Doğan Uluç

‘Yürüyen askılar’ isyan etti

13 Haziran 2004
Techno müzik aniden ritim değiştirdi, tempo hızlandı. Sağdan soldan spot ışıkları karbeyazı duvarlarda yansıdıktan sonra dar platformda halkalar çizmeye başladı. ’Yürüyen Askılar’ın zamanı geldi diyorum. Bu deyim Vogue dergisinin bir yazarına ait. Defilelere çıkan mankenlere bu adı takmış.

Şeffaf tüllü kokteyl kıyafeti içinde ilk model önümüzden geçiyor, ardından bir diğeri. Tasarımcı Atıl Kutoğlu’nun giysilerini New York Moda Haftası’nda bir kez daha izliyorum. Modeller darphanenin bastığı banknotlar gibi, biri diğerinin aynısı. Bacaklar uzun, beller ince, göğüs ve kalçalar hafifçe yuvarlak. Hareketleri robotları andırıyor.

Çehrelerine takılıyor bakışlarım. Modellerin hepsi asık suratlı. Gözlerindeki ifade donuk, defileyi takip eden kalabalığın farkında değilmişçesine yürüyüp geçiyorlar. Garip bir çağrışım oluyor zihnimde. Aklıma Özal’ın yakın korumaları geliyor. Houston’da geçirdiği ameliyatlar sırasında tanıştığım bir korumaya ’Senin ve diğer meslektaşlarının yüzünden düşen bin parça. Güldüğünüzü görmedim hiç, niye hep böyle asık yüzlüsünüz?’ diye sorduğumda, aldığım, ’Kötü niyetli kişilere karşı caydırıcı etkisi oluyor da ondan. Görev icabı...’ yanıtını hatırlıyorum.

HER ŞEY TOZ PEMBE DEĞİL

Peki ya modeller? Defileyi takiben merakımı gidermek için aynı soruyu sorduğum bir model ’Kıyafetleri teşhir ederken güle oynaya geçemeyiz. İzleyicilerin giysilere dikkati dağılır aksi halde. Aldığımız eğitimin ilk kuralı da bu’ diyor.

Peki bu süs bebekleri için her şey dışarıdan görüldüğü gibi toz pembe mi? Veronica adlı model ile konuşuyorum ve konuştukça yakınmaya başlıyor: ’Güç meslek bu, oysa bizi ciddiye alan yok. Kilo almamak için yemiyoruz, içmiyoruz. Akşamları bir parti veya davete gitsek dahi fazla kalamıyoruz, ertesi gün şişik yüzle defileye, kamera karşısına çıkmamak için. Zirvede olan 15-20 model dışında benim gibi yüzlercesi ancak geçiniyoruz.’

Yakın geçmişin ünlü modeli Linda Evangelista’nın ’10 bin dolardan aşağı yataktan çıkmam’ dediğini hatırlatıyorum. Veronica ’Linda süpermodel de ondan. Adın Kate Moss, Naomi, Amber Valetta, Gisele Bundchen, Eva Herzigova olursa işler değişir. Aldığımız paranın çoğu acentelere ve diğer masraflarfa gidiyor. Çok istismar ediliyoruz. Hakkımızı yiyorlar’ diyor.

23 yaşındaki Veronica’yı şimdi görsem müjde vereceğim: ’Gözün aydın, Carolyn Fears isyan bayrağını kaldırdı.’

Carolyn profesyonel çalışmaya veda etmiş eski bir model. Ünlü Ford acentesi hesabına altı yıl kontrat imzalayarak çalışan kumral güzeli kadın bir grup eski modelle birlikte Amerika’da faaliyet gösteren model-manken acenteleri aleyhine milyonlarca dolarlık alacak davası açtı. Dava edilen 10 şirket arasında Wilhelmina, IMG, Ford, Click ve Elite gibi dev acenteler var. Moda dünyasında büyük çalkantılara sebep olan bir dizi davada acentelerin modellerden aldıkları komisyonların yasal ölçülerin iki misline erişmesi, uydurma masraflar, vergi kaçakçılığı, film ve TV’de görünmeleri için rüşvet istekleri sıralanıyor.

Mesleği bıraktıktan sonra kocasıyla California’da Sunset Beach’de deniz kayağı dükkanı işleten 34 yaşındaki Carolyn, nasıl kazıklandıklarını şöyle anlatıyor:

KOMİSYONLARI ŞİŞİRDİLER

’Ford’da en ağır şartlarda çalışırken yılda en çok 200 bin dolar kazancım oldu. Oysa acente benim sırtımdan birkaç mislini kazandı. İş yasalarına göre yüzde 10 komisyon almaları gerekirken düzmece masraflarla yüzde 40’a çıkardılar. Acenteyle başetmeye gücüm yetmediği için boyun eğmeye mecbur kaldım. Meslektaşlarımla birlikte harekete geçmeye karar verdik, 10 acenteden üst düzeyde 64 kişi hakkında dava açtık. Hakkımızı alma zamanı geldi.’

Carolyn Fears’in öncülüğünü yaptığı davalarda modellerin haklarını savunmayı üstlenenler Amerika’nın tanınmış hukuk firmaları. Ortaya çıkan rakamlar hayli yüklü. Model acentelerinin yolsuzlukları 20 yıllık süreyi kapsıyor. Davacılar ise 10 bini aşkın model-manken. Aralarında Gisele Bundchen, Heidi Klum ve Claudia Schiffer gibi şöhretler de var. Yolsuzlukların toplamı ise yüzlerce milyon doların üstünde. Savunma için avukatlara başlangıçta 2’şer milyon dolar ödeyen Elite ve Click, davaları kaybedeceklerini anlayınca geçenlerde modellerle mahkeme dışı ödeme anlaşmaları yaptılar.

Acenteler haksızlığa uğradıklarını, fazla komisyonların modellerin eğitim, sağlık sigortası, seyahat, otel, yiyecek masraflarından kaynaklandığını söylüyorlar. Sözcüleri ’Eğer bu davaları kaybedersek modellik mesleği çöker, fotoğrafçı, desinatör, makyajcı, kuaför, moda dergileri çalışanları işsiz kalır. Bu sanayi çöker’ diye konuşuyorlar.

’Yürüyen askılar’ın isyanının sonunu herkes gibi ben de merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Milyoner olmuşum, haberim yok

6 Haziran 2004
Filipinlerin eski devlet başkanı Joseph Estrada’nın eşi Lou Estrada, yerkürenin öbür ucundan beni seçmiş, 43,5 milyon doları paylaşmak için. Acaba kaç kişiye gitti bu mesaj? İlkbaharın belki de en güneşli sabahı. Ofise yürürken avucum kaşınıyor, bir yerden para geleceğine alamet bu, eğer batıl itikatlara inanıyorsanız. ’Günüm iyi geçecek’ diyorum.

İnternetten e-posta mesajlarına göz atıyorum. İlki ‘Aziz dostum’ diye başlayıp ’Lou Ejercito Estrada’ imzasıyla noktalanıyor. Estrada aşina bir ad, Filipinlerin eski devlet başkanı Joseph Estrada’nın eşi. Filipinler’in eski ’First Lady’si acaba bana niye mektup göndermiş? Merakla okuyorum. Bayan Estrada kocasının rüşvet, sahtekarlık gibi düzmece ithamlarla görevi terke zorlandığını söyleyerek devam ediyor:

’Joseph iktidarda iken çeşitli ticari girişimlerle para kazandım. 45 milyon 500 bin doları kocam tevkif edilmeden önce AB içinde kıyıdışı bir bankada deposit hesabına yatırdım. Kocamın ve sonradan ihanete uğradığım yakın dostların dahi bu transferden haberi yok. Bu parayla çocuklarımın istikbalini garantiye almak istiyorum. Başkan eşi olarak el konmaması için yabancı ortağıma ait diyerek parayı yatırdım. Şimdi siz bu hesaptan parayı çekebileceksiniz. Bana tam isim, adres, özel telefon, faks ve e-posta adreslerini hemen geçin. Bu bilgiler bana gelince oğlum sizinle temasa gececek. Paranın yüzde 70’i bize, yüzde 30’u size kalacak. İşbirliğimizin hiçbir riski yok. Ayrıca bize düşen meblağ ile ülkenizde bina, otel alımı için yardımlarınıza ihtiyacımız olacak. Haberleşmemizin mahrem kalmasını rica ederim.’

BAŞVURUSUZ İKRAMİYE

Ne güzel teklif değil mi, bir devlet başkanı eşiyle iş yapacağım. Taş atıp kolum yorulmadan dolar milyoneri olacağım. Lou Estrada yerkürenin öbür ucundan beni seçmiş, 43,5 milyon doları paylaşmak için. Acaba kaç kişiye gitti bu mesaj?

Bilgisayardaki İngiltere’den gönderilen ikinci mesaj da bundan farksız. Uluslararası Lotto Kazananlar Programı’nın Queensley Rhoda adlı menajerinin mesajında e-posta adresime ilişik kod numarama büyük ikramiye çıktığını bildiriyor. ’Bir milyon 500 bin dolar kazandınız. Paranızı almak için Paul Zimmerman’ı arayınız. Kazandığınız ikramiyeye sahip çıkmazsanız bu meblağ gelecek çekilişe dahil edilecek’ diyerek bir de telefon numarası veriyor. Bilgisayar çekim sistemi içinde 40 bin şirket ve 20 milyon kişi arasında talih kuşu gelip başıma konmuş. Ne şans değil mi? Bayan Rhoda güvenlik protokolü açısından e-postadaki kod numaramı kimseye açıklamamamı istiyor. Böyle bir numara olduğunu ben bilmiyorum ki, başkalarına söyleyeceğim.

Sabahtan avucum boşuna kaşınmamış, bir günde ikinci kez dolar milyoneri olacağım haberini alıyorum.

GARANTİLİ MASTER

Üçüncü mesaj beni Amerika’nın zengin sınıfına taşıma yolunda değil, kültürel konumumu zenginleştirmeye yönelik. ‘Diploma almak, master yapmak şimdiye kadar böylesine kolay olmadı, hem de hayli ünlü bir üniversiteden’ diye başlayan mesajı okuyorum: ’Bir referans mektubu ile bize başvuru yapın. Hangi sahada diploma almak, master derecesi kazanmak istediğinizi belirtin. Test sınavı, sınıfta derslere girmek, kitap almak gerekmeyecek. Hiçbir başvuruyu geri çevirmiyoruz. Birkaç gün içinde diplomaya sahip olacaksınız. Mahremiyet ilkesine sıkı sıkıya bağlıyız. Hemen bizi arayın.’ Haftanın yedi günü, günde 24 saat aranacak telefon numarası da veriliyor.

Hayat ne kadar kolay değil mi, yılda yirmi bin doları aşkın asgari dört yıllık eğitimin sonucunu bir hafta içinde almak mümkün. Çevir telefonu tıp ve mühendislik diplomaları istediğini söyle. Geldiğinde çerçeveletip duvara as. Görenler, ’Amma da alim adammış’ desinler. Diplomanı koltuk altına sıkıştırıp hastaneye giderek işe başla, al eline neşteri ameliyathaneye gir.

Üçkağıtçılık yaşlı dünyamızın en eski mesleklerinden biri. Safdiller ise her yerde. Bugün bana sözde Filipinlerin eski başkanının eşinden veya lotarya programından gelen mektuplara gülüp geçenler çok. Ama bu sahtekarlığı fark etmeyenlerin sayısı da az değil. Yanıt verip yazışmaya başladığınızda yasal işlemler, haberleşme ve kayıt adı altında bir dizi masraflar istenecek. Söz konusu meblağlar milyonlarca dolar olunca pek çok kişi ’Belki de doğrudur’ diye şansını denemeye kalkacak. Tabii sonu hüsran bütün bunların. FBI, e-postayla ‘Nijerya Entrikası’ denilen petrol stoku sahtekarlığına düşen binlerce kişinin külliyetli miktarda para kaptırdığını söylüyor. Telefonla ısmarladığınız diplomayı veren üniversitenin de adı veya adresini duyan, bilen yok.
Yazının Devamını Oku

Lise mezunu gençler ne istiyor?

30 Mayıs 2004
Lise mezuniyet sınavlarını bitiren kızına annesi soruyor: ’Ne hediye alayım sana?’ 18 yaşındaki kızdan nasıl bir yanıt beklersiniz. Karayipler’de tatil, plazma ekranlı DVD seti, minik pırlanta taşlı bilezik, marka kıyafetler satan butikten yaz-sonbahar giysileri, yüklü cep harçlığı.

Amerikan ortamında masum, mantığa uygun istekler bunlar.

Peki, kızınız ’Anjelina Jolie’nin dudakları veya Nicole Kidman’ın burnu’ derse? Muhtemelen tansiyonunuz tepeye çıkar, kalp atışınız hızlanır. Oysa sinema-müzik alemi yıldızlarının renkli yaşamını beyazperde ve ekranlarda izleyen gençler şimdilerde bu şöhretlere benzemeye yanıp tutuşuyorlar. Nasıl mı benzeyecekler? Bıçak altına yatarak.

New York ve Los Angeles’lı estetik cerrahlar 20 yaş civarında pek çok kızın hayranı oldukları şarkıcı, aktrislerin görünüşüne sahip olmak için kliniklerine geldiklerini söylüyor. Bir cerrah ’Dolgun göğüs, etli dudak, ucu kalkık burun başta gelen isteklerden. J-Lo’nun yuvarlak kalçasının, Cameron Diaz’ın hafif çıkıntılı karnının resimlerini gösterip bunu istiyorum diyenler de var. ‘Siparişle olmaz’ diyerek geri çeviriyorum’ diyor.

Güzellik uğruna estetik cerrahlarının kapısını aşındıran yalnızca kızlar değil üstelik. Genç erkekler de Tom Cruise, Brad Pitt, Sean Penn, ileri yaşına rağmen Mel Gibson’a benzemek için cerrahlardan medet umuyor.

Dudağa kolajen, göğüse silikon, yüz gerdirme, burun düzeltmesi, yanak kemiği ilavesi gibi kozmetik ameliyatlar iki bin dolarla 8-10 bin dolar arası ödeme gerektiriyor.

Tanrı vergisi görünümü değiştirme uğraşısının ilginç bir örneği ise basının ‘Kaplan Kadın’ sıfatını taktığı Jocelyne Wildenstein. Lozan doğumlu, Rönesans güzeli tipindeki Jocelyne, sanat koleksiyonuna 10 milyar dolar değer biçilen Alec Wildenstein ile evlendikten sonra iki çocuğu oldu. Yaşamı Fransa’da şato, New York’ta dubleks, Karayipler’de villa, Kenya’da 60 bin hektarlık çiftlikte sürdü.

KAPLAN KADIN JOCELYNE

1990’ların sonunda Alec’in genç modellerle düşüp kalktığını öğrenen Jocelyne, kocasının tutku duyduğu kaplanlara benzemek için bir dizi estetik ameliyatı geçirdi. Çehresini üçgenleştiren, gözlerini çektiren, yayık ağız, basık burun yaptıran karısıyla uzun bir seyahat dönüşünde New York’taki evlerinde gören Alec, ufak bir kalp krizi geçirdi. Ertesi sabah yüz bin doların üstünde para ödediği cerrahın ofisine giden Jocelyne’i bekleme odasında gören birkaç kadın çığlık çığlığa dışarı kaçtılar. Alec daha sonra yüklü nakit para, malikaneler vererek güzelleşme sevdasıyla çehresi vahşi kaplana dönüşen karısını boşanmaya razı etti.

New York sosyetesine uzun zaman dedikodu malzemesi sağlayan Jocelyne’le birkaç yıl önce görüştüğümde Vakko ile yırtıcı hayvan desenli eşarp, fular imalatını konuşmak üzere İstanbul’a gideceğini söyledi. 50 yaşını henüz geçmiş kadının çehresini görünce Alec Wildenstein’a hak verdim.

Bana kalırsa estetik cerrahi çılgınlığının bayraktarı Orlan. Kendisini ‘Cinsel Sanat’ artisti diye tanıtan bu Fransız 10 yıldır yerkürenin en çekici kadın yüzünü ortaya çıkarmaya uğraşıyor. Ama tuval yerine kendi yüzünü kullanarak. Rönesans ustalarının resimlerini iş ortağı Alman cerrah Panfilov’la verip Venüs’ün çenesi, ’Europa’nın dudakları, Mona Lisa’nın alnını yaptırtıyor. Altı ay, bir yıl sonra Afrodit, Psyche, Diana gibi diğer mitolojik güzellerin alımlı çehrelerinden alıntılara geçiliyor. Göz, burun, kulaklara sıra geliyor.

EN BÜYÜK ÇILGIN ORLAN

Orlan ameliyat masasına topuklarına inen görkemli bir tuvaletle gelip masaya uzanıyor. Panfilov kesip biçmeye hazırlanırken bir grup kemancı çigan müziği çalıyor. Lokal anesteziyle süren ameliyat sırasında Orlan, Paris, Londra ve New York gibi kentlerdeki dostlarıyla telefonla konuşuyor. Ayakta bekleyen sekreterine talimatlar veriyor. İki kamera ekibi tüm ameliyatları filme çekiyor.

57 yaşına giren kadının son ameliyatında yanak kemiğinden alınan parçalar şakaklarına yerleştirildi. Şimdi kaşları üstünde küçük parmak boyunda iki tümsek var. Yoldan geçerken yüzünü görseniz kamyon çarptığını sanırsınız. Üşütüğün dik alası Orlan’ın son projesi ’Çok Renkli Palto’ya sahip olmak. Amaç laboratuvarda zenci, Kızılderili, Uzakdoğulu insanlardan alınan hücreleri üretip kendi derisini üzerine geçirmek. Böylece tüm bedenini karma renkli deriyle kaplatacak. Başardığında tüm ameliyat resim ve görüntüleri kitap-belgesel film halinde piyasaya sürülecek.
Yazının Devamını Oku

‘Şişe servisi’ kapıları açıyor

23 Mayıs 2004
Yeni bir moda var New York’un gece hayatında. Crobar ve Marquee, Table 50, Life, Spa gibi yıldızı yeni parlayan kulüplerde masa kapmak için artık asgarisinden bir şişe içki ısmarlamak gerekiyor. Gecenin ileri saati. ’Blue Note’ kulübünde James Carter Üçlüsü’nü dinledikten sonra açılmak için yürümeye karar veriyoruz. Millet sanki sözleşmiş, caddeler gibi ara sokaklar da insandan geçilmiyor. Lokantalar, butikler, hediyelik eşya dükkanları henüz kepenk indirmemiş. Chelsea’de 28’inci sokağa geliyoruz. Yolun sol tarafı inşaat malzemesi depoları, in cin top oynuyor. Oysa sağda taş duvarlı bir bina, genç kız ve erkekler kuyruğa girmiş. Kapıda insan azmanı iki görevlinin içeriye girmek için bağırıp çağıranlara kulak astığı yok. Gözüme ilişen levhada ’Crobar’ yazıyor.

Kaldırıma yaklaşan limuzinden genç iki çift çıkıyor. Spor gömlek altında blucinli erkeklerin yanındaki kızlar omuzları açık, kısa etekli elbise içinde. ’Geçecek var, açılın lütfen’ diyerek kol kola kapıya yöneliyorlar. Önde yürüyen erkek ’Şişe servisi...’ diye sesleniyor, altın sarısı kredi kartını sallayarak. İri kıyım görevli kartı alıp kapıyı aralıyor, limuzinle gelenlerle içeri giriyor.

Meraklanıyorum. Burası neresi, şişe servisi de ne? Arkamda takım elbiseli bir gence soruyorum, ’Şişe müşterisi bunlar’ diyor isteksizce. Yarın öğrenirim diye üstelemiyorum. Evin yolunu tutuyorum.

*

Ertesi gün başladığım araştırma uzun sürmüyor. Meğer yeni bir moda başlamış New York’un gece hayatında. Özel bar ve kulüpler artık saçları gökkuşağı renkli, çılgın kıyafetlere bürünmüş, yarı çıplak kızlar, rock, hip-hop şarkıcısı tipli erkekleri müşteri listesinin sonuna düşürmüşler. İnişli-çıkışlı ekonomide kulüp patronları en kısa zamanda köşeyi dönmeye çalışıyorlar. Crobar ve Marquee, Table 50, Life, Spa gibi yıldızı yeni parlayan kulüplerde masa kapmak için asgarisinden bir şişe içki ısmarlamak gerekiyor.

Nasıl bir içki bu? Genelde Absolut ile Grey Goose. Aşina olduğum votka markaları bunlar. Bayide 28 dolara satılıyor. Kaç para şişesi barlarda? En azından 300 dolar. Hafta sonunda müşteri izdihamı olunca şişenin fiyatı artıyor. Üstüne üslük dört-beş kişilik erkek gruplarda üç şişe ısmarlamayı da kabul etmek gerekiyor. Bir oturuşta bir şişe votkayı devirmek ancak değme akşamcının işi. Ama konu masa kapmak. Buzlu tek kadeh votkaya niyetliyseniz kapıdan geçmeniz zor. Peki ne var içeride? Bir Marquee müşterisi ’Karşı cinsten arkadaş arayan gençler bunlar. Kaliteli, cüzdanı şişkin, güzel insanlar. Altı kişi, aynı sayıda şişe getirtirse masaya, discjokey’ler istedikleri parçaları da çalıyor. Kızlar-erkekler sabaha kadar dans edip, eğleniyorlar. Soyunup dökünmeden sevişenlere de bar yönetimi ses çıkarmıyor’ diyor.

Bu özel barlara New York’lular dışında Connecticut ve New Jersey’li, para harcamaktan çekinmeyen gençler de geliyor.

*

New York’lular sürekli yeni arayışlar içinde. Özellikle ülkenin çalkantılı ekonomi çizelgesinden etkilenmeyen, bankacılık, finans, borsa ve üretim sektöründe iyi para kazanmaya başlamış genç profesyoneller. Yoğun çalışmayla yüksek refah seviyesine ulaşmış bu insanlar kentin gözde semtlerinde oturuyorlar. Son model arabalar kullanıp, giyim-kuşamda marka isimler seçiyorlar. Bu kesimden erkekler, birkaç haftada bir yüz bakımı için güzellik salonlarına, fazla kilolardan kurtulmak için jimnastikhanelere gidiyorlar. Yaz tatillerini ise gruplar halinde Güney Florida, Karayip adalarında geçiriyorlar.

Tüm bunlara bir diyeceğim yok ama zengin genç kuşağın lükse yönelik merakı ucundan da olsa bizlere dokunmaya başladı. Oturduğum apartman kompleksinin sahibi yüzde on beş miktarında kira artışı yapacağını bildirdi. Kira içinde olan elektrik kullanımına ayrıca ödeme yapmaya başladık. Zaman zaman giyim-kuşam alışverişi yaptığım birkaç mağazada gömlekler ceket fiyatına yükseldi. Bir de karşımıza bazı lokantalarda uygulanan garip bir rezervasyon yöntemi çıktı.

Ducasse, Boulud gibi Fransız şeflerin işlettiği bu lokantalarda rezervasyon yaptırmak için kredi kartı numarasını vermeniz gerekiyor. Bir gün önce dahi iptal ettiğiniz takdirde kişi başına 50 ile 100 dolar arası ceza parası ödüyorsunuz.

*

Bu arada zengin kesimin sağlıklı yaşam için Japon’ların ’sushi’ yiyeceklerine merak salması üzerine, bu çiğ balık ürünleri lokantaları da mantar gibi çoğaldı. Manhattan’ın güney ucunda ünlü Japon lokantası Nobu’dan sonra iki ay önce Time Warner gökdeleninde açılan ’Masa’nın mönüsü astronomik. Ton, somon, karides, levrek parçalarının haşlanmış pirinçle sarılı balık tabağının fiyatı 300 dolar. Yeme de yanında yat. ’Meridien’ oteli lokantasında havyarlı omletin ücreti ise bin dolar. Guinness Rekorlar Kitabı’na geçeceği muhakkak bu omletin. New York gene bir adım önde şaşırtıcı yenilikler dizisinde.
Yazının Devamını Oku

Tabanda ruhsal, tavanda siyasi keşmekeş

16 Mayıs 2004
Televizyondaki ev kadını, ’Kabus dolu rüyalar görüyorum son bir haftadır. Geceyarısı terler içinde uyanıyorum. Irak cezaevindeki görüntüler tüm canlılığıyla belleğimde. Artık TV’de haberleri izlemiyorum, gazetelerdeki resimlere de bakmamaya karar verdim’ diyor. Amerika’nın ’İncil Kuşağı’ denilen güney eyaletlerinden birinde yaşıyor bu kadın. Ortaokula giden iki çocuğu için de kaygılı: ’Onlar da seyretmiş bunları. Askerlerimiz bu kadar zalim mi diye soruyorlar. Cevabını bilmiyorum ki yanıt vereyim.’

Basın, yayımlanan işçi, sekreter, şoför, öğrencilerle yapılan görüşmelerde halkın ’Amerikalılar barbar olamaz. Aile ve ahlak değerlerimize tamamen aykırı cezaevindeki olaylar’ diyerek inanmazlık içinde olduğunu bildiriyor.

Nixon’ın Watergate’inden, Clinton’ın Monica’sına Amerika’da hiçbir skandalın dev ülkeyi böylesine derinden etkilediğine şahit olmadım. Tarihinde ilk kez ABD dünyada sevilmeyen ülke konumuna düştü. Ulusal TV kanallarında birkaç gündür psikiyatrlar demokrasi, insan hakları, adalet ve ahlak ilkelerine bağlı insanların Abu Garip cezaevindeki işkence görüntülerinin etkisinden nasıl sıyrılacaklarını anlatıyor.

1600 KARE DAHA VAR

Tabanda ruhsal, tavanda ise siyasi bir keşmekeş hakim Amerika’da. Son bir haftadır evlerde, işyerlerinde, lokantalarda barlarda kadını-erkeğiyle herkes yazılı-görüntülü basındaki resimlerle ortaya çıkan işkence, zoraki seks resimlerini konuşuyor. ’Bir fotoğraf, bin kelimeye bedel’ klişesinin doğruluğunu kanıtlayan şimdilik bir düzine resim. Oysa ABD Savunma Bakanlığı’nda daha 1600 görüntü var. Özel bir seansta bunları gören kongre üyelerinde biri, ’İçim dışıma çıktı, hálá mide bunaltısı çekiyorum. Arkadaşlarım da aynı şekilde’ diyerek ne denli tiksindiğini dile getiriyor.

Beyaz Saray ise kasım ayında yapılacak başkanlık seçimini ciddi şekilde etkileyecek işkence skandalını örtme, akıl almaz görüntüleri belleklerden silme telaşında. ABD yönetimi sanki ayrı bir dünyada yaşıyor. Bush, akıl hocası Başkan Yardımcısı Cheney, Savunma Bakanı Rumsfeld’in ’Resimler basında çıkınca biz de öğrendik cezaevindeki olayları. Altı, yedi askerin işi bunlar. Adalet karşısında hesap verecekler’ şeklindeki beyanları inandırıcı bulunmuyor.

KİBİR FELSEFESİNİN SONUCU

Kızılhaç, Uluslararası İnsan Hakları örgütünün ocak başında Ebu Garip ile Irak’taki diğer cezaevlerinde işkence, esirlerin öldürülmesi, insan hakları ihlallerini ABD üst makamlarını bildirdikleri açıklandı. İki örgüt, işkence görenlerin yüzde 90’dan fazlasının silahlı eyleme karışmamış Iraklı olduklarını da vurguladılar.

Skandal rezaletinin kökeninde ülke yönetiminde tecrübe yerine dünyaya tepeden bakan, ’Ben yaptım, oldu’ şeklinde sağduyunun dışlandığı kibir felsefesi yatıyor. Başkan Bush 11 Eylül terörüne karşı El Kaide ve Taliban’a karşı Afganistan’da başlattığı harbin akabinde Irak’ı hedef aldı. Amerika’lıları Irak harekatına ikna için Saddam’ın kitle imha silahları ürettiğini söyledi. BM denetçilerinin karşı görüşleri ağır basınca ileri sürdüğü ’Saddam ile El Kaide işbirliği’ iddiası da doğru çıkmadı. Gene de ’Irak’a demokrasi getireceğim’ diyerek işgal ve istila emrini verdi. Cheney ve Rumsfeld’in ‘Özgürlüğe kavuşacak Iraklılar bizi çiçeklerle karşılayıp kucaklayacaklar’ kehaneti de gerçekleşmedi.

ŞİMDİ SIRA KİMDE?

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın sağkolu Larry Wilkerson, Irak harekatının mimarı bilinen Savunma Bakanı Müsteşarı Paul Wolfowitz’i ’Lenin gibi ütopya (hayali diyar) peşinde. Ama çok insanın canı yanacak’ diye suçluyor. New York Times yazarı Maureen Dowd, müsteşar Douglas Feith’in Başkan Yardımcısı Cheney’in kıyamet günü senaryolarını yürütmek üzere ’geleceğin harpleri’ni hazırlamak için gizli bir planlama birimi kurduğunu yazıyor. Geleceğin harpleri hangi ülkelere karşı?

Kendisini Kurtarıcı İsa kimliğinde gören Başkan Bush, Irak’a demokrasi getirdiğini söylüyor. İşgal ve istilada 600 kadar Amerikalıya karşı sivil halktan ölenlerin sayısı 20 binin üstünde. Bağdat’tan Necef’e, Felluce’ye çarşı pazarda Ebu Garip’teki resimleri de gören Irak’lılara sormak lazım: ‘Ölüm ve işkenceyle gelen demokrasiden memnunlar mı?’

Yerkürede demokrasiyle yönetilmeyen 70’i aşkın devlet var. Sıra kimde?
Yazının Devamını Oku

Kadın Marko Paşa ile sohbet

9 Mayıs 2004
Pardesü cebimden not defterini alırken yere bir kağıt parçası düşüyor. Birkaç gün önce süpermarketin çıkışında rafa konmuş ’Kusursuz Yabancı’ başlığı ilgimi çektiği için aldığım bir kağıt bu. Okumaya başlıyorum: ’Nasihate ihtiyacınız var mı? Ben terapist değilim ama sorunlarınıza makul, olumlu çözüm yolu tavsiye edebilirim. Konuşmamız bende sır kalır. Ücretim 5 dolar. Telefonum (212) 861-2327.’

Kadın ’Marko Paşa’ bu. Konuşursam sıkıntım belki azalır. Numarayı çeviriyorum, öbür uçtan yumuşak, tatlı bir kadın sesi soruyor: ’Merhaba, ben Kusursuz Yabancı’yım. Kiminle konuşuyorum?’

Adımı veriyorum. ‘Hangi konuda akıl danışmak istiyorsunuz? Eş, sevgili, yüksek nafaka, sert patron, ağır çalışma koşulları, maaş azlığı, fazla kilonuz mu sorunlarınız?’

HER SORUN 5 DOLAR

Hoşgörülü ses tonundan cesaret alıp ciddiyet çizgisini aşıyorum:

’Karımla anlaşamıyoruz artık, patronum çok sert, evsahibim sürekli kirayı artırıyor, arkadaşlarımdan sıkılıyorum, sık gittiğim lokantanın yemekleri bozuldu, betonda geceleyen evsizlere üzülü...’ Lafımı kesiyor: ‘Değişik konularda sorunlarınız. Her biri için beşer dolar ödemeniz gerekecek. Nasihatlerim dertlerinize ışık tutacak, yemek hariç. Yeni bir lokanta bulmak için Zagat kitabı almalısınız.’

Beş dolara kaç dakika konuşacağız? ‘10 dakika da olur, yarım saat de. Tatmin oluncaya kadar.’ Sudan ucuz, herkes gibi psikiyatra gitsem 200 dolar vizite ödeyeceğim.

Ne iş yaptığımı soruyor: ’Gazeteciyim.’ Telefon tellerini titreten uzun bir kahkaha: ’Gerçekten sorunlarınız var mı, yoksa yazmak için mi aradınız beni?’ Doğruyu söylüyorum. Soru sırası bende.

’Size ’Kusursuz Yabancı’ diye hitap etmek ters geliyor, adınız nedir?’

’Patti. Ama esas adım değil.’

’Nasıl başladınız bu işe? Tahsiliniz nedir?’

‘Üniversite mezunuyum. Çevremde sorunu olan beni arayıp akıl danışırdı. Çoğuna yardımcı oldum. Arkadaşlarım bu işten para kazanacağımı söyleyip telefon servisi kurmamı istediler. Dört ay önce işe giriştim. Marketlere ilanlar koydum. Ardından telefonlar yağmaya başladı.’

EN ÇOK KİMLER ARIYOR

’Arayanlar kimler? En çok hangi sorunlar çıkıyor karşınıza?’ Kadınlar kadar erkekler de arıyormuş. Eşinden, sevgilisinden şikayetçi olanlar, bekarların karşı cinsle kuracakları ilişkide nelere dikkat etmeleri gerektiği, iş hayatının getirdiği güçlükler, meslek değiştirmede önemli hususlar, çocukların problemleri, şehir hayatının stresinden kurtulmak, daha fazla para kazanmak, zayıflamanın yolları başta gelen sorunlardan.

’Patti öğüt, nasihat vermekte zorlandığın sorun olmuyor mu?’

‘Hayır’ diyerek yanıt veriyor: ’Her sorunun cevabı vardır.’

‘Hiç yanlış öğüt vermedin mi?’

’Hayatta her işin riski vardır. Gene de şikayet eden çıkmadı bugüne kadar.’

New York, muhtemelen dünyada yalnız insan sayısının en fazla olduğu şehir. Kadınlar gibi erkekler de yanlış ilişkiye girmemek için karşı cinse kaygıyla yaklaşıyor. ’Başarılı birliktelik için ne öneriyorsun?’

‘Mali bağımsızlık, saygı ve dürüstlük.’

Evli mi Patti? ’Özel hayatım hakkında konuşmam.’ Israr ediyorum, boşandığını söylüyor. Herkesin sorunlarına nasihatleriyle çözüm getiren kadın evliliğinin niye sürmediği konusunda bilgi vermeye yanaşmıyor. Telefonla arayan erkekler ’Patti, bir akşam buluşup içki içelim diyorlar mı?’ İşi ile mesek hayatını karıştırmayacağını söylüyor. Tamam da erkek milleti bu, ’Çıkalım’ teklifi yapmıyorlar mı? Hayır.

’Sesiniz telefonda hoş geliyor, güzel misiniz?’ Bir kahkaha daha: ’Evet, çok güzelim.’

Soracak başkaca sorum yok. ’Bu konuşmamızın fiyatı ne kadar?’ Söylediği rakam fazla. Alışık değilim ama pazarlık gerekiyor. Sonunda ’Tamam, nasıl ödeyeceğim?’ Ev adresini veriyor: ’Çekin üstüne ’cash’(nakit) yazın.’ Esas kimliğini böylece gizli tutmuş oluyor.
Yazının Devamını Oku

İki Rolls Royce fiyatına taksi

2 Mayıs 2004
New York’ta taksiler dondurulmuş sayıda. 8 milyon nüfuslu kentte 12 bin 487 taksi var. Açık artırma ile satılan iki taksi ruhsatı için, bir şirket hafta başında 712 bin 101 dolar ödedi. Bıkkınlık geldi bahar yağışlarından. Şikayetlerimi dinleyen İstanbul’daki tanıdıkların tersine dua yağmuru bugün de tutmadı. İnceden inceye yağmur var dışarda. Birlikte bir toplantıyı izleyeceğim arkadaşıma ’Az sonra New York’un en pahalı arabasına bineceksin’ diyorum. Şaka sanarak yüzüme dikkatle bakıyor: ’Javits Center’da oto şov mu var?’

Hayır, diyorum. Şemsiyeleri açıp köşeye yürüyoruz. Merak ediyor: ’Kaç para bahsettiğin araba?’ 300 bin dolar deyince gözleri irileşiyor. Ardından sorular başlıyor: ’Rolls Royce’dan bile pahalı. Masseratti filan mı? Satın alacağım diyerek test gezisi mi istedin? Toplantıya geç kalmayacak mıyız?’ Gülerek yanıtlıyorum: ’Geç kalmayacağız, bekle görürsün.’

Şansımız varmış, fazla beklemiyoruz. Önümüzde duran sarı taksiye şemsiyeleri kapatıp giriyoruz. Çekik gözlü şoföre ’Birleşmiş Milletler’ diyorum. Arkadaşım, ’Hani pahalı arabaya gidecektik?’

Sabırsızlanmamasını söylüyorum.

Manhattan’ın bu merkezi kesimi yol inşaatı işgalinde. Asfaltlar tıraşlanmış, çelik mazgallar dışarda. Sokaklarda irili ufaklı çukurlar. Dingilleri kırılmasın diye şoför zikzaklar yaparak arabayı sürüyor. Birinci Cadde’ye inip, sola sapıyoruz. 42’nci sokağa gelince otobüs durağına yanaşıyor taksi. Parayı ödeyip dışarı çıkıyoruz. Birkaç adım sonra BM’nin kapısındayız.

Beklediğim soru geliyor hemen: ’Hani 300 bin dolarlık arabaya binecektik?’ Genç bir kadının ’Taksi, taksi’ diyerek arkasından koştuğu bizi getiren sarı taksiyi işaret ediyorum: ’New York’un en pahalı otosu bu.’

TAKSİ SAYISI DONDURULDU

Yemin etsem başım ağrımaz, sarı taksiler pahalılığı yanı sıra bu kentin en gözde arabaları. Sürücüleri banker, sanayici, işadamı veya yüksek maaşlı meslek mensubu değil. Sosyo-ekonomik çizginin alt kesiminde, Hindistan, Pakistan, Ortadoğu, Karayipler ve Afrika’dan gelen göçmenler direksiyon sallıyor New York taksilerinde. Markası ise Mercedes, BMW, Porsche gibi ünlü isimler listesinin en altında. Dar gelirlilerin dahi kullandığı Ford bunlar. Peki, nerdeyse iki Rolls-Royce fiyatlı Ford taksilerin özelliği ne?

New York’ta taksiler dondurulmuş sayıda. 8 milyon nüfuslu kentte 12 bin 487 taksi var. Kentte taksi ulaşımını düzenleyen ’Taksi ve Limuzin Dairesi’ zaman zaman trafiğe yeni çıkacak taksilerin ehliyetini açık artırmayla satışa çıkarıyor. Artırması yapılan taksinin kendisi değil, kaporta üzerine yerleştirilen ’Madalyon’ adlı ortası delik, bakalit, dört köşeli ehliyet. Birden fazla taksi işleten bir şirket hafta başında yapılan bir artırmada iki taksi için 712 bin 101 dolar ödedi. Göçmen sürücülerin eş dosttan bulup buluşturduğu kredilerle tek bir ehliyete ödedikleri meblağ ise 300 bin dolar civarında. Bunun üzerine Ford marka arabaya da 25 bin dolar ödüyorlar.

Taksicilikle ilgisi olmayan bazı açıkgözler piyasaya yeni taksi sürüleceği zaman açık artırmaya girip ’madalyon’ satın alıyor ve bunları haftada iki-üç bin dolar karşılığında şoförlere kiralıyorlar.

Ehliyeti satan da, açık artırmayla alan da razı. Üç çocuk babası Mısırlı şoför Mohamed El Sayed ’285 bin, 999 dolar, 99 cent ile artırmayı kazandım. Artık kendi kendimin patronu oldum. Çok mutluyum’ diye sevincini dile getirdi. Yaptığı yatırımı nasıl geri alacak? El Sayed ’Günde asgari 12 saat araba süreceğim. 400 dolar kazanırım. Hafta sonları dahi çalışacağım’ diyor. Göçmen Mısırlının ödediği parayı çıkarması için dünya turuna çıkmış gibi direksiyon sallaması gerekecek. Patron olmak öyle kolay değil New York’ta.

PICASSO REKOR KIRABİLİR

Yüzbinleri aşan bu açık artırma değil sadece rakam cümbüşüne aşina kentte. Üç gün sonra gerçekten astronomik meblağlar konuşulacak tamamen değişik bir alanda. Sotheby’s müzayede evi sanat aleminin aylardır beklediği ’Empresyonist ve Modern Sanat’ başlığı altında ünlü ressamların yapıtlarını satışa sürecek. Milyarder Whitney ailesinin 44 parçadan oluşan özel koleksiyonunun yıldızı Pablo Picasso’nun şahane eseri ’Garçon a la Pipe’( Pipolu Çocuk) tablosu. Sotheby’s yetkilileri Picasso’nun 24 yaşında olduğu 1905 yılında yaptığı tablonun 70 milyon doların üstünde müşteri bulacağını söylüyor. Bu piyasanın uzmanlarına göre de, 99.7 cm X 81.3 cm. boyutlu tablo açık artırmada rahatça 100 milyon dolara ulaşacak. Bu tahmin gerçekleşirse ’Pipolu Çocuk’, Vincent Van Gogh’un 1990’da Japon sanayici Ryoei Saito’nun ’Dr. Gachet’in Portresi’ ne ödediği 82.5 milyon doları geçerek rekor kıracak.

Vasat oda camı boyunda, düzinelerle yetenekli ressamın bu yapıtları aslından farksız kopya edebileceklerini çok kere duydum. Taklidi bu kadar kolaysa niye milyonlarca dolar ödeniyor bunlara? Burhan Doğançay, ’Yüzyıl önce yapıldı, sanat alemine yeni pencereler açılmasını sağladı da ondan. Bir de Picasso, Van Gogh, Cezanne, Manet gibi imzalar taşıyor’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Lüks gökdelende lüks market

25 Nisan 2004
<B>T</B>ime Warner şimdi New York’un en gözde gökdeleni. Burada dev bir gıda pazarı açmak istediklerinde önce tepkiyle karşılaşmışlar. Büyük şirketlerin merkezleri, lüks alışveriş mağazaları, beş yıldızlı Mandarin Oteli, milyon dolardan başlayan dairelerin bulunduğu gökdelenin zemin katında bir gıda marketi...

Levreğin boyu iki karışa yakın. Buz yatağında yarı kıvrılmış, ağzı hafifçe açık yatıyor. Ütülü, beyaz gömlekli tezgahtar ilgilendiğimi fark ediyor: ’Yeni geldi, taptaze. Gözüne bakın anlarsınız.’

Yeşilköy’deki Hasan’ın lokantası olsa tazeliğini düşünmem gerekmeyecek. Ama New York nehirlerinde levrek yok, kimbilir Manhattan’ın bu fiyakalı gökdelenine getirilinceye kadar ne kadar yol kat etti.

Levrek yalnız değil. Yanında mercan, sonra somon, ton, bir cins palamut, kılıç türü yüzlerce balık var buzlara gömülü. Sözünü ettiğim gökdelen uçuk mavi cam levhaların çelik çubuklarla birleştiği Manhattan’ın en yeni yapısı Time Warner Merkezi (TWC). Balık tezgahları da çift kuleli gökdelenin zemin katını tümüyle işgal eden Whole Foods süpermarketinde.

MİMARİ BİR ŞAHESER

1.7 milyar dolarlık Time Warner gökdeleninin mimarı Mustafa Kemal Abadan kentin göbeğindeki görkemli yapıyı hazırlarken Amerikalıların gıda tutkusunu da gözardı etmemiş. Lincoln Center’ın köprü noktası Columbus Circle’da inşa edilen gökdelende açılan süpermarket New York’un en büyük yiyecek-içecek pazarı.

Lüks Mandarin Oteli, Manhattan’a tepeden bakan daire ve dublekslerin yanısıra pahalı ürünlerin satıldığı zemindeki market 17 bin metrekareyi kaplıyor. Şubat başında ünlülerin katıldığı açılış partisinde kalabalık envanteri hayranlık uyandıran dev bakkal-manavı biz de ziyaret ettik.

Whole Foods süpermarket zincirinin açtığı bu gıda pazarının insan cümbüşü kıyaslamasında 24 sokak güneyindeki dünyanın en büyük mağazası Macy’s den aşağı kalır tarafı yok. Deniz ürünleri, et, sebze, meyva, ekmek, peynir, konserve, tatlı çeşitleri, kuru gıdaları, alkollü içkileri, meşrubat, mutfak malzemesiyle ev ihtiyaçlarını tümüyle karşılayacak zenginlikte.

HAFTADA 1.2 MİLYON DOLAR

Değişik mevsimlerin ürünlerinin tezgahlandığı markette bir bölüm müdürüyle ayaküstü konuşurken bilgi veriyor: ’Bizim Kuzey Amerika ve İngiltere’de 155 marketimiz var. Gelecek yıl New York’ta iki market daha açacağız. Time Warner şimdi New York’un en gözde gökdeleni. Burada dev bir gıda pazarı açmak istediğimizde ilkin tepkiyle karşılaştık. Büyük şirketlerin merkezleri, lüks alışveriş mağazaları, beş yıldızlı Mandarin Oteli, milyon dolardan başlayan dairelerin bulunduğu gökdelenin zemin katında gıda marketine yer verilmesine sıcak bakılmadı gene de ikna etmeyi başardık yönetim kadrosunu.’

Niye sıcak bakmadılar, nasıl ikna ettiniz? ’Hiçbir gökdelende böylesine büyük gıda pazarı yok. Böylesine görkemli binanın görünüşünü bozar dediler. Zemin katında dikkati çekmeyeceğini, mağazalara gelenlere ilaveten, daire-dubleks sahiplerinin bakkal-manav ihtiyaçlarını sokağa çıkmadan karşılayacağını vurgulayarak ikna ettik.’

Bölüm müdürü: ’Aslında ticari bir risk almıştık. Zira astronomik kira ödüyoruz yeni marketimize. Personel sayımız 400. Ama birkaç hafta sonra kaygılarımız sona erdi. İlk hafta 1.2 milyon dolarlık satış yaptık.’ Özelliği ne Whole Foods ürünlerinin? ’Ürünlerimiz yüzde 50-75 oranında organik. Yani vücuda zarar verici kimyasal madde yok. Uzun süre bozulmadan kalmasını sağlamak için katkı malzemesi kullanmadan üretiliyor. Sığır, koyun, kuzu, kümes hayvanları da doğada yetiştiriliyor. Balıklarımız da yakalandığı yerde temizlenip aynı anda buzlandığı için taze ve gerçek lezzetinde kalıyor.

İNSAN SELİ İÇİNDEYİM

Demir kafesli arabayla ufak bir tura çıkıyorum dev markette. Tezgahlar arası hayli geniş ama bir insan seli içindeyim. Sağdan soldan birkaç şey alıyorum. Az ileride birkaç görevli alışverişini bitirenleri kasiyer kuyruklarına yönlendiriyor. Et, balık almış olsam buradan çıkana kadar kokar diye düşünüyorum. Fazla bekleyeceğimi anlarsam küçük arabayı bırakıp dışarı çıkmaya kararlıyım. Ama boşuna kaygılanmışım. 50 kasa var markette. Kuyruklar üç beş dakika içinde eriyor. Çıkış yerinde taş masalar, kadın-erkekler tavuk kızartması, sandviç, Japon stili ham balıkları iştahayla yiyorlar. Kasaya ödeme yaparak yürüyen merdivenler ile giriş katına çıkıyorum. Karşımda tüm haşmetiyle Columbus Circle, arkasında Central Park, aşağı inen cadde boyunca sıralı oteller, Fifth Avenue kesişmesinde ise Trump yazılı bina. Whole Foods marketine de, Türk mimar Abadan’ın modern eseri Time Warner gökdelenine de ancak böyle manzara yakışır.
Yazının Devamını Oku