Dr. Erkan Aydın

Veda hutbesi’nde insan hakları (2) - Tevhit- can- namus

2 Haziran 2018
Kuran-ı Kerim’de bireysel ve toplumsal hayatın düzeni için 3 temel konu üzerinde ısrarla durulmuştur. Bunlar tevhit* esası ile can ve namus dokunulmazlığıdır. Masum cana kıyma, Kuran-ı Kerim’de bir insanlık suçu olarak tasvir edilir. “Kim bir can karşılığı ya da yeryüzündeki bir fesat sebebiyle olmaksızın bir insanı öldürürse, adeta bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de bir insanı yaşatırsa, o da bütün insanları yaşatmış gibi olur” (Maide 5/32) ayeti bu noktaya işaret etmektedir.

HAZRETİ Peygamber’in veda hutbesinde yer alan, insanların kardeşliğini ve insan olmak bakımından kimsenin kimseden üstün olmadığını, farklılıkların zenginlikler olduğunu vurgulayan cümleleri Kuran-ı Kerim’de de oldukça vurgulu şekilde ifade edilmiştir. “Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat 13) Kuran-ı Kerim’de bireysel ve toplumsal hayatın düzeni için üç temel konu üzerinde ısrarla durulmuştur. Bunlar tevhit* esası ile can ve namus dokunulmazlığıdır. (el- Furkan 25/ 68-69)

MUHTEREM KILINAN CANI KATLETMEYİN

Adam öldürme, masum cana kıyma, Kuran-ı Kerim’de bir insanlık suçu olarak tasvir edilirken, aynı zamanda insanların birine karşı yapılan bir saldırı adeta hepsine yapılmış gibi kabul edilmiştir. Nitekim “Kim bir can karşılığı ya da yeryüzündeki bir fesat sebebiyle olmaksızın bir insanı öldürürse, adeta bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de bir insanı yaşatırsa, o da bütün insanları yaşatmış gibi olur” (Maide 5/32) ayeti bu noktaya işaret etmektedir. Birçok ayette “Allah’ın saygın (muhterem, saygıdeğer) kıldığı canı katletmeyin” (el- En’âm 6/151, el- İsrâ 17/33) denilerek, canın saygınlığı dile getirilerek masum cana kıyma şiddetle yasaklanmakta ve bir can karşılığı olmaksızın birini öldürmenin akıl ve fıtrata aykırı bir iş olduğu ifade edilmektedir. (el- Kehf 18/74)

Bu ayetler ve özellikle bir mümini kasten öldürmenin cezasının cehennemde sürekli kalış olduğunu belirten ayet, cana kıymanın İslam dininde ne büyük bir günah olduğunu da göstermektedir. Hz. Peygamber’in “İnsan, Rabb’in binasıdır, onu yıkan lanetlenmiştir” sözü insan hayatının önemini vurgulamaktadır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMAN’A IRZI-KANI HARAMDIR

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslüman’ın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter. Birbirinizle hacetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için arttırmayınız. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez.”

* Tevhid-tevhit: 1- Bir kılma, bir etme, birleştirme, birleştirilme. 2- Bir sayma, bir olarak bakma, birliğine inanma. 3- Allah’ın birliğine inanma. (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat)

BİR SORU

Yazının Devamını Oku

Veda Hutbesi’nde insan hakları

1 Haziran 2018
Veda Hutbesi, Hz. Peygamber’in başarılmış temel hedeflerini ifade eden, 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşma olmasının yanında insanlığa, gerçekleştirilmesi gereken önemli hedefleri de ifade eden evrensel bir bildiridir. Hutbe’nin “Ey iman edenler” yerine “Ey insanlar” olarak başlaması da bunun temel göstergesidir.

MEKKE’nin fethinden sonra Hz. Peygamber (9 Zilhicce / 7 Mart 632) Kurban Bayramı arifesinde yüz bini aşkın sahabiye* Arafat’ta hitap ederken, kendisini yoktan var eden her türlü övgüye en layık olan Allah’a hamt ettikten sonra şöyle seslendi: “Beni dikkatle dinleyin! Bilmiyorum, belki de bu seneden sonra bir daha aranızda olamam. Ey insanlar! Kanlarınız/canlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, tıpkı şu gününüzün, şu ayınızın ve şu beldenizin kutsallığı gibi mukaddes ve dokunulmazdır.” Böylece peygamber olmasına rağmen kendisinin de bir fani olduğunu, baki olanın sadece Allah olduğunu ve hiç kimsenin ebedi kalacakmış hissine kapılmaması gerektiğini tüm insanlığa ilan etti.

KENDİNDEN BAŞLA

Veda Hutbesi, Hz. Peygamber’in başarılmış temel hedeflerini ifade eden 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşma olmasının yanında insanlığa, gerçekleştirilmesi gereken önemli hedefleri de ifade eden evrensel bir bildiridir. Hutbe’nin “Ey iman edenler” yerine “Ey insanlar” olarak başlaması da bunun temel göstergesidir. Veda Hutbesi’nin içeriğini, iç içe geçmiş gittikçe genişleyen daireler biçiminde tasvir edecek olursak, birinci ve merkezdeki dairede insanın kendisinin yer aldığını görürüz. Onu kuşatan dairelerde ise “aile”, “toplum” ve “bütün insanlık” bulunmaktadır. Allah resulünün bu hitabından, toplumdaki bozulmanın önce insandan sonra aileden başlayacağını anlıyoruz. Dolayısıyla düzeltmeye de kendimizden, ailemizden ve yakın çevremizden başlamamız gerektiğini söyleyebiliriz. İnsanlığı kurtarmak için yola çıktığını iddia edenlerin kendisi, çevresi, ailesi ve toplum için ne ürettiğine, nasıl bir fayda sağladığına bakmak gerekir. Ziya Paşa’nın da dediği gibi: “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Kendisine faydası olmayanın hiç kimseye faydası olmaz.

KAN DAVASI KALKTI 

Hz. Peygamber devamla, emanetlere riayet etmeyi emretmiş, faizinin her çeşidinin, kan davalarının kaldırılmış olduğunu ilan ederek can ve mal güvenliğini sarsan, tehdit eden iki kemikleşmiş hastalığa dikkat çekmiştir. Hz. Peygamber ilk kaldırdığı faizin amcası Abbas’ın aldıkları ve ilk kaldırdığı kan davasının da kuzeni Rebia’nın davası olduğunu belirtmesi dikkatlerden kaçmamalıdır. Kuralların uygulanmasına bizzat kendi yakınlarından başlaması, kuralların yakın uzak ayrımı olmaksızın herkes için aynı şekilde geçerli olduğunun ve herkesi aynı şekilde bağladığının vurgulu bir anlatımıdır. Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde-? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara 44) Hz. Peygamber’in bu davranışı hocalar, öğretmenler, yöneticiler, sanatçılar ve topluma örnek olma durumunda olan herkes için üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

RABBİNİZ BİRDİR

Müminlerin kardeş olduğu, gönül rızası olmadıkça kimsenin malının kimseye helal olmayacağını belirtip, Allah’ın kitabına tutundukları sürece müminlerin sapmayacakları ifade edildikten sonra hutbe evrensel bir boyuta çekilmiştir: “Ey insanlar Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz Âdem de topraktan. Allah katında en değerliniz, Allah’tan en çok sakınan, insanlara en faydalı olan, en merhametli, en çalışkan, en faziletli, en sabırlı, en mütebessim, kısaca takvaca en üstün olanınızdır.”

EN BÜYÜK PROBLEM

Yazının Devamını Oku

Peygamberlerin ortak sanatı: İnsan yetiştirmek (2)

31 Mayıs 2018
Hz. Peygamber Mescid-i Nebi’ye bitişik olarak, gündüzleri bir eğitim-öğretim için, geceleri ise evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için “Suffa” denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti. Bir mescitle birlikte hemen bir eğitim-öğretim kurumunun yapılması Hz. Peygamber’in eğitime verdiği önemi göstermesi açısından son derece önemlidir.

Hz Peygamber, Hicret yolculuğunda kısa bir müddet Medine’nin dışında bulunan Kuba köyünde kaldığı sırada, Kuba mescidi adıyla bilenen İslam tarihinin ilk mescidini inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp Medine’ye girdiği zaman, devesinin çöktüğü arsayı satın almıştı. Bu arsa üzerinde, Ensar/Medineliler, Muhacir/Mekke’den hicret edenler ve diğer gönüllü kimselerin de katıldığı kalabalık bir işçi/usta topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda bugünkü Mescid-i Nebi’nin ilk ve orijinal hali yapıldı.

Mescid-i Nebi’ye bitişik olarak, gündüzleri bir eğitim-öğretim yeri, geceleri ise evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için “Suffa” denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti.

Eğitim-öğretim faaliyetleri, mescidin “Suffa” denilen kısmında yerine getiriliyordu. İslam ümmetinin ilk nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin sahabe âlimler, İslam’da ilk üniversite sayılabilecek bu mekânda yetişmişlerdi. Suffa, İslam’ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından gelenler için aynı zamanda bir yurt vazifesi de görüyordu. Suffa’da Hz. Peygamber’le beraber, yeni gelen öğrencilere okuma yazmayı ve Kuran-ı Kerim’i öğreten diğer öğretmenler de bulunmaktaydı. Medine’den ve uzak yerlerden gelip burada okuyan öğrencilerin sayısının bazen 400’e ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük bir bölümü cömert sahabiler tarafından karşılanmaktaydı. Medine’de bir evi ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa’da yatıp kalkıyor, ihtiyaçlarını buradan temin ediyorlardı.

Bir mescitle birlikte hemen bir eğitim-öğretim kurumunun yapılması Hz. Peygamber’in eğitime verdiği önemi göstermesi açısından son derece önemlidir. Ayrıca Bedir Savaşı esirlerini 10 Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakması da onun eğitim-öğretime verdiği önemi göstermesi açısından çarpıcı bir diğer örnektir.

Hz. Peygamber’in rahmet olma özelliğini topluma kazandırma çalışmasına bir eğitim yöntemi olarak bakıldığında, onun en çok örnek olma ve yaparak-yaşayarak eğitme yöntemleri ile benzeştiğini söyleyebiliriz.

Hz. Muhammed’in hayatının tamamı mükemmel bir örnektir. Onun bu durumu İslam prensiplerini anlatmak için de bir öğretim metodudur. Böyle bir yaşama tarzının tek bir hedefi olmasından çok, birçok hedefinin varlığından söz etmek daha doğrudur. Bunların birisi de insanları eğitmektir. Çünkü insanlar, kişinin söz ile söylediğini kendi hayatında uygulamasından da çok etkilenmekte ve onun bu durumunu model olarak kabul etmekte zorlanmamaktadır.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) eğitimi, bizzat göstererek ve uygulayarak öğretmekti.

BİR SORU

Yazının Devamını Oku

Peygamberlerin ortak sanatı: İnsan yetiştirmek

30 Mayıs 2018
Allah resulünün en büyük derdi eğitimdi, insan yetiştirmekti. Çünkü insan yetiştirmek peygamberlerin en önemli işiydi. Onun önceliği insana yatırımdı. Çünkü insana yatırım, yatırımların en soylusudur. Çünkü insan, mahlukatın en şereflisidir. Merkezinde insanın bulunmadığı bir çalışma, başarısız olmaya mahkûmdur. Allah resulü, toprağa öyle tohumlar ekti ki asırlar sonrasında dahi filiz vermeye devam etmektedir.

PEYGAMBERLER iki türlü yaşarlar: Birincisi fiziki varlığıyla, ikincisi mesajıyla. Bir peygamber iki kez öldürülebilir. Birincisi, fiziki varlığı ortadan kaldırılarak; ikincisi, misyonu/amacı ortadan kaldırılarak. Eğer peygamberin fiziki varlığı ortadan kaldırılmış fakat misyonu yaşıyorsa, o gerçekte yaşıyor demektir. Çünkü peygamberi peygamber yapan bedeni değil mesajıdır. Fakat ortadan kaldırılan misyonu ise işte peygamber asıl o zaman ölmüş veya öldürülmüş demektir.

BEDDUA ETMEDİ

Allah resulü Nur dağında vahye muhatap olunca bütün hayatı onu insanlara tebliğ etmek ve onları karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesi ile geçti. Bu uğurda nice çilelere katlandı, taşlandı, hor görüldü ve yurdundan çıkarıldı. Fakat kendine yapılan en ağır eziyetlere rağmen, “İlahi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam” dedi. (İbn-i Hişâm, II, 30) O rahmet peygamberiydi. Hiç beddua etmedi. Kendisine yapılan en ağır eziyetlerin sahiplerine bile dua etti: “Allah’ım kavmimi bağışla çünkü onlar bilmiyorlar.”

ATEŞE KOŞUYORSUNUZ

Allah resulü, ümmeti için gösterdiği gayretini şu benzetme ile bize anlatmaktadır: “Benimle insanların durumu şuna benzer: Bir kimse ateş yakar. Ateş etrafı aydınlatınca pervaneler ve bazı hayvanlar kendilerini ona atmaya başlarlar. O kimse bunlara engel olmak için var gücüyle gayret gösterir, ancak onların pek çoğu ateşe düşerler. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmemeniz için sizi belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe atılmak için koşuyorsunuz!” (Buhârî, Rikâk, 26)

Allah resulü, toprağa öyle tohumlar ekti ki asırlar sonrasında dahi filiz vermeye devam etmektedir. Öyle bir İslam binası kurdu ki zamanın ilerlemesiyle zayıflayıp harap olmak bir tarafa daha da kuvvet kazanmaktadır. Onun ümmeti olan biz insanlara da onun derdini yüklenmek, emanetini taşımak düşmektedir.

Onun en büyük derdi eğitimdi, insan yetiştirmekti. Çünkü insan yetiştirmek peygamberlerin en önemli işiydi. Onun önceliği insana yatırımdı. Çünkü insana yatırım, yatırımların en soylusudur. Çünkü insan, mahlûkatın en şereflisidir. Merkezinde insanın bulunmadığı bir çalışma, başarısız olmaya mahkûmdur.

BİNAYA BENZEMEZ

Yazının Devamını Oku

İnsan neden günah işler?

29 Mayıs 2018
- Ahirete inanmıyor veya şüphe ediyordur.

- Nefsi o kadar köpürmüştür ki arzularının terkini ona söylemeye gücü yetmiyordur.

- Ahiret gözüne uzak olunca kalbine de uzak olur.

- Mümin olan her gün tövbe etmek azmindedir, ancak yarına kadar erteler. Önüne çıkan her günah için bunu yapayım, başka yapmam der.

RESULULLAH (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Cehennem (nefse) hoş gelen şeylerle, cennet de (nefse) zor gelen şeylerle perdelenmiştir.” (Buhârî, Rikâk, 28)

İnsan Neden Günah İşler?

1- Ahirete inanmıyor veya şüphe ediyordur.

2- Nefsi o kadar köpürmüştür ki arzularının terkini ona söylemeye gücü yetmiyordur. Şehvet duygusu onu büsbütün kuşatmış ve ölümden, öldükten sonra dirilmekten ve hesap gününden kısaca ahiret tehlikesinden onu gafil tutmaktadır.

3- Ahiret borç senedi gibidir, dünya ise eldeki nakit paraya benzer. İnsan ise yaratılışı itibarıyla peşin paraya yatkın olup senedin vadesi gözüne uzak gelir. Gözüne uzak olunca kalbine de uzak olur.

Yazının Devamını Oku

Bazen de yapmamak söylememek günahtır

28 Mayıs 2018
Bizler yaptıklarımızdan, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, konuştuklarımızdan, konuşmamız gerekirken sustuklarımızdan hesaba çekileceğiz. Günah sadece işlenen midir? Ya yapmamız gerekirken yapmadıklarımız? Bazen yapmaktır günah, bazen yapmamak... Yalanı söylemek de günah, doğruyu söylememek de...

GÜNAH insanın yaratanla, diğer insanlarla, kendisiyle ve tüm varlıklarla ilişkilerini düzenleyen kutsal emirleri yapmamak veya yasakların dışına çıkmamak anlamına gelir. Bizler yaptıklarımızdan, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, konuştuklarımızdan, konuşmamız gerekirken sustuklarımızdan hesaba çekileceğiz. Günah sadece işlenen midir? Ya yapmamız gerekirken yapmadıklarımız? Bazen yapmaktır günah, bazen yapmamak. Yalanı söylemek de günah, doğruyu söylememek de...

Günahsız insan olur mu?

TÖVBE VE AFPeygamberlerden başka kim ki ben günahsızım der ise belki de en büyük günahkâr odur. Peygamberler görevleri gereği Allah tarafından “ismet” sıfatıyla günahlardan korunmuşlardır. Bununla beraber yine de Hz. Yusuf’un, “Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin rahmeti olmadıkça nefs hep kötülüğü emreder” (Yusuf suresi, 53) dediğini bize Kuran bildirmektedir.

Allah resulü, “Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, yerinize başka bir topluluk getirirdi. Onlar günah işler ve tövbe ederlerdi ve Allah onları affederdi.” (Müslim, Tevbe, 10) buyurmaktadır. Sanki insan kişiliğinin tabii bir boyutu gibi gelişen günah ve tövbe ilişkisi, insanın Rabbi ile münasebetini hep diri tutan bir alan olmaktadır.

TAKVA VE NEFSAllah insana iyilikleri yapabilme gücü (takva) verdiği gibi aynı zamanda kötülükleri yapabilme gücü (nefs) vermiştir. O kötülükleri yapabilme gücü (nefs) insanı her an teslim alabilir ve insan günah işleyebilir. İşte o anda, insan Rabbini hatırlamalı “Ben ne yaptım” demeli ve bağışlanma dilemelidir...

İnsan hayatı böyle bir denklem içinde seyredecektir... Buna günah ve tövbe duyarlılığı da diyebiliriz. Günahsızlık insan için gerçekleştirilemeyecek kadar zor bir durumdur. Ama günaha yönelmemek de Allah’la ilişkinin gerektirdiği bir insanlık görevidir. Öyleyse, insanın bir denge kurması gerekir.

ALIŞMA, KANIKSAMAŞöyle bir denge: Günahı kanıksamamak, küçümsememek, günaha alışmamak, günah duyarlılığını kaybetmemek, ölçüyü unutmamak, ölçüyü koyanı unutmamak... Resulullah Efendimiz, günaha kalbi bir çerçevede bakmıştır... “Günah nedir” diye soranlara, “Senin kalbinin/vicdanının kabul etmediği, rahatsız olduğu şeydir” demiştir. Kalbine danış. Kalbinde derin bir sızı ve acı hissediyor musun bak? Nedir o seni yaralayan şey? İçimizde hep “yapmasaydım” duygusu uyandıran şey nedir? İşte o günahtır.

 

Yazının Devamını Oku

Aç kalbini bağlan Rabbine

27 Mayıs 2018
KURAN-ı Kerim’de iki şey özellikle vurgulanır: Birisi, insanın zaaf halidir. O, yoktan var edilmiştir... Var edilişinde hiçbir katkısı yoktur. Üstelik varlığının ilk maddesi bir damla sudan ibarettir. Varlığının devamı da...

Kuran-ı Kerim’de vurgulanan ikinci husus, Allah Teâlâ’nın kudretidir. İnsan dahil kainatta tecelli eden her şey onun kudretinin eseridir. O “ol” der ve her şey oluverir.

Kuran bu iki hususu, birbiriyle ilgili olarak ortaya koyar.

YANLIŞA UYARITohumda ağaç ve meyve, bir damlacık suda ise insan saklıdır... Gözleri, kulakları, elleri, beyni, dimağı, kalbi, rüyaları, inançları, düşünceleri ile insan... Allah şöyle buyuruyor: “İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.” (Yasin/77).

Kuran’da insanın zaafı ve Allah’ın kudreti üzerine bunca vurgu yapılması, insanın Allah’la olan ilişkisinde yanlışlara düşülmemesi noktasında uyarı içindir. İnsana, zaafını idrak etmesi için adeta bir bilinç yüklemesi yapılmaktadır. Çünkü insanın yapısında, kendisini ilahlaştırma duygusu bulunmaktadır. Kuran’da “Arzularını ilâh edineni gördün mü?” (Furkan, 25/43) diye sorulurken insandaki bu duyguya işaret edilir.

İnsan, bakıyorsunuz, ihtiyaç halinde elini açıp Allah’a yalvarıyor, imkâna kavuşunca ise sahip olduğu her şeyin “kendi kudreti” ile elde edildiğini söylüyor... “Hayır! Gerçek şu ki, insan, müstağni olduğunu/kimseye muhtaç olmadığını hissedince insanlığını yitirir, azgınlığa yönelir...”

DAĞINIKLIKTAN KURTULEy insan! Bırak gururu, kurtul dağınıklıktan, topla zihnini, dön Rabbine! Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım. Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse vuramaz. Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 24-30)

Allah’a kul ol, O’na muhtaç olduğun kadar,

Dünyadan nasibini ara, orada ömrün olduğu kadar,

Yazının Devamını Oku

İslam külfet değil nimettir

26 Mayıs 2018
Allah’ın nimet olarak gönderdiği ve tanımladığı yüce dinimiz dünyada külfet olarak algılanmaya başlamışsa bunda biz Müslümanların hiç mi sorumluluğu yok? Ruhumuzu kaybediyoruz. Allah ile kulun buluşması olan namazları bile borç olarak algılamaya başladık. Aşkı, muhabbeti, ihlası kaybedince muhteşem ibadetlerden geriye sadece günlük tekrarlanan ritüeller kaldı.

İSLAM bizim hayatımız. Bir ömür hayatımızın hangi alanlarını ihya edebildik, hangi alanlarını ölü bıraktık? İslam yaşanabilir, hayat veren bir dindir. Yorgun, bitkin yüreklerle yaşanmaz... Gönüllerimizin İslam’la ilgisini yeniden kurmak zorundayız. Yüce rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapkınlığın en koyusuna düşmüş olur.” (Nisa, 4/136). Buyurun aşk ile şevk ile:

- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve resulüh...

- Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve resulüdür.

DÜŞÜNDÜREN SÖZLER

Mevlana’ya atfedilen, “Allah’ım beni sana ulaştırmayan bu dini, bu inancı ben ateşe atar da yakarım” sözü üzerine düşünmek gerekir. İnsanı Allah’a ulaştırmayan din nasıl bir şeydir acaba? Kuran-ı Kerim’in en son inen ayeti olduğu kabul edilen Maide Suresi 3. Ayet’te Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim ve ondan razı oldum.” Allah’ın nimet olarak gönderdiği ve tanımladığı yüce dinimiz dünyada külfet olarak algılanmaya başlamışsa bunda biz Müslümanların hiç mi sorumluluğu yok? Ruhumuzu kaybediyoruz. Allah ile kulun buluşması olan namazları bile borç olarak algılamaya başladık. Sahi, Allah kul ilişkisini ne zamandan beri borçlu alacaklı ilişkisine indirgedik? Aşkı, muhabbeti, ihlası kaybedince muhteşem ibadetlerden geriye sadece günlük tekrarlanan ritüeller kaldı.

Muhammed İkbal’in dediği gibi: “Gel ey aşk, ey gönlümün remzi, manası, gel ey bizim tarlamız, mahsulümüz gel bu balçıktan yaratılan insanlar artık eskidiler, köhneleştiler. Gel çamurumuzdan yeni bir insan yap.”

Bu mübarek ramazan ayında Kuran ve oruç vesilesiyle kendimize gelelim, kalbimizin tozlarını silelim. Miraç renkleri taşıyan her namazı, her secdeyi, Allah’a en yakın olduğumuz an ve kulluğun zirvesi olarak görelim. Her yeni tanıdığımız insana yeni nazil olan bir ayet gibi bakalım. Sadece insan bile değil tüm tabiata aşk ve gönül penceresinden bakalım, tıpkı kutlu Nebi gibi...

UHUD’UN YÜREĞİ

Yazının Devamını Oku