11 Ekim 2007
MÜBAREK ramazan ayında katillerin 15 gencimizi şehit etmeleri zerre kadar vicdanı olan bütün insanları isyan sınırına getirdi. Görünen odur ki, hükümet TBMM’ye sınır ötesi operasyon için bu kez tezkere getirecek ve Meclis’ten geçirdikten sonra zamanlaması ve planlamasını TSK’ya verecek.
* * *
PKK’nın bu hain saldırısı karşısında "Ne yapmalı?" sorusunu bir an kenara koyup, önce "Neden şimdi?" sorusuna cevap arayalım. Hele hele, Türk halkını topyekûn galeyana getirecek bir katliam neden şimdi yapılıyor?
Hatta, soru sormaya "Hangi PKK?" sorusu ile de başlayabiliriz. Ben artık birden fazla PKK lideri ve hizbi olduğuna ve hatta Apo’nun bunlar arasında her geçen gün, görünürde olmasa bile, yetki kullanımında gerilediğini düşünüyorum.
Ama, son katliamı "şu hizip tertipledi" diyecek bilgiye de sahip değilim.
Öte yanda, zamanlama konusunda bilgilerim olmasa da, bazı güçlü tahminlerim var.
Zamanlama 1) çok yakında ABD Kongresi’nde oylanması için gündeme getirilecek "Ermeni tasarısı" ve 2) İstanbul’da bu ay yapılacak Irak’a komşu ülkeler toplantısı ile yakinen çakışıyor.
Sınır ötesi operasyon hem ABD’de tasarıyı destekleyen Ermeni lobisinin çığırtkanlığını artırmak için işine gelir, hem de Ortadoğu’da liderliğe soyunan Türkiye’yi, ülkemizde yapılacak önemli bir toplantı öncesi, bölgede çok geriletir.
Bu gelişmeler de en çok ABD yönetimini rahatsız eder!
Irak’tan çekilme ve olası bir İran saldırısı planları içindeki ABD yönetiminin şu safhada en az isteyeceği şeylerden birisi Türkiye-ABD ilişkilerinin yeniden gerilmesidir.
Bunun içindir ki ABD yönetimi "Ermeni tasarısı"nın Kongre’den geçmemesi için büyük gayret göstermektedir. Ancak, Cumhuriyetçiler Kongre’nin iki kanadına da hákim değiller.
* * *
Yukarıda yazdım, hain saldırı sınır ötesi operasyonu tetiklerse bundan en fazla rahatsız olacak ülke ABD’dir! O halde, her kafadan bir sesin çıktığı bölgede, eğer PKK ile işbirliği yapan unsurlar varsa, ki bence bir sürü var; bunlar Türkiye-ABD ilişkilerini zedelemek, Türkiye’yi Avrupa ve Ortadoğu’da müşkül duruma düşürmek ve ülkemizin Ortadoğu’da etkin olmasına engel olmak isteyen unsurlardır. Onlar Türkiye’ye "Gel! Gel!" yapmaktadırlar.
* * *
ABD yönetiminin bu saldırılarda en büyük günahı zavallılığıdır! ABD, Irak’ta en son kalesi Kuzey Irak’a sığınmanın ötesinde bir şey yapamamakta, kendi silahlarının dahi Ortadoğu’da teröristlerin elinde dolaşmasına seyirci kalmakta ve en kötüsü de şu anda somut olarak Irak’ta ne yapacağını katiyen bilmemektedir.
* * *
Öte yanda; galiba ABD’nin Türkiye’ye beyhude sabır telkin ettiği dönemin sonuna gelinmiştir. Eğer, hükümet bu safhada da bir şey yapamazsa, desteğin en yüksek olduğu bir dönemde halk üzerinde büyük prestij kaybeder. ABD ile herhangi bir konuda en basit seviyede bile işbirliği yapamaz duruma düşer.
Bu durum da hükümet kadar ABD yönetiminin Ortadoğu politikalarını yaralar.
* * *
Kanımca, bu safhada sınır ötesi operasyon yapmamanın zararları yapmanın zararlarının üzerine çıkmıştır!
O halde, ABD ve Irak yönetimi, büyük sonuçlar doğurmasa da, bir şekilde harekáta göz yummak zorundadır!
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2007
21 Ekim’de yapılacak Anayasa referandumunda oyum "Hayır!" olacaktır. Referandum ister tadilata uğrasın, ister uğramasın; ben böyle oy kullanacağım. Nedenim ise yaşanan kaos değil. Evet, ortada bir kaos var. Sınırlarda oy verme işlemi başladıktan sonra referandum süreci başlamıştır. Bence, artık bu safhadan sonra referandumla ilgili ne tadilat, ne de iptal etme işlemi bir anlam taşımaz. "Biz yaptık oldu!" mantığı ile hareket edenler muhakkak ki karşılarında kendilerinden daha cin akıllılar bulacaklardır. 21 Ekim’de yapılacak tadilatlı referandum da ülkenin başına bela olacaktır. Bu konudaki görüşlerimi geniş bir biçimde dün ifade etmiştim.
Ama benim referandumda "hayır" oyu kullanmamım nedeni, söyledim, bu kaos değil!
* * *
Ben Türkiye Cumhuriyeti rejimini tayin eden parlamenter demokrasi devam ettiği sürece, hukuken hiçbir sakınca taşımayacak şekilde hazırlansa dahi, bir referandum sonucu cumhurbaşkanını milletin seçmesini doğru bulmuyorum.
Üç nedenle:
1) Türkiye’de halen parlamenter demokratik rejim devam etmektedir. Türkiye henüz bu rejimi tam benimsememiştir. Üstelik, gereği ile uygulamamıştır ki, "Bu bize yaramıyor, bir de başkanlık veya yarı-başkanlık rejimini deneyelim" denebilsin.
Tersine, 80 Anayasası ile parlamenter demokratik rejimin bekçiliğine soyundurulan cumhurbaşkanının yetkilerinin kısılması Türkiye için daha hayırlı bir işlemdir.
* * *
2) Diyelim ki; illa ki cumhurbaşkanını millet seçecek diye bir karar verdik. Elimizdeki metin tam anlamı ile yangından mal kaçıran bir metindir. AKP, bu metni duygusal bir ortamda, kendisine cumhurbaşkanını seçtirmeyenler ile inatlaşmak için hazırladı. Hazırladığı metnin Anayasa Mahkemesi’nden dönmesini bekliyordu. Ancak, bu kez Mahkeme, belki de bugün yaşandığı gibi, AKP’nin köşeye sıkışması için referandum yolunu açtı.
Şu anda cumhurbaşkanını milletin seçmesi için elimizde bir metin var ama %50’nin üzerinde bir oyla seçilecek cumhurbaşkanının yetkileri ile ilgili hiçbir düzenleme yok. AKP, tıpkı zina meselesinde olduğu gibi tamamen hazırlıksız olduğu bir konuda yangından mal kaçırmaya çalışıyor.
%50’nin üzerinde oy ile doğrudan millet tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilen cumhurbaşkanı ile aynı yetkileri taşıması rejim açısından muazzam bir çelişki değil midir?
Kaldı ki, cumhurbaşkanının yetkilerini geçen dönemde fazla bulan yine AKP idi.
Hem cumhurbaşkanının millet tarafından seçilmesini istemek, hem de yetkilerinin fazlalığından şikayet etmek perhiz ile lahana turşusunu karıştırmak değil midir?
Efendim, sonradan gereken değişiklikler yapılacakmış. Kervanın yükü yolda düzecekmiş.
İyi de, hangi yetkilere sahip olacağını bilmediğim bir cumhurbaşkanı için "Sen sadece nasıl seçileceğine karar ver, gerisini merak etme!" diyen Şark kurnazı politikaya neden cevaz vereyim?
* * *
3) 21 Ekim’de Anayasa için referanduma hazırlanan Türkiye’de aynı zamanda Anayasa’nın toptan değiştirilmesi için çalışmalar da yapılıyor.
Bu da ayrı bir aymazlık değil mi?
Neden, herkesin değiştirilmesi gerektiği üzerine fikir birliği ettiği Anayasa toplumun tüm katmanlarında gereği kadar tartışılıp değiştirildikten sonra toptan referanduma gidilmiyor, bunu da anlamak mümkün değil.
* * *
Ben bu kadar ciddiyetsiz bir referandumda, eğer yapılırsa, "hayır" oyu kullanacağım!
Yazının Devamını Oku 9 Ekim 2007
21 Ekim referandumunun ayağımıza dolaşacağına dair basında çok ama çok az kişi dikkat çekerken 20 ve 27 Eylül’de başımıza gelecekleri sorgulamış ve daha 20 Eylül’de şu soruyu sormuştum: "İçimde bir ses; ...Ekimde yapılacak referandumda bizzat savunduğu değişiklikler için ’hayır!’ çıkması uğruna AKP’nin büyük gayret göstermek zorunda kalacağını söylüyor!"
Referanduma 12 gün kala AKP’nin nasıl sıkıştığı ortada!
27 Eylül tarihli yazımda da içine düştüğümüz ironiyi şu cümlelerle ifade etmiştim:
"Tarihe de 2 adet 11. Cumhurbaşkanı sahibi olmuş ülke olarak geçiyoruz!
Bir sonrakine de "12." mi yoksa "13. Cumhurbaşkanı" mı deneceği de derin bir entel tartışmasına yol açıyor."
* * *
AKP çeşitli soruların sorulduğu referandumdan tümüyle caysa, kendisiyle büyük çelişki yaşayacak!
Hele hele, "Cumhurbaşkanı’nı millet seçsin" maddesinden vazgeçmek, AKP’nin 22 Temmuz seçimleri öncesi kullandığı "Cumhurbaşkanı’nı size seçtirmiyorlar" temasının hepten inkárı olur.
O zaman, 27 Eylül tarihli yazımın sonunda sorduğum, "22 Temmuz’un ’Yeter söz milletin!’ sloganı, 21 Ekim’de ’Yeter millet haddini bilsin!’ sloganı haline dönüşecek mi?" sorusuna AKP’nin vereceği cevap kocaman bir "evet!" olur.
AKP, hem kendi eliyle yaratacağı kaosun önüne geçmek, hem de işini gördürdükten sonra milleti dışlamış bir görüntü vermemek için referandumdaki sorulardan sadece "11. Cumhurbaşkanı" ile ilgili maddeleri çıkarmak istiyor.
MHP de, nedense bu teklife yeşil ışık yakıyor!
* * *
Hukukçu değilim ama mantık bana "referandumda kısmi tadilat" yapılmasına itiraz eden ve referandumun tümden iptal edilmesi gerektiğini savunan CHP’nin görüşlerinin daha doğru olduğunu söylüyor.
Sınırlarda oylama çoktan başladı ve belirli sayıda seçmen, içinde 11. Cumhurbaşkanı’nın seçilmesine dair soruların da olduğu, "tadilat görmemiş referandum"a oy verdiler ve vermeye devam ediyorlar.
Eğer, 21 Ekim’de "tadilat görmüş referandum" oylanırsa seçmen iki ayrı referandum yapmış olmaz mı?
Bu durumda da büyük bir hukuki kaos doğmaz mı?
* * *
Ancak, ben bir adım daha ileri gidiyorum ve şu soruyu da soruyorum.
Sınırlardaki oylamalarla referandum başladığına göre referandumun ortasında referandum maddeleriyle oynamanın dışında ayrıca referandumu (CHP’nin istediği şekilde) toptan iptal etmek mümkün müdür?
Sayıları ne olursa olsun; referandum için halen oy kullanmış vatandaşların itiraz hakları nasıl değerlendirilir?
Referandumu şu andan itibaren tadilata uğratmak veya iptal etmek ile aynı işlemleri seçim sabahı oylama başladıktan 2 saat sonra yapmak arasında hukuki açıdan herhangi bir fark var mıdır?
* * *
Bugünler her kafadan ayrı bir ses çıkması için aranır da bulunmaz günler değil mi? Hadi kıymetli hukukçular; görev başına!
Yazının Devamını Oku 7 Ekim 2007
New York4 Ekim 2007 tarihli ve "Demokratların da Irak Politikası Yok" başlıklı yazımda 2003 yılında yazdığım bir yazıdan alıntı yapmış ve Irak Savaşı’nın ana gerekçesini şu cümleyle açıklamıştım: "ABD 2000 yılında sahip olduğu üretim seviyesini koruyabilmek için 2025 yılında ülkesinde gerçekleşecek enerji tüketiminde ithalatın payını % 55’ten % 70’e çıkarmak zorunda!"
Sağ olsun, bir okurum uyardı; ABD’nin petrol ithalatının tüm tüketim içinde payının şimdiden % 70’i geçtiğini vurguluyor. Eğer, dünyadaki üretimin % 26’sını (1/4) yapıyorsanız ve bu üretim seviyesini sürdürebilmek için üretimin ana motoru olan enerjide % 70 oranında dışarı bağlı iseniz, emperyal emelleriniz şu veya bu partinin iktidarda olmasıyla ilgili değildir. Bu yüzden de oturup; "ABD’de Demokratlar başa geldiğinde Ortadoğu güllük gülistanlık olacak mı?" diye umutlu sorular sormak biraz naiflik taşımaktadır.
* * *
Ben, ABD’deki dostlarımla da tartıştıktan sonra; önümüzdeki dönemde Türkiye-ABD ilişkilerini; neredeyse ABD için olmazsa olmaz, bizim için de tersine kırmızı çizgiler oluşturan şu üç gelişmenin şekillendireceğine iman ettim:
1) Irak üçe bölünecek.
Bölünme, sözüm ona bir merkezi hükümet etrafında toplanacak gevşek bir federasyon şeklinde de olsa, Şii bölgesi genelde İran’ın nüfuz alanı, Sünni bölgesi genelde S.Arabistan’ın nüfuz alanı altına girecek. Petrol gelirlerinin ortak kullanımını öngören bir merkezi Petrol Yasası olacak, ama şimdiden uygulanmaya başladığı üzere, herkes kendi alnındaki petrolün sahibi olacak. ABD, bu dönemde petrol yatağı Kuzey Irak’a daha da yaklaşacak.
2) Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulacak.
Bu devlet zaten var. Ancak, her geçen gün özelliklerini daha belirgin hale getirecek. Büyük ihtimalle, ABD Irak’ın diğer bölgelerinden çıktıktan sonra dahi Kuzey Irak’ta askeri varlığını sürdürecek. ABD askeri Şii-Sünni ittifakının (veya El Kaide gibi bağımız unsurların) Kuzey Irak’a olası bir saldırısına karşı tedbir alacağı gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin de olası saldırısına karşı tedbir oluşturacak.
ABD, Irak’tan çıkarken muhakkak ki bizim topraklarımızı kullanmayı tercih edecek. Türkiye’de tersten bir 1 Mart tezkeresi dönemi yaşanacak.
Bu arada Kuzey Irak’ta kişi başına yıllık milli gelir 2 bin-3 bin dolarları sollarken Güneydoğu’daki Kürtler gelişmeleri, ceplerinde ortalama 400 doları taşıyarak izleyecekler.
3) Ermeni Soykırım Yasası, ABD Kongresi’nden geçecek.
Çok büyük bir ihtimalle bu ay, olmazsa önümüzdeki 1-2 yılda tasarı kongreden muhakkak geçecek. Tasarının geçmesine Demokratlar önayak olacaklar.
* * *
Bu "olmazsa olmaz" 3 gelişme dışında beklenen bir dördüncü gelişme de, bana göre, Bush dönemi bitmeden büyük ihtimalle hayata geçecek:
4) ABD, İran’ı havadan tarumar etmeye kalkacak.
Esasında "Petrol Savaşları" çerçevesinde, İran’ın "nükleer silah" üretme gayretleri ile Batı’da meşruiyet kazanarak ABD, Bush dönemi bitmeden İran’ın ivedilikle nükleer çalışmalar yaptığı merkezlerine, petrol havzalarına, altyapı zenginliklerine havadan saldıracak. Bu amaçla İncirlik Hava Üssü’nü kullanmayı bizden isteyecek.
* * *
Bunları neden mi yazıyorum? Benim gibi insanların görevi ön uyarı yapmak! (Örnek: Mahalle politikası/baskısı 23 Mayıs 2007)
Yazının Devamını Oku 4 Ekim 2007
<b>New York</b><br>ABD’nin içinde çok daha net hissediyorsunuz ki Amerikalıların Irak’ta ne yapılması gerektiği konusunda kafaları çok karışık.
Diyeceksiniz ki; Irak Savaşı’na normal yurdum Amerikalısı karar vermedi ki, şimdi ne yapılması gerektiğini o bilsin. Haklısınız! Kendilerine şu ana dek zerre kadar katkısı olmayan savaşı Amerikalılar ceplerindeki parayla finanse ettiler. En beteri, fidan gibi gençlerini yitirdiler. Şimdi de savaş bitsin istiyorlar. Ama nasıl ve ne zaman?
* * *
Belki de Amerikalıların Irak’ta yaşananlarla ilgili çelişkili duyguları herkesin kafasının beter karışmasına, çözümün bir türlü bulunamamasına neden oluyor.
Tamam, Amerikalılar bu savaş bitsin istiyorlar, ama açıkça ifade edemeseler dahi, ABD’nin Irak’a saldırmasını doğru buluyorlar. Saldırıyı da Saddam’ın zulmünü sona erdirmek veya Ortadoğu’ya demokrasi getirmek için onaylıyor değiller.
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2007
<b>New York</b><br>Geçen hafta New York’ta bir seri toplantılara katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kritik toplantılardan birisini kanımca dünyanın en güçlü yatırım şirketleri ile yaptı. Bear Stearns & Company’nin ev sahipliğini üstlendiği toplantıyı AKP’nin çiçeği burnunda milletvekili Dr. Cüneyt Yüksel ve Arslan Grubu Başkanı Ahmet Arslan organize ettiler.
Harvard Universitesi mezunu ve ABD’de 10 yılı aşkın süre hukuk alanında çalışmış olan Dr. Yüksel bu dönem Mardin’den TBMM’ye ilk kez adım attı. Ben şahsen kendisinden siyasette büyük katkılar bekliyorum. Zaten, Cüneyt Yüksel de ilk siyasi perfomansını milletvekilliğinde henüz 3 ayını doldurmadan bu önemli toplantıyı organize ederek gösterdi.
* * *
Toplantıya en üst düzey yöneticilerini yollayan yatırım şirketlerinin toplam portfoliyoları 1 trilyon doları aşıyor. Aralarında Bear Sterns & Co., Goldman Sachs, Soros Management, gibi çok büyük yatırımları yönlendiren şirketlerin bulunduğu grup ile hükümet temsilcileri, ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiyi güçlendirmek amacıyla, bir araya geldiler.
Uzun yıllardır Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri güçlü finans kuruluşları ile böyle geniş çaplı toplantılar yapmıyordu.
Dr. Cüneyt Yüksel’e göre Türkiye’nin yabancı yatırımcılar açısından en büyük avantajı 70 milyonluk nüfusunun %70’inin 35 yaş altında oluşu. Türkiye yabancı sermaye açısından çok dinamik ve dolayısı ile oldukça cazip bir insan sermayesine sahip.
* * *
İnişli-çıkışlı gitse de Türkiye ile ABD’nin çok güçlü stratejik ve siyasi ilişkileri var. Ancak zannedilenin aksine; Türkiye ile ABD arasında ekonomik ilişkiler çok düşük seviyede.
Türkiye ile ABD arasında yıllık toptan ticaret sadece 10 milyar dolar seviyesinde!
* * *
Başbakan yaptığı konuşmada Türkiye’nin yabancı sermaye çekebilmek için attığı adımları anlattı ve şöyle dedi:
"Bu adımlar Türkiye’yi Batı’yla ortak kader arayışında olan ilk Müslüman ülke konumuna getirebilir. Bu süreç oldukça büyük önem arz etmektedir ve Amerikan hükümetinin de Türkiye’nin bu özelliğini göz ardı etmesi beklenemez."
Başbakan Türkiye’nin yabancı sermaye çekme konusunda hedef tespit ettiğini de anlattı:
"Doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili yasal reformların yanında doğrudan başbakana bağlı Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı kurulmuştur. Ajansın amacı Türkiye’yi dünyanın en çok yabancı sermaye çeken 5. ülkesi haline getirmektir."
* * *
Başbakan’ın yabancılara verdiği rakamlara göre geçen sene Türkiye’ye gelen yabancı sermaye akışı 20.2 milyar doları bulmuş ve bu rakamın önümüzdeki yıl daha da artması bekleniyormuş. Yalnızca bu yılın ilk altı ayında ülkeye giren yabancı sermaye miktarı 11.8 milyar dolar olmuş.
Türkiye’de yapılan özelleştirmelerin doğrudan yabancı sermaye içindeki payı %14. Türkiye’nin çektiği yabancı yatırımın %70’i birleşme ve devralmalar ile olmuş. Bu miktar ülkemizi son beş senede en çok yabancı sermaye çeken ülkeler arasında 13. sıraya yükseltmiş. Türkiye gelişmekte olan ülkeler arasında toplam doğrudan yabancı sermaye miktarı açısında 6. sırada imiş.
* * *
İki ülke arasında en güçlü bağlar ekonomik bağlardır. Yıllardır kimileri ABD’nin Türkiye’yi sömürdüğünü yazarlar. Halbuki, görünen o ki Türkiye ile ABD arasındaki en zayıf bağ ekonomik bağ!
Bu bağı güçlendirmek yolunda hükümete destek olmak lazım!
Yazının Devamını Oku 2 Ekim 2007
<b>New York</b><br>28 Eylül gecesi New York’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Senatörü, Demokrat Parti’nin en güçlü başkan aday adayı, eski first lady Hillary Clinton’ın katıldığı iftar yemeğini tertip eden kuruluş, çalışmalarını New York’ta sürdüren Türk Kültür Merkezi (www.turkishculturalcenter.com) idi. Bini aşkın davetli salonu doldururken oldukça yüksek sayıda insan da salona giremedi. Gece çok görkemli geçti. * * *
Yad ellerde bu kadar büyük bir organizasyonun altından başarıyla kalkan Türk Kültür Merkezi nedir, ne iş yapar, nasıl finanse edilir? Bu üç sorunun cevabı Türkiye’de muhakkak aranacaktır ve merkez üzerinde epey spekülasyon yapılacaktır.
Zira, Türk Kültür Merkezi, Fethullah Gülen Cemaati etrafında toplanan insanlar tarafından oluşturulmuş ve onlar tarafından yönetiliyor!
* * *
Herkesin derdine koşan, gözlerinin içi devamlı gülen Başkan Recep Özkan, Türk Kültür Merkezi/New York’un çalışmalarını kabaca özetliyor.
Merkezde Amerikalılara Türkçe öğretilirken, Osmanlıca derslerinin başlaması için de hazırlıklar var. Zaman zaman çeşitli üniversiteler ile işbirliği yapılarak konferanslar tertip ediliyor. Edebiyat alanında çalışmalar yapılıyor. Yıllık aktiviteler düzenleniyor. Arada bir Türkiye’ye geziler tertip ediliyor. Türk ve Amerikalı hanımlar sık sık bir araya geliyorlar ve aralarında kendi meselelerini tartıştıkları gibi yemek pişirme kursları, kitap okuma saatleri türü aktiviteler tertip ediyorlar.
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım adına konmuş bir de ödül var.
* * *
İftar yemeği öncesi Başbakan’ı beklerken bir gazeteci arkadaş yemeğin görkemine dikkati çektikten sonra, "Fethullah Hoca Cemaati’ni ciddiyetle takip etmeyen, Türkiye’yi hiç anlayamaz" diyor!
Anında duyar gibi oluyorum. Gülen Cemaati’ni hiç tanımayan, cemaatler arasında fark olup olmadığını anlama zahmetine katiyen girmeyen laiklik hassasiyeti yüksek kesimler "değirmenin suyu nereden geliyor?", diye sual edecekler ve verilen cevapları dukak bükerek "yemezler!" imasıyla dinleyeceklerdir.
Ben can alıcı soruyu Başkan Recep Özkan’a soruyorum:
"Aktivitelere yapılan harcamaları şimdilik bir kenara koyalım. Sadece Lexington Avenue gibi New York’un en pahalı caddelerinden birinde ve muhteşem bir binada böyle geniş bir ofis kiralamak dahi çok masraflı bir iştir.
Değirmenin suyu nereden geliyor?"
Recep Özkan gülümsüyor ve cevabını veriyor!
Merkez sadece ve sadece Manhattan’da çalışan ve cemaate gönül veren/sempati duyan Türk işadamları tarafından finanse edilmektedir!
* * *
Yukarıda yazdım. Bu cevaba dudak bükenler çok olacaktır. Dünyaya "Ilımlı İslam"ı pompalamaya çalışan ABD’nin muhakkak işin içinde olduğunu içlerinden geçirecekler, hatta yakınlarına fısıldayacaklardır.
Eminim; örgütlenemedikleri, ortak bir hizmete emek koyamadıkları, bırakın büyük paraları, üç-beş kuruşu aralarında toplayamadıkları için bunu başka hiç kimsenin başaramayacağını düşünen insanların paranoyası bu kez de Türk Kültür Merkezi’nin nasıl çalıştığını anlamakta aciz kalacak!
Türk Kültür Merkezi’nin olağanüstü çalışmaları Türkiye’yi New York’ta onurlandırıyor. Keşke, diğer insanlar da benzerlerini yapsalar!
Yazının Devamını Oku 30 Eylül 2007
<b>NEWYORK</b><br>28 Eylül gecesi New York’ta Türk Kültür Merkezi’nin (Turkish Cultural Center-New York) davetlisi olarak tertip ettikleri iftar yemeğine katıldım. Bini aşkın davetli arasında sadece bu iftar yemeği için Türkiye’den gelen çok sayıda insan vardı. Günlerdir hangi sinema oyuncularının katılacağına dair hakkında dedikodu yapılan yemeğin en önemli iki ismi ise muhakkak ki Hillary Clinton ve Recep Tayyip Erdoğan idi. Eminim, bu yemek bu hafta Türkiye gündeminde oldukça önemli bir yer tutacak ve Fethullah Gülen Cemaati’ne bağlı insanların kurduğu Türk Kültür Merkezi mercek altına yatırılacak.
Hafta içinde ben de merkez hakkında kendi görüşlerimi yazacağım.
* * *
Merkezin, belki de ABD’nin bir sonraki başkanı olacak Hillary Clinton ile çok sıcak bir ilişkisi var. Bu açıdan bakıldığında, bu tür yaklaşımlar sayesinde kurulacak dostluk ilişkileri, kişisel ilişkilere önem veren rahmetli Özal döneminde olduğu gibi derin izler bırakabilir.
Ben iftar yemeğini böyle bir olasılığın izlerini arayan gözlerle izledim.
* * *
New York Senatörü ve 2008 yılı başkanlık seçimlerinin Demokrat Parti aday adayı Hillary Clinton, yemeğe çok büyük ilgi gösterdi. Erdoğan’ı ayakta dinledi.
Bilindiği gibi; Demokrat Parti’nin adayları arasında Bayan Clinton farklı bir şekilde önde gidiyor. Ancak, oldukça erken başlayan yarışta Bayan Clinton’ın en önemli engeli ise genel seçmen açısından istenmeme oranının (yüzde 40 civarında) çok yüksek oluşu.
Sanırım, genel seçmen açısından Bayan Clinton’a karşı duyulan tepkinin nedenlerinden bir tanesi de Demokratların Irak konusunda somut bir politikalarının olmaması.
Irak’ta her şeyi yüzüne gözüne bulaştıran Cumhuriyetçilere karşı savaşın iğrençliği üzerine Demokratlar hamasi nutuklar atmakta ustalar ama benim de şahsi görüşüm, reel siyaset açısından, bu konuda herhangi bir somut plana sahip değiller.
Şimdilik, olası başkanlık dönemlerinde Irak meselesini temizlemek konusunda oldukça yoğun mesai harcamak zorunda kalacaklarını ve bu mesaide ister istemez Türkiye ile yakın işbirliği yapmak zorunda olduklarını biliyorlar.
Demokratlar, TC Başbakanı’na de bu perspektifle yaklaştılar.
* * *
Eski başkan ve olası yeni başkan adayı Bayan Clinton’ın kocası Bill Clinton’ın Batı dünyasının en başarılı lideri ilan ettiği, Demokratlar adına mikrofonu kapan hemen herkesin fiziki endamından tutun hemen hemen tüm özelliklerine yağ çekme seviyesinde methiyeler düzdüğü Recep Tayyip Erdoğan burada kazandığı övücü sıfatlar konusunda neler hissetmiştir bilemem ama ben "bayram değil seyran değil, Demokratlar Başbakan’ı neden öptü" diye sorgulamadan edemedim.
Kulaktan duyduğum, Rupert Murdoch’un aşırı övgüleri de Fox Grubu’nun Sabah-ATV satışı çerçevesinde altyapı kurmaya yönelik tavır aldıklarına beni ikna etti.
Olası müstakbel Dışişleri Bakanı Richard Holbrooke da bir demeci sonucu "Türkiye, Malezya olur mu?" tartışmalarına önayak olduğu için pişmanlığını defalarca ifade etti!
* * *
"ABD, Irak’tan çekilirken Türkiye kendi topraklarının kullanılmasına izin verir mi?"
ABD’de sadece Demokratların değil, siyasetle uğraşan herkesin kafasındaki esas soru bu.
Ben Bayan Clinton ve Başbakan Erdoğan’ı dinlerken yapılan konuşmalara bu öz açısından baktım.
2008 yılında 1 Mart tezkeresi tersten gündeme gelecek.
Bakalım bu sefer Türkiye hangi köşeye yatacak!
Yaşayalım ve görelim!
Yazının Devamını Oku