Doğan Uluç

Yoksul geçmişten öç alma

18 Nisan 2004
<B>Kimsenin parasında, pulunda gözümüz yok. Fiyatı astronomik de olsa alışveriş yapacaklarında bana mı soracaklar? Fakat tahammül edemediğim bazı durumlar da var. Sonradan görmelerin, yeni zenginlerin yaşam stili gibi.</B> ’Vernal Equinox’, Latince’de ilkbahar noktası anlamına geliyor. Yani kuzey yarıkürede havanın ısındığı, bitkilerin canlandığı sürenin başlangıcı. 21 Mart’tan 21 Mayıs’a üç ay. Ardından bilimsel adıyla ’Summer Solstice’( Yaz gündönümü) geliyor, o da üç ay. Sonbahar ve kış da adilane şekilde yılın oniki ayını eşit ölçüde paylaşıyorlar.

Acaba yılı dört mevsime kim böldü? Şimdiye kadar dört mevsimi tüm nitelikleriyle yaşadığımı hatırlamıyorum. Hele Amerika’ya geldikten sonra...

Nisanın ikinci yarısını geçtik. Sokağa pardösü, zaman zaman paltosuz çıkamıyorum. Hava en azından serin, kimine göre soğuk. Yağmur ise ilkbahardan ziyade kışı anımsatıyor. Bu sabah sis gene gökdelen tepelerinde, Lady Godiva’nın saçları gibi aşağı sarkmış. Yoğun bulut kümeleri arkasına saklanmış güneşin sızıntısı dahi yok. Sevgililerin parkta elele tutuştuğu ilkbahar günü böyle mi olmalı? Bir iki hafta sonra aniden sıcaklar bastıracak, ilkbaharla yaz gene birlikte çıkıp gelecek.

HAYAT İKSİRİ BUNLAR

Kasvet dağıtmak için kendimi dışarı atıyorum. Doktor eşi olduktan sonra tıp uzmanlığını daha da pekiştiren Meltem Gonella’ya vaadimi yerine getirmek için tezgahtarı tanıdık bir vitamin dükkanına gidiyorum. Meltem’in ’Damarları açacak Scholein ile C vitamini yanı sıra demir, çinko, kalsiyum, potasyum, magnezyum hapları al. Sonra multivitamin ama şu marka...’ diye kurulu ses bandını andıran talimatları kulağımda çınlıyor. Sanki midemde inşaat malzemesi depolayacağım.

Tezgahtar daha ağzımı açmadan raflara dizili plastik şişeleri işaret ediyor:

‘Hayat iksiri bunlar. Sosyete fena merak sardı Penta’ya.’ Penta da neymiş? ‘Su ama bildiğin gibi değil. Multimedia filtresinden, ozon gaz süzgecinden geçmiş, oksijenlenmiş su Penta. Kanser önleyici, kilo düşürücü. Gwyneth Paltrow, Jennifer Lopez kasalarla ısmarlamış. Günde dört ile altı şişe içilmesi lazım bir ay süreyle. Yararları o zaman görülmeye başlanıyormuş.’

Bu kadar suyla çamaşır yıkanır ancak.

Merak bu ya, bir deneyeyim diyerek mavi etiketli şişeyi açıp iki yudum alıyorum. Musluk suyundan farklı değil. Fiyatı iki dolar. Günde altı şişe içsem oniki dolara mal olacak. Üstelik su içmesini seven insan da değilim. Bir doktor arkadaşıma kanser önleyici su çıkmış, ne dersin diye sorsam beni tiye alacağı kesin. Şu Amerikalı açıkgözleri gene de kutlamak lazım. Sosyete, sinema-eğlence aleminin ünlülerini üçkağıda getirdikleri için.

YENİ ZENGİNLERİN YAŞAMI

Ama yüksek sosyetenin yaşamını dillendiren Scott Fitzgerald’ın ’The Great Gatsby’de yazdığı gibi ’Zenginler farklıdır.’ Su dahi olsa markalısını seçmeleri beklenir bu asil sınıftan.

Kimsenin parasında, pulunda gözümüz yok. Fiyatı astronomik de olsa alışveriş yapacaklarında bana mı soracaklar? Fakat tahammül edemediğim bazı durumlar da var. Sonradan görmelerin, yeni zenginlerin yaşam stili gibi.

Russell Simmons bir hip-hop müzik yapımcısı. Yoksul bir ortamda hayata gözlerini açmış. Sıkıntı içinde feragatli çalışması sonunda süper zenginler arasına girmeyi başarmış. Bu arada kendisine benzer bir ortamdan gelen manken Kimora Lee ile hayatını birleştirmiş. Kocası kamyon dolusu para kazanmaya başlayınca Kimora aynı süratle harcama furyasına girişmiş. Karı-koca New Jersey’de 15 yatak odası, 20 banyo, açık ve kapalı yüzme havuzu, sinema salonu olan 15 bin metrekarelik bir malikanede yaşıyor. Evde 5 hizmetçi, dört yardımcı, iki mürebbiye, bir şef aşçı, iki şoför, özel kuaför, egzersiz hocası, makyajcısı Kimora’nın hizmetinde. Genç kadının araba koleksiyonunda iki Bentley’i, bir Mercedes cipi, Range Rover arazi aracı ile Ferrari’si fabrikadan dün çıkmış gibi yeni.

Kimora dünyanın en büyük Louis Vittone bavul ve çantalarına sahip olduğunu gururla anlatıyor. Giyime ayırdığı odalarında 300 markalı blucin, raflar dolusu düzinelerle Blahnik, Choo ve Chanel iskarpinleri sıralı. Mücevher birikimi ise kuyumcu vitrininden taşacak kalabalıkta. Eşi, dostuna Asscher kesimi 25 karat pırlanta yüzüğünü gösterip ’Parmağımda elektrik ampulü taşıyorum’ diyerek övünüyor. Fazlaca aşırı değil mi bu tablo?

ORKİDE VE KETEN İPLİĞİ

Sonradan görmelerin şımarıklığı da çekilir cinsten değil. Kimora gibi Jennifer Lopez de dar gelirli ortamdan kendisini sıyırıp müzik aleminde zirveye çıkmış bir şarkıcı ve film yıldızı. Vücut güzelliğine söylenecek laf yok. Ama çıktığı konser turlarında organizatörlere de kaprisleriyle kan kusturuyor. Kaldığı otel dairesinin duvar renginin sarı beyaz olması, her gün taze 300 orkide getirilmesi, yatak örtüsünün santimkarede 300 düğümlü Mısır’dan ithal keten ipliğinden dokunması, Alp Dağları’ndan galonlarla memba suları, özel yiyecek servisi yapılmasını şart koşuyor.

Yoksul geçmişten öç alma böyle olsa gerek.
Yazının Devamını Oku

Teşhir tesettür övgü eleştiri

11 Nisan 2004
’Yeşil Kart’ aldatmaca mı? Bilgisayar bağımlılığı ailelerin dağılmasına sebep olur mu? ’Sürekli ikamet’ izni için ücret karşılığında bir Amerikalı ile geçici evlilik yapabilir miyim? Halkımızın bulgur, patates karşılığı oy kullanması nasıl önlenebilir? Amerika’ya turist olarak gelip bu ülke ordusunda askerliğe yazılsam bedava üniversite eğitimine hak kazanır mıyım? ’Teşhircilik’ genç kızlarımızı ’tesettüre’ girmeye teşvik eder mi? Türkiye, Amerika’nın sömürgesi olacak mı?

*

Bu sorular hep okurlardan geliyor. İnsanlarımızın Amerika’ya ilgisi yüksek. Türkiye ile ’Yeni Dünya’ arasında kalkınmış bir dizi Avrupa ülkesi var. Koca bir okyanus da cabası. Ama yakın geçmişin Almanya, Fransa, İngiltere modası artık miadını doldurdu. Artık varsa, yoksa Amerika.

Nedenlerini eşelerken basite kaçsak dahi yoğun bir kültür çıkarmasıyla karşılaşıyoruz. Coca Cola, McDonald’s, Levi’s gibi ürünlerle başlayıp Elvis Presley’den Michael Jackson, Madonna’ya uzanan geniş yelpaze içinde güçlenen, Hollywood yapımları, TV dizilerinin yansıttığı refah ve özgürlüklerle süslü bir tablo bu. Amerika yabancı halkların belleğine ve düşlerine böylece giriyor. Asker ve silah zoruyla gücünü kabul ettirmekte güçlük çekerken, Türkiye pek çok ülke gibi milli parasının doların iniş-çıkışıyla hesaplandığının bilincinde.

*

Köşemizin adı nedeniyle okurlarımız çeşitli konularda bilgi istiyor. Amerika düşünü gerçekleştirmek için bizden yardım bekleyenler çok. Bazıları ’Yeşil Kart’ kazandıkları halde konsoloslukların ABD’ye gelmeleri için ’sponsor’ göstermelerini şart koştuklarından şikayetçi. Bu ülkede iş, eş arayanlar da aracı olmamızı öneriyorlar. Okurlarımız can damarımız ama isteklerin büyük kısmı konumumuzla bağdaşmıyor. Gücümüzü aşan konular bunlar. Gene de bize ulaşanlara elimizden geldiğince yanıt vermeye çalışıyoruz.

Bu arada yazdıklarımızla ilgili yorumlar, öneri-şikayetler de alıyoruz. ‘Elinize sağlık’ diyerek kadınlarda aşırı çıplaklığı şiddetle eleştiren genç bir kadın okurumuz, hemcinslerinin adına utandığını söyleyip, ’Bu durumu protesto için tesettüre gireceğim, ama başımı kapatmak zor geliyor’ diye yakınıyor. Onaltı yıllık evli, dört çocuk babası bir okur ise ’Evimize bilgisayar girene kadar mutlu ve huzurlu bir yaşamımız vardı. Çocukların ihtiyacı için aldığımız bu bela mutluluğumu elimden aldı. 36 yaşındaki hanımım yatak odamızı ayırdı, ayrılma noktasına geldik. Geniş bir yazı yazın, benim durumumda birçok insan var’ diyor.

*

Orta Anadolu’dan bir hanım: ’Amerika dahil insanlığın tüm sorunlarına çözüm bulmuş bir ülke olamaz. Ben Türkiye’yi eleştirmiyorum ama bilinçsiz insanlara kızıyorum. Herkesin kızdığı bir sürü olumsuzluk var, kimse bunları değiştirmek için ciddi, yasal çaba göstermiyor. Yerel seçimler oldu, insanımızın görüşleri değişmedi. Bulgur, patates karşılığı oy verdiler. Görüşlerinizi bekliyorum.’

Mardin’den elektronik ve haberleşme mühendisliği son sınıf öğrencisi genç ise: ’Çok uzun zaman önce size yazmaya karar vermiştim, ancak şimdi kısmet oldu. Sizin yazılarınızı es geçiyordum. New York’tan olması, fotoğrafınızdaki duruşunuzdan (keşke duruşuma ayrıntı getirseydi) olsa gerek uzun süre çekmedi beni. Sonra eski gazeteleri karıştırırken keşfettim sizi. İnanın o kadar merakla bekliyorum ki yazılarınızı. Biraz da ’Dream Country’(Düşler ülkesi) olan ABD’nin içini, gerçek hali ile yansıttığınız ve dünyadaki gelişmelere paralel olarak anlaşılabilir dille anlattığınız için çekti beni yazılarınız.’

*

Ama eleştirilere de muhatap olmuyor değilim. Gençlerden, şarkılarını seks salçasına bulayıp sunan Madonna, Britney, Christina, Janet Jackson gibi tehşirci popçuları, masum beyinleri zehirleyen rap, hip-hop’çuları tenkit ettiğimde protestolar alıyorum. Ortadoğu ihtilafını yazdığımda Yahudi okurlardan, cinsellik kullanıp işinde yükselmeye çalışan sarışınları yazdığımda kadınlardan tepki geliyor.

Ama bu köşeyi okuyanların, Amerika ve dünyayı yakından izleyen, demokratik, özgür, yönetimi şeffaf ve laik bir Türkiye özlemi çeken eğitimli insanlar olduğunu görüyorum. Mektuplarında Türkçe’ye hakimiyetlerinin yanısıra bu ülkede okul bitirmiş düzeyde İngilizce bildikleri de ayrıca dikkatimi çeken başka bir nokta. Eleştirilerin üslübu dahi seviyeli. Aşırı nezaket gösterenlere, ‘Beni katiyen rahatsız etmiyorsunuz’ diyerek yazımı bitirmek istiyorum.
Yazının Devamını Oku

Kafa içi boşluğuna çıplak örtü

4 Nisan 2004
400 dolar kadar bir fiyatla bana ansiklopedi setini satmak isteyen kadın ’Platon (Eflatun) da var mı bu sette?’ şeklindeki esprimi anlamadı ’Platonik de seksi de her şey var’ diye yanıtladı. Bacak, apışarası, göğüs şovuyla kitap satışını hayli yadırgamıştım. Oldukça kalabalık bir davet. Bir meslektaşımız ikinci evlilik yaptığı eşini arkadaşlarıyla tanıştırmak için evinde parti düzenlemiş. Üçlü, beşli gruplar sağda solda kümelenmiş, elde kadehler ayaküstü sohbetler sürüyor. Ağır bir parfüm kokusu geliyor burnuma, ardından bir kadın sesi, nefes nefese: ’Sevgili Michael, yetişemeyeceğim diye korktum, neyse zamanında bitti işim.’

Yeni gelene yer açılıyor bizim grupta. Michael ev sahibi. Yeni geleni ’Janet’ diye bize tanıştırıyor. Esmer, uzun boylu, alımlı denecek bir kadın bu. Üstünde omuzda ince şeritli siyah bir kokteyl elbisesi var. Eteği dizlerin üstünde, önü oldukça açık. İlk bakışta sutyen kullanmadığı belli. Kazara hapşırsa göğüslerin anında özgürlüğe kavuşacağı kesin.

SİYAH FONDABEYAZ GÖĞÜSLER

Gözgöze geliyoruz. Kendisini tepeden topuğa incelediğimi fark etmiş olmalı. Bir şeyler söylemek lazım: ’Kıyafetiniz çok zarif. Değişip geldiğinize göre yakında oturuyor olmalısınız.’

Kahkaha atıyor: ’Yoo, değişmeden geldim, iş kıyafetim bu.’

Yarım saattir Bush’un Irak Harbi tutkusu, Beyaz Saray danışmanlarının El-Kaide tehlikesini nasıl küçümsendiğini dinlemekten bıktığım için ’Janet’in yanıtını fırsat biliyorum: ’Ne işle meşgulsünüz?’

Emlakçılık yapıyormuş 30’larındaki kadın. Bu kez kasıtlı olarak siyah fonda kontrast yapan beyaz göğüslerine bakıyorum: ’Elbiseniz ilginç. Müşterilerinizin dikkati dağılmıyor mu?’

Şen şakrak bir kadın Janet. Alınmak şöyle dursun, teşhisimden memnun. Sohbetin siyasetten sekse dönüşmesinin, bizim gruptakileri de etkilediği muhakkak. ’Sanmıyorum. Konuşmalarımız daha samimi bir hava içinde geçiyor. Yedi yıldır komisyonculuk yapıyorum. Başlangıçta ofise döpiyes, ceket-pantolon içinde gelirdim. Sonradan kıyafetlerim üniforma gibi gelmeye başladı ve sıkıldım. Artık çoğu zaman işe yemek-içki partisine gider gibi giyiniyorum. Ev almak, daire kiralamak için gelenlerden kıyafetimi eleştiren çıkmadı bu güne kadar. Arada bir omuz üstüne şal attığım oluyor.’

Niye şal?

’Bazen müşteri eşi veya kadın arkadaşıyla geliyor. Görünüşüm kadını rahatsız etmesin diye şal ile kapanıyorum.’

Peki emlak şirketinin yöneticilerinin görüşü ne?

’Patronum bir şey demiyor, şirkette en fazla satış yapan komisyoncu benim.’

Erkek açısından bir sorun yok ortada. ’Manzarası’ güzel bir satış elemanıyla pazarlık yapmanın bir sakıncası olmaması gerek. Amerikalı, kadın cazibesine kapılıp gecekondu boyu daireye apartman parası ödeyecek kadar aptal değil. Ama ticarette cinsiyetin ön plana çıkması da sağlıklı bir durum sayılmaz.

PLATONİK DE SEKSİ DE HER ŞEY VAR

Yıllar önce benimle görüşmek isteğinde ısrar eden Amerikalı bir kadını ofisimize davet etmiştim. Modası geçmiş olmasına rağmen ancak kalçalarını kapayan mini etek ve şeffaz bluz içinde bir kadın çıkageldi. Karşımdaki koltukta otururken mini eteğinin görünüşüyle fotoğrafını çekmiş olsaydık yazıişleri okurdan tepki gelir diye muhtemelen kullanmaya yanaşmayacaktı. Sarı saçları tavan süpürgesi gibi aşağı dökülen kadın ’Sizi çok önemli kimselerle tanıştıracağım’ diyerek omuz çantasından çıkardığı kalın bir kitabı masama koydu. Bu ’Britannica Ansiklopedisi’nin ilk cildi idi. Ayakta eğilip sayfaları çevirirken düğmeleri açık bluzu altındaki görüntüler de heyecan vericiydi. 400 dolar kadar bir fiyatla bana ansiklopedi setini satmak isteyen kadın ’Platon (Eflatun) da var mı bu sette?’ şeklindeki esprimi anlamadı ’Platonik de seksi de her şey var’ diye yanıtladı. Bacak, apışarası, göğüs şovuyla kitap satışını hayli yadırgamıştım.

KADININ ÇIPLAĞIMAKBUL

İtiraf etmek gerekirse kadının çıplağı makbul. Erkeklerin sereserpe açık kıyafetli kadınlara, resmi eş olarak görmeseler dahi ilgi duydukları sır değil. Striptiz lokallerine, yarı çıplak garsonların hizmet verdiği özel kulüplere rağbet bilinen bir şey. Çeşitli iş dallarında pek çok kadının yetenek yoksunluğunu vücut teşhiri ve seks ağırlığıyla kapatıp layık olmadıkları yerlere geldiği de şikayet konusu.

Neyse ki erkek açısından çıplaklık, vücut teşhiri ile iş sürdürme diye bir sorun yok. Yukardan aşağıya açık gömlek, göbek çukuru altında pantolonla işe geleni görmedim. Arkadan G-String’i, Tanga’sı meydanda olanına da rastlamadım. Toplum belki de erkeklerde bu görünüme henüz hazır değil.

Moda alemine baktığımızda erkeği gibi kadını da, gazete ve dergilerde kadın mankenler görmek istiyor. Tasarımcılar kış giysilerinde dahi muhayyeleye yer bırakmadan mankenleri iç çamaşırından azat edilmiş giysilerle podyuma sürüyorlar. Vasat üstü kadın mankenler erkeklerin beş, on misli ücretle defileye çıkıyorlar. TV şovlarında Courtney Love, Drew Barrymore gibi şarkıcı-aktrislerin masa üstünde sutyenleri fora gösterileri de son aylarda modaya dönüştü. Bar ve kulüplerde sinema-eğlence alemi ünlülerinin seks teşhiri de dergilerde tam sayfa yayımlanıyor. Kafa içi boşluğunu çıplak bedenle örtmekten başka çare yok mu?
Yazının Devamını Oku

Manhattan modası ne zaman bitecek?

28 Mart 2004
New York’un taşı, toprağı altın. Ama mecazi anlamda bu tanımlama. Aksi halde daktiloyu kapayıp, cadde-sokakta beşibiryerde aramaya çıkardık. New York derken her zaman olduğu gibi Manhattan’ı kastediyoruz. Yani uzunluğu 25, en dar enlemesi bir km. olan minik Ada’yı.

Taşı, toprağını böylesine değerli bulmamızın sebebi ortada. Amerika’nın içinden dışından herkes bu adaya gelmek istiyor. Kimisi sanata meraklı, Broadway’de yeni perde kaldıran oyunları izlemek, caz lokallerinde enstrüman ustalarını dinlemek peşinde. Kuzeyde zenci Harlem’i, merkezde Central Park, Beşinci Cadde’nin ışıltılı mağazaları, Rockefeller Center, Radio City Music Hall, güneyde İtalyan, Çin mahalleleri, Hürriyet Abidesi, egzotik lokantalar, yazar-çizer takımının takıldığı Chelsea, Soho, No-Ho semtleri uğrak listesinde üst sırada. Yabancılar kadar kıta ülkenin çeşitli kesimlerinden çoluk-çocuğuyla gelen yerli turistler de New York’a meraklı. Çift katlı otobüslerle şehir turuna çıkıp Manhattan hakkında fikir sahibi oluyorlar. Görkemli gökdelenlerin tepesinden civar il ve ilçeleri izlemek ise hálá yerli-yabancı turistlerin başlıca ilgi odağı.

TILSIMLI BİR ADA

11 Eylül terörüne rağmen oteller dolu kapasitede çalışıyor, mönüleri yüksek fiyatlı restoranlarda günlerce önceden rezervasyon yaptırmadan yemek yemenin imkanı yok. Tılsımlı bir ada bu Manhattan.

Oysa geçmişe bir hayal dönüşü yaparsak Manhattan’ın nereden nereye geldiğine inanmakta güçlük çekiyoruz. Sömürgecilik döneminde Hollanda işgalindeki Manhattan yeşil arazide koyun beslendiği, yerli halkın tarım ve deniz ürünleriyle yaşam sürdürdüğü, bataklıklı bir ada idi. Vali Peter Minuit, 1626 yılında Manahata kızılderili kabilesine 24 dolar değerinde incik-boncuk vererek satın almış. Bu meblağ ile şimdi arabanızı ancak bir saatliğine otoparkına bırakabilirsiniz.

Son iki yüz yıl içinde İngiliz işgalini yaşayan Manhattan Avrupa’dan göçmen akımına sahne olmuş, özgürlük savaşını takiben devlet kurulmasıyla Latin Amerika’dan Uzakdoğu’ya yüz binlerce mülteciye kapılarını açmış. Geçen yüzyılda New York sahip olduğu insan mozayiği sayesinde bankacılık, borsa, finansman, uluslararası iş ve ticaret, iletişim, sanat, moda, müzik ve eğlence gibi sahalarda dünyanın merkezi haline gelmiş. Ve ortaya bir rakamlar cümbüşü çıkmış.

HER ŞEYİYLE MARKA

Fortune dergisinde yayımlanan bir araştırmaya bakıyorum. Amerika’nın en büyük şirketlerinden 20’si New York’ta. Daha doğrusu Manhattan’da. Genel merkezleri bu ilçe adada olan Citigroup, IBM, American International Group’la başlayan ilk on şirketin geçen yılki kazancı 608 milyar dolar. Bir başka hesaplama ile gelişme yolundaki iki düzine Afrika ülkesinin bütçesi kadar.

Yerli-yabancı ziyaretçilerin ilgi eğilimini yukarda sıraladık. Peki astronomik kazanç sağlayan dev şirketler bunca yer dururken niye bu minik adayı seçiyorlar? New York adının prestiji yüzünden. Manhattan bir marka adres. Telefon kodu dahi. İki yıl öncesine kadar yeterli olan (212) kodu abone sayısı genişletildiğinde Manhattan’da yaşayanlar ile işyeri sahipleri bu kodu kaçırmamak için gerektiğinde telefon idaresiyle mahkemelik oldular.

Manhattan bir başarı göstergesi. İş, ticaret, sanat aleminde zirvede olmanın simgesi. Frank Sinatra’nın ’Burada başarırsan her yerde başarırsın’ diye terennüm ettiği ’New York, New York’ şarkısında da dendiği gibi aynen...

Müzik, beyazperde, televizyon ile sanat aleminin ünlüleri arasında New York doğumlu olanların sayısı fazla değil. Ama bir pop, caz, opera veya hip-hop şarkıcısı,rock grubu, enstrüman ustası, modern veya klasik bale dansörünün sanat düzeyini kanıtlaması için Carnegie Hall, Radio City, Lincoln Center veya Madison Square’de konser vermesi, performans sergilemesi gerekiyor.

Şöhretler sanat icrasıyla kalmayıp gene prestij için Manhattan’da emlak sahibi olmaya da çaba gösteriyorlar. Dünya sinema merkezi Hollywood’un Pasifik yakasında olmasına rağmen Nicole Kidman, Michael Douglas ve eşi Catherine Zeta-Jones, Julia Roberts, Brad Pitt, Jennifer Connelly, Merryl Streep, Leo DiCaprio dahil düzinelerle aktör burada müstakil ev, dubleks daire sahibi. Yüksek fiyatla emlak satan The Corcoron Group son iki yılda mermer banyo, jakuzili 20 milyon dolarlık apartmanların piyasaya çıkar çıkmaz satıldığını bildiriyor.

Bu Manhattan modası ne kadar sürecek? Uzun, çok uzun zaman.
Yazının Devamını Oku

Karanlık bir dünyada yaşıyoruz

21 Mart 2004
İçyüzünü bilmediğimiz şeyler oluyor dünyada. Arap-İsrail ihtilafına son vermesi beklenen Ortadoğu barış girişimleri rafa kaldırıldı. İsrail, Berlin Duvarı benzerini inşa ederek Filistinleri kuşatmaya çalışıyor. Başkan Bush, ‘İktidarımda gerçekleşecek’ dediği Ortadoğu barış planını aylardır ağzına almıyor. Acaba neden?

Daha mı güvenli yaşıyoruz şimdi? Mağazaların ucuz satış kalabalığında, şehirlerarası otobüs terminallerinde, tipi gözümüze ters gelen biriyle aynı uçağa bindiğimizde arada bir de olsa kaygı, korku duygusu basıyor mu içimize? Evet.

Kim ne dersin desin insanlar her yerde, Sibirya tundraları, Tanrı’nın dahi unuttuğu Pasifik adaları hariç, terör endişesiyle yaşam sürüyor.

Kulüplerinde kastanyetlerin şakırdadığı, flamengo dansörlerinin topuklarıyla zemin erittiği İspanya bir günde 40 milyon nüfusuyla terör dehşeti içine düştü. Avrupa tarihinde yarım asırdır görülmeyen boyutta idi terör.

İstanbul’da sinagog-banka bombalamaları, İsrail’de intihar saldırıları, Kazablanka, Bali diskoteğinde, Moskova tünelinde patlamalar, Pakistan Devlet Başkanı’na suikast teşebbüsleri, Karaçi’de ABD Konsolosluğu’ndaki infilak, Irak’ta artık vukuatı adiyeden sayılan asker-sivil ölümleriyle uluslararası terör giderek yayılıyor. Çoğunda El-Kaide’nın parmak izleri var. Hiç kimse, hiçbir ülkede ‘Bana bir şey olmaz’ diyemiyor.

*

11 Eylül saldırılarından sonra bu köşede defalarca yazdım. Terörle mücadele yalnızca silahla olmaz. Terör örgütleri karşısına terör örgütleriyle çıkmak da mümkün değil. Yerkürede böyle bir mekanizma yok. Kozmetik girişimlerle 21’inci yüzyılın vebasının kökü kazınmaz. Ülkelerin gerçek işbirliğiyle dehşet kampanyasının özüne inmek, kaynaklarını bulmak, sağlıklı teşhislerle üstüne gitmek lazım.

İlk sorun, Filistin. Filistinliler kendi topraklarında yıllardır ekonomik zorluk içinde yarı tutsak hayat sürüyor. Genç kuşaklar dünyaya gözlerini kamplarda açıp, büyüyor. Eğitim, iş imkanı, istikbal umudu olmadan. Filistin devleti kurulsa bu dramatik tablo değişecek, Filistin halkı göçebelikten, horlanmaktan kurtulacak, Arap-İsrail aleminde yakınlaşma fırsatı çıkacak.

Buna paralel Amerikan birliklerinin Suudi Arabistan’dan başlayıp Ortadoğu’yu terk etmesi ‘Kutsal Topraklar’ın Hıristiyanlarca çiğnendiği şikayetlerini de ortadan kaldıracak. Böylece her yeni saldırıyı takiben Usame bin Ladin’in öne sürdüğü eylem gerekçeler azalacak.

*

Oysa içyüzünü bilmediğimiz şeyler oluyor dünyada. Arap-İsrail ihtilafına son vermesi beklenen Ortadoğu barış girişimleri rafa kaldırıldı. İsrail, Berlin Duvarı benzerini inşa ederek Filistinlileri kuşatmaya çalışıyor. Başkan Bush, ‘İktidarımda gerçekleşecek’ dediği Ortadoğu barış planını aylardır ağzına almıyor. Acaba neden?

Irak’ta 150 bin asker var. 130 bini Amerikalı. Irak’ın işgali üzerinden tam bir yıl geçti. İkiz kulelere saldırıyı takiben tüm dünyanın terörle mücadelede destek verdiği Amerika, Irak işgalinde yalnız kaldı. Bush’un ‘Irak kitle imha silahlarına sahip. Amerika’nın güvenliği tehlikede’ şeklindeki gerekçesini ABD’nin en yakın dostları dahi inandırıcı bulmadılar. Araştırmalarda tek bir kitle imha silahı çıkmadı. Saddam’ın El-Kaide ile ilişkide olduğu iddiasını da Beyaz Saray geri çekti.

Başkan George W. Bush’un emir verdiği Irak harekatı tek kişiyi, Saddam Hüseyin’i hedef alıyordu. Saddam, Amerika için tehlike mi idi? Hayır. Yakın komşuları, 14 yıl önce işgal ettiği Kuveyt dahi, Saddam’ın tehlike arz etmediğini vurgulayıp, harbe karşı tutum aldılar. Gene de Irak istila edildi. Niye?

Babası George Bush da 1989’da 24 bin askeri Panama’ya gönderip Devlet Başkanı General Manuel Noriega’yı da yaka paça Amerika’ya getirtmişti. Gerekçe ise Panama’da bir Amerikan askerinin öldürülmesiydi. Baba-oğul Bush’lar iki kişiyi ele geçirmek için iki askeri harekat yaptılar.

*

Irak’ta kitle imha silahlarını araştıran BM heyetinin başkanı İsveçli anayasa hukukçusu Hans Blix, ‘Kitle silahları gibi terör bağlantısı iddiaları doğrulanmadı. Ama Beyaz Saray, Irak harekatına çok önceden karar vermişti’ diyor. Eski Hazine Bakanı Paul O’Neill’in de ‘İlk kabine toplantısında Bush’un Irak’ı işgalini ajandasının başına koyduğunu öğrendim.’ açıklamasını Beyaz Saray tekzibe yanaşmadı.

Usame bin Ladin ile El-Kaide teröristleri Afganistan’da cirit atıyor. Peşlerinde birkaç yüz Amerikan komandosu. Oysa Irak’ta 150 bin Amerikan askeri var. Bu büyük güçle niye Afganistan’a yüklenmiyorlar? Madrid’deki bombalanma yüzünden favori gösterildiği seçimi kaybeden Aznar yerine Başbakanlığa gelen Zapatero ’Irak harbi yanlış’ diyor. Harbe katılan Amerikalı Camilo Mejia da aynı görüşte. Geçen ekimde birliğinden kaçarak ülkesine gelen Piyade Başçavuşu Meija askeri makamlara teslim olmadan önce gazetecilere harbe karşı olduğu için firar ettiğini söyledi. Irak harbi, Arap petrolü, milyarlarca dolarlık yapılanma bütçesi, Yeni Ortadoğu haritası, Filistin Devleti, terörle mücadele sorunlarıyla karşı karşıya dünya kamuoyu. Bilmediğimiz çok şeyler var. Karanlıkta yaşıyoruz.
Yazının Devamını Oku

Kibrin resmi çekilse

14 Mart 2004
K-Mart zincirinde ‘marka’lı eşyaların yıllık satışı 1,5 milyar doları aştı 2002’de. ‘Ağırlama’ adlı, satışından 136 milyon dolar kazandığı ilk kitabından sonra 39 kitabı daha yayımlandı. Köşe yazıları 200 gazetede yer aldı. 120 kanalda özel şovlarını sürdürüyordu.

Manhattan’ın güney ucundaki devlet mahkemesinin önünde barikatlar. Karşı kaldırımda da aynen. Üç ayaklı sehpa üstünde düzineyle kamera, omuzlarda sağlı sollu makine taşıyan fotoğrafçılar, not defteri açık muhabirler bekleyişte. Üniformalı polislerin mahkeme binasına sokmadığı yazılı-görüntülü basın mensupları sabırsızlanıyor.

Kapıda bir canlılık başlıyor. Genç kız ve erkekler koşar adım binadan çıkıyor. Ellerinde kırmızı kaşkollar, karşı kaldırıma doğru sallayarak mesaj veriyorlar. Ekran haberlerinde çalışanlar ise numaralı kartonları kaldırıp TV yapımcılarına sinyal gönderiyor. Bunlar adliye muhabirleri. Kaşkolda ‘Kırmızı’ iyi haber değil, davanın sanıkları için. Jüri, Martha Stewart’u suçlu buldu diyorum canlı yayını izlerken. Tahmin ettiğim gibi çıkıyor sonuç.

Az sonra kürk yakalı paltosu içinde Martha görünüyor çıkışta. Sarı saçlarının çevrelediği çehresinde belli belirsiz zoraki bir tebessüm. Yenilgiye alışık değil Amerika’nın bir numaralı ev kadını. Dört avukatı arasında merdivenleri inmeye başlıyor. Bu arada kulağıma sloganlar gelmeye başlıyor. Kamera kaldırımda bir grup insan üzerinde odaklanıyor. Kadınlar ‘We love you, Martha! (Seni seviyoruz)’ diye çığlık çığlığa bağırıyorlar.

AMERİKALININ AŞKI

Acaba ne gibi bir sevgi bu? İçlerinde Martha’yı tanıyan kimse var mı? Amerikalının aşkı-sevgisi nereye kadar? Sınırsız koşulsuz mu? Bir dizi soru gelip geçiyor aklımdan. Güvenilmez Amerikan kadını ve erkeğinin aşkına, dostluğuna ve de arkadaşlık sadakatine. Bugüne kadar çok örneklere şahit oldum, sevgi ve dostlukların ne denli pamuk ipliğine bağlı olduğunu izledim. Martha’nın da 62 yıllık yaşamında ilk kez bu acı gerçeği öğrendiğine eminim. ‘Marka Kadın’ yakın sandıklarının sahte sevgi ve sadakatine kurban giden en son örnek.

Amerikalı kadınlara kendi adını taşıyan TV programlarında, özel dergisinde fırında et kızartma, üzümlü pasta tarifinden, salata tabağı süslemesi, yemek masası düzenlemesi, odalarda yağlı boya, duvar kağıdı seçimine, misafir ağırlama, bahçe tanzimine, giyim-kuşama kadar öğreticilik yapan Martha Stewart sahibi olduğu hisseleri usulsüz satmaktan suçlu bulundu.

Forbes dergisinin milyarderler listesine aldığı, ülkenin en ünlü kadını Martha önümüzdeki Haziran’da devlet mahkemesi hakiminin vereceği kararla cezaevine girecek. Hukukçular hapis süresinin asgari bir yıl olacağı görüşünde.

YAKINLARININ İHANETİ

Gençlik günleri geride kalmasına rağmen hálá cazibesini muhafaza eden Martha’nın yaşamı şimdi zirveden tabana doğru iniş yönünde. Birkaç ay öncesine kadar rüyasında görse kabus diyeceği mahkumiyet kararı özünde, savcılarının iddianamesi değil en yakın bildiklerinin ihaneti yatıyor.

2001 sonunda ImClone şirketinden aldığı 45 milyon dolarlık hisselerin düşeceğini haber veren borsacının tüyosu üzerine hisseleri elinden çıkarıp 45 bin dolar kár eden milyarder kadın özel sekreteri ve iki dostunun duruşmalardaki ifadesiyle ‘Marka’ adı üzerine ‘mahkum’ damgası vuruldu.

Sekreteri Karen Patton Seymour mahkemede ‘Ben Martha’yı çok seviyorum. Kendi pişirdiği erik kekini bana yılbaşında hediye etti’ diye ağlamaklı ifade verdikten sonra patronunun borsa komisyoncusuyla yaptığı konuşmayı bilgisayarda değiştirdiğini açıkladı. Ardından kızlık arkadaşı Mariana Pasternak Martha’nın özel uçağıyla çıktıkları bir Meksika gezisini anlattı:

‘Rüya gibi tatil geçirdik. Yatla adaları dolaştık. Geceliği 1500 dolarlık dairelerde kaldık. 500 dolarlık masaj yaptırdık, şampanya patlattığımız akşam yemeğine 1060 dolar ödedik. Yatta güneşlenirken komisyoncusu aradı, aldığı haber üzerine ImClone hisselerini elden çıkarmasını söyledi. Martha sonra ‘Ne güzel değil mi, komisyoncu böyle bilgi veriyor?’ diye övündü.’ 20 yıllık dostu, grafik sanatçısı J.C. Suares de Martha’nın çikletten, poğaça ve kahveye kadar bozuk parayı geçmeyen alışverişleri de yasadışı olmasına rağmen masraf hesabına yazdığını açıklayarak karakter karalaması yaptı.

HUYSUZ, PARAGÖZ, HASİS

Huysuz, kendini beğenmiş, para canlısı, hasis bir patrondu Martha. İhtirası mantığını kitlemişti. K-Mart zincirinde ‘marka’lı eşyaların yıllık satışı 1,5 milyar doları aştı 2002’de. ‘Ağırlama’ adlı satışından 136 milyon dolar kazandığı ilk kitabından sonra 39 kitabı daha yayımlandı. Köşe yazıları 200 gazetede yer aldı. 120 kanalda özel şovlarını sürdürüyordu. Altı villası, at beslediği çiftlikleri de var servet dosyasında.

Duruşmalarda sfenks gibi sessiz kaldı. Beraat edeceğine inanmıştı. Suçlu bulunduktan sonra, yasalar izin vermediği için, adını taşıyan şirketin baş yöneticiliğinden istifaya mecbur kaldı.

Newsweek dergisinin kapağındaki fotoğrafına bakarken ‘Kibrin resmi çekilse bundan iyisi bulunmaz’ diye düşündüm.
Yazının Devamını Oku

Dakikası bir dolara hava

7 Mart 2004
Amerika’da son birkaç yıldır kökeninde ‘takvimi geri çevirme’yi içeren bir moda başladı. Daha çok varlıklı kesimin tutkusu haline gelen bu moda, gıda rejimi, yoga-pilate egzersizleri, toksin ve yabancı maddelerden arındırma metotlarıyla yaşlılığı geciktirmeyi hedefliyor. Kalabalık davette arkamdan birisi ‘Epeydir görüşmedik, nasılsın?’ deyince geriye döndüm. Eski bir dost karşımda ama hafızamda kalan görüntüsünden çok farklı. Eski, yeni olmuş. Esmerleşmiş teninde çakır gözleri daha belirgin, alın çizgileri incelmiş, beş-on kilo kaybettiği de aşikar.

‘Bizim tarafta bir yaramazlık yok, sen ne alemdesin?’

Çok mutlu olduğunu, geleceğe farklı yaklaşım sürdürdüğünü söyleyerek tebessüm ediyor. Anlamıyorum ne demek istediğini, soruyorum. Bir sağlık rejimine girdiğini açıklıyor. Neymiş bu rejim? Karakış ortasında bronz tene dönüşmek için güneye, Florida’ya, Karayiplere gitmiş olmalı, ama ya yüzündeki çizgilerin azalması, 60’larındaki insanlarda fazla görülmeyen hareket canlılığı?

‘Komşu ilçede yeni açılan bir sağlık kulübüne üye oldum. Haftada bir kez ‘yanmaya’ gidiyorum ışıkla. Şifalı bitki banyosuna giriyorum, sonra hidromasaj. Gevşeyip, rahatlıyorum. Oksijen barda 15 dakika saf hava çekiyorum ciğerlerime. Gıda perhizim meyve ve sebze üzerine. Arada bir ızgara tavuk, haşlama balık yiyorum. Tatlı, ekmek, makarnaya paydos dedim. Yıllardır sabahları parkta yarım saat koşar adım yürüyorum, egzersiz yapıyorum. Nerdeyse 20 yaşımdaki enerjiye sahibim şimdi. Sana da tavsiye ederim, dünyan değişecek.’

Ya alnında, ağız kenarındaki çizgiler nereye gitti? Botox enjeksiyonu mu yaptırıyor? ‘Fazla deşme, hayatımdan memnunum.’

YAŞLILIĞI GECİKTİRİYORLAR

Dost dediğim kişi kadın değil. İlkin bu katı programı yadırgıyorum. Zira bunlar zaman mevhumu olmayan sosyete kadınları, sinema ve eğlence dünyasının ünlülerinin dedikodu sütunlarından öğrendiğimiz bakımlı, sağlıklı hayata yönelik işlevler. Ama para sorunu çekmeyen, iş koşulları müsait insanlar da mutluluk sağlayan bu rutini niye sürdürmesin?

Amerika’da son birkaç yıldır kökeninde ‘takvimi geri çevirme’yi içeren bir moda başladı. Daha çok varlıklı kesimin tutkusu haline gelen bu moda, gıda rejimi, yoga-pilate egzersizleri, toksin ve yabancı maddelerden arındırma metotlarıyla beden ve zihinleri güçlendirerek yaşlılığı geciktirmeyi hedefliyor.

Zengini bol ülkede, adını Belçika’da bir kentten alan, kaplıca sularının kullanıldığı ‘spa’lar mantar gibi türemeye başladı. Spa’larda şifa bitkileriyle takviye edilen ılık banyolardan sonra bir dizi cilt temizleyen masaj çeşidi sunuluyor. Kadınların yanı sıra gençlik süresini uzatma, güzelleşme peşinde olan erkekler de spa’larda banyo ve masaj listesinde beğendiklerini seçiyorlar.

PROGRAMDA NELER YOK Kİ

Bakın bu listede neler var?

Gecenin ileri saatlerinde kas gevşetici masaj yapılan kişi yatağında deniz yosunları boyundan topuklara çıplak bedenine yerleştiriliyor. Sıcak havlular ile sarmalandıktan sonra uykuya yatıyor. Sabah ilkin ılık sonra soğuk duş ile yosun birikintileri temizleniyor. Spa personeli ardından lavanta suyuyla bedeni ovuyorlar.

Popüler beden temizliğinde çamur maskesi ilk sırada geliyor. Yüzden ayaklara kadar tüm vücut, içinde teskin özelliği olduğu belirtilen lithium’lu çamurla sıvazlanıyor. Asgari iki saat süren çamur banyosunu takiben sıcak duş kurumuş derinin dökülüp yeni derinin çıkmasını sağlıyor. Tüm banyolarda sertleşmiş ayak derisi bitki özleri, çiçek yağları ile ovularak temizlenip pedikür yapılıyor. Sarıp sarmalanma işlemleri odalarda olduğu gibi havuz başında, deniz kenarında açık havada da yapılıyor. Zevke göre müzik eşliğinde.

Spa’larda taze greyfut, ahududu suyu, kafeinsiz çaylar mide ve bağırsak temizlenmesi için kullanılıyor. Izgara balık, ıstakoz, salata türleri gıda rejiminin özünü teşkil ediyor. Aerobik, yoga gibi egzersizler özel hocalar denetiminde sürüyor.

8 BİN DOLARA KADAR

Spa’ların belli kesime hizmet verenleri hayli pahalı. Geceliği 300 dolardan başlayıp 8 bin dolara kadar olanı var. Bu spa’larda ithal malı yanardağ çamurları kullanılıyor.

Yeni türeyen ‘oksijen’ barları ise daha ziyade minik kulüplerde. Hava kirlenmesinin yoğun olduğu Japonya ve Meksika’da başlayan bu barlar bir garip. Açıkgöz organizatörler sağlık ve güzellik tutkusundakilere ‘hava’ satıyorlar. California, Las Vegas’tan sonra New York’a da sıçrayan oksijen barlarında yüzde 90 oranında saf oksijen burun deliklerine takılı borularla nefes alırken ciğerlere ulaşıyor. Dakikası bir dolar. Meraklıları haftanın üç günü ortalama 20 dakika oksijen çekiyorlar. Bazı barlarda oksijen daha cazip olsun diye bitki kokularıyla karıştırılıyor. Yeni tiryakiler saf oksijenin stresi önlediğini, başağrısı, astımı giderdiğini, hücreleri temizleyip enerji verdiğini söylüyorlar. Oysa tıp otoriteleri teneffüs ettiğimiz havada sadece yüzde 21 oranında oksijen olduğuna, uzun süre saf oksijenin nefes almayı engelleyip ölüme yol açacağına işaret ediyorlar.

Hayatın özü havanın dahi pazarlandığı sağlıklı ve uzun süreli gençlik arayışında bakalım yeni ne buluşlarla karşılaşacağız.
Yazının Devamını Oku

Hüsnü ile Zihni’nin nikáhı

29 Şubat 2004
‘Çağla ve Okçu aileleri, oğulları Hüsnü ile Zihni’nin 19 Mart günü yapılacak nikah törenini onurlandırmanızı saygıyla rica ederler. Töreni takiben Erenköy iskelesinden kalkacak ‘Saadet’ teknesinde gece boyunca düğün daveti düzenlenmiştir.’

Hüsnü ve Zihni smokinler içinde nikah memuru önüne çıkacaklar. Memur ‘Sağlıkta, hastalıkta, zenginlik ve yoksullukta birbirinize destek olacak mısınız’ türünden klasik laflar edecek. Ardından ‘Hüsnü yaşam boyunca Zihni’yi eş olarak görecek misin?’ diyecek. Aynı soruyu Zihni için de tekrarlayacak. ‘Evet’ yanıtı aldıktan sonra yanakları heyecandan pembeleşmiş çifti ‘Bir yastıkta kocayın’ diyerek ‘eş’ ilan edecek. İki erkek bir diğerinin parmağına yüzükleri geçirip bu mutlu olayı dudaktan ‘buse’ ile noktalayacak.

*

Yukardaki isimler, Leman ile Melahat da olabilir, gerçek değildir, düğün daveti de. Ama niye olmasın? Berlinli Koray Günay Ankaralı Ulaş Yılmaz’ı alıp götürmedi mi? Amerika’da yeni bir moda eşcinsel evlilik, biz niye geride kalalım? Taklitçilik, Edirne’nin batısından ileride olup bitenlere özentimiz hayli yaygın. Kilisede yortuya, Noel, paskalya ayinlerine giden, haçlı kolye modası başlatan Müslüman kadınlarımızı unuttunuz mu? Günlük konuşmalara ‘Senin için ne yapabilirim’, ‘İyi görünüyorsun’ gibi tercüme terimler katanlar yok mu çevrenizde? Bu ileri görüşlü (!) hatunlar ve erkekler San Francisco’da başlayan ‘aynı cins’ evlilikleri şimdi ‘Demokrasi, özgürlük, eşitlik hakları, seçenek serbestisi’ gibi nedenlerle haklı göstermeye çalışıyorlar.

Oysa doğaya olduğu gibi din, ahlak, aile ve toplum değerlerine ters düşen eşcinsel evlilikler ‘özgürlük’ sıfatı ardına sığınarak savunulamaz. Özgürlükler sınırsız değil. Aynı cins evlilik destekçileri ‘İki erkek veya kadın aşklarını niye evlenerek perçinlemesinler? Uygar ülkeler tüm özgürlüklere açık’ diye konuşuyorlar.

*

Acaba öyle mi? Özgürlük, hak eşitliği kanıtlaması bu kadar kolay ise dul bir kadın öz oğluyla, bir adam torunuyla, iki kardeş birbiriyle evlenebilecek mi? Eşcinsellere gelince özgürlük var, diğerlerine yok mu? Şaka değil, bir önceki cümlede verdiğim aşırı örnekler yakında bazı uygar Batı ülkelerinde gerçekleşirse şaşmayın. Karşımıza ‘Romeo-Jülyet’, ‘Kerem ile Aslı’ yerine ‘Romeo-Romeo’, ‘Aslı-Aslı’ gibi aşk destanları da çıkabilir.

Avrupa ve özellikle Amerika’da toplum kültürleri bize kıyasla çok farklı. Türkiye’de ‘Sorma-Söyleme’ felsefesinde eşcinsellere bakış Amerika’da ‘Özgür yaşamın bir kesiti’ olarak görülüyor. Amerikan ordusundan kongresine resmi ve özel kesimde eşcinselliğini saklamaktan kaçınan yok. Aydın topluluğun yaşadığı Massachusetts aynı cins evliliğe yeşil ışık yakan ilk eyalet. San Francisco belediye başkanı ‘Sevgililer Günü’nde (Valentine’s Day) yayımladığı genelge üzerine dört bin çift nikah dairelerine koşarak eşcinsel birlikteliklerini resmiyete döktüler. New York eyalet meclisi başkanı, Salt Lake City, Chicago, Minneapolis belediye başkanları eşcinsel evliliğe sıcak bakıyorlar. Henüz izin verilmeyen yerlerde eşcinseller rahip karşısında ‘din nikahı’ usulü izdivaç yapıyor. Geçen Ekim’de ‘Evliliği Koruma Haftası’ ilan eden Başkan Bush gidişatı tehlikeli görüp eşcinsel evlilikleri Anayasa değişikliği ile önleyeceğini açıkladı. Gene de saygın New York Times dahil 200’ü aşkın gazetede eşcinsel evlilikleri ilanları yayımlanıyor.

*

Eşcinsellerle alıp veremediğim bir şey yok. Ama birey olarak, örgüt halinde değil. Birkaç yıl önce Manhattan’da düzenlenen ‘Eşcinsel Gururu’ yürüyüşü iğrenç idi. Yarım milyon kişinin katıldığı bu gövde gösterisinde olimpiyat kule atlama şampiyonu Greg Louganis erkek eşiyle kamyona yüklenmiş yatakta sevişme figürleri yaparken Cindy Lauper popüler şarkılarını söylüyordu. Seyyar sergiler arasında yürüyen mini sutyen, mayo ve şortlu kadınlar beni fazla rahatsız etmedi ama ya sözde erkekler? Adem Baba çoğuna kıyasla daha kapalıydı. Kaldırımdaki seyircilere kırıtan, birbiriyle sarmaş dolaş öpüşen, şeffaf kadın elbisesi altında çıplak bedenini sergileyen, boynundaki köpek tasmasının zinciri sevgilisinin elinde, sağa sola göz süzenler manzarası evlere şenlik idi.

Birkaç kare resim için kameramı ayarlarken tanıdık bir sima ile yüz yüze geldim. Ünlü bir haber ajansının kıdemli fotoğrafçısının çıplak vücudu üzerine omuz başından topuklara inen file elbise giymişti. Torun sahibi olacak yaştaki Amerikalıyla bakıştık. Ayrı istikametlere yürüdük.
Yazının Devamını Oku