Ege Cansen

Değerli Euro’nun laneti

19 Ocak 2011
UZUN yıllar bir yerde ekonomik kriz çıktı denince, akla az gelişmiş ülkeler gelirdi. Çünkü az gelişmiş ülkelerin paraları “yumuşaktı”. İngilizcede “sert para” (hard currency) denen, yani buralarda döviz tabir edilen türden değildi. Bu gariban ülkelerin sürekli döviz açıkları olurdu. Açığı da borçla kapatırlardı. Borçları iyice şişince alacaklı zengin ülke bankerleri, acaba alacağımı tahsil edemeyecek miyim telaşına kapılır ve ülkeden çıkmaya karar verirdi. Bunun üzerine “el parasıyla görülmemiş kalkınma” yaratan ülkelerin paraları aniden değer kaybederdi. Para çöküşünü ekonomik çöküş izler (ki bu hep böyledir) ve o ülkenin milli geliri düşüp, işsizliği artardı. Türkiye bu krizlerden bolca yaşamıştır.
* * *
Bir para biriminin diğer para birimleri karşısında değer kaybetmesine Fransızca söylenişiyle “de-valüasyon” yani “değer düşürme” denir. Bu kelime Türkçede “deve-lüasyon” şeklinde telaffuz edilir. Çünkü değeri düşen para birimi cinsinden tasarrufu olanların, parasal varlıkları kısmen “deve” olur. Paracıkları ara sıra deve olan ülkelerin vatandaşları “düşmez kalkmaz bir dolara var” değip, tasarrufunun bir kısmını dövizde tutmayı tercih eder. Bu cari açık mahkûmu ülkelerin merkez bankaları da ikide bir “şu kadar döviz rezervimiz var” diye böbürlenerek halkına güven vermeye çalışır. Velev ki o rezervler aslında “borç” olsa bile.
* * *
Bu döviz bitmesi o kadar can sıkıcı bir iştir ki, her el parasına muhtaç ülke “benim ulusal param da döviz olsa, dövizim hiç bitmez; o zaman da devalüasyon denilen bela başıma gelmez” diye düşünmüştür. Avrupa Birliği, bir Avrupa Merkez Banaksı kurup ortak para birimi “Euro”yu piyasaya çıkarınca, özellikle cari açıksız yaşamayan ülkeler bu işe çok sevinmiş, davul zurna çalarak, halaylar çekerek, kendi ulusal para birimlerini kendi elleriyle toprağa gömmüş ve Euro’ya geçmiştir. Bu konuda sadece İngiltere “Europe yes, Euro no” demiş ve Avrupa Birliğine katılmakla birlikte, ulusal parası “Sterlin”i bırakıp Euro’ya geçmemiştir.
* * *
Bu İngilizler çok çalışkan değildir ama çok akıllıdır. Para pul işlerinden de iyi anlarlar. Ben İngilizler acep niye Euro’ya geçmiyorlar diye düşünürken aradığım cevabı bir İngiliz iktisatçısı “cari açık veren bir ülkenin bu açığını kapatmasının en emin yolu parasının değerinin düşmesine izin vermektir” diyerek cevaplamıştı. Meğer adamlar çok ileri görüşlüymüş. Çalışkan Almanların Euro’u değerlendireceğini, kendilerinin ise buna ayak uyduramayacağını bilmişler. Bu yüzden İngiliz ekonomisinin cari açık vereceğini ve İngiliz parasının değerinin düşmesinin ekonomilerine “esneklik” kazandıracağını hesaplamışlar. Euro’ya geçerlerse İngiliz mali sisteminin “katılaşıp, kırılganlaşacağını” öngörmüşler. Yunanlılar, İrlandalılar, Portekizliler devalüasyondan kurtulmak için Euro’ya geçerken, İngilizler “devalüasyon yapma imkânını kaybetmemek” için Euro’ya geçmemişler. Şimdi herkes Yunalılara ve İrlandalılara krizden çıkabilme-leri için “devalüasyon” öneriyor. Bunun için Euro’dan çıkın diyor. Vay be! İşe bak.
Son Söz: Param değerli diye övünme, değeri düştü diye dövünme.
Yazının Devamını Oku

Ödeyemiyorum işte! Canımı mı alacaksın

15 Ocak 2011
NASIL tek kutuplu mıknatıs olmazsa, tek bacaklı muhasebe işlemi de olmaz. Muhasebenin mantık temeli “alanın borçlu, verenin alacaklı” olmasıdır. Cari açık veren bir ülke, yabancı ülkelerden borç alıyor demektir. Borç alamayan ülkenin cari açığı olmaz, olamaz. Çünkü ancak kazandığı dövizin yettiği kadar yabancıların ürettikleri mal ve hizmetlerden satın alabilir. Bu da cari işlemler dengede demektir. Bu arada hatırlanması gereken önemli bir husus da, ülkeye giren “Doğrudan Yabancı Sermaye”nin bile, son tahlilde o ülkenin dışa karşı bir yükümlülüğü yani borcu olduğudur. 
* * *
Cari İşlemler Dengesi, ülkenin tamamını kapsar. Yani özel sektör, kamusal sektör fark etmez. Toplamda açık varsa, açık vardır. Hükümet, kamu sektörü dış borç almamış, özel sektörün aldığı borç da devleti bağlamaz diyemez. Çünkü dışarıdan bakınca, söz konusu olan sektör değil “ülke”dir. Devlet, sadece kamu sektöründen sorumlu değildir. Ülkenin bütününden sorumludur. Onun için bir ülke “borç ödeyememe” durumuna düştü mü, yabancı alacaklılar sonunda faturayı o ülkenin devletine kesmeye çalışır.
* * *
Genel durum böyle olmakla birlikte, bizim gibi “cari açıksız” yaşamayan ülkelerin borçlanma ve risk yönteminde son 10 yıl içinde önemli değişim olmuştur. Borçlanmada yeni tercihler şunlardır:
1. Kamu borcunu küçült, özel sektör borcunu büyüt.
2. İç borcu küçült, dış borcu büyüt.
3. Devletten devlete
borcu küçült, özelden
özele borcu büyüt.
4. Ulusal parayla borcu küçült, yabancı parayla
borcu büyüt. 
Borçta sorumluluk açısından, kamu tanımına,
1. Merkezi devlet ve kamu iktisadi kuruluşları,
2. Belediyeler ve belediye iktisadi kuruluşları,
3. İl özel idareleri ve onların iktisadi kuruluşları,
4. Hazine’nin doğrudan veya dolaylı kefil olduğu özel kuruluşlar girer.
* * *
Bir devletin, iç borçlarını ödeyemez hale düşmesi veya sürdürülemez yükseklikte faiz vaat etmeden döndürememesi ki, sonunda akıbet değişmez, başvuracağı tek çare “monetizasyon” yani para basmaktır. Para basmak, parası döviz olmayan ülkeler için tam bir felakettir. Derhal yüksek bir devalüasyon olur. Ülke “devalüasyon-enflasyon” sarmalına paçayı kaptırır. Milli gelir düşer, işsizlik yükselir. Bunu anlatan birçok vaka vardır. Hâlbuki dış borçlarını ödeyemeyen bir devlet “moratoryum” ilan eder. Hele, hele borç ödeyemeyen tüzel kişilik görünüşte devlet değil, özel sektörse, yabancı alacaklıların uygulayabileceği müeyyide kısıtlıdır. Biz bunu 1994’te yaşadık. Sonunda yapacakları, alacaklarının vadesini uzatıp, faizini düşürmek ve hatta kısmen alacaklarından vazgeçmektir. Bu da ülke için bir felakettir. Ancak, bu felaket “para basarak iç borcu” deve etmek alternatifinden daha az tehlikelidir. Bu riski az hasarla yönetebilmek için
1. Kur garantisi vermemiş olmak.
2. Yeterli döviz rezervi bulundurmak, gerekir.
Biz de bunu yapıyoruz.
Son Söz: En emin risk yönetimi, riski elimine etmektir.
Yazının Devamını Oku

Danıştay temyiz değilmiş

12 Ocak 2011
KONUMUZ yargıda reform. Ortada iki niceliksel dert kümesi duruyor.

1. Zaman aşımı dolayısıyla yargılama sonuçlanmadan davaların düşmesi. Yani mahkemelerin zamanında karar verememesi. Bazen suçluların işledikleri suçun yanlarına kâr kalması. Bazen da haksız hapis.  
2. Tutukluluk sürelerinin çok uzun olması, tutukluluğun mahkûmiyete dönüşmesi. Çok uzun süre yargılanıp hüküm giyen tutukluların ise, mahkemenin kararını Yargıtay onamadığı için salıverilmesi.
* * *
İşin bir de niteliksel yönü var. Acaba yargı kararları ne kadar adil ve hukuka uygundur? Burası kutsal “hukukun üstünlüğü” alanıdır, girilemez. Neyin hukuka (yasaya değil) uygun olup olmadığı tartışmasına, hukukun amacını ortaya koymadan başlamak mümkün değildir. Hukukun amacı nedir, ben bilemem. Zaten konu o derinliğe indiğinde ancak hukuk felsefesine vakıf olanlar konuşabilir. Suçun azaltılması, can, mal emniyetinin korunması gibi tanımları yapmak kolaydır. Ama mesela hukukun amaçları arasında milli geliri büyütme ve bunu adil olarak bölüştürme var mıdır? İşsizliğin azaltılması, enflasyonun düşürülmesi, laikliği, milli birliği, dini veya demokrasiyi korumak, hukukun amaçları arasında mıdır?
* * *
Bu toz duman içinde Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in “Dünyanın hiçbir yerinde 120’den fazla üyesi olan bir yüksek mahkeme görmedim. Biz yüksek mahkeme değiliz maalesef. Temyiz mahkemesi gibi çalışıyoruz” İfadesi oldu.
1. Benim bugüne kadar bildiğim Yargıtay kelimesinin Temyiz Mahkemesi deyiminin öz Türkçesi olduğu idi. Yani Yargıtay, Temyiz aynı şeydir. 

Yazının Devamını Oku

Güzel havalar enflasyonu düşürür

5 Ocak 2011
YENİ yıla çok güzel bir ekonomik haberle başladık. 2010 yılının Tüketici Fiyatları Endeksi sadece yüzde 6.4 arttı. Hepimiz, hem sevindik hem de şaşırdık. “Enflasyon benim işimdir” diyen Merkez Bankası bile tahmininde yanıldı. Her ne kadar Merkez Bankası’nın yüzde 6.5’luk hedefiyle yüzde 6.4’lük gerçekleşme istatiksel olarak aynı ise de, bu oran Merkez Bankası’nın tahmini olan yüzde 7.5’tan ciddi mertebede düşüktür. Hatırlatmak için yazayım, Merkez Bankası’nın 2010 için tahmin aralığı en düşük “yüzde 7 ile en yüksek yüzde 8” olmak üzere orta noktası yüzde 7.5 idi. Demek ki; işi, enflasyonu yönetmek olan Merkez Bankası bile tahminde bu denli yanılabiliyor. Olaya dışarıdan bakanların yanılmasını normal karşılamak gerekir. Öyleyse bu yanılgının “öngörememe zafiyeti” gibi bir sebepten başka açıklamaları da olmalıdır.
* * *
Bazılarını ben sıralıyım:
1. Bu sonbaharda, özellikle aralık ayında havalar çok ılıman geçmiştir. Bu sayede hem sebze, meyve üretimi artmış hem de nakliyede bir sıkıntı olmamıştır. Aralık ayında gıda maddesi fiyatları yüzde 2.66 düşmüştür. Sadece bu faktör, eksi yüzde 0.87 ile tek başına enflasyonun aralık ayında “eksi” yüzde 0.3 çıkmasını açıklamaya yeter de artar bile.
2. Bu meyanda ta uzak diyarlardan gelip et fiyatlarını aşağı çeken “Angus”lara da minnet borçlu olduğumuzu unutmayalım.
3. Havaların ılıman seyretmesi, kışlık giysi talebini azaltmış, bu da giyim eşyası fiyatlarında yüzde 1.77 düşüşe yol açmıştır.
* * *
   Buraya kadar söylediklerim gelir geçer şeylerdir.
4. Şimdi sıra daha esaslı hususlara değinmeye geldi. Türk ekonomisinde enflasyon olgusuyla ilgili tespitim şudur: “Devalüasyon-enflasyon-faiz” denilen bir döngü, enflasyondaki artış ve azalışların gerisindeki en temel dinamiktir. Özetle, bu üç değişken, bir çember üzerinde hareket ettiği için birbirinin hem sebebi, hem de sonucudur.  
5. Nitekim 2000 yılı başında IMF’nin telkin ve tavsiyesiyle uygulamaya konulan ve maalesef krizle sonuçlanan “kur çıpası” yoluyla enflasyon düşürme yönteminin üzerine inşa edildiği kuram da budur.
6. Türkiye 2001 yılında krize girince, “açıkça” uyguladığı kur çıpası rejiminden çıkmış, onun yerine “örtülü kur çıpası” yöntemine geçmiştir. Bunun adı “enflasyon hedeflemesi”, temel aleti de “yüksek faiz/düşük kur” politikasıydı. 
7. Dünya 10 yıldır ucuz ve bol ABD Doları dönemi yaşamaktadır. Bu bolluk sonucunda eskiden ikide bir “döviz krizi”ne yakalanan Latin Amerika, Güney Doğu Asya ve Türkiye gibi Orta Doğu ve Balkan ülkelerinin çoğu, dış açık vermesine rağmen devalüasyon krizine yakalanmadığı için enflasyonu düşürebilmiştir.
8. Düşük döviz fiyatıyla elde edilen düşük enflasyon, Merkez Bankamızı “enflasyonu düşürmek için faizleri yüksek tutmak” açmazından kurtarmıştır. Devir “düşük faiz/ düşük enflasyon” devridir.  
9. Türkiye’nin ekonomik risk radarında artık sadece “cari açık” gözükmektedir. Şimdi hüner, enflasyonu düşüren sıcak paradan kurtulma manevraları yaparken, enflasyonun tekrar patlatmasına izin vermemek olacaktır.
Son Söz: Hasta etmediği sürece, sigara sağlığa zararlı değildir.
Yazının Devamını Oku

Yılbaşı için bir ‘Recep Bey ile kaynak Kemal’ öyküsü

1 Ocak 2011
ÜLKEYİ yönetmek, halkı yönetmektir. Halkı yönetmek, halkın kafasını ütülemektir. Hotantolar “yönetmek istediklerinin kulağından sesini, gözünden yüzünü” eksik etmeyeceksin dermiş (?). Zaten ülkeyi yöneten kişi günde en az beş kez yazılı, basılı ve sesli medyada yer almıyorsa “yaşamıyor” demektir. Aynı kural muhalefet için de geçerlidir. Başbakan Erdoğan, muhalefeti de bu yaşam hakkından mahrum etmemek için, onları her gün önce bir güzel haşlayıp, ardından fırçalayarak, cevap hakkı yaratmaktadır. Bizler de günlerimizi cambaz seyrederek geçirirken atı alan da Üsküdar’ı geçmiş, lâik ve tek uluslu “Cumhuriyet”in kökleri iyice kazınmıştır.
¡ ¡ ¡
Hafta başında bütçe görüşmeleri sırasında Başbakan Erdoğan CHP’nin yeni önderi Kemal Kılıçdaroğlu’na “Kaynak Kemal” diye bir ad taktı. Bu ad takma muhabbeti, Kılıçdaroğlu’nun CHP iktidara gelince yapacağını vaat ettiği sosyal harcamaların kaynağını belirtmemesinden çıktı. Kılıçdaroğlu, “hünerli ev hanımı” benzetmesiyle, “Az kaynakla çok iyi işler yapılabilir” dedi. İktisadi konularda CHP’nin, AKP veya önceki sağ iktidarlar kadar hünerli olmadığı su götürmez bir gerçektir. Ben Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam “O eskidendi, son sekiz yılda sizden öğrendiğim yöntemlerle kaynak yaratacağım” der ve hınzırlık olsun diye gırgırına şöyle bir kaynak listesi yayınlardım.

1. Yakında nasıl olsa ABD, İran’a saldıracak. Amerikan askerlerinin bu harpte topraklarımızı kullanması karşılığında ABD’den 150 milyar dolar isteyeceğiz. AKP, Irak’a saldıran ABD’den 100 milyar dolar geçiş ücreti istemiş ama alamamıştı. Biz almasını biliriz.
2. Güneydoğu’daki mayınlı sahaları, temizlenip organik tarım yapması için İsrail’e kiralayacak ve karşılığında 10 milyar dolar alacağız.
3. Bütün devlet binalarını bir gayrimenkul şirketine satacağız. Devlet sattığı binalarda kira ile oturacaktır. Bu gayrimenkul şirketi, çıkaracağı imtiyazlı hisse senedi maliklerine, alacağı kiraları temettü olarak dağıtacaktır. Bu hisse senetlerini, petrol zengini Müslüman ülkelerinin devlet fonları, dağıtılan kâr payı “helal” olduğundan kapış, kapış alacaktır. Buradan 200 milyar dolar toplayacağız.
4. Biraz da CHP’nin engellemesi yüzünden elde kalan 2B orman arazilerine en yüksek parayı veren yerli veya yabancılara satacağız. Buradan da 100 milyar dolar para toplayacağız. Herhalde AKP kendi projesine karşı çıkmaz diye düşünüyoruz.
5. Önümüzdeki 10 yılda devletin toplayacağı gümrük vergi ve rüsumlarını toplama işini peşin parayla “özelleştireceğiz”. Bu özelleştirmeyle 300 milyar dolar kaynak yaratacağız.
6. Devlet bankalarının hepsini yabancılara satacağız. Buradan da 50 milyar dolar bekliyoruz.
7. Devamlı yüksek faiz politikası uygulayacak yabancı para simsarlarına açık, açık veya üstü kapalı her tür garantiyi verip sıcak para akımlarını garanti altına alacağız. Buradan da yılda en az 40 milyar dolar bekliyoruz.
Son Söz: Yolu açan, arkamdan kimse gelmesin diyemez.
Yazının Devamını Oku

Tüm kötülüklerin anası bütçe açığı babası kim acaba

29 Aralık 2010
BUGÜNÜN konusuna girmeden önce bir düzeltme yapamam gerek. Geçen çarşamba günkü yazımda sözü geçen savaş, Sakarya değil Birinci İnönü’dür. Hatırlatan değerli okurlarıma teşekkür ederim. Bu, benim yapmamam gereken bir hataydı. Nasıl yaptığımı ve bundan sonra benzeri hatalar yapmamak için ne yapmam gerektiğini iyice düşündüm. Vardığım sonuç şudur. Makale yazarken, bir başkası senin yazdığını denetlemiyorsa, asla hafızana güvenme. Kendi doğum tarihini yazarken bile kayıtlara bak.
 
BORÇLU BURADA ALACAKLILAR NEREDE

Dış basında hemen her gün, 2011 yılında birçok Avrupa ülkesinin hatta ABD’nin, hem bütçe açıklarını kapatmada hem de kamu borçlarını geri ödemede zorlanacağı üzerine yazılar çıkıyor. Bu yüzden bazı ekonomilerde çöküntüler yaşanabileceğini söyleniyor. Pek tabii bizim meşhur “araba çarptıktan sonra hop deduk!” diyen reyting şirketleri de sorunlu ülkelerin notunu düşürüyor. Doğrudur. Avrupa’nın belli ülkelerinde ekonomik duraksamalar ve hatta çöküntüler yaşanabilir. Görünürde bu “problem tosuncukları”nın anası, ülkelerinin kamu borçlarıdır. Ama bu tosuncukların bir de babası vardır. Onun adı da dış açıktır. Kamu borçları konusunu daha önce de işlemiş (ve eğer bir ülkenin dış açığı yoksa) kamu borçları kriz yaratmaz demiştim. Çünkü kamu (public/devlet) borcunun alacaklısı da kamu (public/halk)tır. Ancak bir ülke için otomatikman sıfır olmayan şey “cari açık” yani dış açıktır. Eğer sorunlu ülkeler önceden teşhis edilmek isteniyorsa, iç açığa değil önce dış açığa bakılmalıdır.   

LEBLEBİ YEMEK PELTEKLİK YAPMAZ


Adamın biri doktora gitmiş. “Leblebi yiyince dilim peltekleşiyor, bunun çaresi nedir” diye sormuş. Doktor da benim bildiğim leblebi yemek, insanın dilini
peltekleştirmez. Siz leblebinin yanında başka bir şey de yiyip içiyor musunuz, onu söyleyin demiş. Adam da “Evet leblebinin yanın da susuz rakı içiyorum” diye cevap vermiş. Arkasından da “Rakı bana hiç rahatsızlık vermez. Bu dil peltekleşmesi, leblebiden oluyor. Rakıma dokunma, bana derdimin çaresini söyle” doktor bey demiş. Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya hepsinin ortak yanı ekonomi değirmenlerinin “cari açık”la dönmesidir. Nedense bu konuya pek dokunulmadan iki de bir “kamu borçları çok yüksek” türküsü söyleniyor. Galiba kimse rakısına dokundurtmuyor.

ALMANYA VE SAZ ARKADAŞLARI NEDEN BOZUK ÇALIYOR


Euro Bölgesi’nin toplamda cari açığı yoktur. Daha doğrusu yok mesabesinde bir açık vardır. Buna mukabil Yunanistan’ın, İrlanda’nın ve Portekiz’in son yıllardaki cari açıkları milli gelirlerinin yüzde 10’u dolayındadır. Bu hovarda ülkelerin para birimleri Euro olduğu için kimseye, ne ticari ne de mali olarak “yabancı para” ile borçları yoktur. Kimin sayesinde? Almanya, Hollanda, Danimarka, Avusturya gibi cari fazla veren Euro bölgesi ülkeler sayesinde. Şimdi fazla verenlerle, açık verenler arasına kara kedi girdi. Almanya’nın başını çektiği tutumlular  “Tamam sizler bizim yoldaşımızsınız, sizi yalnız bırakmayalım” ama siz de “daha çok üretin, daha az tüketin” diyorlar.

Son Söz: Dostlarına çok abanma, sonunda dostsuz kalırsın.
Yazının Devamını Oku

Balon nedir, nasıl oluşur, niçin patlar

25 Aralık 2010
PEK tabii ekonomilerde teşekkül eden balondan bahsedeceğim. Başlığı daha uzun yazmak gerekse, “niçin patlar”dan sonra, patlayınca ne olur, balon patlamasının hasarı nasıl giderilir ibarelerini de eklemem gerekirdi. Bu balon işini bir yazıda doğru dürüst anlatmam mümkün değil. Bu sebeple okurlarımın hemen anlamasını daha da önemlisi benimsenmesini beklemiyorum. Zaten iktisatçılıkla geçinenler (iktisatçı diye geçinen değil) bile bu balonu tam anlamış değiller. Siz önce okuyun, sonra konuşuruz.
EKONOMİDE BALON NEDİR
Varlık fiyatlarının, mal ve hizmet fiyatlarından daha hızlı bir şekilde, en az beş yıl üst üste artması sonucu ortaya çıkan “sanal zenginleşmeye” balon denir. Bir ipucu vereyim. Varlık, yani menkul ve gayrimenkul mülklerin değer artışları sonucu “zenginleştim” hissiyle hareket eden hane halkının tasarruf oranı düşmüşse bir “balon” oluştuğuna dair iddiaya girebilirsiniz.
MİLLİ GELİR VE MİLLİ SERVET İLİŞKİSİ NEDİR
Milli servet, milli gelirin tüketilmeyip tasarruf edilen kısmının verimli yatırımlara dönüşmesiyle oluşur. Milli servet bir “sermaye birikimi”dir. Burada sermaye, fizik ve finansal varlıklar anlamına gelir. Bu servet birikimi kurum bilânçolarının “aktif” tarafından izlenir. Barajlar, limanlar, sulama kanalları, boruyla taşıma sistemleri, kara ve demiryolları, hava ve deniz limanları, fabrikalar, toprağı ıslah edilmiş sulanan tarlalar, bakımlı ormanlar, ulaşım sorunları çözülmüş, yaşam düzeyi yüksek kentlerin hepsine birden “fizik sermaye” denir. Bir ülkede insan gücünün eğitilmesi, meslek sahibi, yüksek ahlaklı hem girişimci hem de çalışkan insanlar yetişmesi de “beşeri servet” birikimidir. Sermaye, hem refakat ettiği emeğin verimliliğini arttırarak hem de bizatihi kendisi çalışarak “gelir” yaratır. Milli gelir, milli serveti; milli servet, milli geliri büyütür. Biri yoksa diğeri olmaz.
BALON NASIL OLUŞUR
Menkul ve gayrimenkul varlık fiyatlarının, yukarıda anlatılan insan yapması fizik sermaye oluşmasına veya petrol gibi Allah vergisi milli servet artışına bağlı olmaksızın “beklentilere dayalı” olarak durduğu yerde artmasıyla balon oluşur. Buna “balon” denmesinin sebebi, “cismin hacminin ağırlığından hızlı artmasıdır”. Nasıl sönük balon 2 gram ve 2 santimetreküp iken, içine hava basılınca balon 2 gram ve 2000 santimetreküp olursa, bazen varlık fiyatları da gaza gelip, fizik yatırımların maliyetinden çok fazla artar. Balonu, parasal ekonomi yaratır. Sorumlusu başta merkez bankası olmak üzere bankalar ve türevci malî kuruluşlardır. Kısaca finansal sektördür.
BALON NİÇİN PATLAR
Ellerindeki menkul ve gayrimenkul varlıkların fiyatlarının ummadıkları kadar hızlı arttığını gören servet sahipleri, bu anormalliğin farkındadır. İlk fırsatta nakit paraya dönüp dinlenmek ister. Yatırımcı davranışları, bu yönde değişince, bir tetikleme yani “öncü yatırımcıların” pozisyon değiştirmesi balonu patlatır. Çünkü yatırımcı, yatırımcıya baka, baka satar veya alır.
Son Söz: Çok şişmiş balon, yavaş patlamaz.
Yazının Devamını Oku

Bankalar sıcak sever

22 Aralık 2010
BU köşede, daha önce de dikkatiniz çektiğim gibi, ekonomimizi yönetenlerin sıcak para aşkı birkaç aydır “soğumaya” başladı. Bu husus Başbakanın ve Maliye Bakanı’nın konuşmalarından anlaşılmıştı. Son olarak da Merkez Bankası Başkanı ve yardımcılarından Erdem Başçı’nın beyanları ve aldıkları kararlar, bu değişimi teyit etti. Türk ekonomisinin en zayıf yönünün cari açık olduğunu yazar dururum. Son günlerde bankaların “kazanç” alanını sınırlayan düzenlemelerin gerekçesi, cari açığın kontrolsüz bir şekilde büyümesinin yarattığı korkudur. Bu korkuyu da tabiri caizse İrlanda’nın “mucizeden, faciaya” sürüklenmesi yaratmıştır. Sermaye birikimi yetersiz uluslar, Atatürk’ün Sakarya Savaşını kazanan İsmet İnönü’ye çektiği telgrafta kullandığı ifadeyle, ülkelerinin “makûs talihini” değiştirmek için ister sıcak, ister soğuk olsun hep yabancı sermayeden medet ummuşlardır.  * * *
1. Türkiye’de son yıllarda yapışkan hale gelen cari açığın özel nedeni, enflasyonu düşürmek için uygulanan “örtülü kur çıpası” politikasıdır.
2. Örtülü kur çıpası, “yüksek faiz-düşük kur” düzenlemeleri ile kamu varlıklarının “özelleştirme” adıyla yabancılara satılmasıyla sürmüştür.  
3. Faizin yüksek, kurun da düşük olması
ve düşük kalacağına dair yabancı finansörlere zımnen söz verilmesi, ülkeye oluk, oluk sıcak para akıtmıştır.
4. Ülkeye giren para sayesinde:
a. Ekonomi, iç tüketimle canlılığını sürdürmüş
b. Yatırımlar ve özelleştirmeler dış borçla kolayca finanse edilmiş,
c. Artan ithalat KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergi gelirlerini arttırdığı için bütçe açıkları daralmış,
d. Fiyatlar, dolara endekslendiğinden, dolar artmayınca iç fiyatlar da fazlaca artmamış ve enflasyon düşmüştür.
Hal böyle olunca da, sıcak parayı ürkütürsek, her şey altüst olur endişesiyle, kimse cari açığı kapatacak önlem almaya cesaret edememiştir. Ancak gelinen noktada “düzensiz bir düzeltme” ihtimali artmıştır. Bunun üzerine, sıcak paranın oluşturduğu “balonlar” yine sıcak para tarafından patlatılmadan, inisiyatifi ele alalım şu sıcak para girişlerini yavaşlatalım fikri oluşmuştur.
* * *
Sıcak para, paradır. Para da bir ülkeye ancak banka sistemi üzerinden girer. Bir ülkeye ne kadar sıcak para girerse, o ülkenin bankaları o kadar kâr çok eder. Bankaların borsa değerleri o kadar yükselir. Dolayısıyla Türkiye’de banka patronu veya yöneticisi olup da “sıcak para” sevmemek olmaz. Bu sıcak para 1980’den önce DÇM (Dövize Çevrilebilir Mevduat) adı altında ülkeye geldi ve 1980 krizini çıkardı. Daha sonraki yıllarda “toptancı bankacılık, açık pozisyon” ve “ofşorcuk” gelişti. Bu alicengiz oyunları 1994 ve 2001 krizlerini doğurdu. Yirmiden çok banka battı. 2001’den beri yabancı para, daha ziyade portföy yatırımları, sendikasyon kredileri
ve de en sonunda yerli patronların bankalarını yabancılara satmasıyla yoluyla yurda girdi. Bu gelişmeler henüz bir krize sebep olmadı.
Öyleyse bu karar değişikliği niye denebilir mi?
Son Söz: En doğru kriz tahmini, olduktan sonra yapılandır.
Yazının Devamını Oku