18 Aralık 2010
MOODY’s adlı derecelendirme şirketi, İrlanda’nın notunu birkaç birden düşürmüş. Bu şirketler, bir yıldır İrlanda’nın notunu yavaş, yavaş düşürüyordu. Ama yine de İrlanda’nın notu, “yatırım yapılabilir” düzeyinin çok üstündeydi. Derecelendirme şirketlerince kullanılan bu “yatırım yapılabilir” (investment grade) tabiri, finansal yatırımlar içindir. Anlamı “hiç çekinmeden borç verilebilir ve devlet tahvilleri satın alınabilir” demektir. Bu deyim, fabrikalar kurup üretim yapmak, işçi istihdam etmek ve ürettiği malları dünya pazarlarına rekabetçi fiyatlarla satmak için uygun ülke arayan “Doğrudan Yabancı Yatırım”cılarla pek bir şey ifade etmez.
¡ ¡ ¡
Derecelendirme şirketi uzmanlarının, dün İrlanda’nın notunu bu kadar hızlı düşürmeleri finansal yatırımcılara iyi hizmet veremediklerinin ispatıdır. İrlanda, milli gelirinin dokuz katı dış borcu olan bir ülkedir. Milli gelirinin 9 katı dış borcu olmak, sokaktaki vatandaşın korktuğu kadar büyük bir sorun değildir. Çünkü bu borçların çok büyük çapta karşılığı vardır. Yine de dokuz kat borç, güzel bir tablo değildir. İrlanda bu dertli konuma, derecelendirme şirketlerinin verdiği yüksek notlarla gelmiştir. Aslında derecelendirme şirketleri sadece İrlanda’ya finansal yatırım yapanlara değil, bu paraları kabul eden İrlanda’ya da kötülük etmiştir. İrlanda’ya sıcak para yatırımı yapanlar şimdiden bir miktar “saç kestirmiştir”. Finansman âleminde “saç kestirme” (hair cut) alacağının bir kısmından vazgeçmeye mecbur kalmak demektir. Derecelendirme uzmanının iyisi, berber makası eline almadan ikazı yapandır. Yoksa berber koltuğuna oturmak kaçınılmaz olduktan sonra not düşürmek marifet değildir. Yerim ben böyle uzmanı!
¡ ¡ ¡
Türkiye’nin büyüme motorunun yakıtı, sıcak paradır. Ancak ekonomimizi yönetenlerin, sıcak para aşkı “soğumaya” başladı. Her geçen gün bu değişimin yeni sinyallerini alıyorum. Ya da bana öyle geliyor. İnşallah derecelendirme tuzağına düşmeden bu badireden usulca çıkarız. Bizim gibi sürekli cari açık veren Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya gibi ülkelerin büyüme motorlarının yakıtı da sıcak paradır. Yakıt akışında bir sorun çıkınca, motorlar tekmelemektedir. Derecelendirme şirketleri yıllarca bu ekonomilere en yüksek notları vererek bir bakıma kötülük ettiler. Şimdi de not kırarak kötülük ediyorlar. Finansal yatırımcılar da her nota inanacak kadar saf değil herhalde. Uzman der ki: “Adım Hıdır, elimden gelen budur”.
¡ ¡ ¡
Geçen hafta başında, İstanbul’da İstanbul Sanayi Odası tarafından düzenlenen “Sanayi Kongresi ve İnovasyon Sergisi” yapıldı. Benim yönettiğim “Sanayileşme için Yapılanma Modelleri” oturumunda Doğu Alman sanayisinin, birleşmeden sonra Batı Almanya’ya uyumu ile Kore ve Çin’in sanayileşme modellerini, işin uzmanları anlattı. Çin uzmanı, Jaap Enters, kalkınma sürecinde Çin’in kambiyo rejimini anlatırken bugün dahi Çin’e sıcak para girmesinin yasak olduğunu vurguladı. Çin, dünyanın en çok Doğrudan Yabancı Yatırım çeken ülkelerinden biridir. Şaşırmadınız değil mi?
Son Söz: Tedbir, alındığı güne külfet, gerektiği güne nimettir.
Yazının Devamını Oku 15 Aralık 2010
BOTAŞ hakkında geçen hafta Vatan Gazetesinde Bakû çıkışlı Necla Dalan imzalı bir haber derlemesi yayımlandı. Necla Dalan’ı titiz çalışmasından dolayı kutlarım. Uzun süredir BOTAŞ’ın ne yaptığını merak ediyordum. Çünkü BOTAŞ kurulurken yapılan anlaşmaları basından izlemiş ve burnuma yanık kokusu gelmişti. Burada yanıktan kasıt, BOTAŞ işinden Türkiye’nin iddia edildiği gibi para kazanamayacağı, hatta tam aksine para kaybedeceği idi. Bu yüzden 4 yıl önce, henüz boruyla petrol taşıma işi başlamadan BOTAŞ’ın zarar edeceği kaygımı dile getiren makaleler yazmış ve sorular sormuştum. Usta gazeteci Necati Doğru da aynı konuyu köşesinde işlemişti. O tarihte yetkililer, sorulan sorulara dolaylı cevaplar vermişler ve BOTAŞ işinden bir zarar oluşmayacaktır demek istemişlerdi. Ancak verilen cevaplar o kadar çok şarta bağlıydı ki, benim kaygım izale olmamıştı.
* * *
Necla Dalan’ın toparladığı haberleri okuyunca konuya tekrar eğilmem gerektiği kanaatine vardım. Necla Dalan, geniş bir şekilde ele aldığı haber derlemesini “BOTAŞ ZARARINI İTİRAF ETTİ” başlığıyla özetlemiş ve şunları yazmış. “BTC (Bakû-Tiflis-Ceyhan) Ham Petrol Boru Hattı, her ne kadar asrın projesi olarak gösterilse de Türkiye açısından hayal kırıklığı yarattı. BOTAŞ, projeden yılda 300 milyon dolar taşıma ve vergi geliri beklerken 2009 rakamlarına göre 209 milyon dolar zarar etti.”
Bu yıl içinde hazırlanan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporunda “boru hattının işletilme şartlarının böyle gitmesi halinde Türkiye 2012 itibariyle, hattan tamamen zarar etmeye başlayacaktır” denmektedir. Zaten BOTAŞ da mevcut sözleşme şartlarını, kendi yani Türkiye lehine değiştirmek için BTC Co. (Bakû-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı) adlı firmayı Hakem Mahkemesi’ne vermiş.
İhtilafın özeti şöyle: Bakû’den başlayan ve Ceyhan’da biten bu boru hattının Türkiye’den geçen kısmını BOTAŞ’ın sahibi olduğu BİL (BOTAŞ International Limited) şirketi işletiyor. Türkiye, boru hattından varil başına 35 cent geçiş bedeli ve 20 cent vergi alıyor. Sözleşme gereği petrol fiyatları artınca çoğunluğuna yabancıların sahip olduğu BTC Co. firmasının gelirleri artıyor ama BOTAŞ’ın yani Türkiye’nin sahip olduğu BİL’in gelirleri artmıyor. Benim pek ümidim yok, ama inşallah tahkimden Türkiye lehine bir karar çıkar.
* * *
Bu vesileyle herkesin dikkatini bir hususa çekmek istiyorum. Türkiye, sen dünyanın göz bebeğisin, şöyle aslansın, böyle kaplansın diye yabancı yatırımcılar tarafından feci şekilde gaza getiriliyor. Herhangi bir yabancı yatırım projesi halka takdim edilirken, projenin yani “ineğin” ne kadar iyi cins olduğu ne kadar bol süt vereceği anlatılıyor. Bizden de böylesi verimli bir ineği bol, bol beslememiz isteniyor. Ancak bu ineklerin ağzı bizim bahçedeyken memeleri komşunun arsasında kaldığı için, sonunda bir bakıyoruz, yemini biz verdiğimiz halde sütünü onlar sağıyor. Biz bu tabloya şaşa kalınca cevabı alıyoruz: Her şey sözleşme şartlarına uygundur.
Son Söz: Zaafını belli eden, zafiyete düşer.
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2010
PENCEREDEN bakınca memleketimin iktisat manzarası şöyle görünmektedir: 1. Milli gelir artış yüzdesi, yılbaşında yapılan resmi veya gayri resmi her tür tahminin üzerinde seyretmektedir.
2. Türk ekonomisinin “yabancı para içeri-ekonomik büyüme yukarı” şeklinde özetlenen işleme mekanizması çalışmıştır.
3. 2010’da yüzde 8’lere ulaşması beklenen büyüme hızı, yukarıda yer alan bu sebep-sonuç ilişkisinin varlığını bir kez daha teyit etmiştir.
4. Halen yüksek olsa bile, büyüme ile birlikte işsizlik de azalmıştır. Bu da ekonomi karnesinin iyi notlarından biridir.
5. Enflasyon, Türkiye için makul düzeylerdedir. Daha önemlisi önümüzdeki yıllarda artacağına dair bir beklenti de yoktur.
6. Yüksek reel faiz düşmanı olan benim için enflasyondan arındırılmış reel faizin Avrupa düzeyine inmesi de son derece olumludur.
7. Büyümenin önemli sebeplerinden biri de hem nominal hem de özellikle reel faizlerdeki bu düşüştür.
8. Dolayısıyla 2010 yılını daha şimdiden bir kazanç yılı ilan etmemek için bir sebep yoktur.
* * *
Hazır moraller bu denli yüksekken, yani sıcak para sağlayıcısı yabancıları ürkütme ihtimali yokken, şu cari açık meselesini bir daha konuşmanın tam vaktidir. Başbakan Yardımcısı ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan, Türkiye’de pek çok iktisatçının benimsediği “en yanlış doğru” fikrin sadık bir abonesidir. Bu bâtıl inanca göre “Türkiye, tasarruf oranı düşük bir ülkedir”. Bu yüzden yabancı sermaye olmadan kalkınamaz. Ülkeye gelen yabancı sermaye, katma değer ve istihdam yaratan cinsten olursa çok iyi olur. Eğer böylesi Doğrudan Yabancı Yatırım ülkemize gelmiyorsa, onun yerine “sıcak para” gelmesi de iyidir. “Sıcak paraya karşı olanlar, ülkeyi fakirlik noktasına itmek isteyenlerdir. Bunu böyle söylemeseler bile, işin gerçeği budur.”
* * *
Sıcak para karşıtı biri olarak ülkemi, bilerek veya bilmeyerek fakirlik noktasına itme gibi bir ithamı şiddetle reddediyorum.
1. Türkiye’de tasarruf oranının düşük olduğu ve ilelebet düşük kalacağı kabulüyle ekonomik politika tasarlayanlar önce bu düşüklüğü tahlil etmeli ve sebebini bulmalıdır.
2. Hiçbir iktisadi muhakeme ve ekonomik sistem tasarımı böylesi değişmez ve değiştirilemez bir sakatlık varsayımına bina edilemez.
3. Ben hiçbir milletin genetik veya geleneksel olarak düşük tasarruf eğilimine sahip olduğunu düşünmüyorum. Her şey değişebilir.
4. Türkiye’de hem tasarruf oranın düşük olmasının, hem de yeterli miktarda Doğrudan Yabancı Sermaye gelmemesinin sebebi, “ucuz döviz”dir. Bunun nedeni de izlenen “sıcak para bağımlı” para ve maliye politikalarıdır.
Son Söz: Sebepsiz, sonuç olmaz.
Yazının Devamını Oku 8 Aralık 2010
BİR süredir gerek Başbakan Erdoğan gerek Maliye Bakanı Şimşek, “cari açıkla mücadele” edilmelidir ve edilecektir istikametinde sözler söyler oldular.
Serbest pazar sistemini benimsemiş ve Gümrük Birliği’ne üye bir ülke olan Türkiye, gümrüklerde alınan vergileri değiştiremez, ithalata kota koyamaz. Gümrük tarifesi dışında idari tedbirlerle ithalatçıları yokuşa sürerek ithalatı caydıramaz. Yani içinde bulunduğu rejimden çıkmadan, “Ali Cengiz Oyunları” ile ticaret açığını kapatamaz. Ticaret açığını kapatamayınca cari açığını da düşüremez. Cari açığını düşüremediği sürece de “sıcak para bağımlısı” olmaktan kurtulamaz. Sıcak para girişleri arttıkça da, daha büyük cari açık verir. Daha büyük cari açık, daha fazla sıcak para girişi gerektirir. Bu süreçte, sebeple sonuç bir çember üzerinde birbirini kovalamaya devam eder. Şüphe yok k; bu “sürdürülemez” bir durumdur. Anlaşılan “enflasyon hedeflemesi” denilen para politikasının hem bir ürünü ve tamamlayıcısı olan bu “saadet zinciri modeli” bugün sorgulanmaktadır.
*
Serbest pazar ekonomisinde dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açıkla mücadelenin tek yöntemi,(lütfen başka yöntemler de vardır diyenlere inanmayın; çünkü yoktur) dövizin pahalılaşmasını sağlamaktır. Ancak bu suretle ithal malların fiyatı artar, talebi düşer. Üstelik bizim ihraç mallarımızın fiyatı düşer talebi artar. Dövizi pahalılaştırmanın yöntemi de sıcak para girişlerini caydırmaktır. Anlaşılan, giderek büyüyen ve kontrolden çıkma eğilimi gösteren cari açık meselesi Maliye Bakanı Şimşek’i iyiden iyiye tedirgin etmiştir. Türk ekonomisini, “kendilerinin değil, sıcak paranın” yönettiğini idrak etmiş ve buna bir son vermek gerekir kanaatine varmıştır. Muhtemelen bu düşüncesini Başbakan’la paylaşmış hatta onu etkilemiştir. Bu yüzden yüksek perdeden olmasa bile “sıcak para girişlerini denetlemek için gereken yapılacaktır” gibi beyanlarda bulunmaya başlamıştı ki...
*
Başbakan Yardımcısı ve Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, “Sıcak Paraya Devam” manifestosu yayınladı. Babacan’ın sıcak paraya devam edilecektir salvosunun, kendince rasyonel gerekçesi, yine kendisinin kelimeleriyle şu ifadesidir: “Şimdi Türkiye tasarruf oranı düşük olan bir ülke. Türkiye eğer büyümek istiyorsa, refah istiyorsa, bu sadece kendi tasarrufları ile mümkün değil. Mutlaka dünyanın tasarrufu, dünyanın yatırımlarını Türkiye’ye cezbetmemiz gerekiyor. Tabii ki tercihimiz, arzumuz; kalıcı doğrudan yatırımların, uzun vadeli yatırımların Türkiye’ye daha çok geliyor olması. Ancak biz hem doğrudan yatırımlara, hem de portföy yatırımlarına açık bir ülkeyiz”. Babacan şöyle devam ediyor ve birilerine mesaj yolluyor. “Sermaye akımlarından bahsederken, sermaye akımlarını ürkütmemek gerektiğinin de ben özellikle altını çizmek istiyorum”. Acaba kim haklı? Şimşek mi, Babacan mı? Bu tartışma devam edecektir. İzlenimlerini size nakledeceğim.
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2010
TÜRK ekonomisinin işleyişinde en az Türk Lirası kadar etkili iki para birimi daha vardır.
Bunlardan biri, Amerikan doları diğeri Avrupa Euro’sudur. Bu para birimlerinin önemli olmasının sebebi, AB ve Amerika ile yaptığımız dış ticaretin büyüklüğü değildir. Özellikle Amerikan dolarının önemi, başta petrol olmak üzere dünyada ticareti yapılan her metanın fiyat kotasyonunda kullanılmasından gelir. Hakeza Türkiye’den ihraç edilen ürünler de ister Japonya’ya ister Arjantin’e gitsin, hep dolarla fiyatlandırılır. Dolar ve Euro, buna ilaveten, finans sektöründe yapılan uzun vadeli kontratların da para birimidir. Dolar ve Euro’nun bu ikinci işlevi, bu paraları kendiliğinden önemli kılmaktadır. Üstelik bu para birimlerinde yapılmış trilyonlarca dolarlık sözleşme vardır. Yani dünya ekonomisinin kaderi, bu iki paranın istikrarına bağlanmıştır.
* * *
Bu sebeple, istikbalde değerleneceği kesin Çin Yuan’nı veya Japon Yen’i, dolar veya Euro’nun yerini tutamaz. Bu husus, Türkiye’nin yapacağı ticari veya finansal sözleşmeleri de kapsar. Ödemelerde ulusal paraları kullanacak ikili anlaşmalarla dış ticareti arttırmaya çalışmak “küresel gerçeklerle” çelişiktir. Hiç kimse boşu boşuna doların veya Euro’nun sonunun gelmesini beklemesin. Bu paraları dünyada tedavüle sokan, bir bakıma onların hem anası hem de babası olan Amerikan Devleti ile Avrupa Birliği, bu paraların “geçer akçe” olması için ellerinden geleni yapacaktır.
* * *
Ne, FED’in son iki yılda dünyaya sürdüğü 1400 milyar dolara ilaveten şimdi 600 miyar dolar daha parayı ekonomiye pompalaması ne de Avrupa Merkez Bankası’nın yapacağı birkaç yüz milyar Euro’luk “banka kurtarma” işlemleri bu paraların itibarını bozmaz. Tam aksine AB ve ABD kendi banka sistemini yaşatmazsa bu paralar itibar kaybeder. Amerikan ve Avrupa merkez bankalarının yaptıkları, halkın parasıyla banka kurtarmak da değildir. Kurtarılan öncelikle halkın tasarrufu ve ekonominin tamamıdır. Yapılanlar “uzun vadede en çok kişiye en fazla yarar sağlayan tedbir, ahlakidir” ilkesine uygundur.
* * *
Geriye kalıyor Euro/Dolar paritesinin ne olacağı sorusu. Ben Euro’yu daha güçlü görüyorum. Çünkü Euro Bölgesi’nin cari işlem açığı yüzde yarım dolayındayken, ABD’nin ki hâlâ %3,3 seviyesinde. Dolar Euro paritesi son yıllarda 1,2 ile 1,4 arasında salınıp durdu. Orta noktası 1.30 oldu. Gelecekte bu orta noktanın biraz daha yukarıda teşekkül edeceğini sanıyorum. Çünkü Avrupalılar “bütçe açığını” kapamada ABD’den daha kararlıdır. Bu da Euro’ya güç katacaktır.
Yazının Devamını Oku 1 Aralık 2010
İKTİSADİ kriz nedir? Benim tanımım şöyle: Bir ülkenin fizik varlıkları yani tarlaları, ormanları, ovaları, akarsuları, madenleri, yolları, barajları, fabrikaları, yetişmiş insan gücü eksilmediği halde milli gelirinin düşmesi ve bunun sonucunda işsizliğin artmasıdır.
Hatırlatmakta fayda var. Ekonomik krizle iktisadi az gelişmişlik apayrı şeylerdir. Hatta iktisadi krizlerin ancak belli bir gelişmişlik düzeyinde olan ekonomilerde ortaya çıkabilir demek yanlış olmaz. Her kriz, bir düzeltmedir. Daha doğrusu “düzensiz” düzeltmedir. Ekonomik sistemlerin içinde krize neden olan iki mekanizma vardır. Birincisi, modern ekonomilerin sanal zenginlik yaratma yeteneğidir. Zaman, zaman milli gelir artışından kopuk bir milli servet artışı oluşabiliyor. Yani ülkeler ve o ülkenin fertleri, hak etmedikleri bir zenginlik düzeyine ulaşabiliyorlar. Bu zenginleşme de kendi kendini besleyerek “varlık fiyatları balonu” yaratıyor. Buna “saadet zinciri” deniyor. Krize sebep olan ikinci mekanizmaya da “otomatik düzeltici” deniyor. Bu mekanizmayı insanların “beklentilerinin değişmesi” tetikliyor. Yani bir yandan, menkul ve gayrimenkul fiyatları daha çok artar söylemi yaygınlaşarak, bir varlık fiyatları balonu oluşturuyor; diğer yandan bu balonu patlatacak “böyle gelmiş ama böyle gitmez” söyleminin beslediği dikenler büyüyor. Bu dikenler, balon küçükken devreye girerse, düzenli; geç devreye girerse, düzensiz düzeltme yani kriz oluyor.
* * *
O zaman şu soruyu sormak şarttır. Mademki; modern iktisadi krizler hep varlık fiyatları balonunun patlaması sonucu bankaların ve diğer finansman şirketlerinin çökmesinden çıkıyor, niçin ekonominin “hisse senedi ve emlâk fiyatları” balonu oluşturmasına engel olunmuyor?
Benim aklıma birbirini tamamlayan iki açıklama geliyor:
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2010
DURDUK yerde zenginleşmişiz; ne güzel. Bakanlar Kurulu’nun 2011 Yılı Programı’nda yer alan Fert Başına Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’ya ilişkin hesaplarda bazı düzeltmeler yapılmış. Lafı uzatmadan söylersek neticede, 2010 yılı için tahmin edilen “Satın Alma Gücü Paritesi”ne göre kişi başına milli gelir, 2.354 dolar artışla 13.038 dolardan, 15.392 dolara çıkmış. Ayrıca 2011 yılı için öngörülen kişi başına milli gelir de 2.473 dolar artışla, 13.653 dolardan 16.126 dolara yükseltilmiş. Bu düzeltme hesaplarını yapanlar, muhakkak ellerindeki verilere göre hareket etmişlerdir. Ben hesapçıların, hükümeti yağcılık yapmak veya propaganda için rakamlarla oynadığını iddia etmiyorum. Ayrıca tahmin de etmiyorum. Ancak burada bulunan rakamların takdiminde kavramsal bir hata var. Hem de çok ciddi hata var.
* * *
1. Milli gelir hesapları, “fizik olayların, finansal ifadesi”dir. Çünkü milli gelirin yaratılması denilen süreçler, son tahlilde fizik olaylardan meydana gelir. Milli gelir, bir milletin bir yılda ürettiği mal ve hizmetlerin toplam değeridir. Bunun içinde demir, çimento gibi elle tutulan metalar, elektrik gibi elle tutulamayan ama aletle ölçülen görünmez ürünler de vardır; sakal tıraşı veya sırt masajı gibi hizmetler de. Bir yıl içinde fizik olarak ne üretilmişse, üretilmiştir. Bir zaman sonra ölçümlerde hata yapıldığının farkına varılabilir. Rakamlar düzeltilir. Ama bulunan hataların düzeltilmesiyle “üretilmiş” miktarlar ne artar ne de azalır. Dolayısıyla lirasal veya dolarsal sayılar değişince, fizik miktarlar yani “gerçek milli gelir” değişmez. Bu sebeple düzeltmeler kamuoyuna sunulurken “milli gelir arttı” diye bir ifade kullanılamaz. Hele, hele Satın Alma Paritesi’yle ABD Doları’na göre kişi başına milli gelir gibi çok su kaldıran bir ölçümden sonra böyle ifadeler hiçbir şart altında kullanılamaz.
2. Bundan daha da önemli olan husus şudur. Bu yılın mili gelir rakamı ilan edilirken, cari yıldan önce gelen tüm yılların milli gelir rakamları da “cari yılın dolarına” veya “cari yılın TL’sine” dönüştürmelidir. Bu düzeltmeyi yapmamanın ne kadar vahim algılama bozukluğuna sebep olduğunu somut bir örnekle anlatayım.
3. AKP, 2002 yılının Kasım ayında iktidara geldi. 2002 (hariç) 2010 (dâhil) geçen son 8 senede milli gelirimizin mürekkep büyüme oranı, (yani büyümenin büyümesi de hesaplanarak yapılan ölçüm) % 45’tir. Türkiye nüfusunun yılda %1.2 arttığı varsayımıyla aynı döneminde nüfus artışı % 10’dur. Bu iki yüzde birbirine bölünürse, sabit fiyatlarla son 8 yılda kişi başına “gerçek milli gelir artış yüzdesi” bulunur. Bu oran %31,5’tur. Bunun anlamı şudur.
4. Eğer 2010 milli geliri, düzeltilen hesaba göre kişi başına 15.392 dolar ise, 2002 yılının kişi başına milli geliri de “bu günün dolarıyla” 11.705 dolardır. Yani Türkiye’de kişi başına gelir, son 8 yılda toplam olarak, 12.000 değil sadece 3.687 dolar artmıştır.
* * *
Şüphesiz bu da bir başarıdır. Ama 2002’de kabaca 3.400 dolar olan kişi başına milli gelirin, 2010 yılında 15.400 dolara çıktığı yanlıştır. Doğrusu, kişi başına milli gelir 11.700 dolardan, 15.400 dolara çıkmıştır.
Son Söz: Bile, bile yapılan yanlışa, yalan denir.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2010
DÜNYA iktisadi haberler bülteninin ilk sıralarında İrlanda’nın kurtarılması geliyor. Bir taraftan AB, diğer taraftan IMF geçen hafta “Ey İrlanda! Gözyaşların dinsin artık, yetiştik çünkü biz” marşını söyleyerek Dublin’e çıkartma yaptı. Rica minnet İrlanda’yı yardım almaya ikna ettiler (!). Hâlbuki hepimizin bildiği, malî açıdan zora düşen bir ülkenin, yardım almak için IMF’ye veya AB’ye yalvarıp yakarmasıdır. Niçin yardıma muhtaç olan İrlanda, yardım almak istemiyor ve de niçin IMF ve AB yardım vermek için İrlanda’ya ricada bulunuyor? Sonunda İrlanda hükümeti yapılan baskılara dayanamayıp “teslim oluyor” ve yardım almayı kabul ediyor.
1. 2001 pek çok ülkenin iktisaden sarsıldığı bir yıldır. 1997 Asya ve 1998 Rusya krizleri, Dünya malî ve iktisadi sistemini allak bullak etmişti. 1995 ile 2000 arasında hızla büyüyen İrlanda 2001 de duraklamıştı. Hatırlanacağı üzere Türkiye de aynı yıl krize girmiş ve IMF tarafından kurtarılmıştı. Ama o yıllarda en büyük krizi Arjantin’de yaşandı.
2. Arjantin, moratoryum (acizim, borçlarımı ödeyemem) ilan etti. Kabaca 70 milyar dolar borcunu sildirdi. Bu olay, bir krizden sadece borçlunun değil, alacaklıların da zararlı çıktığını ispatladı. O gün bugündür herhangi bir ülkede ortaya çıkan bir finansal kriz, etrafa hastalık bulaştırmasın diye derhal karantinaya alınıyor.
3. Bir zamanlar fakir olan İrlanda, son 20 yılda ve özellikle 1995’den sonra hızla zenginleşti. 2009 yılında kişi başına Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla sıralamasında yılda 50 bin dolarla Dünya 6’ncısıdır. Aynı listede Türkiye 7 bin 800 dolarla dünya 58’incisidir. Doların satın alma gücü hesabıyla kişi başına milli gelir hesabında 38 bin 700 dolarla İrlanda Dünya 9’uncusu Türkiye de 12 bin 500 dolarla Dünya 65’incisidir.
4. Milli gelirinin düştüğü 2008 yılına kadar İrlanda’nın iktisadi gelişmesi “mucize” olarak adlandırılıyordu. Bu mucizenin gerisinde ülkeye giren yabancı sermaye vardı. İrlanda, milli gelirine göre en yüksek dış borcu olan ülkelerden biridir. İrlanda’nın dış borçlarının toplamı 2.5 trilyon dolarken, milli geliri sadece 280 milyar dolardır. Yani milli gelirinin 9 katı dış borcu vardır. Türkiye’nin dış borcu ise, milli gelirinin yüzde 43’ü kadardır. İrlanda her gelen dövize kapılarını açıp milli gelirinin 9 katı borç aldığından “yediği arpadan çatlayan” ata benzemektedir.
5. İrlanda’nın kamu borçlarının milli gelire oranı yüzde 60 dolayındadır. Yani bu bakımdan sorunlu bir ülke değildir. Ancak İrlanda sürekli cari açık veren ve cari açığı büyüyen bir ülkedir. Son bilgilere göre cari açığının milli gelire oranı yüzde 5’i geçmiştir. Bu İrlanda’nın en zayıf yönüdür. ***
Sermaye birikimi yaratmak için milli gelirinin 9 katı dış borç almasına rağmen İrlanda içine düştüğü krizin sorumlusu değildir. İrlanda veya bir başka AB üyesi ve hatta Türkiye’nin bir “finansal krize” girmesi onun tek başına işleyebileceği bir günah değildir. Bir ülkeye bu kadar para girerse, o ülkede elbette “varlık fiyatları balonu” oluşur. Sonra bir gün gelir bu balon patlar. Bankaların aktifleri pasiflerini karşılayamaz hale gelir. Sonra da sıra “yabancıların İrlanda’daki paralarının kurtarılmasına” gelir. Olay budur.
Son Söz: Finans işi, minans işi, bunun yapan iki kişi.
Yazının Devamını Oku