Paylaş
Kuran-ı Kerim’de vurgulanan ikinci husus, Allah Teâlâ’nın kudretidir. İnsan dahil kainatta tecelli eden her şey onun kudretinin eseridir. O “ol” der ve her şey oluverir.
Kuran bu iki hususu, birbiriyle ilgili olarak ortaya koyar.
YANLIŞA UYARI
Tohumda ağaç ve meyve, bir damlacık suda ise insan saklıdır... Gözleri, kulakları, elleri, beyni, dimağı, kalbi, rüyaları, inançları, düşünceleri ile insan... Allah şöyle buyuruyor: “İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.” (Yasin/77).
Kuran’da insanın zaafı ve Allah’ın kudreti üzerine bunca vurgu yapılması, insanın Allah’la olan ilişkisinde yanlışlara düşülmemesi noktasında uyarı içindir. İnsana, zaafını idrak etmesi için adeta bir bilinç yüklemesi yapılmaktadır. Çünkü insanın yapısında, kendisini ilahlaştırma duygusu bulunmaktadır. Kuran’da “Arzularını ilâh edineni gördün mü?” (Furkan, 25/43) diye sorulurken insandaki bu duyguya işaret edilir.
İnsan, bakıyorsunuz, ihtiyaç halinde elini açıp Allah’a yalvarıyor, imkâna kavuşunca ise sahip olduğu her şeyin “kendi kudreti” ile elde edildiğini söylüyor... “Hayır! Gerçek şu ki, insan, müstağni olduğunu/kimseye muhtaç olmadığını hissedince insanlığını yitirir, azgınlığa yönelir...”
DAĞINIKLIKTAN KURTUL
Ey insan! Bırak gururu, kurtul dağınıklıktan, topla zihnini, dön Rabbine! Çünkü Allah şöyle buyuruyor: “Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım. Artık o gün, Allah’ın edeceği azabı kimse vuramaz. Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 24-30)
Allah’a kul ol, O’na muhtaç olduğun kadar,
Dünyadan nasibini ara, orada ömrün olduğu kadar,
Kabir için hazırlan, orada duracağın kadar,
Allah’a karşı günah işle, azabına dayanabileceğin kadar,
Cennet için çalış, orada kalmayı istediğin kadar. (Şakik Belhi)
3 HAREM 3 KUTSAL MESCİT
ÜSTÜVÂNETÜ’L-VÜFÛD
İSLAMİYET’in ilk yıllarında Mescid-i Nebevî bütün resmî faaliyetlerin gerçekleştirildiği bir mekândı. Peygamber Efendimizin devlet başkanı olması dolayısıyla siyasetin, öğretmen vasfı sebebiyle eğitimin, ordu kumandanı olarak askerî teşkilatın, kadılık vasfıyla adalet teşkilatının merkezi durumundaydı. Her sütun bir devlet dairesi gibiydi. Peygamber Efendimiz çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini burada “üstüvânetü’l-vüfûd” denilen sütunun önünde kabul ederdi. Daha sonra ashâbın ileri gelenleri de burada toplanmış ve önemli kararları burada almıştır.
Sütunun üzerinde bir şiir: Ey bu topraklara defnedilmiş olanların en hayırlısı...
Kabri Saadetin ön tarafındaki sütunun üzerinde 4 satır şiir vardır. İbni Kesir’in tefsirinde Nisa suresi 64. ayeti münasebetiyle şöyle anlatılır: (Utbi anlatıyor) Peygamberimizin kabrinin yanında oturuyordum, bir bedevi geldi ve şöyle dedi. Esselamu aleyke ya Resulullah. İşittim ki Allah şöyle buyurmuş: Ne olurdu onlar günah işlemek suretiyle kendilerine zulmettiklerinde sana gelselerdi, Allah’tan bağışlanma dileselerdi, Peygamber de onlar için bağışlama dileseydi Allah’ı çok affeden, tövbeleri çok kabul eden merhamet eden bulurlardı. Ben de günahlarımın bağışlanması için geldim buraya. Sen de hayatta olsaydın ya Resulullah, sen de şu fani için bağışlanma dileseydin ne güzel olurdu. Bedevi bağrı yanmış ve içinden ne geliyorsa söylemiş.
BEDEVİYE MÜJDE
Peygamber efendimiz için söylediği bu güzel sözler sütunların üzerine yazılmış:
Ey bu topraklara defnedilmiş olanların en hayırlısı,
Kokluyorum kokun alçak yüksek bütün tepeleri doldurmuş,
Medine’de, senin medfun olduğun kabre benim canım feda olsun,
Ki senin yattığın yerde bile cömertlik, afiyet ve kerem vardır ya Resulullah.
Bedevi bunları dedi ve döndü gitti. O ara bir uyuklama aldı başım önüme düştü ve rüyamda Efendimizi gördüm: Ey Utbi kalk ve o bedeviye git, onu müjdele Allah onu bağışlamıştır.
BİR SORU BİR CEVAP
TAKVİM FARKI
Ramazan ayını ve bayramı başka ülkelerde geçirenler, o ülkelerin hesaplarının/takvimlerinin Türkiye’den farklı olması halinde bayramlarını Türkiye’ye göre mi, bulundukları ülkeye göre mi yapmalıdırlar?
Fakihlerin çoğunluğunca tercih edilen görüşe göre kamerî aylar, hilalin güneş battıktan sonra, yeryüzünün herhangi bir yerinden görülmesiyle başlar (Buhârî, Savm, 5, 11). Günümüzde ayın, hilal halinde nerede ve ne zaman görülebileceği, hatasız olarak, hesapla tespit edilebilmektedir. Yurdumuzda ve İslam ülkelerinin çoğunda takvimler bu hesaplamalara göre düzenlenmekte, ramazan ve bayramlar da buna göre belirlenmektedir. Az sayıda bazı İslam ülkeleri ise kamerî ay başlarının tespitinde, ayın hilal şeklinde gökyüzünde görülebilecek halde bulunması zamanını değil, kavuşum anını veya hilalin kendi ülkelerinde de görülmesini esas almaktadırlar. İslam âleminde zaman zaman bizden bir gün önce veya bir gün sonra oruca başlayan ve bayram yapan ülkelerin bulunması bu sebepledir. Bu tür içtihat farklılığından doğan uygulamalar kimsenin ibadetine zarar vermez. Bu nedenle başka bir ülkede bulunan bir Müslüman, bayramını bulunduğu ülkeye göre yapar. Bayram coşkusunu, bulunduğu yerdeki Müslüman kardeşleriyle birlikte yaşar.
Paylaş