Ege Cansen

Et fiyatları ve işsizlik

13 Şubat 2010
YAZININ başlığından da anlaşılacağı üzere, Türkiye’de et fiyatlarının pahalılaşması ile işsizliğin yükselmesi arasındaki çelişki olduğunu irdelemek istiyorum. Konuya iki iktisadi kuraldan bahsederek gireceğim.

1. Kişi başına milli geliri düşük ülkelerde, gıda fiyatları milli geliri yüksek ülkeler göre düşüktür.

2. Milli geliri yaratan katma değerin yüzde 70’i emektir. Yani herhangi bir maddenin maliyetinin yüzde 70 ücretlerden oluşur.

* * *

Gelelim bu kuralların açıklamasına:

Yazının Devamını Oku

Demokrasi, diktacılardan öğrenilir

10 Şubat 2010
YÜZ yaşını tamamlamasına 10 yıl kala, kafasına yediği son bir balyoz darbesiyle “Cumhuriyet” ciddi şekilde sersemledi. Demek kısmet buraya kadarmış.

Cumhuriyet bundan önce de saldırılara maruz kalmıştı. Ama bu seferki kadar iyi planlanmışına hiç uğramamıştı. Doksan yaşının verdiği yorgunluk ve idealleri uğruna işlediği günahlar da hesaba katılırsa, ismen yaşamaya devam etse bile, ruhunu teslim etmekten başka çaresi kalmadı. 

* * *

Cumhuriyetin ruhu nedir? Özetleyim: 

1. Tam bağımsızlık. Büyük devletlerin oyuncağı olmamak.

Yazının Devamını Oku

Yunanistan’da Osmanlı ekonomisi

6 Şubat 2010
BİN bir zahmetle kurulan Avrupa Para Birliği ve onun eşsiz ürünü olan ortak para birimi “Euro” çökme tehlikesiyle karşı karşıya.

Bunu ben değil, adı kâhine çıkmış iktisatçı Nouriel Roubini söylüyor. Pek tabii iktisatçıların ileride “dediğin çıkmadı” lafını duymamak için mutlaka kullandığı bir cümleyi de ilave ediyor. Çökecek dediysek bir iki yıl içinde değil, bu gidiş onu gösteriyor diye öngörüsünü sulandırıyor. Roubini’ye göre bu çöküşün müsebbibi Yunanistan ve biraz da İspanya’dır. Pekiyi bu ülkelerin ekonomilerindeki ortak özellik nedir? Onu da ben söyleyeyim: Çok yüksek bütçe ve dış açıklarıdır.* * *

Söz açıktan açılmışken hatırlatayım. Bir de ünlü “ikiz açık” vardır. Anlamı, ülkenin “tasarruf açığı” ile “dış açığı”dır. Hemen söyleyeyim, bu açıklar ikiz falan değildir. İkiz açık deyimi,  totolojidir. Yani tarif olarak mantıken aynı olan iki şeyi, sanki ikisi ayrı şeylermiş gibi ifade etmektir. Bir ülkede “tasarruf açığı” diye bir nebat olamaz. Çünkü tasarruf, tüketilmeyen milli gelirdir. Toplam değişmediğine göre tasarruf açığı yerine “tüketim fazlası” var da denebilir. Bir meslek büyüğümüz belli bir bağlamda, dış açığın sebebi ülkenin tasarruf açığıdır ve bu iki açık birbirine eşittir demiştir. O gün bugündür bu ezber sürer gider. Ulusal ekonomilerde “dış açık” ve kamu kesiminde de “bütçe açığı” olur.

* * *

Yunanistan’ı Avrupa’nın “hasta adamı” yapan ve son hesaplara göre milli gelirinin yüzde 12.7’sine çıkan bütçe açığı değildir. Esas sebep bu 440 milyar dolara varan dış borçlarıdır. Bu, milli gelirinin yüzde 125’ine tekabül etmektedir. Yunanistan Euro bölgesindedir. Dış açıklarını Euro ile borçlanarak finanse etmiştir. Euro da AB’nin para birimi olduğu için Avrupa Para Birliği mikrop kapmıştır. Eğer Yunanistan AB üyesi olmamış olsa ve ulusal parası ile bütçe açığı verip, dış açıklarını döviz borcuyla kapamış olsaydı, Yunan parası (Drahmi) borç bini aşmadan devalüe olurdu. Devalüasyonla birlikte enflasyon yükselirdi. Yükselen enflasyon ulusal parayla alınan iç borçları reel olarak küçülür, devalüasyonun etkisiyle de dış açık kapanırdı. Ama Yunanistan’ın parası Euro, döviz olduğu için bu “düzeltici otomatik mekanizma” çalışmamaktadır.  * * *

Gördüğünüz gibi Yunanistan’ın iktisadi çuvallaması, Türkiye’de yaşanan krizlere ne kadar benziyor. Anlaşılan onlar da Osmanlı’nın “canın çok para harcamak istiyorsa haraç al; alamazsan borç al” düsturunu uygulamış. Ama Euro’yu bol bulunca orasına burasına sürmüş. Osmanlı iktisat geleneğini sürdüren Yunanlı dostlara, orijinal Osmanlı olarak bir tavsiyem var. Durumu fazla dert etmeyin. Hemen çamura yatın. Bize borç vermeseydiniz bizim de borcumuz olmazdı deyin. Bırakın sizin meselenizi Almanlar halletsin. Onlar alışıktır.

Son Söz: Bir günah için iki kişi gerekir.

Yazının Devamını Oku

Popülist hukuk

3 Şubat 2010
KASIM ayı başında Metrobüs’le yolcu taşıma fiyatlarına yüzde 33 zam yapılmıştı. Bunun üzerine CHP İstanbul milletvekili Mehmet Sevigen ve Halkevleri Genel Sekreteri Avukat Oya Ersoy, bu zammın iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle İstanbul İdare Mahkemesi’nde bir dava açmıştı.

Mahkeme de bu talebi yerinde görerek yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Büyükşehir Belediyesi, mahkemenin verdiği “zammı durdurma” kararına Bölge İdare Mahkemesi nezdinde itiraz etti. Ancak Bölge İdare Mahkemesi belediyenin itirazını reddetti. Kısaca zam durduruldu. Herhalde Büyükşehir Belediyesi zam kararından vazgeçmeyecektir. Çünkü İETT’nin gelir açığı vardır; zararın büyümemesi için bir fiyat yükseltmesi gereklidir deniyordu. Muhtemelen daha düşük bir fiyat zammı yürürlüğe konacaktır.

* * *

İktisatçılar, siyasi iktidarların “halk yardakçısı” (popülist) kararlar almasına karşıdır. Popülizm, ilk bakışta halkın lehine gibi duran ama aslında halkın lehine olmayan iktisadi kararlar almaktır. Bugünlerde adı sıkça geçen ve adına “Mali Kural” (Fiscal Rule) denilen düzenleme buna dairdir. Hükümetin kendi kendine “Mali Kural” koymasının amacı, iç ve dış finans çevrelerine “mali istikrara önem veriyoruz” mesajı vermektir. Bu kurala göre merkezi hükümet ve belediyeler, bütçe açıklarını büyütecek harcamalar yapmayacaktır. Bu kuralın kapsamına kamu kuruluşlarının piyasaya sunduğu hizmetlerin fiyatlarına gerektiğinde zam yapılması da girer. Demek ki sadece karşılığı olmayan harcama yapmamak değil, kamu kuruluşlarında gelir açığı doğuracak düşük fiyat politikası izlenmesi de “Mali Kural”ı zora sokar.

* * *

Yazının Devamını Oku

Dünya, Mars’a çok borçlandı

30 Ocak 2010
GÜNDEMDE dünya devletle-rinin giderek artan kamu borçları var.

Dendiğine göre, kamu borçlarının milli gelire oranı belli bir yüzdeyi geçmemeliymiş. Mesela yüzde 60. Eğer geçerse bu çok kötü bir şeymiş; ne yapıp, yapıp bu oran düşürülmeliymiş. Yoksa devletler, bu borçları geri ödemek için vatandaşa yeni vergi salmak mecburiyetinde kalırmış. Ufukta bu tehlikeyi gören vatandaş da “eyvah, ileride ümüğüm sıkılacak” korkusuna kapılır ve yemeden içmeden kesilirmiş. Yani tüketimini kısar, ekonomiyi yavaşlatırmış. Al sana yeni bir kriz nedeni.

Diğer yandan krize giren ekonomileri canlandırmak için, merkez bankalarının faizleri düşürüp piyasaya para şırıngalaması yani gevşek para politikası izlemesiyle birlikte; devletin, hem harcamalarını arttırması hem de vergileri indirmesi gerekir deniyor. Tabii bunun sonucunda kamu borcu da artıyor. Nitekim ABD Başkanı
Obama son nutkunda hem vergileri indirip hem de kamu harcamalarını arttırdığını iftiharla ilan etti. Yani ABD’nin kamu borçlarının artmış olmasından hiç yakınmadı. Gel de çık işin içinden; krizden çıkmak için alınan her tedbir meğer bir sonraki krizin sebebi olurmuş. Ört ki; ölem!

1. Borç bir bilânço kavramıdır. Yani ortada bir borçlu varsa, mutlaka bir alacaklı da vardır. Borç ödenirken, almış olan verir; vermiş olan alır. Para sistemde kalır. 

2. Devlet, kural olarak kendi vatandaşından borçlanır. Yani kamu borcu “iç borç”tur alacaklısı da o ülke halkıdır.

Yazının Devamını Oku

Kürt açılımının anatomisi (II)

27 Ocak 2010
BUGÜN ikinci bölümünü kaleme aldığım bu yazı için, hocam Fuat Çobanoğlu’nun 1960’da bizlere “başucunuzdan ayırmayın” dediği Yönetsel Davranış adlı eserden yararlandım.

Bu kitabı 1945’de kaleme alan Herbert Simon (D: 1916 ; Ö: 2001) 1978’de Nobel iktisat ödülünü almıştır. Simon “Yapay Zekâ”nın kurucusu kabul edilir. Çok yönlüdür ama esas siyaset bilimcisidir. Problem çözme ve karar verme onun çalışmalarının odağını oluşturur.

* * *

1. Sorunlar ve çözümler bir “amaç araç” zinciri oluşturur. Gerek sorun büyütülür, gerek çözüm geliştirilirken ortaya çıkan olaylar birbirine “maksada hizmet eder veya etmez” halkalarıyla bağlanır. İktisatçı gibi düşünme burada devreye girer. Kurulan bağlantıların mantıki doğruluğu yeterlidir. Şüyu veya vuku bulan olayların “hakiki veya sahte” olması önemsizdir. Ahlaki değerleme yapılmaz.

2. “İYİ” veya “KÖTÜ” amaç-araç zincirinin son halkasıdır. İYİ/KÖTÜ tamamen öznel, yani sübjektiftir. Mesela nihai İYİ amaç “insanların bu dünyada mutluluğudur” veya ahirette “cennete gitmeleridir” denebilir.

Yazının Devamını Oku

Zurna zorlanıyor

23 Ocak 2010
AVRUPA Birliği’nin sağlam bir iktisadi temele oturabilmesi için “Avrupa Para Birliği”nin kurulması çok önemliydi.

Avrupa Para Birliği’nin ete kemiğe bürünmüş hali “Euro” denilen para birimidir. Euro’nun adı her ülkede biraz değişiyor. Türkçesi Avro olsun deniyor. Ama Türkiye, Avrupa Para Birliği’ne girinceye kadar ben bu kelimeyi kullanmayacağım. Çünkü Euro, henüz yabancı paradır. Euro’nun AB içinde “yasal para” olması üye ülkelerinin ulusal ekonomilerini bir potada eritip birbiriyle uyumlu hale getirilebilmesi için elzemdi. Ancak Euro, her yasal para biriminin arkasında olması gereken “bir merkez bankası ve bir maliye bakanlığı” şartlarını sağlamıyordu. AB’de ortak bir merkez bankası kuruldu, ama ortak bir maliye bakanlığı kurulamadı. Euro, topal doğdu. 

* * *

Tek para birimi, tek faiz haddi demekti. Böylece Euro bölgesine giren ülkeler arasındaki ticarette kur ve faiz riskleri sıfırlayacaktı. Bu sayede üye ülkelerde gerek kamu gerek iş âlemi daha rasyonel kararlar alacaktı. Ancak Euro’nun arkasında tek bir maliye bakanlığı olmadığı için, nispeten gayri ciddi Avrupalı hükümetlerin Euro’yu zedeleme ihtimali vardı. Bu olmasın diye üye ülkelerin hükümetlerine “mali kural”a uyma sorumluluğu yüklendi. Özetle bütçe açıkları ve kamu borçlarına tavan getirildi.

* * *

Yazının Devamını Oku

Kürt açılımının anatomisi

20 Ocak 2010
“KÜRT Açılımı” gayet profesyonelce yönetilmektedir. Açılımın pişirildiği mutfakta ve halkın yemesi için sofraya konumunda görev alan uzmanlar iyi çalışıyor. Böylesi karmaşık bir proje hayata geçirilirken ortaya çıkabilecek olumsuzlukların hepsini öngörmek ve bunlara hâkim olmak mümkün değildir. Ancak planlama aşamasında “ne olursa, nasıl davranılacaktır” hallerini kapsayan senaryo çalışmaları yapılır. Anlaşılan bu yapılmıştır. Nitekim Habur’da Kürtlerin sahnelediği “Muzaffer Savaşçıların Dönüşü” şenlikleri karşısında soğukkanlı davranılmıştır. Çeşitli kent ve kasabalarda sergilenen “intifada” gösterilerinde nümayişçilere sadece su sıkılmıştır. Polisin davranışı, yerel idarecilere merkezden kesin talimat verildiğini göstermektedir. Sadece bu bile takdire değer.
* * *
Türk toplumunun değer yargılarını değiştirmeyi hedefleyen açılımın şifreleri, hükümetin kullandığı dilde mevcuttur.
1. TC, Kürt meselesini bu güne kadar “Tek Vatan, Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Dil” ilkelerinden ödün vermeden çözmeye çalışmıştır. Devlet, bu ülkü uğruna kendi vatandaşına baskı uygulamıştır. Bunun için insanlar ölmüştür. Bunun için “Şehitler ölmez; Vatan bölünmez” diye haykırılmıştır. Bu yüzden başbakan “Ya sev, ya terk et” demiştir.
2. Açılımla birlikte bu sözler, ağza alınmaz olmuştur.   
3. Bunların yerine “Analar ağlamasın”, “Terörü sona erdirmek için ne gerekse yapılacak” “Barış için her bedeli ödemeye razıyız” sloganları devreye sokulmuştur.
4. Yani TC’nin öncelikleri veya değerler dizisi değişmiştir. Buna “paradigmayı kaydırmak” denir.
* * *
TC, Kürt meselesini dört aşamada ve dört ayrı yöntemle çözmeye çalışılmıştır. Yöntemler “en düşük maliyetlisinden
en pahalısına doğru” sırayla ele almıştır.
Bu doğrudur.
1. Birincisi, yani en ucuz çözüm yolu, görmezden gelerek sorunun bir süre sonra kendiliğinden ortadan kalkmasını ummaktır. Bu tavır takınılmış ama sorun sürmüştür.
2. İkinci aşama “atalarım bu tür sorunları nasıl çözmüşse, ben de öyle yaparım” yöntemidir. Atalarımız, isyan varsa, bastırılır; isyancıyla pazarlık edilmez demiştir. TC, bunu uygulamıştır. Ancak yöntem ABD ve AB’nin tepkisinden dolayı başarılı olamamıştır.
3. Üçüncü aşama, sebebi ortadan kaldırarak sorunu çözme yöntemidir. Sebep bölgenin fakirliğidir denmiş, meselenin üstüne para dökülmüştür. Sebep yanlış saptandığı için, dökülen onca paraya rağmen sorun çözülememiştir. 
5. Dördüncü aşama, ilk üç yöntemle çözülemeyen sorunlar yumağını “çözülebilir parçalara ayırıp her parçayı tek, tek çözmektir”. Şimdi bu aşamadayız. (Devamı var.)
Son Söz: Öznel tercihin, nesnel gerekçesi olmaz.
Yazının Devamını Oku