SEVGİLİ okuyucularım, gazetecilik bazen çok daha "hoş" bir meslek olur.
Bir şey yazarsınız, sonucunu somut bir biçimde alırsınız.Binlerce okuyucunuz sizi kutlar.Siz de ister istemez mutlu olursunuz, gurur duyarsınız.
"Ulusal bayram günlerimizde camilerimize bayrak asalım" kampanyasını burada başlattım.Bu uygulama tuttu.Türkiye’nin dört bir yanında yüzlerce camiye bayraklar asıldı.
Böyle bir olay ülkemizde ilk kez gerçekleşti.
Bu konuda gösterdiği duyarlık için Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’na teşekkür ediyorum. Aslında Cumhuriyet Bayramı öncesinde, bayrak çağrım için süre kısa idi. Bunu biliyorum. Belki Diyanet hazırlıksız yakalandı.
Önümüzde ilk ulusal bayram olarak 23 Nisan var. İnanıyorum ki, o gün için hazırlıklar çok daha yoğun olacak ve ülkemizin dört bir yanındaki camilerimiz Türk bayraklarıyla donanacak.
Onu 19 Mayıs, 30 Ağustos ve günü gelen bütün ulusal bayramlarımız izleyecek.
Şunu da bilmenizi istiyorum. Bizler bazı konuları yazdıkça, belli kesimlerden yoğun tepki, hatta küfürler gelir! Mesajlarında dümdüz giderler. Bu kez öyle olmadı. Birkaç mesaj dışında olumsuz tepki gelmedi. Hatta İslamcı medyada bile bu konuda olumsuz yorum ve haberler yer almadı.
Demek ki camilere Türk bayrağı asılması konusunda uzlaşıyoruz.
Şunu iyi bilmemiz, bilmiyorsak öğrenmemiz gerekir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde her yere, her yapıya -camilerimiz dahil- Türk bayrağı asılır. Tek istisnası vardır. O da yabancı diplomatik temsilciliklerin ve kuruluşların yerleridir. Onlar her ülkede "yabancı toprağı" sayılır ve sadece kendi bayrakları çekilir.
Gelecek ulusal bayramlarda sanırım patrikhaneler, kiliseler, havralar da bayrağımızı asacaklardır... Çünkü hangi dinden olursak olalım, aynı bayrak altında aynı ülkenin insanlarıyız.
Evet, başta da söylediğim gibi, gazeteci bazen katkıda bulunduğu "eser" ile gurur duyar. Camilere bayrak kampanyasında sanırım benim de katkım, başka bir deyişle çorbada tuzum oldu!
İzin verin açıkça yazayım, gurur duyuyorum. Hem güzel, hem de gerekli bir başlangıç yapıldı.
Bundan geriye dönüş yok. Olamaz.
RESEPSİYON
Hayatımda ilk kez Çankaya’da 29 Ekim resepsiyonuna katıldım. Böyle yerlerde boy göstermeyi doğrusu pek sevmem. İyi ki gitmişim. Orada Cumhurbaşkanı Sezer ve eşinin kişiliğinde yüzlerce uygar, çağdaş, laik, Atatürkçü insanımızla aynı ortamı saatler boyunca paylaştık.
Resepsiyonda generallerle birlikte tören üniformalı astsubaylar vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri her rütbesiyle temsil ediliyordu. Tekerlekli sandalyelerinde gaziler... Ve doğal olarak siyasetçiler, rektörler, sanatçılar, işadamları, diplomatlar, gazeteciler...
Her kesimden çağdaş, yurtsever, aydınlık kafalı insanlar...
Cumhurbaşkanı Sezer’in son 29 Ekim resepsiyonu idi. O havayı içimize sindirerek yaşamaya çalıştık. Bundan sonrakiler ne yazık ki böyle aydınlık, uygar, çağdaş olmayacak.
Çağrılan ve katılan tipler, hatta giysiler (!) bile değişecek!
YÜRÜYÜŞE ÇAĞRI
Sevgili okuyucularım, şimdiden bilesiniz diye erkenden yazıyorum. Önümüzdeki 4 Kasım Cumartesi günü Ankara’da son yılların en büyük ve en görkemli yürüyüşü yapılacak.
112 sivil toplum kuruluşu tarafından düzenlenen Cumhuriyetimiz için halk yürüyüşü.
Bu işe kadınlarımız ve kadın kuruluşları önderlik etti ama yürüyüş herkese açık. O gün saat 10.00’da Atatürk Kültür Merkezi önünde toplanılacak. Yürüyüş saat 11.00’de başlayacak, Tandoğan Meydanı’nda miting yapılacak ve Anıtkabir’de son bulacak.
Şimdiden Türkiye’nin dört bir yanından kitleler, akın akın Ankara’ya gelme hazırlığı içerisinde.
Bu tarihi lütfen şimdiden not alın. 4 Kasım Cumartesi günü Ankara’da kar yağabilir, yağmur yağabilir, hava soğuk olabilir.Ona göre hazırlığınızı yapın, pankartlarınızı hazırlayın, bayrağınızı, Atatürk resimlerini alın ve gelin.
Gücümüzü, var olduğumuzu, sesimizin çıktığını, Atatürk’ün yolundan sapmadığımızı ve sapılmasına izin vermeyeceğimizi, Türkiye Cumhuriyeti’nin İran-Suudi Arabistan olmayacağını dosta düşmana gösterelim.