8 Kasım 2006
TÜRKİYE’de her şey "adamına göre" olur. Gerçekleri görelim. Ecevit olayı bunun somut göstergesi. Devlet adamı ölür, hemen ardından ailesinin veya başkalarının bastırmasıyla, yasa ve kararname çıkarma yöntemiyle özel gömülecek yeri belli olur. Kararnamelere Turgut Özal ve başkalarını örnek verebiliriz. Ankara’da eski cumhurbaşkanları ile Milli Mücadele komutanlarının gömülü olduğu devlet mezarlığı var. Özal öldüğünde cumhurbaşkanı idi. Belki vasiyet etmişti, bilemiyorum. Ölümü sonrasında Semranım burasını istemedi!
Derhal kararname çıkarıldı ve Turgut Özal için İstanbul’da anıtmezar yaptırıldı.
Geçmişte aynı olayı Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın yine İstanbul’daki anıtmezarları için yaşamıştık. Onların da anıtmezarları için kararname çıkarılmıştı.
İnönü ölümünden sonra Anıtkabir’e gömüldü. Elbette öyle olmalıydı.
Alparslan Türkeş için yine Bakanlar Kurulu kararnamesi ile Ankara’da anıtmezar yaptırıldı.
Turgut Özal’ın kardeşi Yusuf Bozkurt Özal yine kararname ile Süleymaniye Camii’nde şeyhinin ayakucuna gömüldü. Danıştay bu kararnameyi iptal etti, yargı kararı uygulanmıyor.
Eski cumhurbaşkanlarından Celal Bayar vasiyet etmişti, ölümü sonrasında Gemlik’te kendi köyüne gömüldü. (Ancak Bayar öldüğünde devlet mezarlığı yoktu.)
Süleyman Demirel’in vasiyeti var, Allah gecinden versin, İslamköy’de gömülecek. Genel tablo böyle.
***
Bu hafta yeni bir yasa çıkacak ve eski başbakanların da Ankara’da devlet mezarlığına gömülmesi sağlanacak. Bu haktan kimler yararlanacak? Bugün hayatta olan eski başbakanlar.
Bülend Ulusu, Necmettin Erbakan, Yıldırım Akbulut, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan...
Ve şimdi Bülent Ecevit.
Rahşan Hanım’ın isteği, eşinin evlerinin karşısındaki ormanlık alana gömülmesi ve orada görkemli bir anıtmezar yapılmasıydı. Sonra kendisi de oraya gömülecekti. Devlet mezarlığı için ne düşündüğünü, içine sindirip sindirmediğini bilemiyoruz. Ancak Bülent Ecevit oraya gömülürse, kendisi vefat ettiğinde ayrı düşecekler. Rahşan Hanım bunu içine sindiriyor mu, onu da bilemiyoruz.
***
Burada benim ve pek çok kimsenin yadırgadığı bir konuya da değinmek istiyorum. Anımsayınız, geçtiğimiz 17 Mayıs günü Danıştay baskını gerçekleşmiş ve Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin öldürülmüştü. Türkiye ayaktaydı. Cenaze töreni için birkaç gün beklense, Ankara’ya yüz binlerce insanımız sel gibi akacaktı.
Ailesi, cenazenin hemen ertesi gün kaldırılmasını istedi. Hiçbir hazırlık olmadan yapılan cenaze törenine yine de 70 bin kişi katıldı ve hükümeti protesto etti.
Rahşan Hanım’a bakıyoruz! Ecevit pazar gecesi vefat ediyor. Hanımefendi eşinin cenaze töreninin altı gün sonra, önümüzdeki cumartesi günü yapılmasına karar veriyor. Gerekçe:
O tatil gününde kalabalık kitleler gelmeli ve laiklik gösterisi yapılmalı imiş.
Gerçi kendileriyle laiklik anlayışımız epeyce farklıdır da, ben cumartesi günü gerçek anlamda laiklik gösterisi yapılacağından biraz kuşku duyuyorum...
Çünkü yaşamının son yıllarında Ecevit epeyce değişmişti! Örneğin Fethullah Gülen ve cemaati ile ilginç bir yakınlaşma sergiliyordu. Karşılıklı övgüler birbirini izliyordu.
"Padişah Vahdettin hain değildi" gibi sözler söylemeye başlamıştı.
1999 yılında milletvekili seçilen ve Nazlı Ilıcak ablasının kolunda yemin töreni oturumu için Meclis’e türbanlı gelme cüretini gösteren ABD vatandaşı Merwe Kawakcı’ya Meclis’i dar eden Bülent Ecevit, artık eski Ecevit değildi.
Bugünkü iktidarı oluşturanlar gibi o da değişmişti! Tek istisna, hastalanmadan önceki son gününde Özbilgin’in cenaze törenine katılmasıydı.
Ben önümüzdeki cumartesi günü düzenlenecek cenaze töreninde laiklik gösterisinden çok, kendisinin son zamanlardaki söylemlerinden yola çıkan laiklik karşıtı kitlelerin alanları doldurmasından endişe ediyorum.
İnşallah yanılırım. Belleklerde ve yüreklerde yer eden "Karaoğlan" kavramı o gün inşallah tersyüz edilmez.
Eğer edilirse, sorumlusu Rahşan Hanım olur. Aynen Rahşan affında olduğu gibi!
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2006
TÜRKİYE, siyaset çınarlarından birini daha yitirdi. 1970’li yıllarda dağlara taşlara yazılan "Karaoğlan" sözcüğü hepimizin belleğinde. Kürsüye çıktığında ortalığı inim inim inleten, milyonlarca insanı peşinden koşturan Ecevit efsanesi de belleklerde.
Türk siyasetinin, devlet ve hükümet yaşamının belki de son efsanesi olarak bu dünyadan göçtü.
Büyük olayların içindeydi, çok önemli gelişmelere imza atmıştı.
Kıbrıs Barış harekátı, Abdullah Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi... Ve Demirel’le kavgaları, şeriatçılarla kurduğu koalisyon hükümetleri, Fethullah Gülen cemaatiyle yakınlığı...
Başarıları ve başarısızlıkları... Doğruları ve yanlışları...
Son başbakanlık dönemi, hastalığı nedeniyle bir kábustu. O dönemi anımsamak bile istemem.
Ülkeyi yönetirken para yemedi, hırsızlık yapmadı, şaibeli işlere bulaşmadı. Çok önemlidir.
Gün geldi Ecevit’i övdük, gün geldi ağır biçimde eleştirdik.
Hataları ve sevaplarıyla hepsi geride kaldı.
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Irak halkI acaba ne der!
KOMŞUMUZ Irak’ın başında gerçek anlamda bir diktatör vardı. Sopalı, astığı astık kestiği kestik, eli kanlı diktatör, ABD kuklası bir mahkeme tarafından yargılandı ve idama mahkûm edildi.
Asılıp asılmayacağını hep birlikte göreceğiz.
Ancak, işin bir boyutunu unutmamak gerekiyor. Saddam eli kanlı diktatördü ama onun döneminde rejime karşı çıkmayanların can ve mal güvenliği vardı.
Irak’ın dört bir yanında işgal orduları, yabancı güçler yoktu. Her gün bombalar ve silahlar patlamıyor, binlerce insan ölmüyordu.
İyi veya kötü, Irak’ın bir bütünlüğü vardı. Mezhep çatışmaları ve etnik çatışmalar -rejimin baskısıyla bile olsa- gündemde değildi. Ortalıkta kan gövdeyi götürmüyordu.
ABD ülkeyi işgal etti, her şey değişti. Sadece Irak’ta değil, neredeyse bütün dünyada!
Irak bölündü.
Araplar-Kürtler.
Sünniler-Şiiler.
Şimdi herkes birbirini öldürüyor. Buna bin’den fazla ABD askeri dahil.
Acaba ABD milyarlarca dolar harcadığı bu işgalle ne kazandı? Dipsiz kuyuda bundan sonra kaç milyar dolar daha harcayacak?
Kaç ABD’li ve Iraklı insan daha canını yitirecek?
* * *
Biz Irak’ta olanları Türkiye olarak sadece izlemekte yetinebildik. Çok acı, ülkemizi küçük düşürücü bir gerçektir. Yanıbaşımızda PKK’ya sahip çıkan, Türkiye’ye posta koyan ABD kuklası Kürt devleti kuruldu, Türkmenler yok edildi, elimiz kolumuz bağlı seyretmekle yetiniyoruz.
Benim kafamda hep bir soru var.
Acaba diyorum, Irak’ta düzgün bir anket yapılabilse... Ve halka şu soru sorulsa:
"Arkadaşlar, bütün olayları hep birlikte yaşadık. Kanlı diktatör Saddam dönemini ve sonra ABD işgalini. Olanları izliyoruz.
Acaba şimdi geriye dönüş olsa, rejime karşı çıkmayanlar için can ve mal güvenliği olan Saddam dönemini mi tercih edersiniz, yoksa şimdi her gün bombaların ve silahların patladığı, çatışmaların olduğu, her gün toplu katliamların yaşandığı, can ve mal güvenliğinin kesinlikle ortadan kalktığı işgal dönemini mi?"
Anket sonucunda herhalde Kürt devletinde "bugünü tercih ederiz" yanıtı ağırlık kazanırdı.
Acaba nüfusun büyük bölümünü oluşturan, Şii veya Sünni olan Arap çoğunluğu bölgelerinde ne çıkardı?
Siz olsaydınız bu soruya hangi yanıtı verirdiniz?
Diktatörün yönetiminde güvenlikli bir yaşam mı, işgal ordusunun yönetiminde bombalı yaşam ve kukla, kişiliksiz bir devlet mi?
Zor bir yanıt olurdu.
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2006
SEVGİLİ okuyucularım, dünyanın her ülkesinde ünlü devlet adamlarının, sanatçıların ve anılması gereken kimselerin 10-25-50-100-125... doğum ve ölüm yıldönümleri daha görkemli törenlerle kutlanır. 2006, büyük Atatürk’ün 125. doğum yılı.
Şimdi burada soruyorum:
Bu önemli yıldönümünde yıl boyunca ne yapıldı? TRT başta olmak üzere öteki televizyon kanallarında, gazetelerde kaç yayına rastladınız? Sıfıra yakın!
Hükümet herhangi bir etkinlik düzenledi mi? Anma yaptı mı? Hayır!
Önümüz 10 Kasım. Hiç değilse o gün hükümetin herhangi bir etkinliği olacak mı? Sıradan ve göstermelik anmalar dışında hayır.
Peki bu niçin böyle oluyor? Aşağıda vereceğim örnekler, belki herkesin bu konuyu anlamasında biraz yol gösterir. Şu anda Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan geçmişte şöyle diyordu:
"Türkiye kendisine din olarak Kemalizmi almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir..."
"Türkiye’nin yarınında artık Kemalizme ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizmin yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir."
Son günlerde dikkat ediyorum, yaptığı konuşmalarda sık sık Atatürk’ün ismini geçiriyor! Niçin?.. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor! Geçmişteki sözlerini unutmuş görünüyor.
O unutabilir ama arşivler unutmaz.
* * *
Bu yıl Atatürk’ün 125. doğum yıldönümü.
Ağızlarından bu konuda bir tek sözcük duyduk mu? Yıl boyunca bir toplantı yapılmadı, bir anma töreni düzenlenmedi. Bunların elindeki TRT, yani devletin (!) radyo ve televizyonları bırakın Atatürk’ü anmayı bir yana, dinci kanalları bile çoktaan geçti. TRT resmen "Osmanlıcılık" yapmakla meşgul.
Birkaç göstermelik yayın dışında Cumhuriyet yok, Atatürk yok, Osmanlı var, padişahlar ve halifeler var!
Önümüz 10 Kasım. Başbakan ve bakanlarının o gün -göstermelik protokol törenleri ve lafları dışında- ne yapacağını, ne diyeceklerini doğrusu çok merak ediyorum! Hele Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik gibilerin ağzından çıkacak sözleri, bazı il ve ilçelerde, okullarda törenlerin -hiç çaktırmadan- nasıl sabote edileceğini daha da çok merak ediyorum!
ECZACININ FERYADI
İSTANBUL Çapa’da eczacılık yapan vatandaş Hüsnü Akıncı, öteki eczaneler gibi devletten alacağını alamıyor... Çünkü devlette bir kuruş para yok! Kendi belediyeleri har vurup harman savururken, paraları eşe dosta ve partili yandaşlara hortumlarken, mütevazı bir eczacının devletten alacağı bugün itibarıyla yaklaşık 396 milyar lira. Buna kaç işyerinin canı dayanır?
Akıncı daha fazla sabredememiş, bıçak kemiğe dayanınca Recep Tayyip Erdoğan’a 27 Ekim 2006 tarihli bir mektup yazmış:
"Sayın Başbakan... SSK, ilaç alacaklarımızı zamanında ödemiyor. Kamuoyu huzurunda vaat ettiğinize göre 5 Ekim 2006 günü ödenmesi gereken 186.849 YTL (186.8 milyar lira) alacağım 27 Ekim tarihinde henüz ödenmemiştir. Bu yüzden piyasaya olan borçlarımı ödeyemiyorum. Endişem, 5 Kasım 2006 günü ödenmesi gereken 209.128 YTL (209.1 milyar lira) alacağımın da zamanında ödenmeyeceğidir.
Sayın Başbakan, ticaretin zorluklarını herkesten fazla bilirsiniz. Türkiye genelinde 22 binden fazla eczane var. Sağladıkları istihdam 100 bin kişiyi aşar. Neredeyse bankacılık sektörü kadardır. Üstelik eczaneler kayıtdışı çalışmadıkları için gelir vergisi bakımından en üst sırada yer alır. 2005 verilerine göre noterlerden sonra ikinci sıradadır.
Sıkıntı çekmememiz gerekirken hak etmediğimiz sıkıntılara maruz kalmamızı bir haksızlık olarak görmekteyiz. Gereğini yapacağınıza inanarak arz ediyorum. Hüsnü Akıncı."
İnsanlarımız tepki vermekten -şu veya bu nedenle- korkuyor. Vatandaş Hüsnü Akıncı korkmuyor, tüm eczacıların uğradığı haksızlığı dile getiriyor.
Milyonlarca insanımızın hükümet tarafından nasıl mağdur edildiğinin somut belgesi, işte bu mektup. Niçin böyle oluyor?.. Çünkü IMF hükümete emir verip "harcama yapma, borç tak, zam yap" diyor! Son yediğimiz doğalgaz kazığı bunun somut örneği.
Ödemeler sadece partili yandaşları ihya etmek içinse zamanında yapılıyor... Ve devlet beş kuruşa muhtaçken, AKP’li belediyeler eliyle paralar har vurulup harman savruluyor, toprağa gömülüyor.
Gören yok, hesap soran yok.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2006
GÜNLERDEN beri Yimpaş olayı ile ilgileniyoruz. Bir kez daha yazayım, iyi bilinsin. Yimpaş, bu İslamcı holdingler rezaletinin sadece bir tek parçasıdır. Bunun gibi dolandıran en az 30 şirket daha var. Bunlar zamanında Müslümanlardan camilerde, tarikat toplantılarında, bazı imamlara komisyon vererek ve -yüksek kár payı- vaatleriyle milyarlarca Euro topladılar ve paralar buharlaştı.
Paraların bir bölümü çeşitli numaralarla ’bazı partilere’ gitti.
Bu holdingler yüz binlerce insanımızı mağdur etti. O kadar ki, parası tokatlananlar arasında İslamcı Yeni Şafak Gazetesi yazarı Fehmi Koru bile var! Koru dün bu gerçeği kendi köşesinde yazdı ve Yimpaş’a yüklü bir para kaptırdığını, geri alamadığını itiraf etti.
Bugün değinmek istediğim konu başka. Şimdi şu İslamcı holdingler tablosuna medya açısından bakalım. Ortada böylesine korkunç bir vurgun var. Dolandırıcılık, hırsızlık, hortum, namussuzluk, adına ne derseniz deyin. Halkı dolandıran kuruluşun başı, Yozgat’ta bakanlarla birlikte namaz kılıyor, valinin yanında pozlar veriyor. İktidarın bazı bakan ve milletvekilleri geçmişte Yimpaş’ta çalışmış, para toplamış, paraları yönetmiş, sonra AKP’li olmuş!..
Ve Yimpaş parası AKP’ye hiç aktarılmamış! Başbakan bu konuda belge istiyor! Bul bulabilirsen belgeyi!
Kendilerini iktidardan yana tavır almak zorunda hisseden bazı medya kuruluşları bu Yimpaş olayını şimdiye kadar -nedense!- hiç görmedi ve değinemedi. Bazıları da konuyu başka yere çekmeye kalkıştı:
"Efendim Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu Türkiye’deki bütün akaryakıt dağıtım firmalarına büyük bir ceza kesti. Katrilyonu aşıyor. Bunlar arasında Aydın Doğan’ın sahibi olduğu POAŞ da var. En büyük ceza POAŞ’a kesildi. Şimdi Doğan Grubu yayın organları bu cezaya kızdıkları için hükümete karşı Yimpaş olayını gündeme getiriyor!"
Bu nasıl gazetecilik mantığıdır? POAŞ olayı ayrıdır, kendi yandaşları Fehmi Koru dahil yüz binlerce insanımızı dolandırıp milyarlarca Euro (veya doları) tokatlayan İslamcı holdingler vurgunu farklıdır.
Bu olayda büyük hortum var mı? Var. Bu hortumu inkar eden bir babayiğit oldu mu? Hükümet dahil olmadı.
O halde bazı yayın organları bu inanılmaz vurgunu görmezden gelmekle, ya da işin içine POAŞ olayını sokmakla ne kazanıyor? Rakip medya grubunun üzerine bu yolla gelip iktidar yalakalığı, iktidar yağcılığı yapmak yakışık alıyor mu?
Yolsuzluğu, hortumu, hırsızlığı, vurgunu, lütfen gazetecilik rekabetine, ya da iktidar yağcılığına alet etmeyelim.
Bir olayda İslamcı holdingler böylesine bir pisliğe bulaşmışlar ve sonuç ortada.
Öteki olayda ise en azından káğıt üzerinde "özerk" bir kuruluş olan EPDK Türkiye’deki bütün akaryakıt dağıtım şirketlerine büyük ceza kesmiş, iş yargıya intikal etmiş. Karar doğrudur veya yanlıştır. Yargı kararını verir ve herkes sonucuna katlanır.
İslamcı holdingler ve Yimpaş olayı ile POAŞ olayı arasında hangi mantık ilişkisi var?
* * *
Anımsayınız, Demirel geçmişte bir "aile fotoğrafı" çektirmişti. O fotoğrafta bazı kişilerin yer almış olması, Demirel’in yıllar sonra bile acımasızca üzerine gidilmesine neden olmuştu. Bu konuda önüne gelen ağır yazılar yazmıştı.
Şimdi ortada bir başka aile fotoğrafı ve üstelik belgeler var. Yimpaş’ın başındaki kişi devletin bakanlarıyla yan yana, devletin valisinin yanı başında!.. Günümüzün bazı bakanları geçmişte Yimpaş yöneticisi!
Dün de yazmıştım... Ülkemizin başına bela olan anlayış, iktidarların "benim hırsızım iyidir" anlayışıdır.
Kendi hırsızını koruyup kollayacaksın, görmezden geleceksin, rahat bırakacaksın, üzerine asla gitmeyeceksin!..
Ama aynı işin yüzde birini yapan eğer senin karşıtın ise bire bin katarak anasından emdiği sütü burnundan getireceksin.
Böyle şey olmaz.
Aynı durum medyamız için de geçerli. Hükümetten korktuğun, ya da yolsuzluğu gündeme getiren medya grubuna karşı olduğun için olanları görmezden geleceksin!
Yüz binlerce insanımızı doğrudan etkileyen büyük bir vurgunu bu yüzden ıskalayıp üzerine gitmeyecek, birkaç satırla bile olsa değinmeyeceksin.
Lütfen, somut yolsuzlukları gazetecilik rekabeti-tiraj-para-iktidar korkusu gibi konulara alet etmeyelim. Her pisliğin üzerine hiçbir ayırım yapmadan, hep birlikte gidelim. Çifte standart uygulamayalım.
Eğer bir kısım medyamız da "Benim iktidarla işlerim var, dolayısıyla onların hırsızlarının üzerine gidemem" anlayışına saplanırsa, o zaman bilin ki yandı gülüm keten helva!
Yazının Devamını Oku 3 Kasım 2006
SEVGİLİ okuyucularım, Türkiye’yi işte bu anlayış batırdı. Dikkat ediniz, her yerden hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, rüşvet fışkırıyor. Eğer bunları yapanlar AKP iktidarının adamları ve yandaşları ise üzerlerine asla ve kesinlikle gidilmiyor. Bunları örtbas etmek ve unutturmak amacıyla binbir mazeret üretiliyor. Niçin?.. Çünkü geçerli bir kural var: "Benim hırsızım iyidir."
Bir sürü yolsuzluğu, namussuzluğu, usulsüzlüğü yazıyoruz, belgeliyoruz. Hırsızları, milletin parasını kendi kişisel ve siyasal çıkarları için kullanan ve olanları örtbas etmek için çaba harcayan kamu görevlilerini, belediye başkanlarını belgeliyoruz, üzerine giden yok.
Medyamızda günlerden beri Yimpaş olayı tartışılıyor. Nedir Yimpaş? Türkiye’de kurulan, ülkemizde ve başta Almanya olmak üzere dünyanın dört bir yanında yaşayan yüz binlerce insanımızdan günümüzün değerleriyle milyarlarca Euro toplayan İslamcı holdinglerden sadece biridir. Bu paralar cami avlularında, tarikat toplantılarında, Allah’ın, Peygamberimizin adı kullanılarak toplandı.
Mark dönemi idi. Alman Markı’na yüzde 30’a varan oranlarda dünyada görülmemiş -faiz değil!- kár payı vaatleriyle Müslümanlar dolandırıldı. Toplanan paralar çuvallarla, bavullarla bir yerlere götürüldü. Göstermelik bazı tesisler kuruldu. Çoğu zaten batmaya mahkûmdu ve battı.
Milyarlarca Euro (veya dolar) buharlaştı. İslamcı holding kuran din baronları köşeyi döndü, yüz binlerce Müslüman aile mağdur edildi.
Övünmek gibi olmasın ama ben bu rezaleti, bu olanları ve olacakları burada en az 100 kez yazdım. Hem devleti, hem bunlara para kaptıranları uyardım. Kimse kılını bile kıpırdatmadı, paralar uçtu gitti.
Yimpaş bunlardan sadece bir tanesi. Daha niceleri var. Anımsayın, bir Jetpa ve Jet Fadıl vardı. Adam halktan öylesine para toplamıştı ki, kendi kontenjanından milletvekilleri seçtiriyordu. Son olarak kendisi de Siirt’ten seçildi. Bir sürü hikáye sonrasında milletvekilliği iptal edildi!
İhlas Finans nerede? Ne oldu halkın paraları? Niçin üzerine gidilmiyor?.. Çünkü İhlas’ın Türkiye isimli gazetesi her gün AKP iktidarına övgüler düzüyor! Hiç gidilir mi üzerine!
Şimdi gelelim hikáyemize! Yimpaş malı götürmüş, aranan sahibi hükümet üyeleriyle içli dışlı. Bazı eski çalışanları şimdi AKP’de bakan ve milletvekili. Başbakan kürsüden bağırıyor: "Partimize Yimpaş parası gelmedi, aksini iddia eden bana belge getirsin!"
Bende belgesi yok! Olsaydı götürüp bir çayını içerdim!
İyi de, Avrupa gezilerinde vatandaşlarla toplantı yapan, her toplantıda "İslamcı holdingler bizi dolandırdı, çözüm bulun" diye haykıran insanlarımıza "Paraları onlara verirken bana mı sordunuz" deyip başından savan kendisi değil miydi?
Son olarak Almanya toplantısında vatandaşlar yine yakınıyordu. Başbakan yanındaki Ali Babacan’a dönüp (ve mikrofonun açık olduğunu unutup) şöyle demedi mi! "Konuş bakalım şu sahtekárla, ne istiyormuş!"
Yimpaş ve öteki İslamcı holdinglerin yaptığının bırakın tamamını, yüzde birini AKP iktidarının hoşlanmadığı kişi veya kurumlar yapsaydı iktidar onları da böyle koruyup kollayacak mıydı, yoksa üzerine mi gidecekti?
Örneğin aynı şeyi Uzan ailesi yapmış olsaydı, kıyamet kopmayacak mıydı? Bazı AKP’li belediye başkanlarının hırsızlığını ve sorumsuzluğunu CHP’li ve öteki başkanlar sergileseydi, onlar derhal görevden alınıp mahkemeye verilmeyecek miydi?
* * *
"Ben iktidarım. Hükümet benim. Hırsız, namussuz, halkı soyan, devletin ve milletin parasını partili yandaşlara, eşe dosta hortumlayan kişi ve kurum eğer benim yandaşım ise sorun yok! İstediğini yapsın, paraları istediği gibi yesin ve savursun, ben onu görmezden gelirim!
Ama benden olmayan birinin en ufak bir açığını yakalarsam onun üzerine aslanlar gibi gidip anasını ağlatırım, perişan ederim. Polisi, yargıyı ve devlet gücünü derhal devreye sokarım, onu anasından doğduğuna pişman ederim, süründürürüm."
Yimpaş ve öteki İslamcı holdingler şimdi bu anlayışın yarattığı koruma duvarının ardında. "Hortuma damardan girdiğini!" iddia edenler açısından masalın özeti böyle. Paraları din baronu dolandırıcılara kaptıran Müslümanlar bu masalı ve onları koruyan gücü iyi bilsin.
Türkiye’yi her devirde mahveden, yozlaştıran, yeni vurgunlara yol veren yüz kızartıcı anlayış -ve acı gerçek- işte bu:
"Benim hırsızım iyidir. Ben yandaşım olan hırsızları görmem, üzerlerine gitmem! Bana kaz getiren yerden tavuk esirgemem!"
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2006
TÜRKİYE’de akıl, mantık, izan ve insaf dışı işler yaşıyoruz. Faturası hepimize çıkıyor. İnanılır gibi değil ama böyle. İşte son doğalgaz kazığı olayı! Hükümet doğalgaza yüzde 5.8 oranında zam yaptı. Böylece geçtiğimiz mart ayından bu yana doğalgaza dördüncü kez zam gelmiş oldu.
1 Mart, 1 Haziran, 1 Temmuz ve şimdi 1 Kasım. Sekiz ayda dördüncü zam. Zam oranı yüzde 27.
Ülkemizde yüz binlerce konut doğalgazla ısınıyor. Mutfaklarda doğalgaz var. Sanayi kuruluşlarının önemli bir bölümü doğalgazla çalışıyor. Hatta doğalgazla elektrik üretiliyor.
Doğalgazı isterseniz kullanmayın! Kullanmaya eliniz mahkûm, çünkü başka bir seçenek yok.
Doğalgazın tümünü yurtdışından ithal ediyoruz. Yani kaderimiz başta Rusya olmak üzere yabancıların elinde. Günün birinde vanaları kapattıkları takdirde -hele kış aylarında isek- hep birlikte perişan ve sefil olacağız... Çünkü peşin parayı bastırıp doğalgaz ithal edenler, Türkiye’de doğalgaz depolama tesisi yapmadılar. Bilemediniz üç günlük gaz stokumuz var!
Sevgili okuyucularım, döviz kurlarında yükseliş yok. İthalatta şimdilik sıkıntı yok. O halde hükümet doğalgaza niçin sürekli zam yapıyor? Bunca insanın bedduasını niçin alıyor?
Nedenlerini kısaca anlatayım:
***
Türkiye’de doğalgaz ithalatını yapan kuruluşun adı BOTAŞ. Hem ithalat yapıyor, hem de kamu kuruluşlarına ve özel sektöre satıyor. İşte, sorumsuzluk-laçkalık-rezalet bu noktada başlıyor.
Birkaç kamu kuruluşu, BOTAŞ’tan doğalgaz alıyor ama parasını ödemiyor. Bu kuruluş bu durumda paraya sıkışıyor, ithalat yapacak parayı bulamıyor. O zaman ne yapıyor? Hükümetin emriyle zam yapıyor!
Sevgili okuyucularım, milyonlarca insanımız korkunç bir sarmal içerisinde.
Enerji Bakanlığı’na bağlı olan EÜAŞ (Elektrik Üretim A.Ş.) isimli kuruluş BOTAŞ’a 8 katrilyon dolaylarında borçlu! Doğalgazla elektrik üretiyor, parasını ödemiyor.
Onu Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı EGO izliyor. EGO’nun borcu 1 katrilyon’u geçiyor! Doğalgazı abonelerine peşin parayla satan EGO, devlete olan borçlarını ödemiyor. Enerji Bakanlığı buna yıllardır göz yumuyor... Çünkü belediye onlardan, yani AKP’li.
Sonuçta olan, zam kazığını yiyen milyonlarca aileye, işyerine ve sanayi kuruluşlarına oluyor.
Onlar borçlanıyor, borçlarını ödemiyor. Onların yaptığını biz temizlemek ve cepten ödemek zorunda kalıyoruz. Zamlar bize düşüyor.
Yakında elektrik zammı gelecek, kazığı aynı nedenlerle yine bizler yiyeceğiz.
***
Birbirlerini nasıl koruyup kolladıklarını şimdi size devletin belgelerinden açıklayacağım. Bu mekanizmanın nasıl çalıştığını iyi görünüz. Aşağıdaki rakamları Sayıştay’ın "2005 Yılı Hazine İşlemleri Raporu" adlı belgesinden veriyorum. (Rakamları Hazine Müsteşarlığı ile Sayıştay’ın internet sitelerinden bulabilirsiniz.)
Bunların Hazine’ye, yani devlete olan borçları:
Ankara Büyükşehir Belediyesi: 1 katrilyon 891 trilyon lira.
Büyükşehir’e bağlı EGO: 1 katrilyon 145 trilyon lira.
Büyükşehir’e bağlı ASKİ: 415 trilyon lira.
Tablo korkunç. Bizler işte bu tablonun sonuçlarını zamlarla yaşıyoruz.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, devlete borçlu olanların üçüncü sırasında!
Melih Gökçek açıkça "ben borç ödemem" diyor ve iktidarın başındakiler bunlara göz yumuyor.
Onların ödemediği borçları vatandaş olarak biz ödüyoruz.
Vatandaş bir liralık elektrik, su, doğalgaz, telefon, vergi borcunu ödemediği takdirde aslanlar gibi üzerine gidenler, size devletin rakamlarıyla ilettiğim şu tabloda ne yapıyor?
Hiçbir şey!
Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir uygulama olabilir? Bunların aynı partiden olup birbirini kollaması, vatandaşın cebine hangi gerekçeyle yansıtılıyor?
Devletin bütçesi zaten göçük, yatırımlar durduruldu. Bunlar borç ödemeyince daha beter göçüyor ve faturası Türk milletine vergi, zam olarak bindiriliyor.
Bugün size sadece doğalgaz kazığını devlet belgeleriyle anlattım. Muhalefet partileri ucu milyonlarca aileye dokunan bu konuları niçin gündeme getirmiyor? Niçin kıyameti koparmıyor? Bu tabloyu yaratan AKP iktidarı, milyonlarca insanımıza bu kazığı atanlar acaba niçin suspus olup sütre gerisine çekiliyor?
Normal bir ülkede bunların yüzde biri olsa hesap sorulur. Bizde kim kimden hesap soracak, kim!
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2006
SEVGİLİ okuyucularım, burada Ankara Rezaleti başlıklı iki yazı yazdım. Büyükşehir Belediyesi yanıt veremedi. Bunun üzerine İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya hitaben iki açık mektup daha yazdım. Yanıt önceki gün (çok şükür) bakanlık tarafından gönderildi. Ankara altüst edilmiş durumda. Başkentin ana bulvarı oyuldu, kazıldı. Aylardır milyonlarca Ankaralı çile, işkence çekiyor. Büyük bir sorumsuzluk devam eder ve trilyonlar toprağa gömülürken, bizi yönetenlerden tık yok.
Burada sormuştum: Bu iş ihale edildi mi? Edildiyse ne zaman? Kime verildi? Kaça verildi? Ne zaman bitecek?
Bir türlü yanıt gelmiyordu ve işin içinde bir iş olduğu belliydi. Şimdi size, gelen yazılı yanıtı özetle aktarıyorum. Lütfen sıkı durun:
"...Projenin Büyükşehir Belediyesi tarafından 27 Aralık 2002 tarihinde ihale edildiği, ihale ilanının 12 Aralık 2002 olduğu, ihaleye 11 firmanın katıldığı, Belbeton şirketi tarafından kazanıldığı, işin kapsamının 2002 fiyatlarıyla 7 trilyon 972 milyar lira olduğu öğrenilmiştir."
Bu açıklamadan sonra işin yönü ve rengi değişti. Bu işi 2002 aralık ayında ihale ediyorlar ve yapımına tam dört yıl sonra başlıyorlar. Niçin? İşte hikaye burada!.. Çünkü 1 Ocak 2003 günü yeni ihale yasası yürürlüğe giriyor ve açılacak ihaleleri sıkı denetim altına alıyordu. Peki iktidar ne yaptı?
1 Ocak 2003 öncesinde bakanlıklar ve belediyeler olarak çok sayıda ihale açtılar ve apar topar, yangından mal kaçırırcasına bitirdiler! İhaleler göstermelik, yeni yasadan kaçmak amacıyla açılmıştı. Kendi çıkardıkları yasadan kendileri kaçıyordu.
Şu gelen yanıta bakınız! İşi yaklaşık 8 trilyona ve dört yıl önce veriyorlar, kazmayı dört yıl sonra vurup Ankara’nın anasını ağlatıyorlar.
Fiyat, 2002 fiyatları imiş! Peki şimdi bu rakam ne kadar oldu? Gizli!
Dikkat ediniz, her harcamalarını milletten gizliyorlar. Dahası var, madem bu iş bir firmaya verildi, o halde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin araçları ve kamyonları niçin inşaatta çalışıyor? Bunları her gün gözlerimizle görüyoruz, belgeliyoruz.
* * *
Evet, şimdi iş yön değiştirdi. Burada muhalefet partilerine de önemli görev düşüyor. Şimdi şu soruların yanıtının alınması gerekiyor:
1- Yeni ihale yasası 1 Ocak 2003’te yürürlüğe girmeden önce, özellikle Aralık 2002’de apar topar kaç ihale açılmıştır?
2- Bunların bakanlıklar, belediyeler ve öteki kamu kuruluşları dahil sayısı kaçtır, dağılımı nedir?
3- Kaç katrilyonluk ihale açılmıştır? Buna duble yollar dahil midir?
4- Bir hükümet kendi çıkardığı yasadan kendi kaçar mı?
Bu sorulara yanıt verilmesi gerekiyor. Muhalefet ve medya işin üzerine gitsin, ortaya korkunç bir tablo çıkacaktır.
AKP bu işin altında ezilecektir.
Şu işe bakın siz! İhaleyi dört yıl önce açmışlar, dört yıl sonra iş başlatıyorlar. Beyefendiler ihaleyi 2002 fiyatlarıyla yapmışlar! Bugünkü maliyeti halen gizli! İşin ne zaman biteceği de bilinmiyor.
Ankara perişan edildi, milyonlarca ihsan her gün işkenceye tabi tutuluyor ve paralar toprağa gömülüyor. Yahu bunların hesabını soracak muhalefet partileri, medya organları yok mudur Allah rızası için! İktidar mensupları bu rezaleti görmüyor mu, sormuyor mu? Kim kimi koruyor?
* * *
Şimdi size bir rezaleti daha anlatayım. Bu ne idüğü belirsiz geçitler için Atatürk Bulvarı üzerindeki bütün güzelim ağaçları dibinden kestiler.
Bizim gazetenin önünden başlayan Cinnah Caddesi’nde Ankara’nın en az 60 yıllık anıt çınar ağaçları vardı. Bilinçsiz kadrolar bu ağaçların köklerini kazıp yok ettiler. Çoğu önümüzdeki yıl kuruyacak...
Ve o görkemli çınarlardan birini dün devirmeyi başardılar! Ulu çınar bu işkenceye dayanamadı ve 45 derece yan yattı. Halatla, ilkel bir biçimde yandaki ağaca bağladılar! Belediye ekipleri onu da en kısa zamanda dibinden kesecekler.
Dahası var. Atatürk Bulvarı’nın devamı olan Protokol Yolu’ndaki bütün ağaçları da dibinden kestiler. Onların ne olduğunu çoğunluk bilmez. Ankara başkent olurken, taaa Atatürk döneminde dikilen akasya ağaçları idi. Şimdi hiçbiri yok.
Ağaçları kesiyorlar, vaziyet belli olmasın diye üzerini anında örtüyorlar! Hepsinin resimleri elimizde.
Ankara’nın göbeğinde, hem de hiç trafik sorunu olmayan bir anayolda yaptıkları bunlar. Ama hesabını kim soracak, kim verecek?
Rezalet üç aya yakındır devam ediyor. Daha da bitmeyecek. Milletin trilyonları (tam rakam bilinmiyor) resmen toprağa gömülüyor. Soruyorsunuz, yanıt veremiyorlar. Zorlayınca, ısrar edince birkaç satırla işi geçiştirmeye kalkışıyorlar.
Ayıptır, günahtır, sorumsuzluktur, ilkelliktir, suçtur.
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2006
SEVGİLİ okuyucularım, gazetecilik bazen çok daha "hoş" bir meslek olur. Bir şey yazarsınız, sonucunu somut bir biçimde alırsınız. Binlerce okuyucunuz sizi kutlar. Siz de ister istemez mutlu olursunuz, gurur duyarsınız.
"Ulusal bayram günlerimizde camilerimize bayrak asalım" kampanyasını burada başlattım. Bu uygulama tuttu. Türkiye’nin dört bir yanında yüzlerce camiye bayraklar asıldı.
Böyle bir olay ülkemizde ilk kez gerçekleşti.
Bu konuda gösterdiği duyarlık için Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na teşekkür ediyorum. Aslında Cumhuriyet Bayramı öncesinde, bayrak çağrım için süre kısa idi. Bunu biliyorum. Belki Diyanet hazırlıksız yakalandı.
Önümüzde ilk ulusal bayram olarak 23 Nisan var. İnanıyorum ki, o gün için hazırlıklar çok daha yoğun olacak ve ülkemizin dört bir yanındaki camilerimiz Türk bayraklarıyla donanacak.
Onu 19 Mayıs, 30 Ağustos ve günü gelen bütün ulusal bayramlarımız izleyecek.
Şunu da bilmenizi istiyorum. Bizler bazı konuları yazdıkça, belli kesimlerden yoğun tepki, hatta küfürler gelir! Mesajlarında dümdüz giderler. Bu kez öyle olmadı. Birkaç mesaj dışında olumsuz tepki gelmedi. Hatta İslamcı medyada bile bu konuda olumsuz yorum ve haberler yer almadı.
Demek ki camilere Türk bayrağı asılması konusunda uzlaşıyoruz.
Şunu iyi bilmemiz, bilmiyorsak öğrenmemiz gerekir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde her yere, her yapıya -camilerimiz dahil- Türk bayrağı asılır. Tek istisnası vardır. O da yabancı diplomatik temsilciliklerin ve kuruluşların yerleridir. Onlar her ülkede "yabancı toprağı" sayılır ve sadece kendi bayrakları çekilir.
Gelecek ulusal bayramlarda sanırım patrikhaneler, kiliseler, havralar da bayrağımızı asacaklardır... Çünkü hangi dinden olursak olalım, aynı bayrak altında aynı ülkenin insanlarıyız.
Evet, başta da söylediğim gibi, gazeteci bazen katkıda bulunduğu "eser" ile gurur duyar. Camilere bayrak kampanyasında sanırım benim de katkım, başka bir deyişle çorbada tuzum oldu!
İzin verin açıkça yazayım, gurur duyuyorum. Hem güzel, hem de gerekli bir başlangıç yapıldı.
Bundan geriye dönüş yok. Olamaz.
RESEPSİYON
Hayatımda ilk kez Çankaya’da 29 Ekim resepsiyonuna katıldım. Böyle yerlerde boy göstermeyi doğrusu pek sevmem. İyi ki gitmişim. Orada Cumhurbaşkanı Sezer ve eşinin kişiliğinde yüzlerce uygar, çağdaş, laik, Atatürkçü insanımızla aynı ortamı saatler boyunca paylaştık.
Resepsiyonda generallerle birlikte tören üniformalı astsubaylar vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri her rütbesiyle temsil ediliyordu. Tekerlekli sandalyelerinde gaziler... Ve doğal olarak siyasetçiler, rektörler, sanatçılar, işadamları, diplomatlar, gazeteciler...
Her kesimden çağdaş, yurtsever, aydınlık kafalı insanlar...
Cumhurbaşkanı Sezer’in son 29 Ekim resepsiyonu idi. O havayı içimize sindirerek yaşamaya çalıştık. Bundan sonrakiler ne yazık ki böyle aydınlık, uygar, çağdaş olmayacak.
Çağrılan ve katılan tipler, hatta giysiler (!) bile değişecek!
YÜRÜYÜŞE ÇAĞRI
Sevgili okuyucularım, şimdiden bilesiniz diye erkenden yazıyorum. Önümüzdeki 4 Kasım Cumartesi günü Ankara’da son yılların en büyük ve en görkemli yürüyüşü yapılacak.
112 sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen Cumhuriyetimiz için halk yürüyüşü.
Bu işe kadınlarımız ve kadın kuruluşları önderlik etti ama yürüyüş herkese açık. O gün saat 10.00’da Atatürk Kültür Merkezi önünde toplanılacak. Yürüyüş saat 11.00’de başlayacak, Tandoğan Meydanı’nda miting yapılacak ve Anıtkabir’de son bulacak.
Şimdiden Türkiye’nin dört bir yanından kitleler, akın akın Ankara’ya gelme hazırlığı içerisinde.
Bu tarihi lütfen şimdiden not alın. 4 Kasım Cumartesi günü Ankara’da kar yağabilir, yağmur yağabilir, hava soğuk olabilir. Ona göre hazırlığınızı yapın, pankartlarınızı hazırlayın, bayrağınızı, Atatürk resimlerini alın ve gelin.
Gücümüzü, var olduğumuzu, sesimizin çıktığını, Atatürk’ün yolundan sapmadığımızı ve sapılmasına izin vermeyeceğimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin İran-Suudi Arabistan olmayacağını dosta düşmana gösterelim.
Yazının Devamını Oku