Ege Cansen

Merkez Bankası hidayete erdi (mi?)

19 Aralık 2009
HİDAYET “doğru yolu bulma” anlamına gelen İslami bir deyimdir. İzlenen yolun doğru veya yanlış olduğu nasıl bilinebilir?

İslam veya diğer dinler bunun için kutsal kitaplarda yazılanlarla, peygamberlerin söz ve eylemlerine bakmak gerektiğini söyler. Bizim gibi “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” düsturuna inananlar ise, bilimsel kaynaklara ve akıl yürütmeye inanır. Biraz derin düşünülürse, bilimsel ve dini kaynakların çoğu zaman aynı yolu gösterdiği anlaşılır. Ama bunun için kişi “hür düşünmeyi” (free thinking) öğrenmelidir.

* * *

Türkiye’ye hâkim olan iktisadi zihniyet tek bir varsayıma dayalıdır. O da “yurt dışından para gelmezse, Türk ekonomisi çalışmaz” dır. Hatta bunun için “döviz içeri-ekonomi yukarı; döviz dışarı-ekonomi aşağı” diye mekanik bir anlatım da kullanılır. Bunun bir de “sözde bilimsel” gerekçesi vardır. Efendim; ülkemizde tasarruf oranı düşüktür. Buna mukabil hızlı büyümek için yüksek yatırım gereklidir. Eh; tasarruf az, yatırım ihtiyacı çok olunca bu açığı kapamanın tek çaresi yabancıların tasarruflarını ülkeye çekmektir denir. Pek tabii, ülkemizde tasarruf oranının niçin düşük olduğu bir sırdır. Aynı hesabı “ulusal tüketim oranı niçin yüksektir?” şeklinde sorgulamak hiç akla gelmez. Ulusal tüketim oranının yüksekliği ile “değerli TL veya ucuz döviz” arasındaki nedensellik ilişkisi özellikle dikkatlerden kaçırılır.

* * *

Yazının Devamını Oku

Tramvaya binme, elektrik çarpar

16 Aralık 2009
1869’de kurulan Dersaadet (yani İstanbul) Tramvay şirketi, 1871 yılında atlı tramvaylarla toplu taşımacılığa başlar.

Bu tarihten 43 yıl sonra, 1914’te elektrikle çalışan tramvaylar hizmete konur. Halk, elektrikli tramvaya binmekte tereddüt geçirir. Çünkü bu tramvaylara binen yolcuları elektrik çarpabilir denmektedir. Birçok kişi de “cereyana çarpılma ihtimali olmayan güzelim atlı tramvaylar dururken, bunun elektriklisine ne gerek vardı?” diye değişime itiraz eder. Gerçekten haklıdırlar. O güne kadar atlı tramvayda yolculuk edenlerden hiç kimseyi elektrik çarpmamıştır.* * * Orta Doğu Teknik Üniversitesi profesörlerinden Nuray Uzunören, “Baraka” dergisinde yayınlanan makalesinde GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) konusunda aydınlatıcı bilgiler vermiş. Dr. Uzunören, bitkilerde gen aktarımından amaçlanan belli başlı kazanımları şöyle sıralamaktadır:

Hastalıklara karşı dirençli olma.

Haşerelere karşı korunur hale gelme.

Daha az sulama ile daha çok ürün elde edilmesi.


İklimsel değişikliklere karşı dayanıklılığın artması.

Küf mantarlarına karşı direncin artması.

Besin değerinde artış sağlama.

Yazının Devamını Oku

Hayvanizm

12 Aralık 2009
İKTİSADIN gelmiş geçmiş en büyük bilim adamlarından biri, kuşku yok John Maynard Keynes’dir (1883-1946). Bilim, idraktir. Bilimde icat yoktur; keşif vardır. İcat, teknolojide olur.

Bilim, insanların bilmediği, farkında olmadığı, göremediği veya görüp de kavrayamadığı, ama evrende var olan oluşumların (fenomenin) gerisindeki sebep-sonuç ilişkisini anlamaktır. Bilim adamı, bu fenomenden birini veya birkaçını herkesten önce idrak edendir. İdrakini de başkalarının da anlayabileceği sözel ve/veya matematiksel dille yazar ve anlatır. Onun idraki sayesinde insanlığın idraki genişler. Doğaya hakimiyeti artar. Zaten bilimin de nihai amacı veya faydası, insanın doğaya söz geçirmesine yardım etmektir.

* * *

1929 Buhran’ı, iktisadi sistemin nasıl işlediğini idrak etmesi  için Keynes’e eşsiz bir gözlem fırsatı olmuştur. Keynes, refahı arttıran esas girdilerden birinin insanın “kendine güven” duygusu olduğunu anlamıştır. Bu hissi “çocuksu bir iyimserlik” olarak da nitelemiştir. Girişimcilerin, bir işe teşebbüs ederken, servetlerinin tamamını kaybetme etme tehlikesini zihinlerinden kovduklarını görmüştür. Bu, aynen sağlıklı bir gencin ölümü hiç düşünmemesi gibidir. Keynes 1936’da yazdığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” adlı başyapıtında insanın içindeki bu özellikten “hayvan ruhu” (animal spirits) diye bahsetmiştir. Zaten insan, esasen bir hayvandır. İnsanın bu hayvansal özü, onun en ümitsiz şartlar altında bile hayatta kalmak için tüm “insani” değerlerden uzaklaşmasına yol açar. Bunu kanıtlayan vakaların en ünlüsü, dağa çarparak düşen uçaktan sağ çıkanların, kurtarılmayı beklerken hayatta kalmak için ölen arkadaşlarını yemeleridir. 

* * *

Yazının Devamını Oku

Eczaneci grevi

9 Aralık 2009
GEÇEN haftanın öne çıkan reel ekonomi sorunlarından biri de eczanelerin bir günlük kepenk kapama eylemiydi.

Hukuken öyle adlandırılmasa da bu eylem iktisadi bakış açısından bir grevdir. Esasen grevin tanımı “toplu iş bırakma”dır. Grevin amacı, bireysel pazarlık gücü sınırlı kişilerin, pazarlık gücünü arttırmaktır. Herhangi bir eczane veya işyeri sahibi, ben ortaya çıkan yeni şartlar altında çalışamayacağım; koşullar yeniden uygun hale gelinceye kadar işyerimi kapatıyorum diyebilir. Ancak bireysel eylemler, çoğu kez koşulları uygun hale getirmeye yetmez veya dönüşüm süreci çok uzayabilir. Bu sebeple eczane sahipleri topluca eylem koymuştur. Eczane sahiplerinin, ortak kepenk kapama kampanyası rekabet hukukuna aykırıdır. Hiçbir mesleki derneğin böylesi bir eylemi planlama ve yürürlüğe koyma hakkı yoktur. Bu bir eczacılar değil, eczaneciler eylemidir.       

1. Eczane bir ticarethanedir. Eczacılık ise bir meslektir. Herhangi bir sınaî veya ticari faaliyetin sadece belli meslek sahiplerinin tekeline bırakılması yanlıştır.

2. Her eczanede bir sorumlu eczacı bulunması doğrudur. Ama bu, eczane sahibinin illa eczacı olmasını gerekmez.

3. İnşaat müteahhitliği mimar veya inşaat mühendisi olanların, hastane sahipliği hekimlerin, fabrikatörlük makine mühendislerinin, armatörlük kaptanların tekelinde olamaz. Bu kısıtlamalar diploma rantı yaratır. Piyasa ekonomisinin girişim özgürlüğü ilkesine aykırıdır.

4. İlaçların perakende fiyatlarının, depocu ve eczane kâr hadlerinin devlet tarafından belirlenmesi yanlıştır. Piyasayı, fiyat mekanizması işletir. Devlet değil.

5. Bundan daha vahim olanı ise, ilaç üreticilerinin devlet baskı yapınca, baş üstüne deyip, fiyat indirmeleridir. Sergilenen bu tavır aslında geçmiş dönemlerde ilaç üreticilerinin fahiş kârlar ettikleri ve muhtemelen kendi aralarında rekabeti elimine eden gizli anlaşmalar yaptıkları şüphesini akla getirmektedir.

6. İlaçların fiyatı düştü, kâr marjlarımız yüzdesel veya mutlak olarak azaldı diye eczane sahiplerinin eylem yapması toplum indinde sevimsiz olmaya mahkûmdur.

7. Bir malın fiyatı düşünce, elinde daha önce yüksek fiyatla alınmış mal bulunduranların “stoktan zarar” ettikleri zannedildiği kadar doğru bir hesap değildir. Gerçek kâr bir malın satış fiyatı ile onun ikame maliyeti arasındaki farktır. Eczanelerin stok tutma maliyeti, zararları kadar, düşen fiyatlarla düşecektir. 

Yazının Devamını Oku

Havaalanı caddesi trafiğe kapansın

5 Aralık 2009
GEÇENLERDE haberleri izliyordum. Ekrana, bir semt pazarından görüntüler geldi. Sunucu, belediyenin yaptırdığı bir halk oylamasını anlatıyordu.

Anlaşılan, trafik sıkışıklığı yaratıyor gerekçesiyle, bazı kişiler o sokakta semt pazarı kurulması yasaklansın diye belediyeye başvurmuş. Belediye de demokrasi adına “kararı halk versin” diye bir oylama yaptırmış. Neticede semt pazarına devam kararı çıkmış. Alışveriş edenlerden biri, semt pazarı tabii kurulmalı, hatta burası trafiğe tamamen kapatılmalı diyordu. Derken kamera pazarın kurulu olduğu yolun tabelasına döndü. Levhada “HAVA ALANI CADDESİ” yazıyordu.

* * *

Durumu birlikte irdeleyelim. Şüphe yok ki, hava alanına giden bu yolu, o semtte oturmayan ama hava alanına veya o yöne giden çok insan kullanmıyordur. Hatta muhtemelen o semtten hava alanına gidenlerin sayısı bir hayli düşüktür. Buna karşılık, semt pazarını sadece o semtte yaşayanlar kullanıyor. Halk oylamasına sunulan mesele o caddenin ne maksatla kullanılması gerekir ise, bu oylamaya sadece o semtte oturanların değil o caddeyi kullanan, ama o semtte oturmayanların da katılması gerekmez mi? Yani bu “halk oylamasında” oy hakkı olan “halk” kimdir? Sadece semt sakinlerine oy kullandırmak olur mu?  

* * *

Yazının Devamını Oku

Çömlek patladııı çömlek patladı

2 Aralık 2009
EKONOMİDE “bir şey değişir, her şey değişir” diye bir kural vardır. Bunun anlamı, ekonomik hayatın, daha doğrusu hayatın kendisinin, ilk bakışta fark edilmese bile aslında karmaşık bir “sebep ve sonuç yumağı” olduğudur.

Bu yumağı teşkil eden ipliklerin her biri, doğrudan veya dolaylı olarak yumağın diğer iplikleriyle irtibatlıdır. İplik bir ucundan çekmeye başlanınca yumağın her tarafında hareketlenme olur. Bu hareketlenme ilk aşamada normal vatandaş gözüyle görülemez. Alttan alta başlayan oynamalar, parçalar arasında bulunan kaldıraçlı mafsallarla birbirine aktarılır. Hareket sonunda herkesin görebileceği bir büyüklüğe ulaşır. Buna, kriz patlaması denir.  

* * *

2008 sonunda patlayan küresel krizin, son yirmi yılın en göz kamaştıran ekonomik değişimlerinden birinin cereyan ettiği Körfez çevresini etkilememesi imkânsızdı. Bu bölgede, Batılı büyük devletlerin himayesinde kurulmuş ve yaşatılan yedi tane “kent-devlet” veya “sülale-devlet”ten oluşan Birleşik Arap Emirlikleri diye adlandırılan bir siyasi yapı vardır. Bu Emirliklerin kuruluş nedeni, petrol kaynaklarının Batı tarafından yönetimini kolaylaştırmasıdır. Bu 7 emirlikten, yeraltı kaynakları en zengin olanı da Abu Dabi’dir. Yedinin biri olan Dubai’nin petrolü yoktur. Ama neticede Birleşik Emirliklerin bir parçasıdır.
Dolayısıyla o da çok zengindir.

Yazının Devamını Oku

Yalanla yaşamak

28 Kasım 2009
GÜZELLİĞİNE çok güvenen bir kadın, çevresine “beni aldatan bir kocanın evinde bir gün bile durmam; böyle bir şey olursa, tek kuruş nafaka istemeden derhal boşanırım” der dururmuş. Derken, bu güzel kadını, kocası aldatmaya başlamış. Durumu öğrenen arkadaşları “kocan seni aldatıyor; bakalım ne yapacaksın” demişler. Kadın, “olamaz yalandır; o beni asla aldatmaz, bunu kendisine soracağım, bana mutlaka hakikati söyler” diye direnmiş. Kısa bir soruşturmayla kadın, gerçekten aldattığını öğrenir. Ne yapacağını düşünür. Boşanmasının kendisi için maddi ve manevi bir yıkım olacağını idrak eder. Ama diğer taraftan, arkadaşlarının alaylı bakışları altında ezilmekten de kurtulamaz. Nihayet bir gece kocasının karşısına geçer: Sana bir sorum var. Ama ne olur bana doğruyu “söyleme” deyip, “beni aldatıyor musun?” diye sorar. Durumu çakan koca, hayır seni aldatmıyorum dedikten sonra, niye benden “doğruyu söylemememi” istedin der. Kadın da “benim de hayatta kırmızı çizgilerim var; yalancı bir kocayla yaşayabilirim; ama beni aldatan bir kocayla yaşayamam” der.  
* * *
Bizim Kürt meselesi de bu hesap. Hepimiz, neyin ne olduğunu, Öcalan’ın DTP’nin patronu olduğunu; günün sonunda ortaya bölünmüş bir ülke çıkacağını, hatta böyle bir tablonun “de facto” var olduğunu görüyoruz. Üstelik buraya dış güçlerin baskılarla gelindiği de biliyoruz. Ama bunları kabullenmekte zorlanıyoruz. Nitekim açılımın içeriğini de herkes biliyor. Biliniyor ki, MHP ve CHP bu kadar sert tepki veriyor. Ortada yalnız Türk milletinin (Kürtlerin önemli bir kısmı bu tanıma girer) “bölünmeyi içine sindirememe” sorunu var. Açılım kampanyasının amacı bu sindirmeyi sağlamaktır. “Ordu+Yargı” ikilisinin iğdiş edilmesi doğrusu iyi tasarlanmış. Medyadaki görevliler de rolleri iyi oynuyorlar. Muhalifler beklenen davranışları sergileyerek, “açılımın, açılımı tahrip edecek” raddeye varmasını frenlemeye çalışıyor. Şimdilik işler planlandığı gibi gidiyor. İnşallah bu yolun sonu selamettir.    
* * *
Bu açılım üç şekilde sonuçlanabilir.
1. Kürtler, Türk gerçeğini, Türklerin, Kürt gerçeğini anladığından daha çabuk kavrar. Türkleri çileden çıkaran hareketlerden ve taleplerden vazgeçer. Ortam yumuşar, tansiyon düşer. Hükümet, salam dilme yöntemiyle ayrılıkçı Kürtlere istediklerini vermeğe devam eder. En iyisi budur.
2. Açılım, Kürtleri tatmin edecek bir düzeye gelmeden akamete uğrar. Hükümet, biz açılımdan bunu kastetmedik der ve geri adım atar. Açılım kampanyası olduğu gibi buzdolabına kalkar. Bu ehveni şerdir.
3. Ortaya aniden bir “harita” konur ve açılım, saçılır. Çatışmalar, vur-kaç ve sokak eylemlerinden çıkar, alan savunması aşamasına geçer. Silahlı dış güçler devreye girer. Etnik ayrışma başlar. Bu tam bir felaket olur.
Son Söz: Yalanı kendine, doğruyu başkasına söyle.
Yazının Devamını Oku

Yüksek bir makama arzdır

25 Kasım 2009
IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn iktisat profesörüdür. IMF başkanlarının esas görevi, dünya finans sistemine yön vermektir diye düşünürdüm. Şimdi anlıyorum ki, başkanların esas işi çeşitli yerlerde seminer, toplantı veya konferans tertip edip oralarda aynı şeyleri tekrarlayıp durmaktır.

Haksızlık etmeyeyim. İnsan IMF Başkanı da olsa her hafta yeni bir fikir üretemez.

Zaten hayatta bu kadar çok yeni fikre de ihtiyaç yoktur. Belki de iktisatta yeni fikir veya kuram diye bir şey kalmamıştır. Daha doğrusu kırk yılda bir çıkar.

 

* * *

 

Meslek büyüğümüz Strauss Kahn, “(Dolardan) daha istikrarlı bir küresel para birimine ihtiyaç var. Küresel ekonomi, daha uzun süre tek bir ülke (ABD demek istiyor) tarafından basılan para birimine dayanarak yola devam edemez” demiş.

 

Yüksek mevkilerdeki insanların en büyük özelliği, basit şeyleri anlaşılmayacak kadar kaypak ifade etmektir. Bu da kendine göre bir sanattır. Amaçları kimsenin onların sözlerine ipotek koymasına imkân vermemektir.

Yazının Devamını Oku