Paylaş
İSLAM bizim hayatımız. Bir ömür hayatımızın hangi alanlarını ihya edebildik, hangi alanlarını ölü bıraktık? İslam yaşanabilir, hayat veren bir dindir. Yorgun, bitkin yüreklerle yaşanmaz... Gönüllerimizin İslam’la ilgisini yeniden kurmak zorundayız. Yüce rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapkınlığın en koyusuna düşmüş olur.” (Nisa, 4/136). Buyurun aşk ile şevk ile:
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve resulüh...
- Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve resulüdür.
DÜŞÜNDÜREN SÖZLER
Mevlana’ya atfedilen, “Allah’ım beni sana ulaştırmayan bu dini, bu inancı ben ateşe atar da yakarım” sözü üzerine düşünmek gerekir. İnsanı Allah’a ulaştırmayan din nasıl bir şeydir acaba? Kuran-ı Kerim’in en son inen ayeti olduğu kabul edilen Maide Suresi 3. Ayet’te Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim ve ondan razı oldum.” Allah’ın nimet olarak gönderdiği ve tanımladığı yüce dinimiz dünyada külfet olarak algılanmaya başlamışsa bunda biz Müslümanların hiç mi sorumluluğu yok? Ruhumuzu kaybediyoruz. Allah ile kulun buluşması olan namazları bile borç olarak algılamaya başladık. Sahi, Allah kul ilişkisini ne zamandan beri borçlu alacaklı ilişkisine indirgedik? Aşkı, muhabbeti, ihlası kaybedince muhteşem ibadetlerden geriye sadece günlük tekrarlanan ritüeller kaldı.
Muhammed İkbal’in dediği gibi: “Gel ey aşk, ey gönlümün remzi, manası, gel ey bizim tarlamız, mahsulümüz gel bu balçıktan yaratılan insanlar artık eskidiler, köhneleştiler. Gel çamurumuzdan yeni bir insan yap.”
Bu mübarek ramazan ayında Kuran ve oruç vesilesiyle kendimize gelelim, kalbimizin tozlarını silelim. Miraç renkleri taşıyan her namazı, her secdeyi, Allah’a en yakın olduğumuz an ve kulluğun zirvesi olarak görelim. Her yeni tanıdığımız insana yeni nazil olan bir ayet gibi bakalım. Sadece insan bile değil tüm tabiata aşk ve gönül penceresinden bakalım, tıpkı kutlu Nebi gibi...
UHUD’UN YÜREĞİ
Ne diyordu Medine’de Uhud dağını görünce: “Uhud, bir dağdır ama yüreği vardır. O cennet dağlarından bir dağdır. Uhud bizi sever, biz de onu severiz!” Ne demek dağı sevmek, dağ tarafından sevildiğini fark etmek? Gelin bir de bu gözle bakalım. Kuran okurken Allah’ın bizle konuştuğunu, dua ederken bizim onunla konuştuğumuzu, secdedeyken onun şahitliğinde kendimiz ile yüzleştiğimizi bilelim.
BİR SORU BİR CEVAP
- İçki, kumar gibi haramları işleyen kimseye zekât ya da fitre verilebilir mi?
Zekât, Tevbe Suresi’nin 60. Ayetinde sayılan başta yoksullar olmak üzere sekiz sınıf insana verilir. Dolayısıyla bu görevin yerine getirilmesi sırasında dini hassasiyeti olan fakirlere öncelik verilmesi tavsiye edilirse de Müslüman olmak kaydı ile bazı haramları işleyenlere de verilebilir.
3 HAREM 3 KUTSAL MESCİT
RAVZA-İ TAHİRE/YEŞİL HALI
- MESCİD-i Nebevi’nin içinde bulunan Hz. Peygamberimizin türbesi ile minberi arasına verilen isimdir. Peygamber efendimiz, “Minberimle evimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuştur. Ravza ismi de bu hadis-i şerifte gecen ve bahçe manasına gelen “ravza” kelimesinden gelmektedir. Ravza alanını mescidin diğer bölümlerinden belirginleştirmek için açık yeşil halı döşenmiştir. Günümüzdeki minber ve hutbe okunan yer Peygamber Efendimize ait değildir. Sultan III. Murat’ın hediyesidir ancak mekân olarak aynı yerdedir. Osmanlı döneminde bilmeden efendimizin alnını koyduğu yere ayağımızı koyarız diye, mihrabı yarım metre geriye çekerler ki ayağını koyduğu yere alınlarını koysunlar.
KISSADAN HİSSE
ALTINA DÖNEN SU
- ÇÖL ortasında fakir bir bedevi, çadırında hanımıyla oturuyordu. Hanımı fakirliklerinden kocasına şikâyetçi olarak, “Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü. Bizim halimiz ne olacak böyle” diye dert yandı. Bedevi, “Şu dünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi artığa eksiğe bakmaz” diye cevap verdi. Hanımı, “Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan” dedi. Bedevi, “Susacaksan ne âlâ, eğer susmazsan şimdi evimi, barkımı bırakır alır başımı giderim...” dedi.
Kadın, kocasını hiddetli görünce ağlamaya başladı, güya pişmanlık gösterdi. Bedevi karısının gözyaşlarına dayanamadı, söylediklerine pişman oldu. Onun bu pişmanlığını sezen kadın, kocasına şu aklı verdi: “Testimizde yağmur suyu var. Bu testiyi al, padişahın huzuruna gir, armağanını sun. Çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz... Padişahımızın hazineleri varsa, bunun gibi suyu yoktur.”
Zavallı kadın, Bağdat’ın ortasından şeker gibi Dicle’nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu. Bedevi testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Sora sora, halifenin sarayını buldu. Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevi, “Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultana götürün. Tatlı, lezzetli su. Çölde, yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim de güzel yepyeni” dedi. Bedevinin su testisi halifeye sunulunca, halife bundan çok memnun olmuş, bedeviyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiseler giydirdi sonra da adamlarına, “Testiyi altınla doldurun, ona verin. Dönerken de onu gemi ile Dicle yolundan götürün” emrini verdi.
Bedevi gemiye binip Dicle’yi görünce büsbütün şaşırmıştı. Asıl şaşkınlığı, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, halifenin bir testi çöl suyunu kabul etmesiydi. Çöl bedevisinin çölde bin bir çile ile biriktirip halifeye takdim ettiği bir testi su onun için hayat iksiri idi. Halbuki Dicle’nin içine dökülünce kaybolup gitti.
Paylaş