29 Ekim 2008
KONUMUZ, kaçınılmaz olarak finansal kriz. Krizle yatıp, krizle kalkıyoruz. Çünkü kriz, bütün dehşetiyle bizi de içine aldı. Soruyoruz: Finansal kriz yüzünden benim parasal, menkul ve gayrimenkul yatırımlarım daha ne kadar değer kaybeder?
Alacaklarım var, tahsil edebilir miyim?
Borçlarım var, ödeyebilir miyim?
Finansal kriz, iktisadi krize dönüştü. İşler, tekrar ne zaman açılır?
İnsanlar, mesela ben, işsiz kalır, geçim zorluğuna düşer miyim?
Dünyayı yönetenler, yapmaları gerekeni yapıyorlar mı?
Türkiye’yi yönetenler, yapmaları gerekeni yapıyorlar mı?
Her krizden fırsat çıkar deniyor. Bunun için ben ne yapayım?
* * *
Geçenlerde bir ilán gördüm. Başlık şöyle; "Calculus öğren, kendine yeni bir dünyanın kapılarını aç!" Türkçe okunuşuyla kalkulus (calculus) kısaca "hesap" demek. Diferansiyel ve entegral hesap diye biliniyor. Micheal Starbird adında bir matematik profesörü, kendini tüm áleme "calculus" öğretmeye adamış. İnanın çok kolay diyor. Bunun için 1300 sayfalık bir kitap yazmış. Kendi ifadesiyle, iki sayfada doğadaki "değişim" ve "hareket"in anlaşılmasını sağlayacak iki temel kavramı yani "türev" ve "entegral"i anlatmış. Geri kalan 1298 sayfada uygulamalı örnekler vermiş.
* * *
Bildiğiniz gibi, yaşanılan finansal kriz "türev" ürünlerden çıktı. Olay kısaca şöyle gelişti. Önce insanlar gitti, bankalardan ipotek mukabili ödünç aldı. Ortaya bir "kredi sözleşmesi" çıktı. Bu sözleşmenin bir borçlusu, yani evi alan kişi; bir alacaklısı, yani ödüncü veren banka; bir de ödüncün teminatı olan taşınmaz mal vardı. Bu sözleşme teminat gösterilerek, ikinci bir sözleşme yapıldı. Sonra ikinci sözleşme, başka tür akitlerle harmanlanıp üçüncü sözleşme yapıldı, sonra dördüncüsü ve bu türetme işlemi belki de yüz kere tekrar edildi. Böylece ortaya kimsenin hesap bile edemeyeceği büyüklükte bir "türev ürünler stoku" çıktı. Toplam stokun 120 trilyon dolara vardığı söyleniyor. Böyle söylenince vatandaş bunu 120 trilyon dolar para battı diye anlıyor. Çok huzursuz oluyor.
* * *
Dünya’nın bütün sersem kurnazları bir araya gelse böyle bir serveti yüz yılda batıramaz. Reel olmayan ekonomide işlemler genelde "toplamı sıfır olan" oyunlardır. Birinin kárı, çoğunlukla diğerinin zararıdır. Reel zarar, esas olarak reel sektörden doğar. Buradan bankalara yansır. Soru: Türevi 120 trilyon dolar eden denklemin "entegrali" ne? Kaç paralık birincil işlem yapılmış? Teminatlarının değer kaybından oluşan zarar ne? Bende bu sorunun hazır bir cevabı yok. Birlikte bulmaya çalışalım. ABD’de de bir milyon ipotekli ev satılıkmış. Tanesi 500 bin dolar olsa, 500 milyar dolar eder. Başka batık kredileri de ekleyelim, taş çatlasın birinci işlemlerin toplamı 700 milyar doları geçmez. Teminatların değeri % 40 düşmüş olsa, kredilerin teminatsız bakiyesi 280 milyar dolar eder. Bu da, bırakın tüm Dünya’yı ABD için bile altından kalkılamayacak bir yük değildir.
Son Söz: Türev ürünlerin yarattığı sorunların türevi, sonsuzdur.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2008
HİÇBİR medeni ülkede, bırakın başıboş dolaşanını, sokakta tasmasız köpek dolaştırılmaz. Bu ülkelerde belediyeler, başıboş köpekleri derhal toplar. Köpeklerin sahibinin bulunması veya sahiplenilmesi için bir süre (genellikle iki hafta) bunlara bakar. Sonunda bu köpekleri kimse sahiplenmezse, hayvancıklar "uyutulur". Yani öldürülür. Bazı ülkelerde gönüllü dernekler, belediye barınağında bekleme süresi dolan köpekleri alıp özel barınaklarına götürür. Orada daha uzun bir süre bakar. Sahiplenilmesi için çalışır. Hatta doğal ömürlerinin dolması bile beklenir. Ancak, bu bir istisnadır.
* * *
Bizim de aralarına kabul edilmek istediğimiz "medeni ülkelerde" insanlar köpekleri çok sever. Orada sokak köpeği değil, ev köpeği vardır. Köpeğin yaşam mekánı evin içidir. Köpek, sahibinin can yoldaşıdır. Pek tabii kırsal alanda yaşayanlar için köpek, sadece bir "canlı oyuncak" (pet) değil, kır yaşamının vazgeçilmez bir yoldaşıdır. Köpek, diğer bütün hayvanlardan farklıdır. Kediden çok daha zekidir. Fedakárdır, sadıktır ve anlayışlıdır. Sahibi için köpek, hayvan değildir. Bir kişidir, ailenin bir ferdidir. Köpekler sahiplerini eleştirmez. İsterse sahibi, toplum düşmanı azılı bir cani olsun. Köpek için sahip, sahiptir. Sahibinin diğer insanlarla veya devletle olan ilişkileri, vergi veya esrar kaçakçısı olması, nüfuz ticaretiyle kısa zamanda zenginleşmesi köpeği ilgilendirmez. Köpek, sahibini "anası-babası" beller. En azgın ergin bir köpek bile sahibinin yanında çocuklaşır. Köpekler çocukları hem sever hem de kıskanır. Aynen kardeşler arasındaki gibi.
* * *
Türkiye’de köpek meselesi çok karmaşıktır. Türkler, kural olarak köpek sevmez. Kırsal kesimde faydalanmaya dayanan insan-köpek ilişkisinden söz etmiyorum. Bazı İslami mezheplere göre köpek (kelp) kirlidir. Eve köpek sokulmaz. Köpekle öpüşmek, ona yüzünü yalatmak normal bir Türk için tiksindiricidir. Buna karşılık Osmanlı’dan beri başta İstanbul olmak üzere kentlerimiz, başıboş köpeklerle doludur. 100 yıl kadar önce İstanbul’u ziyaret eden köpek sahibi ve köpek seven Avrupalılar, köpek sahibi olmayan ve köpek sevmeyen insanların yaşadığı bir kentte bu kadar çok sayıda "sokak köpeği" olmasını anlamamıştır. Bu durumu çok sakıncalı bulmuştur. Bunun üzerine ecnebilere ayıp olmasın diye İstanbul’daki sokak köpekleri belediye tarafından toplanıp, Hayırsız Ada’ya sürülmüştür. Ama halk, kayıklarla Hayırsız Ada’ya gidip köpekleri beslemiş, hatta bir kısmını şehre taşımıştır. Sonunda yöneticiler, halkın artan tepkisi karşısında daha fazla direnememiş, köpekleri geri getirip yeniden sokaklara salmıştır. Halen sokaklarımızda binlerce başıboş köpek kol gezmektedir.
* * *
Son yıllarda köpek sevmek moda olduktan sonra, sahipsiz köpeklerin sokaklarda yaşaması için savaşmak, bazılarımız için bir "life style" oldu. Medyada da çok sayıda "köpekperest" gazeteci yetişti. Bu kişiler, yurttaşlar ve belediyeler üzerinde ağır baskı uygulamaktalar. Sürekli yalan yanlış şeyler yazıp, kafa karışmakta ve uygar çözümü geciktirmekteler.
SON SÖZ: insana saygısı olan, başıboş köpeği sokağa salmaz.
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2008
İNGİLİZCEDE ismi "Game Theory" olan teori. Türkçede "Oyun Kuramı" adıyla anılıyor. Ancak "game" kelimesinin manası bu teori bağlamında "oyun", "kumar", "maç", "müsabaka" gibi kelimelerin anlamlarının bir karmasıdır; ama tek başına bunların hiç biri değildir. Öncelikle bunu zihnimize yazalım. Oyun kuramının üç temel unsuru vardır. Birincisi, oyunda mutlaka "ben" ve "karşı taraf" olmak üzere iki oyuncu vardır. İkincisi, oyunun sonunda mutlaka bir ödül veya ceza vardır. Üçüncüsü, kayıp ve kazançların toplamı sıfır değildir. Yani bir masada poker oynayanların, kazanç ve kayıplarının toplamının sıfır etmesi gibi cebirsel bir denklik yoktur. Oynanan oyundan her iki taraf da zararlı veya kárlı çıkabilir. İşte bu özelliği dolayısıyla oyun kuramının incelediği vakalara "işbirliği mümkün oyunlar" denir.
* * *
Hayat, insanları (veya şirketleri, siyasi iktidarları, devletleri) sürekli olarak bir veya birkaç oyunun tarafı olmaya mecbur bırakır. Oyun kuramı, bu ortamda "karar veren kişi"nin kendi veya temsil ettiği tarafın çıkarını kollarken, kendine veya temsil ettiği tarafa zarar verebileceğini anlatır. Bunun sebebi de insan davranışlarının "etkisel" değil "tepkisel" olmasıdır. Yani insan, oyun sırasında ortaya herhangi bir eylem veya davranış tarzı koyarken, karşı tarafın "muhtemel davranışını tahmin edip" altta kalmamak üzere bunun tasarımını yapar. Oyunun bir tarafı olarak, diğer tarafın, yani rakibin müteakip hamlesinin (o da bizi rakip gördüğü için) halisane değil, hasmane olacağını varsayar. Dolayısıyla ona karşı hasmane bir hamle yapar, böylece en azından kendini korumuş yani "berabere" kalmış olurum diye düşünür. Yani karşısında hasım bir rakip olmamış olsa, nasıl hareket edecekse öyle davranmaz. Burada teorinin özüne tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Seçilen davranış veya eylem biçimi tepkiseldir. Bu yüzden insanlar kendi yaptıkları ama beğenmedikleri davranışlarını (kararlarını) anlatırken, sanki kararı başkası almış gibi "bana kalsa öyle hareket etmezdim" diye söze başlar.
* * *
Dünya finansal krizi bugün "güven krizi" aşamasına gelmiştir. Güven krizi yüzünden insanlar olumsuz kararlar almakta ve ekonomik aktiviteyi yavaşlatmaktalar. Bankasına güvenmeyen mudi, mevduatını çekiyor. Müşterisine güvenmeyen banka, kredileri kesiyor. Hatta diğer bankaya güvenmiyor. Bu sebeple bankalararası kredi işlemi yapmıyor. Çünkü hep karşı tarafın kendisine zarar verebilecek davranışlar içinde olduğunu zannediyor. Paranın hareket etmediği yerde bereket de olmuyor. İşler daralıp, gelirler azalıyor. Gelir azalmasının adı "ekonomik kriz"dir. Bu kısır döngüyü kırmak için devlet (Merkez Bankası, Hazine ve Maliye) biz herkese güveniyoruz mesajı içeren kararlar alıyor. Kısaca güvensizlikten dolayı ortadan çekilen paranın yarattığı boşluğu, yeni para yaratarak dolduruyor. Halk, "nakit kraldır" derken, devlet nakdi uşak yapıyor.
SON SÖZ: Mikro çözümlerin toplamı, makro sorundur.
Özür: Cumartesi günkü yazının giriş bölümünde sayıyla yazılmış "son altı, yedi yıldır" ibaresi "son almış yedi yıldır" şeklinde çıkmıştır. Düzeltirim.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2008
TÜRK ekonomisi inat ve ısrarla uygulanan "yüksek faiz-düşük kur" politikası sayesinde son 67 yıl içinde hem enflasyonu düşürdü hem de büyüdü. Ama cari açıklarını sürdürülemez boyutlara taşıdı. Bu bir saadet zinciriydi ve bir gün kopması gerekiyordu. Tartışmalar, kaçınılmaz düzeltmenin "düzenli" mi, yoksa "düzensiz" mi olacağı üzerinde yoğunlaşıyordu. Yoksa düzeltme (yani cari açığın sürdürülebilir düzeye inmesi) gerekli değildir diyen yoktu. Pek tabii bu düzeltme sadece cari açığın küçülmesi gibi istenen bir sonuç doğurmayacak, "düşen büyüme hızı-artan işsizlik-yükselen kur-yükselen enflasyon" gibi istenmeyen sonuçlar da hásıl edecekti. Hatırlayacağınız gibi, düzenli düzeltmeye "yumuşak iniş", düzensiz düzeltmeye "sert iniş" adları uygun görülmüştü.
* * *
Türkiye’de ekonominin iyi gitmesi, büyük çapta dünyadaki konjonktürden (iktisadi iklimden) kaynaklanmıştı. Bir başka değişle, ezelden beri "el parasıyla zenginliğe girmek" sevdalısı olan Türkiye için küresel şartlar çok uygun bir fırsat yaratmıştı. Büyümesini ihracat üzerine kurgulayan Pasifik ülkeleri dünyayı ucuz sanayi malına boğdu. ABD de toplamda 7 trilyon dolardan fazla cari açık vererek, dünyayı dolara gark etti. Bu başka türlü olamazdı. Çünkü dünya dış ticareti, cebirsel toplamı sıfır olan süreçtir. Bir ülkenin ihracatı, diğer ülkenin ithalatıdır. Bu süreç, bir başka açıdan Amerikalıların, başkalarının mesela Çinlilerin tasarruflarını yemesi demekti. Bu da sürdürülemez bir durumdu. Bu yüzden ABD’de varlık (menkul ve gayrimenkul) fiyatları balon yaptı. Benzeri balonlar diğer ülkelerde de görüldü. Son iki yıldır Amerika’da bir "kriz" (düzeltme) beklentisi iyiden iyiye konuşulur olmuştu. Bizdeki konuşmalar oralarda da cereyan ediyor, düzeltme sert mi, yoksa "yumuşak iniş" şeklinde olacak sorusu soruluyordu. Bir kez daha söyleyeyim. Batıdaki krizin kök sebebi ABD’nin cari işlem açıklarıdır. Kötü kaliteli morgıç bunun bir türevidir.
* * *
Türkiye kendi düzeltmesini (krizini) beklerken başına dünyanın krizi geldi. Bu bir bakıma iyi oldu. Çünkü ekonomiyi yönetenler, hiç olmazsa "kabahat biz de değil; bakın tüm dünya krize girdi. Biz de o yüzden krize yakalandık" diyebilirler. Bir yerde haklı olurlar. Çünkü kimse, istenmeyen sonuçların ne kadarının içten, ne kadarının dıştan kaynaklandığını ispat edemez. Krizin dışarıdan kaynaklanmış olmasının esas iyi tarafı şudur. Batı bu krizi çözmek için: 1. Para arzını arttıracak, 2. Reel faizleri sıfıra yakın hatta eksi düzeyine indirecektir. Bu suretle, 1. Finansal krize sebep olan varlık fiyatları düşüşü tersine dönecek, 2. Banka kurtarmalarla artan kamu borçlarının bütçeye herhangi bir faiz yükü olmayacaktır. Batıda uygulanan bu krizden çıkış planı, Türkiye’nin işine çok yarayabilir.
* * *
Krizle birlikte petrol fiyatları düşmüştür. Acaba Batı’da finansal kriz hiç çıkmamış olsa, buna mukabil petrolün varili 250 dolara yükselse, bu arada Türkiye de 2006’daki gibi kendi devalüasyon krizini yaşasa, işler bizim için çok daha kütü olmaz mıydı?
Son Söz: Kriz, krizin kurdudur.
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2008
SADE bir vatandaş, uzaya ilgi duymaya başlamış. Dinleyici olarak katıldığı bir astronomi konferansından sonra, konuşmayı yapan uzay fizikçisinin yanına gitmiş. Konferanstan çok yararlandığını söyledikten sonra bilim adamına, "Bir ışık yılı, kaç dünya yılına tekabül eder" diye sormuş. Astrofizikçi, "Işık yılı zaman değil, mesafe ölçüsüdür" demiş. * * *
Finansal kriz çıktığından beri, ortalıkta uçuşan rakamlar astronomik hale geldi. Bunlar, bugüne kadar öğrenilen dünyevi iktisadi büyüklüklerle kıyaslanamaz. Bu büyüklüklerin ne anlama geldiğini bırakın sade vatandaşların, az çok iktisat okumuş kimselerin bile anlaması mümkün değildir. Mesela, 120 trilyon dolarlık çürük veya magazin diliyle zehirli (toksik) menkul değer varmış. ABD Hazinesi 850 milyar dolarlık kurtarma yapacakmış. Dünya merkez bankaları şimdiye kadar, finansal sisteme 1.2 trilyon dolar para şırınga etmiş. En son havadis de Paris’te bir sarayda toplanan Avrupa Birliği devletlerinin hükümet veya devlet başkanları, AB ekonomisini bir çöküntüden kurtarmak için kesenin ağzını açmışlar ve 2.5 trilyon dolarlık bir destekleme paketi üzerinde mutabık kalmışlar. Buyrun! Bir tane de buradan yakın. Eğer bu rakamları zihninizde mevcut "ekonomik büyüklük eksenleri" üzerine yerleştirmeye kalkarsanız kafayı yersiniz. İyisi mi, olan biteni şimdilik kenardan izleyin.
* * *
Finansal ekonomi birey için gerçek, toplum için sanaldır. Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım. Diyelim 2007’nin son aylarında İMKB fiyat endeksi 50 binin üzerinde seyrederken, endeks 25 binlerdeyken satın aldığınız hisse senetlerini satabilir ve "kağıttan, paraya geçerek" kárınızı gerçekleştirebilirdiniz. Çünkü ettiğiniz kárla kendinize "gerçek" bir ev veya otomobil alabilirdiniz. Ama bu kár gerçekleştirme hareketini, elinde hisse senedi olan bütün yatırımcılar birlikte yapamazdı. Birincisi, herkes kağıttan çıkıp, nakde geçmeye karar verince, satışa çıkan kağıtları alacak kimse olmazdı. İkincisi, devreye o güne kadar hiç kağıt almamış yeni yatırımcıların girdiği varsayılsa bile, bu kadar büyük bir arz karşısında endeks 25 binin bile altına düşerdi. Yani kár oluşmazdı.
* * *
Finansal krizi aşmak için alınan veya alınacağı söylenen önlemlerin hepsi sanaldır. Mesela AB ülkelerinin hepsinin bütçesi açıktır. (Ayrıca bütçe açığı mutlaka kötü bir şey değildir.) Yani halk değimi ile bu devletlerin kesesi boştur. Hiç boş kesenin ağzı açılınca, içinden 2.5 trilyon dolar çıkar mı? Bundan daha "okus pokus" yani sanal bir şey olur mu?
* * *
Bütün finansal kararların reel ekonomi üzerinde iki reel etkisi vardır. Birincisi, milli gelirin artması veya azalması, ikincisi ise milli gelirin bölüşümüdür. Alınan önlemleri bu kıstaslardan değerlendirmek gerekir. Toksik kağıt veya kesenin ağzı açıldı láflarına takılıp kalmayın.
SON SÖZ: Krizin çözümü para yaratmaksa, sınır uzaydadır.
Yazının Devamını Oku 11 Ekim 2008
TÜRKİYE’nin en önemli sorunu "Güneydoğu Kürt Meselesi"dir. Dünya’da yaşanmakta olan finansal kriz, büyük bir iktisadi kriz haline inkıláp etmeden atlatılacaktır kanaatimi hálá muhafaza ediyorum. İktisadi kriz, fakirleşme yani milli gelirin düşmesi demektir. Dünya’da bir iktisadi buhrandan söz edebilmek için, milli gelirler toplamının bir yıl içinde % 5’ten fazla düşmesi ve bu düşüşün iki-üç yıl sürmesi gerekir. Alınan finansal tedbirlerle, bankacılık kesiminde başlayan mali krizin, reel ekonomiyi mümkün mertebe az etkilemesi için tüm önlemler alınıyor. Gerektikçe yenileri ve daha büyükleri de alınacaktır. Bu krizden Türkiye de kötü etkilenecektir. Ancak bu kriz bundan öncekiler gibi geçecektir. Ama Türkiye’de, Kürt meselesi, bütün ağırlığıyla sürüp gidecektir. Bu siyasi mesele, ülkenin iktisadi kalkınmasının önünde çok önemli bir engeldir.
* * *
Sorunu, niçin Güneydoğu Kürt Meselesi diye adlandırdığımı bir kez daha anlatayım. Eğer 1000 yıldır Türkiye’de yaşayan Kürt’lerin tümü, yalnız Güneydoğu’da otursa ve ayrı devlet kurmak isteselerdi, bu meselenin adı sadece Güneydoğu meselesi olurdu. Eğer Kürt’ler ülke sathına aşağı yukarı eşit dağılmış olsalar ve sadece kültürel haklar talep ediyor olsalardı, sorunun adı Kürt meselesi olurdu. Ama ortada duran sorun bu iki meselenin toplamı değil çarpımı kadar büyüktür. Bu yüzden çözüm, o nispette acı olacaktır. En yakın canlı örnek, Bosna Hersek’in bölünmesidir.
* * *
Öncelikle "siyasi çözüm" önerme züppeliğini ortadan kaldırmak gerekir. Sahtekárlık, çözümden ne kastedildiğini açıklamadan, çözüm kelimesinin başına siyasi sıfatını koymaktır. Neyse ki Kürt davasını güden, özellikle kadın politikacılar, bu konuda erkekçe konuşmakta ve "T.C.’nin, tek devlet, tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak" dayatması sona ermeden bu iş hallolmaz demektedir. Bu ifadenin tersi "siyasi çözüm" gevelemesinin ta kendisidir. Zaten istenilen sonucu sağlayacak sivil yöntem hazır dururken, illaki askeri yöntem kullanılsın diye ısrarcı olacak ne bir ordu, ne de bir "terörist örgüt" olamaz. Türkiye’nin bütünlüğünü korumak veya bağımsız Kürdistan kurmak için çarpışanları hafife almak, davasına baş koymuş insanlara karşı saygısızlıktır.
* * *
İşin kötü yanı, bölücü örgütün değil ama Türkiye’nin "çözüm" yani varılacak "Nihai Resim" (Final Picture) konusunda kafasının karışık olmasıdır. Kafa karışıklığı yüzünden mesela, Jandarma komutanları, hem yeterli istihbarat yapmamakla hem de "istihbarat için teşkilat" kurmakla suçlanmakta ve hatta yargılanmaktadır. İnşa edilecek nihai tabloyu yani siyasi yapılanmayı zihinlerinde resmetmeye çalışan örgüt stratejistleri ve siyasi çözümcüler, öncelikle Türkiye’nin "bölünme haritası" ve "etnik temizlik" sorunlarının çözümlerini geliştirmelidir. Bu sorunlar "siyasi" çözümün kaçınılmaz sonuçlarıdır. Bunlar yapılmadan ve varılan mutabakat tüm toplumla paylaşılmadan, sorunu çözecek siyasi irade teşekkül edemez. Siyasi irade oluşmadığı sürece, silahlı iradenin egemenliği sürer.
Son Söz: Pabucun pahalı olduğu yerde, yalınayak dolaşan çok olur.
Yazının Devamını Oku 8 Ekim 2008
İKTİSATTA en büyük icat paradır. Peygamberimizin "rızkın onda dokuzu ticarettedir" dediği söylenir. Gerçekten ticaret, iktisatta "değer yaratma" denilen sürecin olmazsa, olmaz şartıdır. Rızkın esas kaynağı ticarettir. Çünkü aile ihtiyacından fazla üretilen bir mal veya hizmet, başkaları tarafından satın alınmamışsa, yani ticarete mevzu olmamışsa, iktisadi değer yaratılmamış demektir. Para icat edilmeden önce, ticaret takasla yapılıyordu. Takas, ticareti, dolayısıyla "rızkın artmasını" sınırlıyordu. Para icat edildikten sonra ticaret arttı. İpek Yolu ve Baharat Yolu denilen ticaret arterleri ortaya çıktı. Milletler zenginleşti. Kültürler kaynaştı, dünya büyüdü. Bunlar hep, para denilen "alet" sayesinde oldu. Dünyanın ilk "küresel parası" belli miktarda altın içeren madeni sikkelerdir. Altın, her yerde altın olduğu için, altın para gerçekten evrensel olarak kabul gören "sert para birimi" idi. İngilizce’de buna zaten "Hard Currency" denir. Kıymetli madenden para üretmenin de bir sınırı vardı. Çünkü kıymetli maden çıkarmak pahalıya mal oluyordu. Bu yüzden ticaret yeterince gelişmiyordu. Ticareti arttırmak için daha çok para gerekiyordu. Çare olarak önce ucuz madenlerden para üretildi. Birkaç yüzyıl önce de ilk káğıt paralar tedavül etmeye başladı. Şimdi artık para "káğıt" bile değil, sadece bir "kayıt". Üstelik bir sürü de ulusal para var ortalıkta.
* * *
Eski din kitaplarında dünyada "7 yıl bolluk, 7 yıl kıtlık" olacağı yazılıdır. Dolayısıyla, iktisadi hayatta "konjonktür" (dalgalanma) olduğu binlerce yıl önce saptanmıştır. O devirdeki konjonktürün sebebi, Nil nehrinin debisinde ortaya çıkan yıllık değişimlerdi. Demek ki, bu menkıbelerde reel ekonominin, tarım sektöründen kaynaklan krizlerinden söz edilmektedir. Günümüzün krizleri ise "reel olmayan, yani finansal" sektörden kaynaklanmaktadır. Yani bugünün krizleri, iktisadın en büyük icadı olan "para"dan doğmaktadır. Nasıl uçak icat edilmeden, uçak kazası olmamışsa, "para" icat edilmeden de parasal krizler de olmamıştır. Paranın, finansal krizlere sebep olmasının iki kök sebebi vardır.
1. Birincisi, çeşitli nedenlerle paranın satın alma gücünün zamanla azalması, yani mal ve mülk fiyatlarının artması, kısaca enflasyon;
2. İkincisi ise faizdir. Faiz, ödünç alınan ve zamanla değeri azalan paraya ödenen hem bir tazminat, hem de kiradır.
Enflasyon ve faiz ilişkisi, insanları spekülatör yapmıştır. Yani üretmeden, sadece pozisyon alarak, servet sahibi olma imkánı yaratmıştır. Eğer insanlar menkul ve gayrimenkul varlık fiyatının (değerinin) ödünç aldıkları paranın faizinden fazla artacağını "görürse" (speküle ederse) borçlanır. Üstelik de "finansal kaldıraç" kullanarak misliyle borçlanır. Eğer varlık fiyatlarının artacağı öngörüsü yaygınlaşırsa, varlık fiyatları balon yapar. Fazla şişen balon, sonunda patlar. Buna "önce buuum-sonra bomm" denir. Bireylerin spekülasyon yaparak zengin olabilmesi için, balon patlamadan önce pozisyon değiştirmesi şarttır. İşin en zor yanı burasıdır. Çünkü insanlar hep "bu böyle daha çok gider" diye düşünür. Sonunda mal ellerinde patlar. Çok kişinin balonu aynı anda patlarsa buna da kriz denir.
Son Söz: Mehmet için doğru olan hesap, millet için doğru olmayabilir.
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2008
BU kadar deprem uzmanı yerbilimci var, hálá deprem oluyor.
Bu kadar meteoroloji bilgini var, ama bir türlü yeterli yağmur yağmıyor. Bu kadar hekim var, ama hastalıkların kökü kazınamıyor. Bu kadar zayıflama uzmanı var, ama insanlar şişmanlamaya devam ediyor. Bu kadar iktisatçı var, ama iktisadi krizler çıkmaya devam ediyor. Bu kadar futbol uleması var, bizim takım yenilmekten kurtulamıyor. Şaka, şaka...
* * *
Fen bilimleri veya sadece bilim (science), doğada cereyan eden olayları tanımlayan, tasnif eden ve bunların aralarındaki sebep-sonuç ilişkisini saptamaya çalışan bilim insanlarının gözlemlerini, sözel ve sayısal dille kayıt altına almalarıyla oluşan bir bilgi birikimidir. Bilimin temel amacı, dün-bugün tablolarının ilişkilendirilmesinden kalkarak, bugünkü tablodan yarın ne gibi bir sonuç çıkacağını kestirebilmektir. Bilimin pragmatik amacı ise yarını şekillendirebilmektir. Ama istenilen tabloyu elde edebilmek için alet gerekir. Bu amaçla bilim, teknolojiyi doğurur. Teknoloji de doğanın kanunlarından yararlanarak, doğanın güçlerinin hem insana zarar vermesini engelleyecek hem de onlardan yararlanacak aletleri geliştirir.
* * *
Yazının Devamını Oku