet Demirci’nin dün gönderdiği faks var. Özetliyorum:

"Tüm holdingzede gurbetçilerimiz adına sizden bir ricamız var. Bayan Merkel yarın Ankara’ya geliyor ve Başbakan’la görüşecek. Biz kendisine belgeleri verdik ve inceledi. Ancak Erdoğan’a sunup sunmayacağını bilemiyoruz.

Acaba siz veya gazeteci arkadaşlarınız, basın toplantısında Bayan Merkel’e bir milyona yakın gurbetçimizi (ki bunların neredeyse 300 bini şu anda Alman vatandaşı olmuştur) 30 MİLYAR DOLAR dolandıran İslamcı holdingler meselesini görüşüp görüşmediklerini sorabilir misiniz?

Emin Bey bunu yaparsanız, bu insanlar size minnettar kalacaktır. Bizim buradaki çalışmalarımız devam ediyor. İleride büyük gelişmeler olacak..."

Sevgili okuyucularım, Türk insanının maruz kaldığı en büyük hortum işte budur. Türkiye’nin dört bir yanında kurulan, ancak ağlarını daha çok Avrupa’da yaşayan insanlarımızın üzerine atan İslamcı holdingler paraları Türkiye ve Avrupa’da, özellikle Almanya’da cami avlularında, tarikat toplantılarında yüksek faiz vaatleriyle, Allah, peygamber diyerek dindar insanlarımızdan topladı.

Sonra bir bölümünü, kendi deyimleriyle, "keleklerden toplanan paraları meleklerle yediler". Paralar toz oldu...

O paraların büyük bölümü belki seçim öncesinde "bazı partilere", belki İslamcı terör örgütlerine gitti. Ve dikkat ediniz!

"Biz hortuma karşıyız" diyen bugünkü iktidar, Türk insanını söğüşleyen bu en büyük hortuma karşı bugüne kadar hiçbir şey yapmadı. Ağızlarından bir tek sözcük bile çıkmadı. Halkı milyarlarca dolar dolandıranların üzerine gitmedi. Niçin?..

Çünkü hortumcu İslamcı holdinglerle siyaseten aynı çizgide idi.

Bugün Merkel Ankara’da. Bu konu gündeme gelir mi?

Gelmez.
Peki ne gelir?

Türklüğü aşağılayanlara ceza verilmesini öngören 301. maddenin kaldırılması, Türk limanlarının Kıbrıs Rum gemilerine açılması, Türkiye’ye bol bol nasihat verilip yeni ödünler istenmesi falan gelir!

VE BİR DOĞU ANADOLU GERÇEĞİ

Şimdi size Van’a bağlı Erciş İlçesi’nin Bulamaç Köyü öğretmeni Erdal Aydemir’den dün aldığım yazılı mesajı aktarıyorum:

"Burada tek derslikte birinci ve ikinci sınıflara sabah, üç, dört ve beşinci sınıflara da öğleden sonra olmak üzere iki öğretmen ders vermeye çalışıyoruz. Köyümüzde çocukların bazılarının önlükleri yok. Bazılarının ise abi ve ablalarından kalma önlükleri var. Bazılarının ise yırtık.

Sizden ricam, bu mesajımızı dikkate almanız ve yayınlamanız. Eminiz ki bu konuda bize yardımcı olmak isteyen ve çocuklara kitap, defter, giysi (özellikle önlük) yardımı yapacak insanlarımız vardır. Şimdiden size ve bu konuda duyarlı olan herkese teşekkür ederim."

Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik Van milletvekili. Bu okuldan herhalde haberi olmamıştır. Şimdi oldu! Din sömürüsünün ve din ticaretinin ulaşamadığı yerdeki "Türkiye gerçeği" işte böyle. Tek derslikte okuyan önlüksüz, kitapsız ve deftersiz küçük yavrular. Köy öğretmeni Erdal Aydemir telefonunu da vermiş.

0543 812 02 06. Lütfen arayın, yardımcı olun.

* * *

Emin Çölaşan’ın notu:
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu dün aradı. Cumhuriyet Bayramı’nda ve ulusal bayram günlerinde camilerimize Türk bayrağı asılmasından yana olduğunu, konunun çok yönlü araştırıldığını ve bana birkaç gün içerisinde yazılı bir açıklama göndereceğini söyledi. Merakla bekleyeceğim. Teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

İftar çadırları

4 Ekim 2006
TÜRKİYE’de irtica var mı? İrtica soyut bir kavram. İrtica elbette var. Ama bunu somutlaştırmak gerekiyor. İrticanın altyapısını din ticareti ve din sömürüsü oluşturuyor.

Ramazan ayındayız. AKP’li belediyeler ve doğrudan AKP tarafından kurulan iftar çadırlarını, yaşadığınız yerlerde görüyorsunuz. Aç insanlar -niyetli olsun veya olmasın- bu çadırların önünde saatler öncesinden kuyruğa girip yemek alıyorlar. İftara kadar yemeğe başlamak söz konusu değil. İnsanlar ellerinde tepsi, masada oturuyor. (İstanbul’da bazı yerlerde yere çöktürülüyor.)

Sonra bunlar, tepsilerde buz kesmiş, yağları donmuş yemeği yemeye başlıyorlar.

Çevredeki esnaf, öğrenciler, işten çıkan memurlar ve pek çok kişi bu koşullar altında karnını doyuruyor. Bazıları şükrediyor:

"Hiç değilse bir ay boyunca akşam yemeğini beleş yiyoruz."

***

Fakat asıl din sömürüsü çadırların üzerinde. Ankara’da Kurtuluş Lisesi’nin hemen önüne kurulan çadırın üzerinde birkaç insan boyu Recep Tayyip Erdoğan resimleri. AKP Gençlik Kolları yazıları.

Bilmeyen biri zanneder ki, bu çadırları Başbakan kendi cebinden çıkan paralarla kurdurmuş. Yemek paralarını da cepten veriyor! Hayır, o paralar halkın, milletin parası. Ama Başbakan ve ekibi bu konuyu din amaçlı kullanmakta sakınca görmüyor. Peki niçin?

Amaç, kendileri beş yıldızlı otellerde ve kuş sütü eksik sofralarda karınlarını doyururken, çadırlarda bir ay boyunca beleş yemek yiyenlerden oy elde edebilmek! (Ya geri kalan 11 ay!)

Adına "din ticareti-din sömürüsü" denilen hadise işte bu.

***

Fakat bunun altında yatan daha önemli bir gerçek daha var. Nedir o?

"Uyguladığın politikalarla kitleleri giderek daha fakir yapacak ve belli şeylere razı edeceksin. Fakirleşen ahali senin iftar çadırlarında bir ay boyunca karnını doyuracak.

Bilerek fakirleştirdiğin ahaliye belediye paralarıyla gıda ve kömür yardımı yapacaksın. Onları bu yolla sana muhtaç kılacak, oy açısından tavlamaya çalışacaksın."

Bir aile babası düşünün ki, işsiz ve aç. Böyle niceleri her gün karşımıza çıkıyor. Onu sen işsizliğe mahkum etmişsin. Aile sürünüyor... Ve sen onlara arada sırada gıda paketi gönderiyorsun, ramazan ayında beleş iftar veriyorsun. Kimin parasıyla?

Devletin, milletin parasıyla...

Ve onların oylarını bu yöntemle apartmaya kalkışıyorsun.


Türkiye’de bu durumda olan milyonlarca aile var.

Onlar onurlarını ayaklar altında çiğnetip valilerin, kaymakamların, muhtarların ve AKP’li belediyelerin önünde sürünüyor. Yardım alabilmek için torpil arıyor, rica minnet ediyor. Yaşlı, genç, kadın, erkek, hasta, öksüz, yetim ama hepsi muhtaç...

Bir yanda uyguladığın politikalarla onları her geçen gün daha fakirleştiriyorsun, öbür yanda onlara iftar çadırı kurup gıda paketi vererek "Vatandaş, sana yaptığım bu iyiliği unutma ve oyunu bana ver" mesajını iletiyorsun.

İnsanlara ölümü gösterip hastalığa razı ediyorsun!

Başka türlü olsaydı, o iftar çadırlarına Başbakan’ın, AKP il ve ilçe örgütlerinin, belediye başkanlarının fotoğrafları asılmaz, niyetli olan veya olmayan insanların üzerinden böylesine yüz kızartıcı parti propagandası yapılmazdı.

Adına din sömürüsü ve din ticareti denilen kavramlar işte bunlardır. Sadece ramazan ayına ilişkin birkaç örnek verdim!

***

Emin Çölaşan’ın notu:

1- Birkaç gün önceki yazımda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir istekte bulunmuştum. Önümüz Cumhuriyet Bayramı. Acaba camilerimize, minarelerin arasına bu anlamlı günde Türk bayrağı asılamaz mı?

Herhangi bir yanıt gelmedi. Acaba bir sakınca mı görüyorlar? Bekliyorum.

2- Sivrihisar’da trafik kazasında vefat eden üsteğmen Eser Uçar’ın ailesine Sağlık Bakanlığı tarafından 454 milyon liralık ambulans faturası gönderilmişti. Bakanlık Müsteşarı Necdet Ünüvar aradı, bu konuda Bakanlığı tarafından hata yapıldığını, işlemin iptal edildiğini, bir daha olmayacağını söyledi ve yazım için teşekkür etti. Ben de teşekkür ediyorum.

3- Ankara rezaletini, Büyükşehir Belediyesi tarafından harcanan trilyonları bu kez İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya sormak zorunda kalmıştım... Çünkü belediye suskundu! Bakanlıktan aradılar. Sorularımı kural gereği Valilik eliyle Belediye’ye iletmişler. Yanıt gelince size buradan duyuracağım.
Yazının Devamını Oku

Onlara teşekkür ediyoruz

3 Ekim 2006
BİR ülke düşünün ki, orada başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Genelkurmay Başkanı, Kara-Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanları hükümete uyarıda bulunurlar. Ne derler? "Cumhuriyet rejimi... Laiklik... İrtica... Vatanın bölünmez bütünlüğü..."

Özet budur... Ve iktidarın sorumluları, en başta Başbakan ve bazı bakanlar, hemen ardından Cumhurbaşkanı ile komutanlara yanıt vermeye kalkışırlar!

"Türk yasalarında irtica diye bir suç yoktur..."

"Laikliğe aykırı davranan varsa bize haber versinler, gereğini yapalım..."

Hele bu son cümle, insanları kahkahalarla güldürecek nitelikte. Türkiye’yi altüst etmişler, bütün kamu kurumlarında ve belediyelerde kadrolaşmışlar, Müslümanları "dindar-dinsiz" ayrımına tabi tutmuşlar, kendilerinden olmayan bütün devlet memurları, kamu çalışanları ve hatta işadamlarını tu kaka ilan edip zora sokmuşlar, kendilerinden olanlara köşe döndürmüşler...

PKK terörünü ABD’ye, onun insafına emanet etmişler!

Kendi kaderlerini AB’ye bağlamışlar. Niçin?..

Çünkü AB, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetiminde söz sahibi olmasını değil, her şey karşısında suskun kalmasını istiyor. Bu, AKP’nin de en büyük arzusu.

TSK suskun kalacak, ülkenin içinde bulunduğu tehlikelere tepki vermeyecek ve ’demokratikleşme uğruna’ AKP iktidarının ekmeğine yağ sürmüş olacak!

Böylece Türkiye hem AB, hem de AKP açısından dikensiz gül bahçesi olacak! İstedikleri gibi at oynatacaklar.

Bunu kimse yemez. Nitekim yemedi.

Üç kuvvet komutanı, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı tarafından son bir hafta içerisinde yapılan konuşmalar ve uyarılar bunun somut göstergesi.

* * *

Türkiye’de hiç kimse dindarların, müminlerin inancına, ibadetine karışmayı aklına bile getirmez. Ama siz elinizdeki devlet gücünü oy’a dönüştürmek için din ticareti, din sömürüsü yaparsanız, kurduğunuz iftar çadırlarına bile Başbakan resimleri, parti afişleri asmaktan utanmazsanız, devlet kurumlarını Cumhuriyet rejimine düşman kadrolarla doldurursanız... Ve onlar devleti dinsel anlayışla yönetmeye kalkışırsa...

İster sivil olsun ister asker, belli makamların sahipleri sizi elbette uyaracaktır.

Bu süreçte haklı olarak "uyaranları" değil, "ülkemizi bu duruma düşürenleri" eleştirip kınamak ve hesap sormak gerekir.

Burası AB sömürgesi değil. Burası birilerinin babasının çiftliği değil.

Çarpık seçim yasalarının sonucunda sadece yüzde 34 oyla Meclis’teki milletvekili sayısının yüzde 66’sına sahip oldular ve tek parti hükümeti kurdular.

Bu oran bugün yüzde 20’lere inmiş durumda. Bunu kendileri de itiraf ediyor...

Ve bu tablo içerisinde Tayyip Erdoğan dün ABD’de şu sözleri söylüyor:

"Türkiye’de herkes sivil iradeye uymak zorundadır. Buna Türk Silahlı Kuvvetleri de dahildir. Bunun dışına çıkamaz."

Oh ne güzel valla! Ne kadar kolay bir çıkış yolu!

Peki ya son seçimde bunlara oy vermeyen yüzde 66 ne olacak? Onlar seçmen değil miydi? Onların söz hakkı yok muydu?

Olayın bir başka boyutuna da değinelim. Bugün Türkiye’de AKP’ye destek veren televizyonlar, gazeteler, köşe yazarları var. Bunlar Cumhurbaşkanı’na, Türk Ordusu’na, komutanlara dümdüz gidiyor. Hakaretler, iftiralar birbirini kovalıyor!..

Ne ilginçtir, aynı medya bundan önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Bey’e övgüler düzerdi. Ona alkış tutardı! Hilmi Bey, İslamcılarla birlikte entel medyadan övgüler almayı başaran (!) ilk komutandı ve sanırım son olacaktır.

* * *

Türkiye Cumhuriyeti kanla-savaşla kuruldu. Bu devlet günün birinde AB sömürgesi olalım, onların kapılarında yalvaralım, emir ve direktiflerine boyun eğelim, birileri ABD gezisinde Robert De Niro ile aile boyu iftar sofrasına kurulup (!) şov yapsın diye kurulmadı.

Bu devlet nice belalar, nice badireler atlattı ama en zayıf olduğu zamanlarda bile iç ve dış siyasetini, isyanlar ve terörle mücadelesini dış güçlere ihale etmedi. Bu devlet hiçbir zaman bugün olduğu gibi din sömürüsünün, din ticaretinin pençelerine teslim edilmedi.

Onurunu ve şerefini ABD ve Avrupa paspaslarının altında ezdirmedi.

Son bir hafta içerisinde Kuvvet Komutanları, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı tarafından yapılan uyarı konuşmalarını milyonlarca Türk insanı gibi ben de alkışlıyorum, altına imzamı atıyorum.

Ağızlarına ve yüreklerine sağlık.

Bu işler ABD gezisinde Robert De Niro ile aile boyu iftar sofrasına (!) oturmakla olmaz.
Yazının Devamını Oku

Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir öneri

1 Ekim 2006
KUTSAL ramazan ayında camilerimiz şenlendi. Minarelere ışıklı mahyalar asıldı. Gerçekten güzel bir uygulama. Ramazan ayı 22 Ekim’de bitecek. Tam bir hafta sonra Cumhuriyet Bayramı var.

Şimdi ben burada Diyanet İşleri Başkanlığı’na açık seçik ve net bir öneride bulunuyorum.

Minareler arasına bunca mahya ipleri hazır kurulmuşken bunlar indirilmesin... Ve Cumhuriyet Bayramı öncesinde oralara görkemli Türk bayrakları asılsın.

Minareler arasında dalgalanan Türk bayraklarının güzelliğini düşünüyorum. Hele ülkemizin bugün içinden geçtiği süreçte muhteşem bir mesaj olmaz mı?

Bayraklar ille de minarelerin arasına asılmak zorunda değil.

Camilerin dışında görünen yerlere de asılabilir.

Şimdi bu öneriye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından gönderilecek yanıtı kestirebiliyorum.

"Efendim, camiler bütün Müslümanların ibadet yeridir. Dolayısıyla bayrak asılması uygun değildir."

Bu ülkedeki Müslümanların tamamını bayrağımız temsil ettiğine göre, neden çekineceğiz? Bayrağımızdan mı utanacağız?

Peki böyle bir bayrak uygulamasında Müslümanlık açısından bir sakınca var mıdır?

Yoktur.

Verilecek olumsuz yanıt sadece birilerinin kişisel yorumu olacaktır.

Gidin Yunanistan’da görün. Kiliselerin çoğunda Yunan bayrağı var.

Az da olsa ülkemizde bazı camilere Türk bayrağı asılıyor. Örneğin, Aydın’ın Koçarlı İlçesi’ndeki Hürriyet Camii’nin minaresinde ay yıldız’ı görebilirsiniz.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu yazdıklarıma herhalde bir yanıt verecektir. Beni yanıltmalarını, yanıtın olumlu olmasını ve ulusal bayram günlerimizde camilerimizde de Türk bayrağı görebilmeyi diliyorum.

Yanıt eğer olumsuz olacaksa, nedenlerini de ayrıca vurgulamalarını istirham ediyorum.


İNSANLARIN DİN KÖKENİ

İslamcı basın laikliği savunan, bugünkü iktidarla ters düşen bazı rektörlerin aile bireylerine ve kökenine kafayı taktı. Onları yıpratmak için manşetler atılıyor:

"Falanca rektörün dedesinin adı Agop. Ötekinin bir dedesi Artin, öbür dedesi Ohanis. Bunlar Müslüman değil, Hıristiyan kökenli. Ermeni, Süryani..."

Bunlar bir yandan AB savunuculuğu yapar, öbür yanda ise işlerine gelmeyen kişileri "Hıristiyan kökenli" olmakla suçlar.

İnsanların anasının babasının, ailesinin şu veya bu kökenden gelmesinin hiç önemi yok. Önemli olan, onlar bu ülke için gerekeni yapıyor mu sorusuna olumlu yanıt verebilmektir.

* * *

Elimde Recep Tayyip Erdoğan’ın aile nüfus kütüğü var. Devletin resmi belgesi.

Bu belgede "baba tarafından çeşitli kimselerin anneleri" olarak şöyle isimler geçiyor:

"Havuli... Farfuli... Fatuli..."

Örneğin, Ahmet ve Yunus Erdoğan’ın ana adı Havuli.

Fatuli Erdoğan
’ın ana adı Farfuli, Vesile Erdoğan’ın ana adı Fatuli.

Bizim aklımıza insanların soyunu sopunu araştırmak, oralardan sonuç çıkarmak, bunları siyasal amaçla kullanmak asla gelmez.

"Falanca Ermeni’dir, filanca Rum’dur, Yahudi’dir, dönmedir!.."

İnsanların ve ailelerin kökeni şu veya bu olabilir.

Onlar Hıristiyan, Musevi kökenli de olabilir. Kınanması gerekmez.

Biz, rektörler ve başbakanlar dahil istisnasız herkesi dinine, ırkına, aile kökenlerine göre değil, bu ülkeye yaptıkları -veya yapmadıkları- hizmetle değerlendiririz.

Her uygar insanın yapması gereken de budur.

* * *

Emin Çölaşan’ın notu:

Dünkü yazımda İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir açık mektup yazmış ve sorular sormuştum. O yazıyı yazdığımda yağmur yoktu. Önceki gece Ankara’da şiddetli bir yağış oldu ve belediye tarafından yapılan altgeçitler dahil her yeri su bastı! Yüz binlerce insan yollarda perişan oldu. Başkentin trilyonlar harcanarak yapılan göstermelik makyajı silindi, acı gerçekler ortaya çıktı.

Abdülkadir Aksu’dan gelecek yanıtı merakla bekliyorum.
Yazının Devamını Oku

İçişleri Bakanı’na açık mektup

30 Eylül 2006
"SAYIN Abdülkadir Aksu, size bu açık mektubu Ankara’da yaşayan milyonlarca insan adına yazıyorum. Başkentin en yoğun yeri olan Atatürk Bulvarı ile Cinnah Caddesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından tümüyle altüst edilmiş durumda. Trafik felç.

Buralardan siz de geçiyorsunuz, durumu -kesilen güzelim ağaçlar dahil- herhalde görüyorsunuz. Bu anormal kazı işlemi Kavaklıdere’de ABD Büyükelçiliği önünden başlayıp Cinnah Caddesi’ne kadar birkaç kilometre sürüyor.

Ankara’da yaşayan bir tek Allah kulu bile ne yapıldığını, ne yapılacağını bilmiyor. Acaba siz biliyor musunuz? Bu proje neyin nesidir? Ankara’da yaşayan insanlara en ufak bir bilgi kırıntısı bile verilmemesinin nedeni nedir?

Dahası var. Burada "Ankara Rezaleti" başlıklı iki yazımda Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne iki kez sorular sordum. En ufak bir yanıt gelmedi.

Bu işler başlamadan önce şehircilik uzmanlarının görüşü alındı mı?

Belediye bu projeyi ihaleye çıkardı mı? Çıkardı ise ihale ilanı nerede yayınlandı? Kaç firma girdi ve hangi teklifleri verdi? Çıkarmadı ise niçin? Bu durumda işi kim, hangi firma aldı?

Kaça aldı? Gerekçesi nedir?

Sayın Aksu, Büyükşehir Belediyesi sizin partinizden olabilir. Bu durum, gerçeklerin toplumdan gizlenme nedeni olamaz.

Savurganlık, rastgele işler yapma, milletin parasını sorumsuzca harcama yetkisi hiç kimseye verilmez.

Harcanan para halkın, milletin parasıdır. Bunun hesabı elbette birileri tarafından sorulacaktır.

Kimin parasını kimden gizliyorlar?

***

Esenboğa yolundan da herhalde geçmişsinizdir. Aynı soruları, özellikle o işin maliyetini, hangi firmalara hangi gerekçelerle ve kaça verildiğini burada size soruyorum.

O yoldaki altgeçitleri gördünüz. İçleri ve dışları mermer kaplanıyor. Bu mermerlerin Çin’den getirtildiği söyleniyor. Belki binlerce metrekare!

İnsaf, insaf! Böyle bir savurganlığa kimin hakkı var?

Siz İçişleri Bakanı olarak devlet bütçesinde fazladan bir kuruş olmadığını elbette çok iyi biliyorsunuz. Güvenliğe ilişkin bazı çok zorunlu harcamaları bile ister istemez yapamıyorsunuz, tasarrufa gitmek zorunda kalıyorsunuz.

Sayın Aksu, belediye işlerinden sorumlu olan sizsiniz. Ankara Büyükşehir Belediyesi, başta BOTAŞ olmak üzere kamu kuruluşlarına ve kişilere katrilyonu aşan borç takmış durumda. Böylesine borç içinde yüzen bir belediye nasıl oluyor da bu savurganlığı milyonlarca insanın gözleri önünde yapabiliyor?

Milletin parasına günah değil mi?

Yapılanlar, harcamalar, iş verilen birkaç firma niçin toplumdan gizleniyor?

Siz o makamda partinin değil, devletin bakanısınız. Öyle olmak zorundasınız. En azından devletin ve kamunun çıkarlarını da gözetmek zorundasınız.

Bakınız, dünkü yazımda bir belge daha açıkladım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tam 2.5 trilyon ödeyerek 110 bin adet fotoğraf albümü ve 110 bin adet anahtarlık yaptırıyor! İhaleye sadece bir firma giriyor ve işi alıp götürüyor! Bunlar nasıl işlerdir?

***

Sayın Aksu, Ankara’da milyonlarca insanın gözünün önünde olanları burada yazıyorum, sorular soruyorum.

Tık yok!

Sorduklarım devletin gizli belgeleri değil, harcanan paralar ve iş verilen firmalar.

Şimdi sizden bir istirhamım olacak.

Bu sorulara, özellikle Ankara ile ilgili olanlara lütfen siz yanıt verin. Bu soruları şimdi size, makamınıza soruyorum... Ve sormaya devam edeceğim.

Bugün cumartesi, yarın pazar, öbür gün pazartesi. Önümüzde net üç gün var.

Belediyeye emir verirsiniz, yanıtları -işi özünden saptırmadan- hazırlayıp ya doğrudan bana, ya da size iletirler ve ben burada yayınlarım.

Bir tarafta devlet bütçesi tamtakır. Bütün büyük yatırımlar durdurulmuş durumda. Vatandaşa kamulaştırma bedelleri ödenemiyor. Memur maaşları bile zorla, gıdım gıdım, sadaka verircesine artırılıyor. Devlet uçan kuşa, hatta hastanelere bile borçlu. Hastaneler hizmet veremiyor, devlet ilaçtan tasarruf yapıyor!..

Ve öbür tarafta hele AKP’li belediyeler, bir elleri yağda bir elleri balda! Hesap veren yok, hesap soran yok. Milletin paraları har vurulup harman savruluyor, kentler altüst durumda, insanlara işkence ve hizmet tacizi yapılıyor, birileri bu furyada zengin ediliyor.

Yanıtınızı bekleyeceğim Sayın Abdülkadir Aksu. Saygılarımla."
Yazının Devamını Oku