Ege Cansen

Kriz, krizin kurdudur

24 Aralık 2008
TÜM dünyada yaşamakta olan iktisadi kriz hakkında hemen herkes yanıldı. IMF, Dünya Bankası, OECD veya baba bankalarının "baş" ekonomistlerinin yılbaşından Eylül ayına kadar yazdıkları raporlardaki tahminlerine bir bakın. Görülecek ki; kimse böylesi bir felaketi öngörmemiş. Başbakan saf, saf "kriz, bize teğet geçecektir" derken, iktisatçılar da ekonomilerde "ayrışma" üzerine makaleler döşeniyordu. Ayrışma kuramına göre, iktisadi kriz "gelişmiş" büyük ekonomilerde yavaşlamaya yol açacak ama "gelişen" ülkeler fazla etkilenmeyecekti. Hatta bu sayede küresel büyüme sürecekti. Çünkü dünya ekonomisindeki büyümeyi zaten başta Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya olmak üzere gelişen ekonomiler sağlıyordu. Türkiye de bu tabloda yıldızı parlayan ülkelerden biriydi. Meğer kazın ayağı öyle değilmiş. Kriz Türkiye’yi teğet değil, merkezden delip geçecekmiş. Küreselleşen dünyada ekonomik "ayrışma" olmazmış.

* * *

2008’in mart ayında İş Yatırım’ın "Geniş Açı Toplantısı"nda New York Üniversitesi’nden Profesör Roubini’yi dinlemiştik. Roubini’nin bize 9 ay önce verdiği konferansın metnini bugün tekrar okudum. Hoca, krizi gerçekten öngörmüş. Olacakları neredeyse bir, bir saymış. 2007’de dünya ekonomilerinde gözlemlenen "ayrışmanın" 2008’de "birleşme"ye dönüşeceğini ve ABD’de başlayan iktisadi daralmanın, tüm dünyayı etkisi altına alacağını yazmış. ABD alınacak parasal tedbirler, krizi önleyemez, ancak süresini ve şiddetini azaltabilir demiş. Helal olsun; işte "bilen" bir bilim adamı dedim. Roubini, konuşmasını özetlerken "Nakit, kraldır; riskli yatırımlardan kaçının" tavsiyesinde bulunmuş. Son sözü de "balon patladı, eğlence bitti" olmuş. Ne var ki; káhin Roubini bile, bugün yaşananlara bakınca, gelecek kötü günler hakkında nispeten yumuşak bir dil kullanmış. Demek ki krizin geldiğini görmek başka, boyutunu ve süresini kestirmek başkaymış. Kriz bir kez patladı mı, kendi gücüyle genişliyor ve derinleşiyor. Enerjisi tükenmeden, tahribatı bitmiyor. Allah yardımcımız olsun.

* * *

Roubini madem krizi bildi, çözümünü de bilir denebilir. Hoca alınması gereken önlemleri bir iki ay önce şöyle sıralamıştı:

a) Faizlerin düşürülmesi,

b) Mevduata tam güvence verilmesi,

c) Hacizlerin askıya alınması,

d) Finans firmalarına (sadece bankalara değil) nakit desteği,

e) Reel sektör kredilerinin arttırılması,

f) Bankaların sermayelerinin takviye edilmesi,

g) Devletin altyapı yarımlarını arttırması.

Krizden önce "nakit kraldır" diyen Roubini’nin önerilerini okuyunca, bu "nakdi tahtından indirme mekanizmasıdır" diyoruz. Öyleyse, krizi bitirecek politika, harcamaları arttırmaktır.

Son Söz: Nakit kralsa, büyüme uşaktır.
Yazının Devamını Oku

Faizler düşerken sıfıra

20 Aralık 2008
BAŞLIKTA sözü edilen sıfır faiz, ABD Merkez Bankası (FED) nın nominal (görünen) "borç alma" faiz oranının geldiği düzeydir. Yani bankalarda boşta para kalmışsa, onlar bunu yıllık % 0,25 (yüzde birin, dörtte biri) faizle FED’e yatırabilirler. Borç almak istiyorlarsa, ödemeleri gereken yıllık faiz de % 0,5 (yani yüzde yarım) olacaktır. Görünen faizden daha önemlisi, reel faizdir. Yani enflasyondan arındırılmış faiz. Düzeltme hem yatırılan anapara hem de alınan faiz için yapılır. Reel faiz, doğru olarak ancak geriye doğru hesaplanabilir. Çünkü bugün telaffuz edilen faiz "gelecek" yıla ait bir taahhüttür. Bugün bilinen enflasyon ise "geçen" yıla aittir. Gelecek yılın faizi, geçen yılın enflasyonuyla düzeltilemez. Düzeltmede faizle enflasyonun ayni yıla ait olmalıdır. ABD’de 2008 yılında enflasyon % 4 olmuştur. FED uzun zamandır, bu oranın çok altında faiz uyguluyordu. Demek ki, FED’in faiz haddi reel olarak "eksi" idi. Ancak ipotekli kredilerin faizleri bunun iki katıydı. Yani borçlular için faiz yükü reel olarak vardı. FED kendi faizini sıfırlarken, ticari hayatta geçerli faizleri reel olarak düşürmeye çalışmaktadır. FED’in amacı ödünç alma faizini (borç kaynak maliyetini) düşürüp, yatırım ve tüketim harcamalarını teşviktir. Bu da muhtemelen durgunluktan çıkmaya yetmeyecektir. O zaman devlet altyapı inşaatına girişecektir.

* * *

Para, ekonomik büyüme ve istihdam arasındaki ilişkileri yazarken Hocam Sadun Aren’i hatırlamamak olmaz. Sadun Hoca, "yüksek faiz, yatırımları caydırır; ama düşük hatta sıfır faiz bile yatırımları harekete geçirmeye yetmeyebilir" derdi. Biz elli yıl önce Sadun Hoca’dan bu konuları öğrenirken, sermaye hareketleri serbest değildi. Harcamaları frenleyecek yüksek faiz düzeyi denince, ulusal paranın faizi kastedilirdi. Hálbuki şimdi sermaye hareketleri serbest. Yani her ülkede her tür para (sermaye) at koşturuyor. Mesela Türkiye’de TL’nin faizi yüksekken, yatırımlar artıyordu. Çünkü girişimciler dövizle borçlanıyordu. Dövizin faizi hem düşüktü, hem de sıcak para girişiyle fiyatı ucuzluyordu. Dolayısıyla, Türkiye’de girişimci açısından, sermaye maliyetinin en düşük olduğu dönem, TL faizlerinin en yüksek olduğu yıllar olmuştur. Şimdi dövizle borçlanmak hem pahalı hem de riskli hale gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de faizler bugün "gerçekten" yüksektir. Üstelik hem iç, hem dış talep baygındır. Bu ortamda yatırım ve tüketim harcamaları artmaz. MB, bunun için faizi düşürmüştür.

* * *

Bu şartlar altında, ekonomik büyümeyi ve istihdam artışını sağlamanın çaresi kamunun "altyapı yatırımlarına" girişmesi olarak durmaktadır. IMF ise bunu Türkiye’de malî istikrar açısından sakıncalı bulmaktadır. Sabahtan akşama kadar davul zurna çalıp, IMF ile anlaşın diye hükümetin ensesinde boza pişirmenin bir álemi yoktur. Durum ciddi, tercih yaşamsaldır.

Son Söz: Gelse de paralar, bozulur avantalar.
Yazının Devamını Oku

Sendika tavize yanaşmıyorsa şirket iflas etsin daha iyi

17 Aralık 2008
AMERİKA’da "Üç Büyük" diye bilinen otomotiv şirketleri zora düşmüş halde kurtarılmayı bekliyor. Bunların içinde en büyüğü ve mali durumu en kötü olan GM (General Motors) en iyisi Ford’dur. Bu üç firmanın nakit sıkışıklığından çalışamaz hale gelmemesi için bir kurtarma paketi hazırlanmış. Ancak paket ABD Senato’sunca onaylanmadı. Paketi reddeden Cumhuriyetçi partili senatörlerin lideri şöyle konuşmuş. "Biz de Amerikan otomobil firmalarının hayatta kalmasını ve gelişmesini istiyoruz. Ancak bunun için vatandaşın kesesinden, bu firmalara milyarlarca para aktarmak tek çözüm değildir. Söz konusu şirketler, ’iflas anlaşması’ (konkordato) için yargıya gidebilir ve yargı nezaretinde yeniden yapılanma projelerini hazırlarlar. Hem alacaklıları ile anlaşır hem de işçi sendikasından yürürlükteki toplu iş sözleşmesinin şartlarını hafifletecek tavizler alabilirler. Amerikan halkı da elinden gelen gayreti gösteren işçi sendikalarını ve şirket yönetimini takdir eder ve onların ürettikleri arabalarını alır."

Senatörün "işçiler de taviz versin" sözüne çok bozulan sendika başkanı, "sendika düşmanlıklarını tatmin için kan emicilik yapıyorlar" diye ağır bir cevap vermekte gecikmemiş.

* * *

1. Amerika’da 15 kadar otomobil üreticisi var. Bunların üçü Amerikan, diğerleri "yabancı" firmadır.

2. Amerika’da satılan her 100 arabanın 54’nü yabancılar üretmektedir.

3. Gelişmiş ülkelerde, sanayide maliyetinin yüzde 70’ini işçilik (emek maliyeti) teşkil eder. Burada bahsedilen işçilik, satın alınan yarı mamul, ham madde ve hizmetler içindeki işçilikleri de kapsar. Benim daha önce Türkiye için yaptığım hesaplarda bu oran yüzde 65 olarak çıkmıştı.

4. Milli gelirin "faktörsel (kár, kira, faiz ve ücret) dağılımıyla" bu sonuçlar birbirini teyit etmektedir.

5. Amerikan otomobil firmalarında giydirilmiş saat ücreti 74, Amerika’daki "yabancı" firmalarda ise 44 dolardır.

6. Saat ücretindeki 30 dolarlık fark, Amerikan firmalarının işten çıkardıkları ve emekli ettikleri işçilere aylık ödemesinden de kaynaklanmaktadır.

7. General Motors’da her bir çalışana karşı 4.6 kişi, diğer Amerikan şirketlerinde ise, ortalama 3 kişi maaş alıyor.

8. Yabancı üreticiler, fabrikalarını teşvikli bölgelerde kurdukları ve işçileri de nispeten kıdemsiz olduğundan böylesi bir yük altında değiller.

9. Aşırı değerli dolar, ucuz ithal malları kullanan ABD tüketicini çok memnun etmişse de, sanayini rekabet edemez hale getirmiştir. (Bizim durumumuzun aynı.)

10. Krizle birlikte Amerikan halkının (ki bir kısmı sanayi işçisidir) daha düşük gelire razı olması kaçınılmaz hale gelmiştir. El atıyla binicilik buraya kadar.

Son Söz: Keskin sendika, şirketine zarar verir.
Yazının Devamını Oku

Türk olmanın dayanılmaz azabı

13 Aralık 2008
SEN Orta Asya’dan kalk, gel Anadolu’ya yerleş. Bu yetmesin Avrupa’ya geç, İstanbul’u fethet ve git ta Viyana kapılarına dayan. Karadeniz’i iç deniz haline getir. Ege adalarını ele geçir. Her dilden, her dinden insanları idaren altına al. Bu yenecek halt mı? Ne hakkın var başka milletlerin toprağını zapt etmeye? Üstelik ülkelerini elinden aldığın toplumlardan medeni de değilsin. Sonra bir gün kafan atsın, ortada fol yok yumurta yokken, asırlarca bir arada yaşadığın Rumları kov. Bu yaptığın yetmiyormuş gibi, bir milyon Ermeni’yi göçe zorla ve bir kısmının ölmesine sebep ol. Sonra biz aslında Kürtlerle kardeşiz diye bir yalan uydur; illaki tek bayrak altında yaşanacak diye dayat. Ülkendeki Kürtlerin kendilerine ayrı bir devlet kurma haklarını inkár et. Yapılacak iş mi bu? Git Kıbrıs’ın yarısını işgal et, oradaki Türklerin yaşam hakkı garanti altına alınmadan adadan çıkmam diye tuttur. Tüm bu yaptıklarından hiç nedamet getirme, günah çıkarma. Yukarıdaki ifadeler, liberal aydınlarımızın medyada yazdıklarından ve söylediklerinden benim çıkardığım bir özettir. Söylenenlerin iyi anlaşılması için tarafımdan biraz abartılmıştır.

* * *

Ben de şöyle diyorum. Bu anlatılanlar hayatın ta kendisi değil mi? Ne var bunda? Başkasının ülkesini işgal edip, onları yönetmeye kalkışmayan millet mi var? İngilizler, Almanlar, Amerikalılar, Japonlar, Ruslar, İsveçliler, Portekizliler, Çinliler, diğer ulusların topraklarına girmedi mi? Oraları yönetmedi mi, direnenlere karşı zor kullanmadı mı? Roma imparatorluğu, Roma’dan dışarı çıkmadı mı yani? Büyük İskender, acaba İskenderunlu muydu? Hiç Kızılderililer, kendi aralarında savaşmış mıdır? Birbiriyle savaşan Afrikalı kabile yok mu? Dünya hep barış içinde yaşamış, tek Türkler mi savaş çıkarmıştır? Nedir bu "Türk’ü, Türk’e yerme" kampanyasının amacı? Niye ecnebi yerliler, Türkler üzerinde "tarihine bir bak, mücrim gibi titre ve özür dile" baskısı uyguluyor? Bu kadar suçlanmayı, aşağılanmayı kesinlikle hak etmiyoruz.

* * *

Hıristiyan kültürüne göre, dünyayı yaratan Tanrının, yaşamın nasıl olacağına ve dünyanın nasıl yönetileceğine dair bir tasarımı vardır. Buna "God’s Plan" yani "Allahın Planı" denir. Planda olup dünyada olmayan bir şey varsa, o tesis edilmeli; planda olmayan ama dünyada olan bir şey varsa o da ortadan kaldırılmalıdır. Bu, Hıristiyanların ama öncelikle Avrupalı olanlarının ödevidir. Buna din dilinde "misyon" denir. God’s Plan, medenilerin, medeni olmayan toplumları yönetmesini ister. Birinci öncelik de medeniyetsiz Türklerin yönetiminde yaşayan Hıristiyanların kurtarılmasıydı. Bu seferberliğe "The Relief of the Eastern Christians" adı verilmişti. 1800’lerden itibaren Osmanlı’ya yapılan dış baskıların ahláki gerekçesi buydu. Bizim aydınlar hálá bunu savunuyor; hayret doğrusu.

Son Söz: Medenileşmeye evet, medenileştirilmeye hayır.
Yazının Devamını Oku

Ey balyoz! Geldiysen vur

10 Aralık 2008
BUGÜN bayram; kutlu olsun herkese. İnsanın beklemediği bir iyilik veya güzellikle karşılaşınca çok sevinmesine "bayram etmek" denir. Bayram etmenin bayramla ilgisi hem vardır, hem de yoktur. Bayram eden varsa, bayram ettiren de olmalıdır. Bayramlar, işte bunun için vardır. Bayramda, beklenmedik iyi bir şey olduğu için değil, sırf o gün bayram olduğu için bayram edilir. Kendi imkánlarıyla veya kendi kendine bayram edemeyenleri; yalnızları, yoksulları, güçsüzleri, çocukları, yaşlıları, hastaları "bayram ettirme" günüdür bugün. Herkesin birilerini "bayram ettirme" gücü mutlaka vardır. Kimseyi mutlu ettiremeyecek kadar güçsüz insan yoktur. Yeter ki; murat edilsin. Bir çift tatlı sözün maliyeti mi var Allah aşkına? Dağarcığınızda ne kadar gönül alıcı söz varsa harcayın gitsin. Her şeyin kıtlığı olur, gönül alıcı davranmanın kıtlığı olmaz.

* * *

Maşallah Büyükşehir Belediyemiz toplu taşıma sistemi inşasında çok büyük projeleri peş peşe devreye sokuyor. Belediyemiz trafik sorunu "inşaat mühendisliği" ile çözülür iddiasında. Ben de "sistem mühendisliği" ile çözülür diyorum. Hazır belediyemiz milyarlar harcayarak fiziki ulaşım projelerini hayata geçiriyor, ben de halkımı trafikte nasıl bayram ettirebilirim diye düşünüyordum. Birden hatırıma benim meşhur "trafik sıkışıklığını balyozla açma" projesi geldi. Projemi, ısıttım, sofraya tekrar koyuyorum. Ittılaınıza arz ederim.

1. İstanbul’da ulaşım hızının çok düşük olmasının sebebi yolların yetersizliğidir. Yolların yetersiz kalmasının sebebi de yolların otopark olarak kullanılmasıdır.

2. İki şeritli bir yolun otopark olarak kullanılan sağ şeridi trafiğe açılsa, yolun kapasitesi yüzde 100 artar.

3. Şehrin yol kapasitesini bedava arttırmanın tek çaresi, özellikle ana yolları "otopark"lıktan çıkarmaktır.

4. Yoların kenarına dikilen "park edilmez" veya "durulmaz" levhalarının, hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

5. Park yasağını uygulamak için zecri bir yaptırıma ihtiyaç olduğu açıktır. Araç çekmek, yolu açmaz; aksine tıkar.

6. Zecri yaptırım aleti, uzun saplı 5 kiloluk balyozdur.

7. Park edilmez levhasının altında park eden araçların, yalnız arka camları; durulmaz levhasının veya köşe çıkıntılarının önünde park eden araçların ön camları; dört yönlü çakarlarını yakıp, ikinci sıra park eden araçların hem ön, hem de arka camları kırılmalıdır.

8. Bu işlem için, önce trafik polisleri bir zabıt tutacaktır. Tutulan zabtın bir sureti, aracın şoför pencere camına zamkla yapıştırılacaktır.

9. Arkadan gelen balyozla cam kırma ve cam kırıklarını süpürme ekibi, zaptın gereğini yapacaktır.

Teklif benden, takdir yüce millettendir.

Son Söz: Her trafik kuralı ihlalinde, küçük bir bireysel kár ve mutlaka çok büyük bir toplumsal bir zarar vardır.
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın avukatlığını yapmak

6 Aralık 2008
ÇOK açık şekilde anlaşılıyor ki, ekonomik krizden çıkmak için uygulanması gereken plan, program, tedbirler paketi veya adı her ne ise izlenecek yol konusunda Başbakan ile özel sektörün görüş ve düşünceleri aynı değil. Ben bu noktada Başbakan’ın tercih ettiği alternatiften yanayım.

1. TÜSİAD, TOBB veya kısaca özel sektörün krizden çıkmak için önerdikleri dört başlık altında toplanabilir:

a) IMF ile anlaşarak döviz girişini emniyete almak.

b) Yüksek faiz-düşük kura devam etmek.

c) İç piyasayı canlandıracak vergi indirimleri yapmak.

d) Kamu harcamalarını arttırmamak.

2. Başbakanın planı ise şöyle özetlenebilir.

a) Yüksek faiz-düşük kurdan vazgeçmek.

b) Kamu gelirlerini azaltmamak.

c) Ekonomiyi ihracatla canlandırmak.

d) Bu hususlarda mutabık kalınca IMF ile anlaşmak.

Yukarıda yazılanlar benim zihin okumamdır. Mutlaka kendi zihnimden yansımalar içerir. Taraflar, hayır biz böyle planlar önermedik diyebilirler. O zaman yukarıdaki maddelerin hangisini düşünmediklerini açıklamak da onlara düşer.

* * *

Türk ekonomisi, Amerika’da başlayan dünya krizinden, cari işlem fazlası veren ülkelere göre farklı şekilde etkilendi. Bankalarımız ve özel sektörümüz, dış áleme borçluydu. Dolayısıyla, bankalarımızın

bilánçosunda "yabancı çürük alacaklar" bulunması ihtimali azdı. Bu bakımdan Türk finansal kesimi bir "toksik varlık" sorunu yaşamadı. Buna mukabil yurt dışındaki finansal enstrümanlara para bağlamış zenginlerimiz epey darbe aldı. Bunun böyle olması cebirsel bir sonuçtur. Buna mukabil, Türk ekonomisi krize "aşırı değerlenmiş Türk Lirası" ile yakalandı. Tabii Türk Lirası kısa sürede yüzde 40 oranında devalüe oldu. Bunun sonucunda, yabancı para borcu olan sanayi şirketlerinin ve onların finansörü olan bankaların nakit akışı bozuldu. Bankalar can derdine düştü ve paranın üstüne oturarak nakit krizi yarattı. Döviz kurundaki yükseliş, şirketlerde ve özellikle bankalarda bilánço bozulmasına yani "sermaye yetersizliği"ne yol açtı. Bu yeni tablo dış bankalar indinde "Türkiye kaynaklı aktiflerin" kalitesini düşürdü. Dışarıdan borçlanma imkánı daraldı ve pahalılaştı.

* * *

Kriz bir kez başladı mı "kendi kendini besleyen" bir süreçle genişler ve derinleşir. Krizden çıkmak için ekonominin "kendi kendini düzelten" mekanizmalarının devreye girmesi gerekir. Türkiye’de bu mekanizmanın işlemeye başlaması için "faizlerin düşüp, kurların yükselmesi ve kamu harcamalarının artması" gerekir. IMF buna destek olmalıdır. Londra bankerleri ve onların işbirlikçileri bunu anlayamasa bile, zannediyorum banker kafalı olmasına rağmen, IMF bunu anlayacaktır.

Son Söz: Geç olsun, yanlış olmasın.
Yazının Devamını Oku

Paranın piyasa fiyatı yoktur

3 Aralık 2008
CUMARTESİ günkü yazımda, gazetelerde yer alan, ABD devletinin krizden çıkmak için yeni hesapla 8 (eskisi 5) trilyon dolar harcama yapacağı ifadesinin yanıltıcı olduğunu yazmıştım. Ne ABD ne de diğer ülkeler, böylesi paralar harcamaz, harcayamaz demiştim. Bu bağlamda kullanılan "harcama" veya "kesenin ağzını açma" ibarelerinin herkesin anladığı "para harcama" anlamına gelmediğini somut örneklerle anlatmıştım. Bilhassa, bu kabil harcamaları, savaş harcamalarıyla kıyaslamanın mümkün olmadığını söylemiştim. Krizden çıkmak için yapılacak harcamalar, tüketim veya yatırım harcamaları değil "transfer" harcamalarıdır. Mesela bir babanın oğluna verdiği harçlık, babanın yaptığı bir tüketim veya yatırım harcaması değildir. Sadece bir transferdir, yani aktarmadır. Transfer harcamasının tüketime mi, yoksa yatırıma mı gideceği, yoksa hiç sarf edilmeyip, tasarrufa mı ayrıldığını anlamak için, alanın (oğlun) hareketlerini bir süre izlemek gerekir. Devlet harcamalarının, modern kapitalist ekonomilerde birinci işlevi, mal veya hizmet üretmek veya tüketmek değildir. Üretimi şirketler, tüketimi hane halkı yapacaktır. Devlet harcamasının esas işlevleri: 1) Ekonomiyi yönlendirmek ve 2) Milli geliri veya "milli serveti" vatandaşlar arasında yeniden dağıtmaktır. Daha da önemlisi bu kabil transferler, geçmiş yılların değil, gelecek yılların gelirleriyle ilgilendirir. Zaten her karar, yarına aittir. Çünkü dünü değiştirmek esasen mümkün değildir.

* * *

Geçen hafta sonunda Bahçeşehir Üniversite’nin tertiplediği bir bilgi şölenine katıldım. Columbia Üniversitesinden üç iktisat profesörü, Nobel ödüllü Robert Mundell, Arvid Lukauskas ve Francisco Rivera-Batiz, yaşanmakta olan dünya krizini anlattılar. Mundell’in sunumu iki bölümdü. Birinci bölümde krizin "hikáyesini" dinledik. O kısmı anlatmasa da olurdu. İkinci bölümde krizlerin ve özellikle bu krizin kuramsal tahliline yaptı. Vitaminli bilgiler buradaydı. Ertesi gün kendisiyle bir saate yakın konuştum. Fikirlerini biraz daha iyi anlamaya çalıştım. Dikkat ettim, Mundell, tam anlamadan hiçbir soruyu yanıtlamıyor. Önce soruyu, karşı sorularla netleştiriyor, sonra yanıtlıyor. Bazını da hiç yanıtlamıyor. Mundell’den bazı saptamalar aktarmak istiyorum.

1. Para, herhangi bir mal değildir. Paranın fiyatının (kurların) "piyasa fiyatı" yoktur. Çünkü her para biriminin arkasında tekelci bir Merkez Bankası vardır.

2. Dalgalı kur sistemi, istikrarsızlık kaynağıdır.

3. Finansal ekonomi, reel ekonominin ayna görüntüsüdür.

4. Euro-Dolar kurunun aşırı dalgalanması kötüdür, özellikle Türk ekonomisi için istikrarsızlık sebebidir.

5. Dünya mali sistemi yeniden kurulamaz, olan geliştirilir.

6. Fransa’nın derdi ABD dolarını tahtından indirmektir.

7. Ulusal paralar devri bitmiştir.

Son Söz: Piyasada gördüğün her fiyat, "pazar fiyatı" değildir.
Yazının Devamını Oku

Akümülatör dişli sıyırdı

29 Kasım 2008
GENEL müdürlüğüne kadar yükseldiği Arçelik’te, şimdi aramızda olmayan arkadaşım Ünsal Anıl’la uzun yıllar birlikte çalıştık. Katıldığımız toplantılarda ve okuduğumuz yazılarda, mantıken doğru ama gerçeğe uymayan açıklamaları tanımlamak için küçük cümleler geliştirmiştik. Bunlardan biri de "akümülatör dişli sıyırdı" ibaresiydi. Akümülatör dişli sıyırdı, mantıken doğru ama fizik olarak yanlış bir ifadedir. Çünkü akümülatörde dişli yoktur. Ama akümülatörün içinde dişli olmadığı bilinmiyorsa, "otomobil niçin hareket etmiyor?" sorusuna, "akümülatör dişli sıyırmış" diye verilen cevabın yanlış olduğunu dinleyenler, mantıken anlayamaz. Hele, hele bu açıklamayı teknisyen elbisesi giymiş biri yapmışsa, birçok kişi susup, kabullenir.

* * *

İktisat bu kabil saçmalamalara çok uygun bir alandır. Çoğu zaman sadece dinleyenler değil, konuşan bile saçmalamanın farkına değildir. Benim en büyük kábusum konuşma veya yazılarımda böyle bir duruma düşmektir. Bunun için her önlemi almaya çalışırım. Yine de bazen yazılarımda "acaba saçmaladım mı?" diye geceleri uykudan kan ter içinde uyandığım olmuştur.

* * *

Şimdi size, iktisadi haberlerde geniş yer alan bir "akümülatör dişli sıyırdı" hikáyesi anlatacağım. Yapılan hesaplara göre, ekonomisini krizden çıkarmak için ABD’nin yaptığı harcamaların toplamı 8 trilyon doları geçmiş. Bu miktar ABD’nin bugüne kadar girdiği tüm savaşlarda harcadığı paradan bile büyükmüş. Belirteyim; bu ifadenin orijinali Amerikalılar tarafından kaleme alınmıştır. Doğru İngilizceyle yazılmış bir şeyin, yanlış olması mümkün müdür? Evet, mümkündür.

* * *

Devletin belli bir işe para harcaması, öncelikle o işte veya projede çalışacak yeni personel istihdam etmesi ve fiilen maaş ödemesi ve veya askerlikte olduğu gibi onların her türlü ihtiyacını karşılaması gerekir. Buna ilaveten, fiilen harcama yapmış olmak için bina inşa etmek veya satın almak, bunların içini donatmak ve döşemek, makine teçhizat almak, malzeme tedarik etmek ve pek tabii bu envanteri tüketmek veya eskitmek gerekir. Ulaşım, taşıma veya herhangi bir iş yapmak için enerjiye ihtiyaç vardır. Yani devlet, ekonomiyi krizden çıkarmak için, savaşlardaki gibi para harcamış olması için petrol veya başka enerji kaynaklarını tüketmiş olmalıdır. Daha önemlisi harcamanın büyüklüğü, mücadelede geçen zamanla doğru orantılıdır. Yani çok harcama yapmış olmak için çok zaman geçmiş olmalıdır. Eğer fiziki harcama yapılmamış ve harcama için gerekli zaman geçmemişse, ABD’nin veya önlem paketi açıklayan ve bunları devreye sokan herhangi bir devletin 8 trilyon dolar veya kendi paketiyle mütenasip yüz milyarca dolar harcamış olması maddeten imkánsızdır. Soru: Kriz bağlamında "harcama" ne demektir? (Cevabı, az sonra.)

Son Söz: İktisat bilimse, termodinamik kanunlarına tabidir.
Yazının Devamını Oku