Danışan: Çok huzursuz ve gerginim. Evden dışarı çıkmak, kimselerle konuşmak istemiyorum... Kimseye inanmıyorum, hiçbir şeye güvenim kalmadı.
- Dr. Başak: Tam olarak nelere karşı güvensizlik yaşıyorsunuz?
Danışan: Aklınıza ne gelirse. Yediğimiz gıdanın, içtiğimiz suyun içinde ne olduğuna güvenemiyoruz, kanser mi oluruz diye sürekli bir korku içindeyiz. Çocuklarımızın aldığı eğitime, teslim ettiğimiz öğretmenlere güvenemiyoruz; çocukları döven, aşağılayan öğretmenler var. Oturduğumuz binaya güvenemiyoruz, depremde yıkılacak korkusu yaşıyoruz. Yaptığımız yardıma güvenemiyoruz, nereye gideceği belli değil. Ülkenin durumu belli, kimin yolsuzluk yapıp kimin yapmadığına emin olamıyoruz. Doktora güvenemiyoruz, mutlaka ikinci, hatta üçüncü görüş almak için hastane hastane dolaşıyoruz. O kadar korku içinde yaşıyoruz ki, karşıdan karşıya geçerken, araçların kırmızıda duracağına güvenemiyoruz, yeşil yanınca hemen geçemiyoruz.
- Dr. Başak: Bu kadar güvensizlik haklı olarak sizi huzursuz ediyordur.
Danışan: En temel haklarınız olan sağlık hizmetlerine, yediğiniz içtiğinizin kalitesine, eğitime, yönetime güvenmezseniz, nasıl huzurlu yaşayabilirsiniz ki? Her şeyden şüphe etmek, kontrol etmek, doğru mu yanlış mı araştırmak zorundasınız. Geçenlerde annemle dışarıda yemek yiyoruz. Annemde şeker hastalığı var, garsona durumumuzu anlattım ve “Diyet bir içecek istiyoruz” dedim. Garson getirdi ama doğru mu getirdi güvenemiyorum ki. Nitekim kontrol edince anladık ki diyet getirmemiş. Kontrol etmesem, annem fark etmeden içse, şekeri fırlayacak. Bunun gibi o kadar çok şey yaşıyoruz ki saymakla bitmez. Ömrümüz bunlara üzülüp kızmakla geçiyor. En çok kızdıklarımdan biri de emniyet şeridinden gidenler! Biz kuzu kuzu ana yoldan giderken, emniyet şeridinden gidenlere ne demeli? İnsanlar sadece kendilerini düşününce her şey mübah oluyor. Doğru, yanlış birbirine giriyor. İnsanlarda şöyle bir genel düşünce var: “Herkes yapıyorsa ben de yaparım.” Emniyet şeridinden gitmenin yanlış olduğunu biliyor ama işine gelmiyor. Herkes yapıyor, ben niye yapmayayım, ben enayi miyim diye düşünüyor. Artık doğru davranan, düzgün çalışan, işini hakkıyla yapan, kendini enayi hissediyor.
ESKİDEN BU KADAR KARAMSAR DEĞİLDİM
Bunu “vücut yapısı bir kader” veya “zayıf olmak şans” olarak algıladığınızda, işin ucunu bırakmak daha kolay geliyor.
Danışan: Yılbaşında yeni yıl için bir hedef listesi yaptım. Listenin başında da “zayıflayacağım” var. Neredeyse bir ay geçti, maalesef ne 1 gram kilo verebildim ne de spora başladım. Neden bazı insanlar daha zayıf, daha fit ve nasıl böyle kalmayı beceriyorlar bilmiyorum. Bence onlar dünyanın en şanslı insanları.
- Dr. Başak: Birçok kişi, zayıf insanların “doğuştan şanslı” olduklarını sanıyor. Oysa öyle değil. Amerikalı psikolog Dr. Judith Beck, “Beck Diyet Çözümü” adlı kitabında, zayıf insanların düşünce şekillerinin kilolu insanlardan farklı olduğunu, düşüncelerimiz, yeme alışkanlıklarımız ve kilomuz arasında önemli bir ilişki olduğunu ve anlatıyor. Zayıf insanların özelliklerini şöyle sıralıyor:
-Çoğu zayıf insan, yemek seçimlerinde dikkatli davranır; önlerine her geleni yemezler.
-Gerçek açlığı, “şiddetli yeme isteği”nden ayırırlar. Yeme isteği, iştah kabartan bir yemek karşısında ortaya çıkabilir ama aç değillerse genellikle yemezler.
-Aç kalmaya daha fazla toleransları vardır.
-Tabaklarındakini bitirmek gibi bir mecburiyet hissetmezler.
Cinsel ilişkiye girdiğiniz kişi 18 yaşın altındaysa, siz bir çocukla cinsel ilişkiye girdiniz... Bu gerçeği hiçbir şekilde değiştiremezsiniz, herhangi bir kılıfa sokamazsınız...
Duymak istemeyebilir, kendinizi kandırmaya çalışabilirsiniz ama maalesef sonucu değiştiremezsiniz: Siz bir çocukla cinsel ilişkiye girdiniz... 12 yaşında evlendirilen Kader de çocuktu, hem de küçücük bir çocuk... Etrafındaki yetişkinlerin hepsi onun çocuk olduğunu görmezlikten geldi, 13 yaşında anne oldu. Bir tane yetişkin çıkıp da “Çocukla cinsel ilişkiye girilmez” deyip onu korumadı.
Kader gibi küçücük yaşta evlendirilen çocukları aileleri dahil kimse korumuyor. Korumadıklarında çocuklarının ruhlarında derin bir yara açtıklarını bilmiyor veya umursamıyorlar. Çocukken evlendiklerinde sadece eğitimden geri kalmıyor, hayatları ellerinden alınmıyor, çocuk yaşta cinsel ilişkiye girdikleri için ciddi sağlık problemleri yaşıyorlar.
Çocuk yaşta hamile kalınca ya kendileri ölüyor ya da doğurdukları bebekler... Sık sık şiddet ve cinsel istismar görüyorlar. Özet olarak, bütün dünyada, en çok fakir bölgelerde, küçücük yaşlarda evlendirilen çocuklar, anne-babalarının rızasıyla, bile bile, göz göre göre cinsel istismara maruz bırakılmış oluyorlar.
Bir de bilinmeyen, bildirilmeyen, saklanan cinsel istismarlar var.
Türkiye’de her 5 kız çocuğundan 2’si, her 10 erkek çocuğundan 3’ü cinsel istismara maruz kalıyor. Vakaların sadece yüzde 15’i bildiriliyor. Oysa kanunlara göre; HER VATANDAŞ ÇOCUĞA KARŞI İŞLENMEKTE OLAN İSTİSMAR SUÇUNU BİLDİRMEKLE YÜKÜMLÜDÜR.
İki gün önce katıldığım sempozyumda işte bu acı gerçekler karşısında yapılabilecekler konuşuldu; aileler çocukları korumadığında, okullardaki rehber öğretmenler koruyabilir! YÖRET’in (Yüksek Öğrenimde Rehber Yetiştirme ve Rehberliği Tanıtma Vakfı) “Çocuğa Karşı Şiddeti Önlemede Psikolojik Danışma ve Rehberliğin Rolü” adı altında bu yıl ikincisini düzenlediği sempozyumda amaç, çocuğa karşı ihmal, istismar ve şiddetin önlenmesi için rehber öğretmenleri bilinçlendirmekti.
Eğer mutlu değilseniz bazı şeyleri değiştirmeniz gerekiyordur! 2014’ün ilk günlerinde hepimiz daha mutlu olmak için bir şeyleri değiştirmeye karar verdik, her yıl yaptığımız gibi. Geçen yıla baktığınızda değiştiremediğiniz şeyleri hatırlayıp umutsuzluğa kapıldıysanız, kendi kendinize hatırlatın:
Hepimizin gelişmek ve sorunlarla başa çıkabilmek için gerekli içsel kaynakları vardır.
Umut değişimin en önemli parçasıdır.
Geçmişteki olayları değiştiremeyiz, ama üzerimizdeki etkilerini değiştirebiliriz.
Hepimizin seçenekleri vardır. Eğer bedenimize iyi bakacak, duygusal dünyamızı doyuracak şekilde bilinçli seçimler yaparsak mutlu olabiliriz.
Mutlu olmak bir seçimdir.
Dolayısıyla, yeni yılın heyecanıyla kendimizi daha mutlu etmek için listeler hazırlarken “Peki Türkiye mutlu bir ülke olabilecek mi?” sorusu ister istemez akla takılıyor.
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl bizlere kutlu olsun...
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl bizlere mutlu olsun...
Siz de daha mutlu bir yaşam için yeni bir defter açıp ilk sayfaya “Yeni yılda spora başlayacağım, diyet yapacağım, sigarayı bırakacağım, istemediğim insanlarla görüşmeyeceğim” şeklinde bir liste yazmayı planlıyor musunuz?
Yoksa son günlerde ülkemizde gelişen olayları izlerken “mutluluk” konusunda ciddi kaygılarınız mı oluştu? Eğer oluştuysa hiç şaşırmayın, çünkü mutluluk kişisel bir duygu olmakla beraber, sosyal süreçlerden direkt olarak etkileniyor.
Dolayısıyla, yeni yılın heyecanı ile kendimizi daha mutlu etmek için listeler hazırlarken ‘Peki Türkiye mutlu bir ülke olabilecek mi?’ şeklinde bir soru ister istemez insanın aklına geliyor.
2008 yılında Amerika’da, Wall Street’te başlayıp bütün dünyada ekonomik krize neden olan yolsuzluklar, psikologların, sosyologların, kriminologların, ekonomistlerin bu konuyu yeniden, derinlemesine araştırmasına neden oldu. Kişilerin yolsuzluk yapmasına, yolunu kaybetmesine, doğru yoldan çıkmasına yol açan sosyal, psikolojik, ekonomik faktörler nelerdir? Kimler daha yatkındır? Neden daha yatkındır? Nasıl yapılır? Nasıl önlenir?
Bilim insanları, bu ve benzeri soruları çeşitli teorilerle açıklıyor ve yolsuzluğa neden olan tek bir faktörün olmadığını, kişilik özelliğinin, durumsal, sosyal, ekonomik ve çevresel faktörlerin bazen tek başına bazen de beraber etkili olabileceğini söylüyorlar. Geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan Wall Street yolsuzlukları analiz edilirken, en çok “açgözlülük” kavramı üzerinde duruldu. Bunun yanında dolandırıcılık, hile, yolsuzluk yapan kişilerin bazı ortak özellikleri dikkat çekiyor:
YOLSUZLUK YAPAN KİŞİLERİN ÖZELLİKLERİ
Narsisistik kişilik bozukluğu: Bu kişiler kendilerinin çok önemli olduğuna inanır, “sıradan insanlar”dan daha üstün olduklarını düşünürler. Bu nedenle her şeyi kendilerine hak görürler. Empati yapmakta güçlük yaşarlar. Kişiler arası ilişkileri kendi çıkarları için kullanırlar. Kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanırlar.
Antisosyal kişilik bozukluğu: Başkalarının haklarını saymayan, hilekar kişilerdir, defalarca yasalara aykırı davranışlarda bulunurlar. Sürekli yalan söylerler. Yaptıklarından, suçlarından pişmanlık duymazlar. Empati kuramazlar. Başkalarını kendi çıkarları için kolayca manipüle ederler. Sinirli ve saldırgan kişilerdir. Kendi ya da başkalarının güvenliğini umursamazlar. Bir işi sürekli götüremez ve sorumluluk alamazlar.
- Kendinde olmayanı isterler
- Kendi imkanlarıyla alamayacağına sahip olmayı isterler.
Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemedim. Kafam çok karışık. Duygularım çok karışık, şoktayım, birçok şeyi aynı anda hissediyorum ama en çok korkuyorum!
Danışan: Oğlumla dün gece uzun uzun sohbet ettik, gece saat 10’dan sabaha karşı 2’ye kadar. Oğlum 28 yaşında, üniversiteyi bitirip işe başlayınca ayrı eve çıktı. Uzun zamandır ilk defa bu kadar uzun konuştuk. Konuşmak için ben ısrar ettim, çünkü onu son zamanlarda mutsuz ve huzursuz görüyordum. Ondan başka çocuğum yok, onun mutsuzluğu beni de mutsuz ediyordu ama ne yapacağımı da bilemiyordum. Ona “Senin bir derdin mi var, hep mutsuz görünüyorsun, kız arkadaşlarınla mı problem yaşıyorsun?” dedikçe benden kaçıyordu. En sonunda dün gece aldı beni karşısına ve uzun uzun anlattı. “Anne ben gay’im” dedi. “O ne oğlum” dedim, “Anne ben eşcinselim” dedi... Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemedim. Yanlış bir şey söylemek istemedim. Kafam çok karışık. Duygularım çok karışık, şoktayım, birçok şeyi aynı anda hissediyorum ama en çok korkuyorum!
- Dr. Başak: Toplumun eşcinseller hakkındaki tutumunu göz önünde bulundurunca, korkuyor olmanız, endişelenmeniz çok normal. Çoğu anne-baba, çocuklarının gay olduğunu ilk öğrendiklerinde, şok, endişe, suçluluk, inkar, kızgınlık, hüzün gibi karışık duygular yaşar. Oğlunuz size açılabilmek için 28 yaşına kadar beklemiş, demek ki yıllardır kendisini bu sürece hazırlıyor. Size söylemeden önce kendisini iyice anlamış, kabullenmiştir. Sizin de onun cinsel yönelimini anlayıp, kafanızdaki bu konuyla ilgili soruları doğru şekilde cevaplandırıp kabullenebilmeniz için benzer bir süreçten geçmeniz gerekiyor.
OĞLUM HİÇ KADIN GİBİ DAVRANMIYORDanışan: Evet, zamana ve birçok sorunun cevabını öğrenmeye ihtiyacım var! Bu konuda çok cahilim, utanarak soracağım ama eşcinsellere niye “gay” deniyor?
Aralarında gün aşırı kavga çıkıyor. Orada 10 yıldır çalışanlar “bunlar adam olmaz” diyor. Ben, “bir yol bulacağız” diyorum. Ve o yol sanat oluyor.
Miami’de klinik psikoloji post-doktorası yaptığım yıl, Miami’nin hiç tanımadığım bir yüzüyle tanıştım.
O yıl benim için çok zor ama çok eğitici bir yıldı.
Sorumlu olduğum “koğuş”, 12-18 yaş arasındaki erkek çocukların bulunduğu bir koğuştu.
İrili ufaklı 20 tane ergen erkek! Hepsi Miami’de doğmuş, Amerikan, ama aileleri, Küba, Meksika, Etiyopya, Alman, İngiliz, İtalyan kökenli.
Suç işledikleri için koğuşta hapisler, dışarı çıkmaları yasak. Orada yaşıyor, eğitimlerini orada alıyorlar. Her birinin farklı suçu var: Öğretmenini dövmek, erkek kardeşine tecavüz, evden kaçmak, kız kardeşini istismar etmek, kumar oynamak...
Ayrıca psikolojik hastalıkları var, depresyon, travma, kaygı, paranoya, psikotik bozukluklar...