8 Kasım 2007
6 Kasım 2007 tarihinde Cumhurbaşkanlığı bütçesi ile ilgili yazdığım yazıya Cumhurbaşkanlığı Basın Danışmanlığı’ndan cevap geldi. Cevabı aynen yayınlıyorum: * * *
Sayın Cüneyt Ülsever
Hürriyet Gazetesi Yazarı
06 Kasım 2007 tarihli "Bir heveskár lady" başlıklı yazınızda, Çankaya Köşkü onarımı ve yeni mobilya satın alımı için 30.7 milyon YTL ayrıldığına, Sayın Cumhurbaşkanımız ve eşleri Hanımefendi hakkında gerçekle bağdaşmayan, yanlış ve kulaktan dolma bilgilerle haksız ve yersiz suçlamalara ve hatta hakarete varan ifadelere yer verilmiştir.
Oysa gerçekler şöyledir:
Sayın Cumhurbaşkanı’nın kabullerini gerçekleştirdiği ve çalışmalarını yürüttüğü, ülkemizin vitrini konumundaki çalışma binası 1993 yılında hizmete açılmış ve geçen 14 yıllık süre içerisinde hiçbir bakım, onarım ve tefriş hizmeti görmemiştir. Yine yabancı devlet başkanlarının ülkemizi ziyaretlerinde ikametlerine tahsis edilen Camlı Köşk 1996 yılında yenilenerek hizmete açılmış ve 12 yıldan bu yana herhangi bir bakım, onarım ve tadilata tabi tutulmamıştır.
Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bugüne kadarki 10 Cumhurbaşkanımıza da ev sahipliği yapan Köşk, tarihi boyunca zaman zaman belirli ölçülerde onarım ve tadilat görmüştür. Özellikle bu çalışmaların cumhurbaşkanlarının seçimi sonrasında gündeme geldiği bilinmektedir. Bu gibi prestij binalarının, uzmanlarca da belirtildiği gibi ortalama 7-8 yılda bir elden geçirilmesi zorunludur.
Uzmanlar ve akademisyenlerden oluşturulan bir danışma kurulu en son 7 yıl önce restore edilen Köşk’ün bugünkü durumu hakkında bir rapor hazırlamış ve bu raporda öngörülen doğrultuda bir çalışma başlatılmıştır.
Bunların dışında Cumhurbaşkanlığı alanında diğer idari ve hizmet binalarında da yıllardır tadilat yapılmamıştır. Diğer taraftan, 2000 yılında İstanbul’da Tarabya Yerleşkesi’nde Sayın Cumhurbaşkanımız ve konuk devlet başkanlarının ikameti için yapılan binaların da elden geçirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu zorunlu ihtiyaçlara karşılık Cumhurbaşkanlığı’nın 2008 yılı için tüm yatırım ödeneği 18.7 milyon YTL.’dir (yaklaşık: 16 milyon $ -C.Ü.). Bu ödeneğin kullanımı ise aşağıdaki gibidir:
GAP uçağının rutin esaslı revizyonu. (2.5 milyonu 2007 yılındaki masraf: 3.150.000 YTL.)
Ankara ve İstanbul’daki hizmet binalarının onarımı: 3.745.000 YTL.
Pembe Köşk ve Camlı Köşk’ün onarımları: 3.000.000 YTL.
İş göremez durumdaki makine-teçhizatın onarımı ve otomasyon sistemi ve güvenliğe yönelik tehsisat alımı: 2.175.000 YTL.
Tüm hizmet binalarımızın tefrişi ve demirbaş alımı: 1.500.000 YTL.
Ekonomik ömrünü tamamlamış ve hizmet göremez taşıtların yerine yeni taşıt alımı: 4.150.000 YTL.
Bilgisayar yazılım ve donanımı: 875.000 YTL.
Bütçenin diğer kalemleri ise personel ve sosyal güvenlik harcamaları, mal ve hizmet alımları, cari transferler gibi kalemlerden oluşmaktadır.
Kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini sağlamak için bu açıklamayı köşenizde aynen yayımlamanızı rica ederiz.
Cumhurbaşkanlığı Basın Müşavirliği
Yazının Devamını Oku 7 Kasım 2007
5 Kasım "Washington toplantısından" çıkan sonuç ne?<br><br>ABD bize "istihbarat" verecekmiş! Onlar gösterecek, biz vuracağız!
Ayrıca Bay Bush "PKK’yı bize bırakın" demiş!
Biz göstereceğiz, onlar vuracak!
PKK’ya karşılıklı vurarak müttefik ilişkisini iyice pekiştireceğiz!
* * *
Kimse artık masal anlatmasın.
Ortada sadece ve sadece başarılı bir oyalama politikası var.
Türkiye bir kez daha hüsrana uğramıştır.
Beklenen aynen gerçekleşmiştir.
1 Kasım 2007 tarihli "Başbakan ABD’ye giderken" başlıklı yazımda aynen şöyle yazmıştım.
"Başbakan ABD’ye gidince ne olacak?
ABD, PKK içinde kontrol edemediği unsurları bertaraf etmeyi bizden çok istediği halde, çaresiz olduğu için, bizi bilmem kaçıncı kez oyalamaya çalışacak ve ABD’li analist Henry Barkey’in çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi bölgede ’kar yağmasını’ bekleyecek."
* * *
"Gel! gel!" yaptığımız için bize güvenerek günlerce hazırlık yaptıktan, milyonlarca dolar harcadıktan ve askerlerini Akdeniz’e yığdıktan sonra 1 Mart tezkeresi ile TBMM’de ABD’yi nazik bir "nanik!" ile reddeden Türkiye 5 Kasım 2007 günü Washington’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açık ve seçik bir şekilde duvara toslaması sonucu uluslararası ilişkilerin temel kuralı olan "Ne ekersen onu biçersin" şiarı ile karşı karşıya kalmıştır.
* * *
Bu bir intikam mı? Hem "evet", hem "hayır"!
1 Mart tezkeresinin acısını Pentagon’da unutmayanlar hálá var.
Ama, ABD şu sıralarda intikam peşinde değil. ABD kendi paçasını kurtarma derdinde. Bunun için de Kuzey Irak’taki Kürt oluşumuna muhtaç.
Tezkerenin reddi için uğraşan zamanın başbakanı Abdullah Gül, Meclis Başkanı Bülent Arınç, tezkereyi imzaladıkları halde sözlerinden dönen ama yine de makamlarına yapışan bakanlardan oluşan devlet erkanı ve dahi onların "hık!" deyici köşe yazarları o gün bizzat kendi elleri ile ABD’yi Kuzey Irak’taki Kürtlerin ellerine ittiklerinin zerre kadar farkında değillerdi.
Bugün muhalefet Kürtlere sahip çıktığı için ABD’ye istediğini söyleyebilir ama Amerikalıları kendi iradeleri ile Barzani’ye teslim eden iktidar mensuplarının ABD’ye nazire etmeye zerre kadar hakları yoktur.
1 Mart tezkeresine sahip çıkarken Mehmetçiğin Irak’ta akacak kanından dem vuranlar PKK gelip Mehmetçiği Türkiye’de vurunca ne hissettiler, çok merak ediyorum.
8 askerimizi kurtarmak için DTP’lilerden yardım isteyenler bu aciz durumlarını nasıl izah ediyorlar, kendilerine soruyorum.
Başbakan’ın harekát ile ilgili "şaşmaz iradesi" Oval Ofis’te nereye kayboldu, arıyorum.
* * *
Usame Bin Ladin’i bulamayan, El Kaide’nin Afganistan’daki yuvalarını tespit edemeyen ABD istihbaratının ne işe yarayacağını ben anlamadım.
Hele hele bu istihbaratın daha önce bizimle neden paylaşılmadığını ise hiç anlamadım.
Tek bildiğim ayılar ile PKK’nın çok yakında kış uykusuna yatacağıdır!
Bakalım bu hafta Başbakan ve medyadaki yalakaları millete ne anlatacaklar?
Yazının Devamını Oku 6 Kasım 2007
SİZ bu satırları okurken Başbakan ile Bush arasında yapılan toplantının neticelerini biliyor olacaksınız ama ben bu satırları yazarken toplantı henüz başlamamıştı. Onun için bugün bu çok önemli konu üzerinde yazmayacağım. Ancak, benim gözümde çok önemli bir mihenk taşı olduğu için Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde bir kez daha durmak istiyorum.
* * *
Konuya Yalçın Doğan’dan sonra eğilen ikinci yazar oldum. 21 Ekim 2007 günü yayınladığım "İki First Lady" başlıklı yazımda şu rakamlara yer vermiştim.
"Yeni bütçede Çankaya Köşkü’nün onarımı ve yeni mobilya satın alımı için, toplam 30.7 milyon YTL ayrılıyor. 19.8 milyon tadilat, 11.9 milyon YTL de yeni mobilya için. Eski lira üzerinden, toplam 30.7 trilyon lira. Takriben 25 milyon dolar!
Köşk’ün toplam bütçesi bir yıl öncesine göre (2007-Sezer dönemi) % 64 artıyor!"
Ayrıca gazetelere göre Cumhurbaşkanı’nın maaşı 2008 bütçesinde 15.250 YTL’den 21.100 YTL’ye (% 38) yükseltilmiş. (Hürriyet, 5.11.2007)
Daha ayağının tozu ile Köşk’e ayak basmadan "garip gurebanın" parası ile bütçeyi % 64 artırmak ve bunu dini hassasiyeti yüksek, dolayısıyla maddi dünya ile irtibatı düşük (olması gereken) bir insanın yapması bana çok ama çok garip geliyor.
* * *
Eleştirilerin ardından Köşk’ün bütçesini önce birkaç yağdanlık yazar korumaya aldı, sonra Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri açıklama yapmak zorunda kaldı.
Bütçeye tevil getirenler Köşk’ün 12 yıldır hiçbir tamirat görmediğini, dökülmekte olduğunu ve dolayısıyla büyük tadilat gerektiğini çeşitli örneklerle belirttiler.
Kusura bakılmasın ama bu açıklamaları ben daha da fazla yadırgadım.
İlk önce farkında olalım ki:
Tadilat ile ilgili bütçe, toplamı 30.7 milyon YTL olan bütçenin 19.8 milyon YTL’si. 11.9 milyon YTL (9.75 milyon dolar) ise tefrişat-yeni mobilya alımı için ayrılmış!
Anında % 64 artan bütçenin % 39’u Köşk’e yeni eşya alınması için kullanılacak!
Benim aklımda şu sorular hálá takılı duruyor:
1) IMF kıskacında devamlı düşük maaş ile yaşayan ve 12 yıldır en az Köşk kadar aşınan ve dökülen "garip gureba"ya bütçede neden sadece % 2+2 verilerek tadilat yapılmadı?
2) Boğaziçi’nde en az 5 adet tarihi yalı alabilecek miktarda bir paranın ilk yılda harcanması şart mı idi? Harcamalar yıllara yayılamaz mıydı?
3) Dünya malına kapılanları Kuran hangi ayetler ile uyarır?
4) Köşk’e yeni dekorasyon yapılacaksa tasarımını kim yapacak? Tarihi binanın dokusu nasıl korunacak?
5) Bazı yazarlara göre "second (2.) lady" Emine Erdoğan, önceleri "third (3.) lady" iken şimdi "first (1.) lady" olan Hayrünissa Gül’ü "fazla heveskár" buluyormuş. "First lady", "third lady" iken de Dışişleri Konutu için oldukça yüksek meblağlar harcamış. Abdullah Gül Dışişleri Bakanı olduğunda Dışişleri Konutu’na ne kadar para harcandığını, bütçenin bir yıl öncesine göre hangi oranda artırıldığını yetkililer açıklayabilirler mi?
6) Kendisiyle ilgili Anayasa değişikliğini bir lahzada imzalayan ve bu uğurda TBMM’nin sahip olmadığı bir hakkı (referandum) kullanmasına göz yuman Cumhurbaşkanı, Müslüm Gürses Baba’nın bir banka reklamı için uydurduğu "En pahalısından TV’ye, en gösterişlisinden ev sinemasına ihtiyacım var!" şarkısını çok mu seviyor?
* * *
% 47’nin (oy oranı) anında % 64’e (bütçe artış oranı) terfi ettiği ülkem bin yaşasın!
Müslüman ve dahi "garip gureba" Türk halkına 2008 Köşk bütçesinin hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum!
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2007
TÜRKİYE’nin Irak Özel Temsilcisi Oğuz Çelikkol ve arkadaşları, "Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı" için çok büyük gayret sarf ettiler ve en başından beri Irak’a komşu ülkeler toplantılarına önayak olan Türkiye, bu son toplantının İstanbul’da yapılmasını temin ederek diplomatik alanda büyük başarı elde etti. * * *
Ne var ki bu toplantı "PKK’nın saldırılarının gölgesi" altına düştü ve hemen herkes bu toplantıdan PKK’ya karşı katılımcı ülkelerden destek ve işbirliği mesajlarının çıkmasını beklemeye başladı.
Halbuki, Oğuz Çelikkol’un toplantı öncesi bazı gazetecilerle yaptığı görüşmede, haklı olarak belirttiği gibi, bu toplantı "Irak meselesi"ne çözüm aramak için yapılıyor. Genel anlamda teröre kınayıcı bir vurgu yapılması dışında doğrudan PKK’nın adı kullanılırsa bu vurgu PKK’yı uluslararası bir platformda resmen muhatap alma anlamına gelirdi. Çelikkol’a göre, Dışişleri’nin yapabileceği en büyük yanlış da bu olurdu.
Nitekim bu yanlışa düşülmedi!
Ayrıca Çelikkol, "Irak Toplantısı"nın ABD-İran diyaloğu gölgesinin de altına düşürülmemesi için özel gayret gösterileceğini söyledi. Bu noktada da haklı idi. Hem netice alamama riski vardı, hem de böyle bir gayret İran’ın şov yapma alanını genişletebilirdi.
ABD-İran yakınlaşması meselesinde de dengeli bir siyaset güdüldü.
* * *
Oğuz Çelikkol, gazetecilere bu toplantıda Türkiye’nin en büyük gayretinin Birleşmiş Milletler’in Irak’ta daha fazla sorumluluk almasını temin etmek olduğunu açıkladı.
Yayınlanan bildirgede bu hususa parmak basılması önemli bir aşamadır.
Ancak Çelikkol, BM’nin Bağdat’ta bir "destek ünitesi" kurması için gayret sarf edeceklerini de söylemişti.
Gazetelerin verdiği bilgiye göre, İran ve Suriye bu ünitenin kurulmasına karşı çıkmış.
Toplantı sırasında kurulan "ikili ilişkiler"de Türkiye’nin ne gibi kazanımlar elde ettiğini ise şu an için bilmiyoruz.
* * *
Ne yazık ki, "Genişletilmiş Irak’a Komşu Ülkeler Toplantısı" yine de ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Gül, Erdoğan ve Babacan ile Ankara’da yaptığı müzakerelerin, İstanbul’daki "üçlü toplantıların" gölgesinden kurtulamadı.
Ayrıca, gözüken odur ki bu görüşmelerden de Türkiye’yi tatmin edecek, kamuoyunun fay hattında oluşmuş negatif enerjiyi boşaltacak bir netice alınamadı. Son olarak gözler Başbakan’ın, Bush ile pazartesi günü Washington’da yapacağı toplantıya çevrildi.
* * *
"PKK terörü meselesi"nde son raunt Washington’da oynanacak.
Bu toplantıdan da kamuoyunu tatmin edecek somut bir sonuç çıkmayacağını düşünenler çoğunlukta.
Ancak, yine de "son an"ı beklemek gerek. Benim şimdiden vurgulamak istediğim bir nokta var. Hükümet, "Bush görüşmesi"ne dek sıcak havayı soğutmak için büyük gayret sarf etti.
Ancak, sanırım havayı yeteri kadar soğutamadı.
Soğutamadığı için de "Washington toplantısı"ndan beklenenlerin çıtası ülkede çok yükseldi.
Şimdi Başbakan, Washington’da illa ki netice almak zorunda. Zira, yetki verilirse Kuzey Irak’ta netice alınacağını söyleyen Genelkurmay Başkanı’nın sözleri hálá hafızalarda!
* * *
Veri şartlar altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Washington’a büyük siyasi riskler alarak gidiyor!
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2007
SANIRIM hemen herkes, ABD’nin Kuzey Irak’ta somut bir politikası olduğunu, ipleri kontrol ettiğini, buna dayanarak da ABD’nin isterse PKK’yı durdurabileceğini zannediyor. Zannediliyor ki, cuma günü Ankara’ya gelecek ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, somut öneriler getirecek.
Türkiye’de insanlar, psikolojik olarak, dünya devinin hemen her konuya hákim olduğunu, arzu ederse her türlü derde deva olacağını düşünüyorlar. Zira, son 50 yılın dünya tarihi, "ABD’nin sınırsız gücü ve aklı var" ön kabulü üzerine inşa edildi.
Halbuki, çok büyük bir ihtimalle bu dönem bitti!
* * *
1 Mart tezkeresini zamanında savunmuş ve hálá savunan bir insan olmama rağmen, "Irak Savaşı"nın "3. Dünya Savaşı" olduğunu, demokrasi ile bir alakası olmadığını, Batı eksenli dünyanın (ABD, AB) 20-25 yıl içinde Doğu eksenli dünyaya (Çin, Rusya, Hindistan) dönüşebileceğini, üretim enerji merkezli olduğu için ABD’nin dünya petrolünün yüzde 64’ünü barındıran Ortadoğu’ya enerji kaynaklarını kontrol edebilmek ve tarihi durdurabilmek için girdiğini baştan beri söylüyorum.
Ben 1 Mart’ı savundum ve hálá savunuyorum; zira ülkemin bu savaşta taraf olma dışında bir şansı olmadığını, kenarda durmaya kalkarsa aynen bugün olduğu gibi edilgen ve şaşkın hale düşeceğini ilk günden beri söylüyorum.
Türkiye’de gerek siyasette, gerek bürokraside etkin olan insanların dünyayı okuma yarışında birbirlerinden çapsız çıktığı bu dönemde ABD de, Irak’ın sevk ve idaresinde akıl almaz bir çapsızlık örneği gösterdi ve denetimin önemli bölümünü rakiplerine kaptırdı.
Bugünlerde Ortadoğu üzerine ahkám kesen askeri-sivil zevatın analizlerinde hemen hiç Rusya, Çin ve İran’dan bahsetmemeleri beni neredeyse zıvanadan çıkarıyor. ABD’nin Kuzey Irak’a ve PKK’ya tamamen hákim olduğu varsayımıyla yapılan analizlerin, dünyanın sadece yarısına bakmak olduğunu konuyla ilgili analiz yapanların çoğunluğu göremiyor.
Başbakan, ABD’ye gidince ne olacak?
ABD, PKK içinde kontrol edemediği unsurları bertaraf etmeyi bizden çok istediği halde, çaresiz olduğu için, bizi bilmem kaçıncı kez oyalamaya çalışacak ve ABD’li analist Henry Barkey’in çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi bölgede "kar yağmasını" bekleyecek.
Kış başlayınca 6 ay daha kurtaracağını düşünen ABD, bir kez daha kış uykusuna yatmaya çalışacak. Zaten, PKK da şu anda sadece zaman kazanmak istiyor, hatta göstermelik bir "ateşkes" bile ilan edebilir. Ayrıca, ABD Türk tarafını hepten edilgen görürse "en iyi müdafaa saldırıdır" diye düşünecek ve sanki karı kendi yağdıracakmış gibi karşılığında Başbakan’ın önüne "İran kartı"nı koyacak!
* * *
Kişisel kanıma göre; Türkiye 21 Ekim’den beri anlamlı hiçbir şey yapamayınca hem Avrupa’ya, hem de ABD’ye ne "A Planı", ne de "B Planı" olmadığını gösterdi.
Batı’da ve ABD’de ilk günkü tedirginlik büyük çapta aşıldı.
"Gereğini yaparız!" lafının içi boş bir hamaset gayreti olduğu ön kabulü yerleşti.
İlk önce içi boşaltılmış bir "Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı" dostlar alışverişte görsünler kabilinden İstanbul’da yapılacak, ardından dostlar Başbakanımızı ABD’de ağırlayacaklar!
* * *
Araba kullanırken bile aklıma bir şey geldiğinde ABD’deki oğluma anında telefon ettiğim, iyice özlediğimde webcam teknolojisiyle yüz yüze dakikalarca görüşebildiğim bir dünyada; Allah aşkına Başbakan, Bush’a "taviz tanımaz mesajını" verebilmek için 21 Ekim’den 5 Kasım’a dek 16 gün neden bekler ki?
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2007
TEZKERE kararı çıkmadan önce 13 şehit verdiğimiz günden beri yazıyorum. PKK saldırıların iki hedefi vardır. Türkiye Kuzey Irak’ta tek başına harekát yapacak ve: 1) Türkiye-ABD ilişkileri onanmayacak seviyede bozulacak.
2) Türkiye’nin Ortadoğu’da başat ülke olması kökten engellenecek.
* * *
PKK’nın ardında kim var? Yine ısrarla yazıyorum:
Yukarıdaki hedefler kime yarar sağlayacaksa, o(nlar) var!
PKK terörü bu iki hedefe doğru ilerlerken maalesef, üç alanda oldukça başarılı oldu:
1) Ülkede zaten çok yüksek olan ABD karşıtlığını mislisi ile artırdı.
2) Ülke içinde Türk-Kürt ayrımını körükledi.
3) Hafta sonu İstanbul’da yapılacak "Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı"nı nötralize etti, içini boşalttı.
* * *
Yaşanan tüm bu kargaşa içinde gözlerden kaçan dört nokta var:
1) ABD Irak’tan çekilmeye çalışırken Kuzey Irak’ı Türkiye’ye emanet etmek istiyor.
2) Bir dediği bir dediğini tutmuyor ama Barzani Türkiye’nin kendisine sahip çıkmasını, bunun için de özde kendisinin muhatap alınmasını istiyor. PKK’yı da bu uğurda elinde koz olarak tutmaya çalışıyor.
3) ABD’nin kaba ve genel stratejileri var ama artık Kuzey Irak dahil, bölgede inisiyatif sahibi değil. Görünümde denetim ABD’nin elinde ama çeşitli unsurlar bölgede cirit atıyorlar.
4) Denetim dışı gelişmeler bölgede İran’ın, global seviyede de Rusya ve Çin’in işine geliyor.
* * *
Hafta sonu İstanbul’da yapılacak "Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı" Irak için ilk kez somut kararlar alma yolunda İran ve Suriye ile ABD’yi bir araya getirecekti ve ortak çözüm arayışına Türkiye ev sahipliği ve dolayısı ile önderlik yapacaktı.
Çeşitli vesilelerle bazı bölge (ülke)leri İstanbul’da toplantı yapılmasını birkaç kez engellemişlerdi.
O(nlar) ABD’nin kendilerini doğrudan muhatap almasını bekliyorlar ve ABD’ye ölümü gösterip (Çin ve Rusya ile ittifak yapmak), onu sıtmaya razı etmek (Ortadoğu’da başat ülke olmalarını ABD’nin kabullenmesi) istiyorlar.
* * *
"Irak’a Komşu Ülkeler Konferansı" Türkiye için büyük diplomatik mücadeleler sonunda elde edilmiş bir şanstır.
Bu konferansta Türkiye aktif bir rol oynayacak ve çözüm öneren, bu uğurda çeşitli unsurları bir araya getirmeye çalışan başat ülke konumuna gelecekti.
Maalesef, ülkenin içine sürüklendiği durum, Türkiye’yi tersine pasif duruma düşürmüştür. Şimdi konferansta başka ülkeler Türkiye ile (Kuzey) Irak arasında arabulucu rolüne soyunacaklar ve onlar başat ülke(ler) haline geleceklerdir.
Irak’a askeri harekát yapmak durumunda olan ve yapmaması için ikna edilmeye çalışılan bir ülke Irak’a barış getirme çabalarında ciddiye alınır mı?
* * *
Üzülerek görüyorum ki; 1 Mart tezkeresinden beri Türkiye Ortadoğu’da pasif politikalar yürütmek zorunda kalıyor ve müttefikin çapsız politikaları nedeni ile "Kapıldım bahtımın rüzgarına!" kıvamında iki arada bir derede yaşıyor.
Türkiye’nin Ortadoğu’nun aktif ve emperyal ülkesi olmasını dilerken, içine sürüklendiği duruma çok üzülüyorum!
Yazının Devamını Oku 30 Ekim 2007
ELİME geçen her fırsatta Türkiye’nin, sınırlı da olsa, Kuzey Irak’ta PKK’ya bir harekát yapması gerektiğini söylüyorum. Bu talebimin en önemli nedeni, Türkiye’nin duygusal fay hattında muazzam bir enerji birikimi görmemdir.
Türkiye’de müthiş bir duygusal tepki oluşuyor ve maazallah bu enerji birikimi zamanında boşaltılmaz ise çok feci bir deprem yaşanacak.
Kardeş kardeşi vuracak!
İşte esas o zaman PKK ardına kına yakacak!
* * *
Ben son şehitlerin verildiği gün ilan ettiğim üzere "Kuzey Irak Harekátı" konusunda kimseyi eleştirmeme kararı almış ve bunu açıklamıştım ama kendime koyduğum ambargoyu bu hafta kaldırmaya karar verdim.
Ankara’da gerek hükümetin, gerek ise TSK’nın Kuzey Irak ile ilgili planlarını kendilerinin de doğru dürüst bilmediğinin her geçen gün daha fazla kabul görmesi, gerek Başbakan’ın, gerekse Genelkurmay Başkanı’nın, Başbakan’ın 5 Kasım’da gerçekleştireceği ABD ziyaretine bel bağlamaları kamuoyunda "ciddi bir şey yapılmayacak" duygusunu giderek büyütüyor.
Bu kanı da duygusal fay hattında enerji birikimini katlayarak artırıyor.
* * *
Liberal Kürt dostum Enver Sezgin, yurdun çeşitli illerinde yapılan mitinglerin çok haklı olduğunu ancak giderek "Kürt düşmanlığına" dönüştüğünü, negatif enerji birikiminin Kürtleri de muazzam tedirgin ettiğini söylüyor.
Bir mitingde işleticisi Kürt olduğu için yağmalanan dükkán çok acı bir uyarıdır.
Enver Sezgin’in verdiği bilgiye göre, belirli illere ait şehirlerarası otobüsler geçtikleri bazı yerleşim merkezlerinde taşlanıyorlar.
Bir otobüs, polisin uyarısıyla Türk bayrağı asıyor ama bir Güneydoğu şehrine bağlı olduğu için yine de taşlanıyor.
Yakın çevrelerindeki Kürt ailelerin adreslerinin envanterini tutmak gerekliliğinden bahseden gençlere bizzat rastladım.
* * *
PKK’nın ana amacı bu ülkeyi bölmektir!
Eğer bir gün kardeş kardeşi vurmaya başlarsa bir memleket işte o zaman bölünür!
Bölünmeyi kendi ellerimizle yaratırsak bir nesil olarak tarih önünde hesap veremeyiz.
* * *
Hükümet bu konuda bazı uyarılar yaptı ama bu ses çok cılız çıktı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugüne dek kriz dönemlerini iyi yönetemedi. Zira, hassas günlerde kararlı bir tavır almak yerine hep iki arada bir derede olduğu duygusu yaratıyor. Örneğin, MGK’da sözüm ona alınan "ekonomik ambargo"nun ne anlama geldiğini hiçbir hükümet yetkilisinin açıklayamaması Türkiye’nin ne yapmak istediği, hatta bir şey yapıp yapamayacağı konusunda soruları her geçen gün güçlendiriyor.
Öte yanda, Kuzey Irak’a harekát konusunda hükümet ile TSK arasında doğal bir diyaloğun kurulamadığı duygusunun önce içeride halka, sonra da dışarıda yabancı politikacılara yansıması beni çok tedirgin ediyor.
* * *
Kardeş kardeşi vurursa ve siyasiler buna engel olamazlarsa sadece ve sadece PKK kazanır!
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2007
BAŞBAKAN Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek, cuma (26.10.07) akşamı Taha Akyol’un yönettiği Eğrisi Doğrusu programına katıldı ve bana çok ilginç gelen şu saptamayı yaptı: "Olası ekonomik yaptırımların Kuzey Irak’ın tümünü değil sadece terör örgütüne yardım edenleri hedef alması gerektiğini vurgulayan Çiçek, ’PKK’nın Kuzey Irak’taki ekonomik kaynaklarını biliyoruz. Bazı aşiretler terör örgütü ile içli dışlı, tüm ekonomik kaynakları kendilerinde toplamak istiyor’ dedi." (www.cnnturk.com)
Taha Akyol’un, "aşiret" sözü ile Barzani’nin aşiretini kastedip etmediği sorusuna da Bakan Çiçek, doğrudan olmasa bile ima yoluyla olumlu cevap verdi.
Cemil Çiçek’e göre Barzani "aşireti", hatta "çete"si Türkiye ile büyük boyutta ticaret yapıyor ve bu ticaretin boyutlarını teker teker bilen Türkiye "ekonomik ambargo" ile Kuzey Irak halkına değil, PKK’nın bilinen ekonomik kaynakları ve terörle içli dışlı olan "bazı aşiretlere"e darbe vuracak.
* * *
Bu saptamaları alt alta koyalım:.
1) Türkiye, Barzani aşiretinin PKK ile içli dışlı olduğunu zaten biliyordu.
2) "Barzani’nin çetesi" ve PKK, bazı ekonomik kaynakları elinde tutmak istiyor.
3) Türkiye, sınırında ekonomik ambargo uygulayarak PKK ve Barzani’nin "ekonomik kaynakları"na darbe vurabilir.
Cemil Çiçek "darbe"yi Barzani’ye karşı bir tehdit olarak kullanıyor. Ancak, saptamaların bir ucu ortada kalıyor. Ticaret iki ayaklı olduğuna göre:
"Barzani çetesi"nin Türkiye’de bazı ortak(ları) var!
Barzani’nin ticari faaliyetleri teker teker biliniyorsa, o halde Türkiye’deki ortak(ları) da biliniyor.
Kim(ler) bu ortaklar?
Bu sorunun cevabı çok önemli. Zira bu soru saf bir ticaret istihbaratı sorusu değil.
Cemil Çiçek ve bazı insanlara göre Barzani, düşmanımızla işbirliği yapan bir hain.
Hainle ticaret yapan da haindir. O halde kimdir bu hain(ler)?
Soruları tersten de soralım.
Bu ticari faaliyetler ve Barzani’nin PKK ile irtibatı, Bakan’a göre, önceden bilindiğine göre bu ticari faaliyetlere bugüne dek neden engel olunmadı?
Neden göz yumuldu?
Neden "içimizdeki hainler" bugüne dek deşifre edilip faaliyetlerine son verilmedi?
Neden bugüne dek beklendi?
Neden şehitlerin sayısı bu seviyeye yükselene dek zaman kaybedildi?
Hükümet bu sorulara da cevap vermek zorundadır!
* * *
Kuzey Irak ile "2005 yılında karşılıklı ticaret hacmi 7.5 milyar dolara kadar yükselmişti. Ondan sonra 2.5 milyar dolara düştü" (İlter Türkmen-Hürriyet, 27.10.2007)
Zaten çeşitli "nedenler" ile düşen ticaret hacmi, kişi başına milli geliri kabaca 300-400 dolar olan Güneydoğu’da bir can damarıdır. Bunu hepten kesmek, bu bölgedeki insanlarımızı kendi ellerimizle PKK’nın eline teslim etmek anlamına gelir.
Bakan Çiçek bu garabete bir kulp takmak istiyor ama bu sefer de çok ama çok önemli bir noktaya parmak basıyor.
* * *
"Hain" Barzani’nin Türkiye’deki ortakları kim(ler)dir?
Yazının Devamını Oku