3 Ekim 2004
Ortadoğu’da son derece vahim gelişmeler yaratacak hazırlıklar olduğu gözleniyor. Bush, birkaç gün önce İran’ın nükleer silah üretmesine izin verilmeyeceğini belirtti. Amerika-İngiltere koalisyonunun Irak’ı işgal ve istilasından sonra İsrail’in İran’daki nükleer tesisleri bombalamasıyla etrafın kan gölüne dönüşeceği kesin.
ORTADOĞU üzerinde yeni kara bulutlar dolaşmaya başladı. Dünya ülkeleri Irak harbi ve uluslararası terorizme odaklanmışken, bazı çevreler İsrail’in yakın gelecekte İran’daki nükleer tesisleri bombalamaya hazırlandığını ileri sürüyor.
İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Giora Eiland, bir gazeteye ‘Kasım ayı İran’ın nükleer programını yok etmek için dönüşü olmayan nokta olacak şeklinde çarpıcı bir beyanat verdi.
*
Bu beyanatla, İsrail başta İran olmak üzere Ortadoğu’daki Arap ülkelerine gözdağı mı veriyor yoksa İsrail hükümetinin başka amaçları mı var, zaman gösterecek. Ancak ‘dönüşü olmayan nokta’ deyiminin geçmişi 1981 yılına uzanıyor.
23 yıl önce Menahem Begin, Irak’ın İsrail’e nükleer saldırıya hazırlandığı gerekçesiyle Bağdat yakınlarındaki Osirak nükleer santralını bombalatmıştı. Dönüşü olmayan bombalatma kararında, dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un ısrarı rol oynadı.
Komşuları için uzun bir süre nükleer tehlike olamayacak durumdaki Irak’tan sonra koyu İsrail düşmanı İran’ın nükleer silah ve füze üretimi faaliyetleri, şimdi dikkatleri bu ülke üzerine çekiyor.
*
Demokratik Parti adayı John Kerry başkanlık seçimini kazandığı takdirde ABD dışişleri bakanlığına getirileceğine kesin gözle bakılan eski diplomat Richard Holbrooke da İsrail’in İran’da Osirak benzeri bir operasyona hazırlandığı endişesinde. Yoğun izleyicisi olan Bill O’Reilly’in TV programında Holbrooke, ‘ABD İsrail’in ilk savaş uçağı F-161 üretimi için gerekli malzemelerini sağladı. Ayrıca yeraltı sığınaklarını delip geçecek güçte 300 milyon doları aşkın bomba sattı İsrail’e. İsrail bu bombaları Filistinlilere karşı kullanacak değil. Hedef malum. Kaygılıyım’ dedi.
Bush yönetimi, geçen hafta Kongre’ye İsrail’e iki metre kalınlığında beton sığınak tahrip eden her biri bir tonluk 500’ü uydu güdümlü füze ile 4 bin 500 ‘akıllı bomba’ sattığını bildirdi. Buna karşın Tahran, İsrail’i vurabilecek menzilli Şahap-3 roketlerinin kullanılmaya hazır olduğunu açıkladı.
*
İran Savunma Bakanı Ali Şamkrani, Şaron hükümetinin İran’daki nükleer kuruluşlar dahil ülkesine herhangi bir askeri saldırıda ‘en sert’ şekilde karşılık vereceklerini, ülkesinin bölge içi ve ötesinde, ABD dahil, her karşılaşmaya hazır olduğu tehdidinde bulundu.
Ortada son derece vahim gelişmeler yaratacak hazırlıklar olduğu gözleniyor. ABD Başkanı George W. Bush, birkaç gün önce İran’ın nükleer silah üretmesine izin verilmeyeceğini belirtti. Amerika-İngiltere koalisyonunun Irak’ı işgal ve istilasından sonra İsrail’in İran’daki nükleer tesisleri bombalamasıyla Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşeceği kesin.
Birleşmiş Milletler’de Türkiye’nin Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ümit Pamir, bölgedeki bu gelişmelerin vahim düzeye geldiğine işaret ederek İsrail’in Irak seçimlerinde Şiilerin yönetime gelmesi olasılığından kaygı duyduğuna işaret ediyor.
Büyükelçi Pamir, geçen hafta Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrailli meslektaşı Silvan Şalom ile yaptığı ikili görüşmede İran’ın nükleer faaliyetlerinin de ele alındığını ifade ederek şunları söyledi: ‘Şalom Irak’ta Şii ağırlıklı, İran’la yakın ilişkide olacak bir hükümetin iktidara gelmesinin bölgenin güvenliği açısından ciddi tehlike yaratacağını bildirdi. Uluslararası Atom Enerjisi Kuruluşu, İran’ın nükleer faaliyetlerinin teftişi hususunda gerekli işbirliğini göstermediğinden şikayet ediyor. İsrail Dışişleri Bakanı, ‘İran aldatıcı bilgiler veriyor. Sadece bizi, sizi değil Avrupa’yı vuracak nitelikte füzeler geliştirdiler. İsrail olarak gelişmeleri dikkatle takip ediyoruz’ diyor.’
*
Bush yönetimi ise Dışişleri Bakanı Colin Powell kanalıyla BM toplantılarına katılan başta Avrupa ülkeleri, Rusya Federasyonu ve Çin olmak üzere çok sayıda ülkenin delegasyon başkanına, ‘İran tehlikeli bir istikamete yol alıyor. Tahran hükümetine sert ve kesin bir dille nükleer silah ve uzun menzilli füze üretimi girişimlerinize son verin, dememiz lazım’ şeklinde çağrıda bulunmalarını önerdi.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, New York’ta İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazi ile yaptığı ikili görüşmede, ‘Nükleer programınızı, füze üretiminizi tüm dünya kaygıyla izliyor. Bölgemiz yeni çatışmaları kaldıramaz. Saydam olmanız lazım’ şeklinde bir mesaj verdi.
İsrail yetkililerinin İran’a karşı saldırı için kasım ayını seçmesi tesadüf değil. 2 Kasım’daki başkanlık seçimlerini takiben Bush yeniden iktidara geldiği takdirde İsrail’in İran’daki tesisleri bombalamasına açıkça olmasa dahi yeşil ışık yakması sürpriz sayılmayacak.
Tahran yönetimi ise bu eğilimin bilincinde kitle imha silahları üretimi faaliyetlerini de hızlandırmışa benziyor. Son on yıl içinde iki kere saldırıya uğrayan Irak harp yorgunu. İran ise sert ceviz. İsrail ile savunma işbirliği içindeki Türkiye kritik bir dönem yaşıyor.
Yazının Devamını Oku 26 Eylül 2004
Kısa gür saçlı, yanak altı sakallarına kır düşmüş adamın kız çocuğunu andıran sesi, halterci görünümdeki bedenine ters düşüyor. BM Genel Kurulu’nun açılış konuşmasını yapan adam Brezilya Cumhurbaşkanı Luiz Inacio Lula da Silva. Dikkatli dinlediğimde konuştuğu Portekizce’yi tiz sesli birinin İngilizce’ye tercüme ettiğini fark ediyorum.
Lula da Silva, yerküredeki yoksulluğu rakamlarla anlatıyor. 1820’de en zengin ile en yoksul ülkeler arasında kişi başına düşen gelir beş misli fark ederken, 2004’te bu oran 80’e yükselmiş. Fakir, yoksul, dar gelirli gibi terimler, bu anlamda aslında ülkeden ülkeye çok farklı şeyler ifade ediyor.
*
Dünyada günde bir dolarla yaşayan 1,5 milyar insan var. Seneye vurursak 365 dolar. Zenginler kulübünün lideri Amerika’da ise bu rakam 35 bin dolar. Peki refahın en zirvesindeki bu ülkede fakir yok mu? Olmaz olur mu, hem de aile boyu. 35.9 milyon Amerikalı yoksul.
*
Şimdi Amerika’da yoksulluğun tablosunu çizeyim. 35 milyonu aşkın yoksulun yüzde 46’sı ev sahibi. Yoksul bir aile 3 yatak odalı, 1.5 banyolu, garajı ve bahçesi olan evde kalıyor. Bu evler Paris, Londra ve Viyana’da orta gelirlilerin evinden daha büyük. Amerikalı yoksulların dörtte üçünün bir, yüzde 30’unun iki veya daha fazla arabası var. Yarısından fazlası iki renkli TV’ye sahip. Yüzde 73’ünde elektrikli fırın, üç evden birinde otomatik bulaşık ve çamaşır makinesi, buzdolabı, klima, yüzde 25’inde cep telefonu bulunuyor.
Beş kıtada iki milyarı aşkın insanın içecek temiz su, yiyecek gıda, çalışacak iş, başını sokacak ev bulamadığını göz önüne alırsak, bu tabloyu görünce ‘Böyle yoksulluk dostlar başına’ demek gerekiyor.
*
Öyleyse nereden çıkıyor bu yoksulluk? Amerika’da insanca yaşam çıtası yüksek. Nüfus Sayım Dairesi iki çocuklu bir ailenin yılda 18 bin doların altındaki kazancını yoksulluk sınırı olarak tanımlıyor. Bu meblağ tek kişi için 9 bin dolar. Banka kredileri, plastik alışveriş kartlarıyla ev, araba, eşya alarak boğazına kadar borçlanan 35 milyon insan yeterli gıda, giyecek, çocukların okul masraflarını karşılayacak durumda değil. Arabaları garajda, benzin alacak paraları yok. Yaptıkları alışverişlerin taksitlerini ödeyemiyorlar. Bu durumun önemli bir nedeni de ailesini terk eden babaların sebep oldukları ekonomik külfet.
Bazı sektörlerde asgari ücret saatte altı dolar civarında. İşveren ile işçi arasında gelir uçurumu giderek büyüyor. Bir şirket sahibi ile yanında çalışan işçinin gelir farkı 301’e karşı bir. Gelir-kazanç paylaşımındaki astronomik fark yoksulluğun yayılmasında önde gelen faktörlerin başında geliyor. Ev, otomobil, cep telefonlu Amerikalıların yoksulluğuna imrenmek için ‘Borç yiğidin kamçısıdır’ vecizesine inanmak gerekiyor.
*
Yoksulu bol ülkede yaşam yarışını günde 16 saat çalışarak sürdüren Mısırlı Ahmed İbrahim, ‘Çok yoruluyorum ama mutluyum’ diyor. Taksi şoförü Ahmed’in mutluluğu nereden mi geliyor? Çöpçatanlıktan. Anlattıklarını duyunca neredeyse küçük dilimi yutacaktım:
‘İnsan sarrafıyım ben. Şimdiye kadar pek çok erkek ve kadının arkadaş olmalarını sağladım. Arabama binen müşteriyi dikiz aynasından izlerim. Uygun bulduğum kadın veya erkekle konuşmaya başlarım. Bekár ise kayıt bandını uzatıp yaşını, mesleğini, hobilerini anlatmasını söylerim. Nasıl bir arkadaş aradığını sorarım. Genç erkeklerin çoğu Britney Spears tipinde kadın arıyorlar. Geçenlerde Natalie Dillon adında 32 yaşında lisans üstü eğitim alan bir müşteriyle yol boyunca konuştum. Natalie 30 yaşlarında atletik yapılı, zeki, ciddi ilişki arayan bir erkek aradığını söyledi. Arabama binen bekár müşterilerime Natalie’den söz ettim. Dört ay sonra vergi avukatı Martin Karamon, Natalie’yi ‘Şoför arkadaşım Ahmed telefon numaranızı verdi’ diyerek aramış. Central Park’ta bir konserde buluşmuşlar. Yemeğe, daha sonraki günlerde tiyatroya gitmişler. Yakında birlikte tatile çıkacaklar. Sonrası ne olur, bilmiyorum.’
*
25 yıl önce askerlik yapmamak için Amerika’ya göç edip yerleşen çöpçatan Ahmed sayesinde, New Yorklu onlarca kadın ve erkek ilişki yaşamış. Evlenme törenine Ahmed’i davet etmişler.
Mısırlı şoför, ’Sevgililer Günü’nde arabasına binen kadınlara çiçek veriyor. Ford marka eski otomobiline her gün kolonya sıkarak havasını tazeliyor.
21 yıl önce eşinden boşanmış. Geçen yaz arabasına binen Rus göçmeni bir temizlikçi kadını gözüne kestirip buluşmaya başlamış. Geçen kış havaalanına götürdüğü moda tasarımcısı Tracey Mammolita’ya hayran.
‘Amerika Güzeli’ dediği genç kız için uygun bir erkek arayışında. ‘Tracey’in parmağına yüzük geçirecek erkeği mutlaka bulacağım’ diyor. Çöpçatan şoförün hikayesini ciddi The Wall Street Journal dahi sayfalarına taşıdı.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2004
Dışarıda pastırma yazı sürüyor. Takvime göre gelecek hafta sonbahara gireceğiz. Parklarda genci, yaşlısıyla hálá çimlere battaniye serip güneşleniyor insanlar. Gelecek yaza bir yıla yakın zaman var önümüzde. Ama gel de bunu modacılara anlat.
New York Moda Haftası’nda Cynthia Rowley, Zac Posen, Monique Lhuillier, Matthew Williamson, Anna Sui, Michael Kors, Diane von Furstenberg’in omuz, göğüs, sırt dekolteli kıyafetleri modacıların güneş mevsiminden kopmaya yanaşmadığını gösteriyor.
Giyim aleminin etkili dergisi WWD’nin ’alışılmış çizginin dışında’ diye nitelediği yeniler arasında Atıl Kutoğlu’nun da övgü aldığı haftada Brezilyalı Amir Slama’nın cesur tasarımları dikkatimi çekti. Mayo Kralı unvanlı Slama, defilesinde bu kez ’Trikini’ denilen üç parçalı deniz kıyafetini lanse etti.
*
Bikiniye çocukluğumdan bu yana aşinayım. Ardından kısa ömürlü ’monokini’ ile tanıştım. Yıllar önce mini şortun önden arkaya askılı, göğüs uçlarını sözde kapayan sicim şeritli monokiniyi Londra’da bir manken arkadaşıma giydirip şehir turu yapmıştık.
Trafalgar, Piccadilly, Westminster Parkı, Waterloo Köprüsü gibi yerlerde insanların cazibesi nefes kesici mankeni nasıl algıladıklarını görüntülemeye çalıştık. Hafif yağışlı bir sonbahar gününde gayretlerimiz hüsranla sonuçlandı. İngilizler taşbebek vücutlu mankene de monokiniye de ilgi göstermediler. ’Monokini’de moda olmadan demode oldu.
Ama Slama’nın ’trikini’si başka. Arkada tanga, önde göbek çukuru, üstte göğüsleri açıkta bırakan üç parçalı mayoyu moda alemine takdim eden tasarımcı, izleyicinin hayal gücünü sıfırlamış.
’Mayo Kralı’nın yardımcıları, Naomi Campbell dahil trikiniyle podyuma çıkan mankenlerin bacaklarının birleştiği yeri Brezilya ağdasıyla tüylerden azat etmişler. İlk bakışta görülmemiş yer kalmıyor trikininin zar incesi kumaşı altındaki vücutlarda. 2005 yazında plajlarda ’Bikini-Trikini’ rekabetini seyretmeye hazır olun.
*
Sonbaharla birlikte yaşam yeniden hareketlendi Amerika’da. Fırtına, kasırga dizisi 32 bölüm tekmili birden. Biri gidiyor, biri geliyor ardından. Otomatik silahlar üzerindeki satış yasağının süresi doldu. Orduda özel timlerin kullandığı Uzi, AR-15 gibi otomatikler tekrar satışa sürüldü.
Bush ve Kerry arasında karşılıklı karalama kampanyasıyla süren başkanlık yarışı da giderek hızlanıyor. Kitabevleri raflarında ‘Bush’lar: Bir Hanedanın Portresi’, ‘Saldırı Planı’, ‘Tüm Düşmanlara Karşı’, ‘Irak’ın Silahsızlandırılması’ başlıklı düzineyi aşkın kitaplara her hafta bir yenisi ekleniyor. İstifaya zorlanan CIA direktörü George Tenet de yeni emekli Irak-Afganistan harpleri komutanları gibi anılarını yazıyor. Ancak tüm bu kitaplar arasında en fazla gürültü koparacak olanı, Kitty Kelly’nin ‘Bush Hanedanının Gerçek Hikayesi’ adlı kitabı.
*
Frank Sinatra, Elizabeth Taylor, Jackie Kennedy Onassis, Nancy Reagan’ın özel hayatlarını kaleme alan Kitty, 705 sayfalık kitabında babasının başkanlığında George W.Bush’un erkek kardeşiyle Camp David’de kokain kullandığını ileri sürüyor. Yazar, Bush’ların eski gelini Sharon’ın ABD Başkanı’nın eşi Laura ve iki arkadaşıyla gittiği bir Karayipler gezisinde marihuana partileri yaptığını, Laura’nın ayrıca kolejde iken marihuana sattığını söylediğini naklediyor. Bush’un kardeşi Neil’in boşadığı eşi Sharon, ayrıca Başkan Bush’un gençliğinde hamile bıraktığı kız arkadaşına kürtaj yaptırdığını da Kitty’ye açıklamış.
*
Cumhuriyetçi başkanlardan Nixon, Ford ve Reagan’ın eski danışmanı, siyasi analizci Patrick J.Buchanan ise, ‘Doğru Nerede Yanlış Oldu: Bush Başkanlığının Kaçırılması’ başlıklı kitabında, ABD’yi Roma imparatorluğu ile kıyaslıyor. Irak Harbi nedeniyle Bush’u ve çevresindeki Neo-Con’ denilen grubu ağır dilde suçlayan Buchanan, ‘Usame bin Ladin, ‘Bizim dünyamızda sizin imparatorluğunuzun bedeli terördür’ diyor. Onlar bizim kutsal topraklardan, Ortadoğu’dan çekip gitmemizi istiyor’ diye konuşuyor. ABD’nin aşırı İsrail yanlısı politikasını da eleştiren muhafazakar yazar, şunları ekliyor: ‘Bize saldırmayan, tehlike yaratmayan bir ülkeyi işgal ettik. Irak’ın işgali emperyalist Amerikanın sonunun başlangıcıdır.’
*
Köşeyi hafif sıklet bir haberle kapatayım. Humberto Taveras adlı bir Amerikalı, eşi ve on arkadaşı ile Long Island’da bir pizza lokantasına gidiyorlar. Yemekten sonra garsonun getirdiği 77.25 dolarlık faturaya Taveras’ın bıraktığı 2.75 dolarlık bahşişe lokanta patronu itiraz ediyor. ‘On kişi üstünde bahşiş yüzde 18’dir. Mönü altında yazılı bu. Garsonların ekmek hakkına tecavüz ettiniz’ diyor. Taveras’ın ‘Servisi beğenmedim’ çıkışı üzerine çağrılan polis, Taveras’ı tevkif ederek karakola götürüyor. Pizzacı ile müşteri, bugünlerde kozlarını mahkemede paylaşacaklar.
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2004
Palmiye ağaçları yarıdan sola eğiliyor, süpürge başı dallar yere paralel. Tekrar düzelip bu kez sağa bükülüyorlar hep birden. Kasırga orkestra şefi, batonuyla palmiyeleri bir oraya, bir buraya savuruyor. Kameranın açısı değişiyor. Benzin istasyonunun çatısı açılıyor, metal levha havalanıp sokağa düşüyor. Ekranda şaşkınlıkla bu görüntüleri izliyorum. Birkaç gün önce gittiğim plajın karşısında portakal ağaçlarıyla çevrili villanın damında dört kapılı bir araba. Florida’yı kasıp kavuran ’Kasırga Frances’ seyyar evlerin kamp yerini otoparka çevirmiş, her yer dümdüz. Gökten havuz dolusu yağmur yağıyor. Palm Beach’te güneşlendiğimiz sahil, cadde-sokak seller altında. Kamera karşısında yaşlıca bir adam, evinin kapısında iskemleye oturmuş, sular dizinin üstünde. Kolları arasında uzun namlulu bir tüfek ‘Sağ girersin ama sağ çıkamazsın’ diyerek kasırgadan kaçanların evlerini yağmalayan soygunculara TV’den gözdağı veriyor.
*
150 mil süratle esen kasırga üstümüze çökmeden birkaç gün önce Florida’yı terk ettiğime memnunum. Doğa bu kez avını ele geçirmeye ahdetmiş avcı gibi yılın her mevsiminde güneşle yıkanan bu beldenin peşini bırakacağa benzemiyor. ’Charley’den sonra tozu dumana katıp kuzeye yönelen ’Frances’ tekrar güney rotasına yöneleceğe benziyor. Ardından Karayip’lerden yukarı sinsice yol alan ’Ivan’ var. Meteoroloji uzmanları bölgede daha bir düzineye yakın irili-ufaklı fırtınanın pusuda beklediğini söylüyorlar.
Başka bir ülke doğa ile böylesine cebelleşme durumuna girse güncel yaşamı nasıl etkilenir bilmiyorum ama güneyi kasıp kavuran kasırgalara karşı Amerika hazırlıklı.
*
Üç milyonu aşkın insan evlerini terk edip barınaklara sığındığında lokal yönetim ve sivil örgütler yıkım görmüş kentleri elele vererek onarıma başladılar. Çeşitli yerlerden Florida’ya inen 20 bine yakın elektrik, telefon, su ve kanalizasyon teknisyeni kısa sürede tamirat, yeni kablo döşeme işlemlerini büyük ölçüde tamamladılar. Kızılhaç ekipleri barınaklara sığınmış ordu kalabalığında ailelerin gıda ihtiyaçlarını karşılarken askeri birlikler yağmacılığı geceli-gündüzlü devriye timleriyle önlemeye çalıştılar. Doğaya pes etmeye yanaşmıyor Amerika.
Ya ülkenin diğer kesimlerinde ne oluyor? Hayat kesintisiz sürüyor oralarda. Amerika kıta ülke. Batı yakasında kasırgayı yalnızca yazılı-görüntülü basında izleyen insanlar Pasifik yakasında günlerini kumlu plajlarda sereserpe yatarak, hafif çırpıntılı denizde sörf yaparak, çim üstünde aerobik egzersizleriyle geçiriyor. Plaj partileri sabahın erken saatlerinde son buluyor.
*
Kuzeydoğu ve ülke ortası eyaletler ise 2 Kasım seçimleri telaşında. Ve bir ’Korku’ salgını içinde bu bölge sakinleri. Ama bu korku kasırgadan değil, her ne pahasına olursa olsun ikinci dönem başkanlığı elde tutmaya kararlı Bush yönetiminin oy şantajına başvurmasından.
İşsizliğin en yaygın olduğu, yoksulluk sınırı altında yaşayan eyaletlerde propaganda gezilerinde konuşan Başkan George W. Bush ve yardımcısı Dick Cheney rakip başkan adayı hakkında ‘John Kerry’ye vereceğiniz her oy teroristlere verilmiş oy olacak. Bizi seçmezseniz Amerika 11 Eylül benzeri terör eylemleriyle karşı karşıya gelecek. Ancak Başkomutan Bush terörün üstesinden gelir’ diyerek korku taktiklerine başladılar. Kerry’nin harpte aldığı madalyaları hak etmediğini ima eden ’Başkomutan’ın yedek askerliğini dahi tamamlamadığı belgelerle kanıtlanırken, kayıtlı olduğu birliğin komutanları ‘Vietnam harbine torpil kullanıp katılmadı. Kendisini birlikte hiç görmedik’ diye suçluyorlar. Hatta emekli bir albay, Bush’un politik geleceğine hazırlandığı için yedek askerlik görevini yapmadığını ileri sürüyor.
*
Ortada Amerika’ya yönelik olası terör saldırıları için yeni bir tehdit istihbaratı yok.
Oysa ülke, ekonomik durgunluk, tırmanan işsizlik, kontrolden çıkmış Irak Harbi, yarım trilyon dolar bütçe açığı, sigortasız 45 milyon insanın durumu gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya. Bush ve yardımcısı Cheney bu sorunları seçim konuşmalarında içi boş, kısa ve gerçekleşmesi imkansız vaatlerle geçiştiriyor. Buna paralel Cumhuriyetçi kesim 240 milyon dolarlık kampanya bütçesini basında rakipleri Kerry’i karalama yolunda kullanırken işsiz, dar gelirli Amerikalılara ‘Biz gidersek terör gelir’ şeklinde korku mesajları vermeye devam ediyorlar. Terör korkusu doğa korkusunu sollayacak mı? Göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2004
Amerikalılar harp düşkünü bir toplum değil. Ama ‘kahraman’lığa meraklı bir millet. Ülkesini Irak’ta gereksiz bir harbe sokan başkanını dahi ‘kahraman ve güçlü lider’ olarak görüyor. Açıkça belli oldu artık, bu kez Kasım seçimlerinde ‘Kahraman ve Güçlü Lider’ kimliği, sonucu etkileyen bir numaralı faktör olacak.
Amerikan seçimlerini Richard Nixon’ın ezici çoğunlukla başkanlığını yinelediği 1972 yılından beri izliyorum. Gene de ilk defa mesleğim bir yana öznel nedenlerle sandıklardan kimin çıkacağını heyecanla bekliyorum.
Nedeni şu: Başkan George W. Bush’un kampanya platformunda seçmenlere Irak Harbi ile uluslararası teröre karşı savaşın güçlü bir lider olarak yalnızca kendi ‘Başkomutan’lığıyla kazanılacağı mesajını veriyor.
*
İstila ve işgalin sebep olduğu Irak keşmekeşi, bölgede terörün tırmanışı, Türkiye açısından önemli olduğu gibi vahim. Kuzey Irak’tan güney bölgelerimize sızan PKK teröristlerinin başlattığı saldırılar tehlikeli gelişmelerin habercisi. Beyaz Saray şimdilik yeniden canlanan PKK eylemlerine karşı suskun.
Doğu komşumuz İran’da nükleer silah üretimi faaliyetlerinin Ortadoğu’da yeni dengelerin oluşmasına yol açacağı şüphesiz. Başkan Bush’un, Irak Harbi’nin özünü teşkil eden ‘Tehlike arzeden durumlarda önceden saldırı’ politikasını seçimleri kazandığı takdirde sürdürerek İran’a yönelik bir askeri harekata girişmesi veya İsrail’in bu ülkedeki nükleer tesisleri bombalamasına yeşil ışık yakma olasılığı da büyük.
*
Amerikalılar harp düşkünü bir toplum değil. Ama ‘kahraman’lığa meraklı bir millet. Ülkesini Irak’ta gereksiz bir harbe sokan başkanını dahi ‘kahraman ve güçlü lider’ olarak görüyor.
Vietnam’dan bir dizi madalya alarak dönen Demokrat başkan adayı John Kerry dahi, ‘Bush ne yaptı da kahraman oldu’ diye rakibini sorgulayamıyor. Hele cumhuriyetçilerin kurultayında konuşan New York’un eski cumhuriyetçi belediye başkanı Rudy Guiliani’nin söylediklerine bakar mısınız: ‘11 Eylül terör saldırısından üç gün sonra Başkan Bush’la birlikte yıkılan ikiz kulelerinin yerine gittik. Bush, omzuma elini atarak, ‘Sana nasıl yardım edebilirim?’ diye sordu. O anda benim kahramanım oldu. Yanımdaki polis müdürüne ‘Şansımız var ki başkanımız Bush’ dedim.’
Nasıl yardım edilebileceğinin sorulması kahramanlık kriteri olur mu? Demek ki oluyor...
*
ABD’nin efsane başkanlarından John F. Kennedy’ye, 1960’daki başkanlık kampanyası gezisi sırasında bir genç yaklaşmış ve şunu sormuş: ‘Nasıl harp kahramanı oldunuz?’
İkinci Dünya Harbi’nden cesaret madalyasıyla dönen JFK’in yanıtı ise şöyle olmuş: ‘Bir kaza eseri. Düşman (Japonlar) teknemi batırdı.’
Son dört yıldır Amerika’nın yeni kahramanı olan ama Vietnam harbine çağrıldığı halde gitmeyen, yedek askerlik görevini dahi tamamlamadığı bildirilen George W. Bush ise çift pilotlu bir avcı uçağıyla yaptığı kısa uçuşun resimleriyle halkına, ‘Ben harp başkanıyım’ mesajı gönderiyor.
Seçim gezilerinde üniformalı asker, polis ve itfaiyeciler arasında kameralara poz verip ’kahraman lider’ imajını yerleştirmeye uğraşıyor.
*
Ülkenin yarısına göre Bush, teröre karşı kendilerini en iyi koruyacak lider. Oysa Bush, asılsız çıkan kitle imha silahları iddialarıyla Irak’ı istila ederek, bu ülkeyi karmaşaya soktuğu gibi Irak’ın bir terör yuvasına dönüşmesine sebep oldu.
Saddam’ın yakalanmasını takiben, ‘Görevimiz tamamlandı’ mesajından sonra Irak’ta başlayan ayaklanmada bin Amerikan askeri hayatını kaybetti. Afganistan’da köşeye sıkıştırılan El-Kaide’nin kökünü kazımak yerine Irak’a yönelmesi de, 11 Eylül’ün sorumlusu bu terör örgütünün yeniden canlanmasına yol açtı. Bush tutkusuna kapılmış Amerikalılar, cumhuriyetçilerin etkili propaganda kampanyasıyla Irak’ı hálá Amerika düşmanı görüyorlar.
*
California Valisi eski aktör Arnold Schwarzenegger, parti kurultay konuşmasında Irak’ta bir bacağını kaybeden Amerikalı bir askeri hastanede ziyaret ettiğini, askerin kendisine takma bacak yaptırıp tekrar Irak’ta savaşa katılacağını söylediğini anlattı.
Ama ne hikmetse, New York kurultayına katılan beş bin delegeden biri bile, ‘Körfez Harbi’nden sonra ikinci harbe kadar dokuz yıl içinde Irak’ta tek bir Amerikalı hayatını kaybetmedi. Kitle imha silahları da çıkmadı bu ülkede. 11 Eylül terörüyle Saddam’ın ilişkisi de kanıtlanmadı. Dünya ülkelerin çoğunluğu Irak’ın işgaline karşı. Öyleyse niye işgal ettik Irak’ı?’ diye sormadı.
*
Neyse ki, gözlerine siyah bant çekilmemiş bilinç ve sağduyu sahibi pek çok insan var dev ülkede. Son bir haftada yüzbinlerce kişi sokağa dökülerek Irak Harbi’ni, Bush politikalarını şiddetle protesto ettiler. ’Kahraman Lider’e öfke kusan iki bin New Yorklu tevkif edilerek cezaevlerinde geceledi. Hırpalanma pahasına kurultay salonlarına sızarak sloganlar attılar. Bush’un neden kahraman olduğunu bilmiyorum ama kadınlı-erkekli protestocuların coplanıp fişlenmesine rağmen ulusal yararları cesurca savunmaları daha kahramanca.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2004
Barmen ‘Yazı mı tura mı?’ diye sordu. Tura yanıtım üzerine parayı fiskeyle havalandırdı. Washington’un kafası tezgahta belirdiğinde kazandınız diyerek şişeyi önüme sürdü... Kapalı kapılar ardında yaprak hışırtılarını duyduğumuz senatoryum sessizliğindeki ortama veda edip New York’a döndük. Şehir bıraktığımız gibi. Trafik uğultusu, polis-cankurtaran sirenleri New York’un fon müziği. Alışkın olduğumuz için kulaklarımızı tırmalamadı.
Tatil sırasında kentte neler olup bittiğini anlatacak bir arkadaşla Chelsea’de ‘Flight 151’in barında buluştuk. Yanyana taburelere oturduğumuzda tezgah arkasındaki barmen avucundaki 25 senti gösterip ‘Yazı mı tura mı?’ diye sordu. Tura yanıtım üzerine parayı fiskeyle havalandırdı. Washington’un kafası tezgahta belirdiğinde ‘Kazandınız’ diyerek soğuk bir şişeyi önüme sürdü. Arkadaşım ‘Şanslısın. Yazı gelseydi bira parasını ödeyecektin. Müşteri çekmek için haftada bir kere para oyunu yapıyorlar’ dedi. Oysa ısmarlayacağım içki bira değildi. Şişeyi arkadaşıma transfer ettim.
Chelsea’ye gelirken cadde-sokakta, çok katlı mağazalarda kamuflaj üniformalı, otomatik silahlarını elde taşıyan askerler, adım başında polis devriyeleri gördüğümü söylüyorum. Dostum izah ediyor: ‘Cumhuriyetçi kurultayının güvenlik tedbirleri bunlar. Sadece teröristlere karşı değil Bush yönetiminin Irak politikasını protesto gösterilerine karşı da önlem aldılar.’
Yeni bir terör havası esiyor New York’ta. ‘Anavatan Güvenlik Örgütü’ Başkan Bush ve kabinesinin katılacağı kurultayın yanısıra tüm ülke El Kaide’nin olası eylemlerine karşı aşırı duyarlılık içinde. Ünlü yazar Tom Clancey’in ‘Kaplanın Dişleri’ isimli son kitabında Meksika hududundan sızan teröristlerin Amerika’nın çeşitli kentlerinde ’mall’ denilen alışveriş merkezlerini işgal edip içerdekileri rehin aldıklarını hikaye etmesi de yetkilileri kaygıya sürüklemiş. ‘Terörün tırmanmasında Irak’taki çarpışmaların büyük rolü var. Bazı çevreler askerlerimizin Irak’tan çekilmesini istiyor. Oysa bu imkansız. Bush böyle bir eğilim gösterse seçimi kaybeder. Irak’ın işgali devam ettiği sürece terörizmin yavaşlaması da mümkün değil. Usame’nin sağkolu El Zevahiri ‘Geri adım atmamız Endülüs trajedisi olur’ demişti ya’ diyor arkadaşım. Neyin nesi bu Endülüs trajedisi?
Kral Ferdinand beş asır önce İberya yarımadasından Müslüman Mağriblileri kovmuş. Mağrib Kralı Boabdil (Abu Abdallah) ordusuyla Endülüs’ten gözyaşları dökerek kaçarken annesi azarlamış Kral oğlunu: ‘Kadın gibi ağlayacağına erkek gibi savaşsaydın!’
Amerika’nın ne El Kaide ve diğer terörist örgütlerine ne de El Sadr direnişçilerine boyun eğmeye kesin niyeti yok ama süper güce karşı çok sayıda Müslüman ülkede nefret duygularının tırmandığı da bir gerçek. Nefretin sebebi Bush’un iddia ettiği gibi Amerika’nın özgür yaşamına tepki değil, Irak’ın işgali, Bush iktidarını yönlendiren yeni muhafazakarların kibirli politikaları ile petrol kaynaklarını kontrol amacıyla yozlaşmış petrol şeyhlerinin desteklenmesi. Olimpiyatları izlemek için Yunanistan’a gelen Amerikalı turistlerin ilk kez kimliklerini sergileyen gösterilerden kaçınması, Arap-İslam aleminin yanısıra diğer ülkelerde de Amerika’ya karşı hoşnutsuzluğun kanıtı.
SKANDALLAR ÜLKESİ
Arkadaşım polisiye ve ünlüleri içeren haberlerin de basının gündeminde geniş yer aldığına işaret ediyor: ‘California’da dokuz aylık hamile karısıyla bebeğini öldüren Scott Peterson’ın eski metresi Amber Frey’in mahkemedeki açıklamaları, Utah’da hamile eşini katleden Hacking’in itirafları tefrika halinde yayımlanıyor gazetelerde. Lakers’ın yıldız oyuncusu Kobe Bryant cinsel tecavüz davasından sıyıracak. Hakim, otel görevlisi genç kızın aynı gün başka bir erkekle seviştiği yolunda Kobe’nin dedektiflerinin topladığı delillerin incelenmesini kabul etti. Eşcinsel olduğunu açıklayan New Jersey Valisi Jim McGreevy’nin 5 milyon dolar sus payı vermediği takdirde ilişkilerini açıklayacağı tehdidinde bulunan erkek sevgilisi Golan Cipel, apar topar ülkesi İsrail’e döndü. Martha Stewart, John Rigas, Frank Quattrone gibi mültimilyoner şirket sahipleriyle bankerler cezaevi yolunda. Tyco, Imclone, Enron, WorldCom yöneticilerinin de yolsuzluk davaları sona ermek üzere. Polis-adliye muhabirlerinin başlarını kaşıyacak zamanı kalmadı.’
Filmlere konu olan mafya babası John Gotti’nin kızı Victoria yeni başladığı köşe yazarlığına devam ediyor mu? ‘Victoria’nın hayatı trajedi. Babası cezaevinde öldü, kardeşi John Jr. ile eski kocası da haraç almaktan hálá hapisteler. Oysa son iki yıldır yıldızı parladı. Yazarlığa devam ederken ‘Gotti Olarak Yaşam’ adlı bir TV dizisinde başrole çıkıyor iki haftadır. Üç oğlu Carmine, John ve Frank de yardımcı rollerde.’
Bilgilenme turumuz bitti, ülke gündemini iyi izleyen arkadaşımla.
Yazının Devamını Oku 22 Ağustos 2004
Florida’da garip bir yaz tatili geçiriyorum. ‘Herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine’ denir ya, biz de yanlış zamanda yanlış adresi seçmişiz buraya gelmek için. New York’tan Chicago ve California’ya uzanan kuzey şeridinde yaşayanlar bu bölgenin kar, yağmur ve fırtınayla kucaklaştığı kasım-mart ayları arasında yazlığa Florida’ya inerler. Oysa mayıstan eylül sonuna ‘tava sapı’ diye isimlendirilen bu yarımadanın boğucu rutubeti ve gölgede 35 derecedeki sıcaklığına katlanmak kolay olmuyor. Üstüne üslük Florida ve çevresindeki eyaletler için bu dönem fırtına sezonu.
*
Tatilin ilk haftasında ‘Kasırga Charley ve Bonnie’ ile karşılaştık. Biz şükürler olsun, ‘Tava Sapı’nın Atlantik yakasındayız. Charley-Bonnie ikilisinin vurduğu kıyılar ise Meksika Körfezi’ne bakan batı kesiminde. Gene de az da olsa kasırgadan nasibimizi aldık.
Birkaç gün ortalığı seller götürdü, gün ortasında gece karanlığı üstümüze çöktü, tepemizde ardı ardına patlayan şimşekler yüzünden kedimiz saklandığı gardırop rafından ortalık yatışıncaya kadar çıkmaya yanaşmadı.
Günlerimiz genelde Atina Olimpiyatları’nı, kadınların hokey maçları dahil, izlemek, göz gözü görmeyen yağmurla cebelleşerek gittiğimiz hipermarketten aldığımız kucak dolusu gazete ve dergileri okumak, eş-dostla telefon konuşmalarıyla geçti. Ama kasırganın hışmına uğrayan Punta Gorda ve Port Charlotte liman kentlerinde tahribatın görüntülerini ekranlarda izlediğimizde durumumuzdan fazlaca şikayet etmenin haksızlık olduğunu da anladık. Kasırganın tahrip ettiği bu iki liman kenti bizden sadece 200 km mesafede.
*
İnternetten Türk basınındaki haberleri takip ederken İngiltere’nin saygın gazetesi The Guardian’ın bilim editörü Tim Radford’un ‘Charley’in 100 bin atom bombasına eşit olduğu’ şeklindeki değerlendirmesi dikkatimi çekti. Haberi tümüyle okumayı başaramadım ama, ortada akıl almaz bir abartma var. Kasırga 20 kişinin ölümüne sebep oldu. Maddi hasar ise 11 milyar dolar. Florida eyaletinin 500 milyar doları aşkın ekonomisi içinde Amerikan standartlarında altından kalkılmayacak bir meblağ değil. Başkan Bush ayrıca kasırgazedelere devlet yardımı yapılacağını da açıkladı. On yıl önce Florida’nın güneyinde izlediğim Andrew adlı kasırga dahi 30 milyar doların üstünde maddi zarara yol açmıştı.
Öte yandan 1945’te gene ağustos ayında Amerikalıların Hiroşima kenti üzerine düşürdüğü tek bir atom bombası 150 bin Japon’un hayatına mal olmuş, günümüzün parasıyla onlarca milyar dolarlık tahribat yapmıştı. İngiliz gazetesinin bilim editörünün hesaplamada kullandığı kriterlerin ne olduğunu anlayamadım. Son birkaç yıldır Amerikan basınında bazı muhabir ve yazarlara musallat olan tembel, uyuşuk, asparagasa yönelik çalışma düzeni tabloidler dışında kalan ciddi İngiliz gazetelerine de sıçradı galiba?
*
Fırtına zincirinin etkisinde içimin karanlığını dağıtmak için Amerika’nın eğlence alemi, sosyete dedikoduları, ünlülerin yaşantılarını da gazetelerde okumaya başladım. Amerikalılar giderek paraya düşkün, yazılı ve görüntülü basında sık sık boy gösteren şöhretlere tapan bir toplum haline geliyor. Ekranlarda, dergi sayfalarında bir dizi kadın ünlü ‘Yüzüne bak, mesleğini sormaya gerek yok’ görünümünde.
İri göğüsleri, boyunun üçte biri uzunluğunda lepiska saçları dışında özelliği olmayan Pamela Anderson’ın yazarlığa soyunduğunu da hayretle gördüm. Pamela hayatını konu alan ‘Star’ (Yıldız) adlı bir roman yazmış. Yazarlığın ne kadar ayağa düştüğünü anlayın. Silikon sayesinde gülle göğüslere kavuşan 37 yaşındaki Pamela anlatmış, kapakta ismi olmayan Eric Shaw Quinn adlı eli kalem tutan biri de kağıda dökmüş. Playboy dergisinde anadan üryan resimleri basılan Pamela’nın 24 dolar fiyatla piyasaya sürülen kitabında gerçek hayatında ilişki kurduğu Sylvester Stallone, Barbra Streisand’ın eski kocası Jon Peters, Bret Michaels, Kelly Slater, Marcus Schenkenberg, Tommy Lee ve Kid Rock gibi aktör, müzisyen, model, sporcu ve film yapımcıları düzmece isimlerle yer alıyor.
*
Dikkat çekecek nitelik yoksunluğunu gülle göğüslerini sergileyerek kapatan Pamela’ya ilaveten Hilton otellerinin varisi Paris Hilton da skandallara yönelik gazetelerin temel malzemesi. 20 yaşını henüz dolduran Paris’in şöhreti, şöhret olmaktan geliyor. Gece kulüplerinde kafayı çekip masa üstünde yarı çıplak sözde dans gösterileri yapan, videoya kaydettirdiği sevişme sahneleri internet kanallarında izlenen Paris şimdilerde ‘kankası’ Nicole Ritchie ile ekranlarda dizi programa çıkıyor. Milyonların várisi Paris son sevgilisinin dayağı sonunda morarmış gözü, patlamış dudağı ve kolundaki yaraları da reklam olsun diye fotoğrafçılara göstermekte sakınca görmüyor.
Paris - Nicole gibi yeteneksizlerin dışında sinema ve müzik aleminde ün yapmış olanlar dahi şöhretlerini idame ettirmek için çıplaklık ve seksi kullanıyorlar. Oscar ödüllü Chloe Sevigny olumsuz eleştiriler yüzünden hasılat yapmayan son filmi ’Brown Bunny’nin reklamı olsun diye rejisör Vincent Gallo’ya yaptığı oral seksi işlek bir karayolunda duran billboard’da sergiledi. Los Angeles polisi trafiği engelliyor gerekçesiyle görüntü panelini indirdi.
Faturasını ödemeye razı olanların şöhrete ulaşması fazlaca zor değil Yeni Dünya’da.
Yazının Devamını Oku 15 Ağustos 2004
<B>A</B>ylardır süregelen sağanak yağmurlardan, kent üstünde taht kurmuş bulut kümelerinden kaçıp kısa bir tatile çıktık ama meğerse doğayı hem de katmerlisiyle birlikte götürmüşüz. Uçaktan indiğimizde ’Charley’in doğudan, ’Bonnie’nin ise batıdan Florida’yı kıskaca aldıklarını öğrendik. Meteorolojistlerin büyük kasırgalara taktıkları isimlerden Charley ile Bonnie yüzünden sokağa çıkamaz olduk. Gün boyu sel gibi yağmur, koro halinde gök gürlemeleri, arada bir kömür karası bulutlar ardından sırıtan güneş, TV’de hava raporlarına esir olduk. Isı gene de 30’ların üstünde.
*
Geride bıraktığımız New York’un ise tatile çıkacağı yok. Kent yerli-yabancı turistle dolu, Hollywood dahi New York’a taşınmış. Aynı anda on filmin çekimi yapılıyor Manhattan’da. Nicole Kidman, Sean Penn, Will Smith, Robert De Niro, Steve Martin, Beyonce Knowles, Jennifer Connelly, Kate Winslet gibi şöhretler kamera karşısında. Durgun yaz mevsiminde dahi egzotik, çekici isimlerle yeni kulüpler, bar ve lokantalar açılıyor. Ay sonunda yapılacak Cumhuriyetçilerin kurultayı nedeniyle sayısı 50 bine yaklaşan polis ve özel timlerin mevcudiyeti ise ayrı bir konu.
Böylesine hareketli bir ortamdan sonra yaşamı rölantiye almış bir Florida kentinden Amerika bir başka görünüyor. Yerel basında başkan adaylarının seçim gezileri, Irak’ta direnişçiler ile Amerikan birliklerinin çatışmaları, olası terör eylemlerine karşı uyarıcı tedbirler, El-Kaide militanlarının tevkifi, Afganistan seçimleri, aşırı muhafazakar Yahudilerin Sharon’a suikast söylentileri geniş çapta yer alıyor.
*
Başkan Bush’un oy toplama kampanyasındaki temasları zihnimde AKP ile garip bir çağrışıma sebep oldu. Bizde türban, sıkma baş, resmi resepsiyonda smokin yerine takım elbise sorun yaratırken Bush dini liderlere ’Tanrı bana Amerika’yı yönetme görevi verdi. Politikamı çizerken yüce gücün gösterdiği istikameti izliyorum’ şeklinde dinciliği körükleyen mesajlar gönderiyor. Dünya lideri ülkede onlarca milyonu aşkın seçmene sahip aşırı tutucu ’Hıristiyan Koalisyonu’nu temsil eden rahipler kiliselerde kalabalığa ’Başkanımız kürtaja da, eşcinsel evliliğe de karşı. Bush’a oy verin’ diye vaaz veriyorlar. Kimse de çıkıp ’Dini politikaya alet ediyor’ diye ABD başkanını eleştirmiyor. Amerika’da dini inançların ne denli güçlü olduğunu Mel Gibson’ın ’Passion’ adlı filminin 800 milyon dolar gişe hasılatı yapmasıyla kanıtlandı.
*
Yerkürenin ekonomik ve askeri açıdan en güçlü ülkesi Amerika’da gelecek kasım seçimlerinde din gibi ırkçılık da önemli rol oynayacak. Demokratların kurultayında Illinois’den ABD Senatosu’na adaylığını koyan genç zenci lider Barack Obama, ’Siyah, kahverengi, Hispanik, Uzakdoğulu, Amerikalı yoktur. Amerikan pasaportunu taşıyan herkes Amerikalıdır’ diyerek lider ülkede hálá din, renk ve ırk ayrımı olduğunu söyledi.
Dünya ülkelerinin Amerika’ya bakış açısı da değişti. Daha üç yıl öncesinde 11 Eylül terör eylemleri nedeniyle Rusya dahil Avrupa’dan, Ortadoğu’nun Arap ülkelerine, Pasifik çemberinde Çin ile Uzakdoğu’nun yoğun desteğini gören Amerika şimdilerde ’emperyalist’ ve ’sömürgecilik’ ile suçlanıyor. Amerika’nın 132 ülkede askeri üs bulundurması emperyalist-sömürgeci niyetlerine kanıt gösteriliyor. İşgal kuvvetlerinin baş yöneticisi olarak Washington’dan Bağdat’a gönderilen Paul Bremmer’in yeni eğitim gören Iraklı polislerin Saddam’ın sarayından ele geçirilen bir tahta oturarak imparator edasıyla geçişi izlemesi, El-Garip cezaevinde tutuklulara yapılan işkence ve aşağılayıcı olayların basında yer alması terör eylemlerinin tırmanışı yanı sıra ’Arap milliyetçiliği’ni canlandırdı. Osmanlı dahil Avrupa impatorluklarının yıkılmasında milliyetçiliğin ne denli etken olduğu bilinmeyen bir husus değil.
*
Sonuçta ABD başkanlık seçimlerinin sonucunu, işsizlik, enflasyon, yüksek bütçe açığı gibi konuların yanında büyük ölçüde Irak’ın gereksiz istilasının yarattığı keşmekeş ve uluslararası terörün yayılması etkileyecek.
Yazının Devamını Oku