17 Şubat 2008
ÖNCE bir habere dikkat çekelim:"Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ’OECD Ülkelerinde Kadınlar ve Erkekler’ Raporu, 30 OECD ülkesi arasında yükseköğrenim görme oranı açısından Türkiye’nin kadınlarda sonuncu, erkeklerde ise sondan ikinci sırada bulunduğunu ortaya koydu... ...Türkiye’de 25-64 yaş grubundaki kadınların sadece % 7.1’i yükseköğrenim mezunu iken, bu oran Kanada’da % 47.8’e çıkıyor. OECD ortalaması ise % 24.8 düzeyinde. Anılan oran Meksika’da bile Türkiye’nin iki katı oldu. 25-64 yaş grubundaki erkeklerin sadece % 10.7’sinin yükseköğrenim mezunu olduğu belirlendi. Bu oran, Kanada’da % 41.4, ABD’de % 38.4, Meksika’da yüzde 19.4 düzeyinde bulunuyor. OECD ortalaması ise % 25.4. Türkiye ancak, % 10.2’de kalan Portekiz’i geçebiliyor. Ülke verileri incelendiğinde, yükseköğrenim görme oranı arttıkça kadınların bu açıdan erkekleri geçtiği de dikkat çekiyor. Türkiye’de 25-34 ve 55-64 yaş gruplarının mezuniyet oranları arasındaki fark, kadınlar açısından 6.1 puan, erkekler açısından 3.2 puan düzeyinde bulunuyor. Buna karşılık, OECD ortalamasında genç nesil kadınlar, yaşlılara göre 18.6 puan, genç erkekler ise 7.7 puan daha fazla oranda yükseköğrenim görüyor. Söz konusu fark Kore’de kadınlar açısından 43.2 puana, erkekler açısından ise 35.4 puana kadar çıkıyor." (Habertürk-16.02.08)
* * *
Her şeyden evvel "türban meselesi" kargaşasında gözün gözü görmediği bir ortamda "esas derdimiz"i orta yere serdiği için TİSK’e çok teşekkür ederim.
Raporun ortaya koyduğu gerçek, ortak ayıbımızdır!
Üstelik, bu rezalet rakamlar, anladığım kadarıyla, eğitimde kaliteyi göz önüne almıyor. Sadece kantitatif bir ölçüm yapıyor, sabit rakamları göz önüne seriyor.
OECD ülkeleri arasında sonunculuğu elde tutmamız -hak yemeyelim, erkekler sondan ikinci imiş- kadar nesiller arasında yüksek eğitim alanların yüzdelerinin yükselme oranlarının çok düşük olması da beni üzdü. Baksanıza, 25-34 ve 55-64 yaş grupları arasında gençlerin lehine kadınlarda sadece 6.1 puan, erkeklerde ise sadece 3.2 puan fark var. OECD ortalaması ise kadınlarda 18.6 puan, erkeklerde 7.7 puan fark olduğunu gösteriyor.
Demek ki, biz zaman içinde doğru dürüst ders de almamışız!
Kendi tarihimizden öğrenmeyi becerememişiz.
Devletler zaman içinde eksiklerini, zaaflarını tespit eder, bunları düzeltmek için para ve emek harcarlar. Biz ise durumu fazla dert etmemişiz.
Rapora göre en fazla ders alan ülke Kore olmuş ki zaman içinde nesiller arasında kadınlarda 43.2 puan, erkeklerde 35.4 puan fark yaratmışlar.
Kore’nin sanayide bu kadar ileri gitmesinin en önemli nedeni insana yatırımdır.
* * *
Bir de yükseköğrenimde kalite meselesine bakalım. Yükseköğrenimde kalite ölçümlerinden belki de en önemlisi, yükseköğrenimdeki yabancı öğrenci sayısıdır. Size ne kadar dış talep olduğudur. Yine OECD verilerine göre, bugün itibarıyla dünyada 132 milyon üniversite öğrencisi global bazda eğitim görüyor ve 300 milyar dolarlık bir pazar yaratıyor. 2.7 milyon öğrenci kendi ülkeleri dışında bir ülkede eğitim görüyor.
Şimdi sıkı durun. Benzemekten korktuğumuz 25 milyonluk Malezya, 50 civarındaki üniversite kapasitesiyle 60.000 yabancı öğrenciyi ülkelerine çekme başarısı gösterirken 72 milyonluk Türkiye yakın bir zamanda 150’lere ulaşması beklenen üniversite sayısıyla sadece 2000 yabancı öğrenciye ev sahipliği yapıyor!
* * *
Ne olur, birileri de YÖK’e bu gözle baksınlar!
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2008
BENİM neslim "Nereden çıktı bu! Durup dururken icat çıkarma!" azarı ile büyüdü. Çocukluğumda ne zaman ortaya yeni bir fikir atamaya kalksam "İcat çıkarma!" sözleriyle azarlanırdım. Bunun içindir ki benim neslim, çoğunluk itibarıyla, yenilikten kaçan, değişime direnen, bırakın yaratıcı olmayı, hayal kurmaktan korkan bir nesil oldu.
Benim neslimden bilimsel metodolojiyi hazmetmiş çok az insan çıktı. Ezber çekmeye bayılan, itaati en büyük insan erdemi sayan, güruhtan ayrı düşmemeye azami dikkat gösteren insanlar olduk.
* * *
Bunun içindir ki, Türk Ekonomi Bankası (TEB)’nın "İcat Çıkar!" adı altında düzenlediği ve ülkedeki tüm gençleri mali sektörde yaratıcı olmaya, yenilikler bulmaya, düşünülmeyeni düşünmeye, hayal edilmeyeni hayata geçirmeye davet eden yarışması beni çok heyecanlandırdı.
* * *
TEB Genel Müdürü Varol Civil, TEB’de yenilikçi ve yaratıcı olmanın bir kurum kültürü haline geldiğini belirtiyor, "Bankamız bünyesinde İcat Çıkar sloganı ile özetleyebileceğimiz bir inovasyon ruhu yarattık. Karşımıza bir engel çıkınca icat çıkarıyoruz. Şikáyet ederek zaman kaybetmiyoruz" diyor.
TEB İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı Nilsen Altıntaş "Kurum içinde inovatif olmanın stardını ’Kıvılcım’ portalımızla verdik. Geçen yıl oluşturduğumuz ve adına Kıvılcım dediğimiz inovasyon portalımıza bir yılda yaklaşık 1.900 çalışanımızdan 5.700 adet inovasyon ve iyileştirme önerisi geldi. Bunlardan 35 adedi 2007’de hayata geçirildi, 450 kadarı hayata geçirilmeye uygun bulundu" diyor.
"İcat Çıkar Yarışması"nda Gürel Yıldız, Hüseyin Daştan, Ahmet İlker Akbaba, Özgür Günay, Bülent Oral, Erkan Yenier, Ömer Aydın, Ayşegül Dilaver, Mehmet Ali Savaş, Murat Aydıner, Gökhan Karatoy ve Atilla Egeligil isimli gençler finale kaldılar, hepsini candan kutluyorum.
* * *
TEB’de yenilikçilik ve yaratıcılık ruhunu kurumsal kültür olarak benimsediklerine dikkat çeken Genel Müdür Yardımcısı Nilsen Altıntaş, "TEB Akıl-Fikir (İcat Çıkar) Yarışması"nın ruhunu desteklediklerini, her iki etkinliği de geleneksel hale getirerek her yıl tekrarlayacaklarını da söylüyor.
* * *
21. yüzyıl bireyin yaratıcılığının en fazla ortaya çıktığı yüzyıl olacak. Gençlerimizi araştırmaya, bilimsel metodolojiyi hazmetmeye, bilim felsefesi üzerinde akıl yormaya ne kadar çok teşvik edersek, yaratıcı fikir ve deneylerini ne kadar çok önemsersek ülkemiz 21. yüzyılda o kadar önemli bir ülke olacak.
Bu dönemde kurumlar kendi içlerinde yaratıcı fikirleri ne kadar çok sahiplenirlerse o kadar çok başarılı olacaklar.
Eğer okullarımızı sorulan soruya cevap arayan öğrenci yetiştirmek yerine soru sormayı doğal parçası haline getirmiş öğrenci yetiştirmek üzere yeniden kurgularsak 21. yüzyılın insanını yetiştirmiş olacağız.
* * *
"İcat Çıkar" yarışmasını düzenleyen ve diğer kurumlara örnek olacak bir gelenek yaratmaya soyunan Türk Ekonomi Bankası’nı (TEB) ve bu yarışmaya ön-ayak olan yöneticilerini candan kutluyorum!
Yazının Devamını Oku 13 Şubat 2008
DÜN kendimce bir çağrı çıkardım. Türban çatlağından sonra insanlarımız gözler önünde karpuz gibi ortadan ikiye yarılırken, acaba iki tarafa da sağduyu tavsiye etmenin bir faydası olur mu diye düşüncelere daldığım için bu iki yazıyı yazıyorum. Dün türban karşıtı rektörlere seslenmeye çalıştım, bugün türban zaferi yaşayan Başbakan’a seslenmek istiyorum.
* * *
Sayın Başbakan;
Farkında olmak zorundasınız ki artık siz zenci değilsiniz, bizzat beyazın kendisi oldunuz.
Şimdi önünüzde iki yol var.
Ya eski beyaz-yeni zencilerin haklarına sahip çıkacak, korkularını bertaraf etmeye çalışacaksınız, ya da "Ne yapalım, şimdi ezilmek sırası onlarda!" diyeceksiniz.
Ancak, unutmayın ki siz herkesin oyunu almasanız da herkesin başbakanısınız. Demokrasiye zerre kadar inancınız varsa sizlere oy vermeyen, hatta ülkede %1’lerle temsil edilen kitlelerin bile haklarını ve hukuklarını korumak için göreve geldiğinizi unutamazsınız.
* * *
Sosyal olgularda neyin ne olduğu değil nasıl algılandığı önemlidir.
Nasıl ki, Türkiye’de bir kesim Cumhuriyet’in onları dışladığı algılaması içinde iseler ve siz onlara sahip çıkma iddiasındaysanız, ülkede çok önemli bir kesim de türbanın din devleti olma yolunda bir siyasi simge olduğuna dair ciddi ve derin tehdit algılaması içindeler. Kaldı ki, siz de ünlü "velev ki..." sözünüzle böyle bir ihtimalin olduğunu kabul ettiniz. Ayrıca hazırlattığınız YÖK Ek-17’nin metin değişikliği teklifi açık ve net bir şekilde serbest kalacak örtünme şekli olarak başörtüsünü tarif ediyor ve türbanı dışlıyor.
* * *
Türbanı siyasi sembol olarak görenlere ve tehdit algılaması içine girenlere AİHM de hak verdi ve türbanın yasaklanmasını AİHS’ye aykırı bulmadı.
Lütfen, bu insanların hepsini aynı kaba koyarak "laikçilik" ile damgalayıp dışlamayınız. Evet, nasıl türbanlılar arasında var, bunların arasında da cazgırlar var, "Bu işte benim çıkarım ne!", diye hesap tutanlar var.
Ama büyük rakamlarla ifade edilen o kitlenin büyük çoğunluğu samimi olarak Türkiye’deki gelişmelerden kaygı duyuyorlar. Ben de türban düzenlemesine hazırlıksız girdiğinizi ve her geçen gün denetimin elden kaçtığını düşünüyorum.
İmam-cemaat ilişkisi içinde bir gün sizin de kontrolü yitirme ihtimaliniz olduğu korkusu içindeyim.
Muhafazakár yaşam tarzını bazı insanlar seçebilir ama bu yaşam tarzını başkalarına dayatamazlar!
İvedilikle özel bir TV programında doğrudan hitap ederek; dayatma yapılacağına dair korkuya kapılmış insanlarımıza açık cümlelerle sahip çıkınız, onların bu algılamalarına katılmasanız da saygı duyduğunuzu beyan ediniz.
Topluma vereceğiniz güvenceleri anayasal koruma altına almak için gereken tedbirleri de açıkça sıralayınız.
* * *
Unutmayınız:
"Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlak yozlaşma getirir!"
Tarihte hangi padişah, hangi kral, hangi cumhurbaşkanı, hangi başbakan yukarıdaki sözü göz ardı etmiştir, hepsi tepetaklak gitmişlerdir.
İnsanın en zayıf anı en güçlü olduğunu zannettiği andır!
Karşılıklı el uzatılacaksa kazananın önce el uzatması ádettendir!
Lütfen, tehdit algılaması içinde yaşayanları rahatlatınız!
Yazının Devamını Oku 12 Şubat 2008
TÜRBAN için Anayasa değişti. Ancak, belli ki bu kavga burada bitmeyecek. Yasal, siyasal ve sosyal alanda itişme devam edecek. Ben ülkenin bir karpuz gibi ortadan yarıldığını görüyor ve çok üzülüyorum. Bunun içindir ki bugünden ibaren aydınların görevinin bu ayrışmanın mümkün olduğunca önüne geçmek olduğu görüşündeyim. Bu safhada ülkede birileri iki tarafa da eşit mesafede durarak, taraflara aklının erdiği kadar sağduyu telkin etmelidir.
Ben bugün ve yarın buna soyunacağım. Bugün türbana direnenlere sesleneceğim. Yarın, türbanı serbest bırakanlardan bazı dileklerde bulunacağım.
* * *
Sevgili Hocalarım, Sayın Rektörlerim;
Türbanın serbest bırakılması sonrası ülkede gelişebilecek olaylar ve yaşanacak süreç hakkındaki kaygılarınızı paylaştığımı bu köşede defalarca yazdım.
Öte yandan zannederim ki, YÖK Ek-17. maddenin yeniden düzenlenmesi konusunda AKP, içine düştüğü çıkmazın farkına vardığı için kıvıracak ve topu üniversitelere atacak.
Gözüken odur ki, ateşten kestaneleri size aldırmaya kalkacaklar!
* * *
Benim sizlerden bu safhada ricam, hukuki mücadelenizi ne şekilde yürütürseniz yürütün, üniversiteye başı kapalı da gelecek, başı açık da gelecek gençlerin hepsinin bizim evladımız olduğunu unutmamanızdır!
Lütfen, yasaları yorumlayarak onların okula girişine engel olmayın!
Bence de kapalı kızlarımız içinde türbanı siyasi tavır olarak kullananlar var. Dışlanma duygusu içinde içi öfke dolu olanlar var. "Şimdi sıra bizde!" diye düşünenler var.
Ama, sadece ve sadece inancını yaşamak isteyenler de var. Onlar sadece bir an evvel okullarına kavuşmak istiyorlar.
Ben 2. grubun çoğunluk olduğunu düşünüyorum.
İsteyen aksini de düşünebilir.
Ama TBMM’nin yaptığı Anayasa değişikliğinden sonra niyeti ne olursa olsun, başını kapayan her bir kızımızı bağrınıza basmak sizin göreviniz olsun!
O çocukların hepsini kucaklayın!
Aralarındaki münafıkları utandırın, ülkedeki muhafazakárları şaşırtın.
Siz elinizi uzatın, varsın olsun, o eli sıkmayacak gafiller olsun.
Kendimi tekrar edeyim, hukuki mücadelenizi boşlayın demiyorum. Ama, muhatabınızın siyasiler olduğunu, gençler olmadığını hiç unutmayın.
* * *
Ben üniversite yıllarımda bir radikaldim. Hırçın ve bazen edepsiz tavırlarım olurdu. Başta rahmetli rektörümüz Abdullah Kuran olmak üzere o dönemdeki hocalarımın hoşgörüsü, dostluğu, ağabeyliği-ablalığı benim haddimi ve yerimi öğrenmemde çok yardımcı oldu. Bugün gönlümde Boğaziçi Üniversitesi bana sadece öğreten değil, beni aynı zamanda eğiten kurumdur.
Başı örtülü kızların büyük kısmı radikal değiller. Ama siz, onların yanında radikallere de kucak açın ki kalplerde yer eden hocalar olarak tarihe geçesiniz!
* * *
Sevgili Hocalarım;
Bir de provokasyondan çok korktuğumu söylemek zorundayım. Biz zamanında çok oyuna getirildik. Eminim, şimdi de çeşitli unsurlar üniversiteleri kavga alanına çevirmek için hazırlık yapıyorlar, zira onların eline büyük kozlar verdik. Lütfen, üniversitelerin içine okul dışı unsurların sızmasına engel olmak için azami gayreti gösterin!
Bütün hocalarıma ve rektörlerime en derin saygılarımı sunuyorum!
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2008
TÜRBAN tartışmaları çerçevesinde güme gidiyor ama sözüm ona özerk bir kurum olan Türkiye Futbol Federasyonu’na (TFF) yeni yönetim seçecek genel kurul öncesi adayın atanmasında(!) yaşanan garabetle demokrasiye bir başka darbe vurulmaktadır. Türkiye, hukuk devletine yönelik adımlar atmak üzere bir sürü kurumunu özerk hale getirmiştir. Ama ne var ki AKP’nin demokrasi anlayışı, özerk kurumların yönetimini tayin etmek için özel gayret göstermekten katiyen imtina etmemektedir.
Daha geçenlerde İstanbul’a taşınması için verdiği fetvayla Merkez Bankası’nın özerkliğini ayaklar altına bizzat Başbakan almıştır. Cumhurbaşkanı, YÖK’ün başına öyle bir memur atamıştır ki memur azarlandığı zaman bile suspus kalmakta, aldığı buyruk çerçevesinde özgürlük getireceği üniversitelerde, Üniversitelerarası Kurul karar almasın diye saçını süpürge etmekten geri kalmamaktadır.
Başbakan geçen dönem TFF Başkanı Haluk Ulusoy’u yıkmak için büyük gayret göstermiş, ama ataklarında hep geri püskürtülmüştür.
Şimdi ise yeni bir atakla biatinden şüphe duymayacağı bir kişiyi, "istemem yan cebime koyun!" metoduyla başkan yapma sevdası içindedir.
* * *
Ne oldu? Yenilenen kanun çerçevesinde TFF Başkanı ve yönetim kurulunu seçmek üzere 14-15 Şubat’ta Genel Kurul yapılacak.
Seçim öncesi bağımsız aday olarak sadece Ayhan Bermek ortaya çıktı. Habire demokrasiden ve şeffaflıktan bahsetti, kimseyle pazarlığa girmedi.
Geçen hafta Süper Lig takımlarından oluşan ve bu takımların çıkarlarını korumak üzere kurulmuş olan Kulüpler Birliği Vakfı aniden toplandı ve oybirliği ile Başbakan’ın yakın arkadaşı Hasan Doğan’ı TFF Başkanı olması için ikna etme kararı aldı!
Bu kulüpler bugüne dek hiçbir konuda oybirliği ile karar almamışlardı ve bundan sonra da illa kolayına alamayacaklardır.
* * *
Neden böyle olmuştu? Bu kulüplerin vergi, stopaj vb. devlete büyük borçları var, aralarında bazı kulüp başkanları da işadamı olarak devlete oldukça borçlular.
Başkanların kulağına kar suyu kaçırıldı ve Başbakan’a yardımcı olmaları istendi.
Yardım etmek veya etmemek de tamamen serbest iradelerine bırakıldı!
Başkanlar toplandılar ve birer müdebbir işadamı olarak Başbakan’a yardımcı olmaya karar verdiler. Akıllarına da hemen Başbakan’ın yakın arkadaşı Hasan Doğan geldi.
Malum, Hasan Doğan Türk futbol tarihine kattığı başarılarla ünlü bir kişidir!
Hasan Doğan bu beklenemedik teklif karşısında çok şaşırdı, düşünmek üzere süre istedi!
Zaten, Başbakan da oyunun içinde hiç yoktu!
Genel Kurul’da oy kullanacak 260 delegeden Kulüpler Birliği’nin yönlendirdiği 130 delegenin iradesi üzerine ipotek konacak ve ayrıca diğer liglerde hükümete göbeğinden bağlı kulüplerin sahip olduğu 80 ilave delege oyu ile Hasan Doğan TFF Başkanı olacak!
Hepimiz de bu abudik gubidik oyunu yutmuş gibi davranacağız!
* * *
Hasan Doğan’ı hiç tanımam, yazdıklarım katiyen şahsıyla ilgili değildir. TFF’de çok başarılı da olabilir. Unutmayın, tarihte başarılı otokrat lider sayısı az değildir.
Beni demokrasinin bu kadar ucuza satılması rahatsız ediyor, atanmış kişiyi şeklen seçecek TFF Genel Kurulu’nun düştüğü aciz duruma üzülüyorum.
Hasan Doğan Beyefendi’ye de soruyorum. Tek adaylı seçimin galibi olmak, nasıl bir zafer duygusu verecek?
Hukuki meşruiyet olsa da gönüllerde meşruiyet olmadan vicdanlar rahat eder mi?
21. yüzyılda seçimle gelinen bir göreve icazetle gelmek nasıl bir ruh hali yaratacaktır?
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2008
BU satırlar yazılırken Meclis Genel Kurulu "türban oylaması"nı yapmamıştı. Ancak, neticeyi şimdiden tahmin edebiliyorum. Başı kapalı üniversiteye girmek bundan böyle serbest olacak. AKP süreci çok kötü yönetti ama yine de kazanacak. Sonradan Anayasa Mahkemesi aksine bir karar alsa dahi Pandora’nın kapağı açılıyor, geri dönülmez bir sürece giriliyor. Hatta daha önceleri de yazdığım gibi mücadelenin burada durulmayacağını, yerel seçimlere kadar alanını genişleterek devam edeceğini de söylemek mümkün.
Türban neden kazanacak? Çok basit ve kaba bir dille ifade edeyim:
Türbana karşı olanlar tembeller de ondan!
Evet, türbana karşıt olanlar da büyük oranda, karşı cephe gibi, ideolojik ve dışlayıcı, dolayısıyla "tek doğru"nun kendi tekellerinde olduğunu düşünüyorlar. Bu bakımdan birbirlerine çok benziyorlar. Ama, bir konuda çok farklılar.
Bir taraf çok çalışkan, diğer taraf ise çok tembel!
* * *
Israrla iddia ettiğim gibi AKP’nin ana motorunu Milli Görüş yönlendiriyor. Tabanda ve çok geniş bir alanda onlar var. Erdoğan, "Milli Görüş hırkasını çıkardım" dedi diye yok olmadılar ve artık büyük çapta Saadet Partisi’ne omuz vermedikleri için bu parti veremli hasta gibi erimeye devam ediyor, AKP her geçen gün büyüyor.
Ben Milli Görüş’ün ideolojisine katiyen katılmıyorum, onların dünyevi görüşlerini kendi liberal-demokrat görüşlerimle bağdaştıramıyorum.
Ama örgüt anlayışlarına ve çalışkanlıklarına büyük saygı duyuyorum.
Büyük şehirlerdeki taşra-semtlerde, ilçelerde, beldelerde, köy ve mahallelerde onlar varlar.
Hatta, sadece onlar var! Güneydoğu’da Hizbullah da var ama diğer tüm yerlerde sadece onlar var.
Marksistler, sosyal demokratlar, liberaller, laikçiler vb. taşrada, gecekondu semtlerinde, işçi mahallelerinde, köylerde hiç olmadılar, onlar uzaktan ahkám kesmeyi hep tercih ettiler.
Tersine Milli Görüş hep oradaydı, hatta başta Almanya olmak üzere Avrupa’da da Türk işçilerinin olduğu her yerde her zaman hazır bulundu.
Bulundukları yerlerde de katiyen kaba siyasi propaganda yapmadılar. Ekonomik itilmiş ile sosyolojik kakılmışın karı-koca olduğu fukara bölgelerde ezik insanlara onlar kol kanat gerdiler. Sağlık hizmeti verdiler, eğitim hizmeti verdiler, cenaze kaldırdılar, mevlit okuttular, dahası erzak ve kömür dağıttılar. Bunları yıllarca yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Hatta 2002’de AKP iktidar olana dek masrafları büyük çapta kendi ceplerinden karşıladılar. Şimdi de Fak-Fuk-Fonu’u ve AKP’li belediyeleri, ihtiyaç sahibi insanlar için kullanıyorlar.
Bunları yaparken de insanların zihinlerine 3 olguyu kazıdılar:
1) Devletten hiçbir hayır gelmez.
2) Diğer siyasi kuruluşlar sadece kendi ceplerine çalışırlar.
3) Müslüman adamın halini ancak gerçek Müslümanlar anlar.
Gerçekten de yaşanan pratik devletin bir türlü sosyal devlet olamadığını, diğer partilerin de ağızlarına dek yolsuzluğa bulaştığını gösteriyordu.
Onlar insanların kafasına yıllarca 2 hüküm yerleştirdiler:
Yolsuzluğun olduğu her yerde yoksulluk büyür!
Müslüman iktidar yolsuzluk yapmaz, yoksullukla mücadele eder.
Gerçek ne olursa olsun, ezik insanlar bizzat ayaklarına giden bu insanlara inanıyorlar.
* * *
Türbanın kazanmasına çok ama çok kızanlar, kendilerine şu soruyu sormak zorundalar:
Milli Görüş harıl harıl çalışırken biz ne yaptık?
Milli Görüş çok çalıştı, şimdi de AKP’den karşılığını istiyor ve alıyor!
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2008
SON "türban tartışmaları" AKP’ye hayatiyet veren, onu tabanda taşıyan Milli Görüş’ün dünyevi ideolojisinin yeni atağıdır. Milli Görüş açısından ideolojik hedef muhafazakar yaşam tarzını hayata geçirmektir. AKP bu ideolojinin siyasi ucudur ve meşruiyetini aldıktan sonra zamana yayılmış hedefin rejimle mümkün olduğunca uyumlu uzantısı olarak tezahür etmiştir.
Milli Görüş’ün AKP’nin tabanına hákim olduğu konusunda şüphesi olanlar ya taşrayı ve büyük şehirlerin taşra-semtlerini tanımayan kişilerdir, ya da AKP’ye göbek bağı ile bağlı oldukları için gözleri görmeyenlerdir.
Dün de yazdım. Her ideoloji taşıyıcı örgüt gibi Milli Görüş de "tek doğru"ya sahip olduğunu samimi olarak düşünür. "Tek doğrunun" kendisinde olduğu inancı ile her ideoloji gibi o da demokrasiden uzaktır, eninde sonunda totaliter olmak zorundadır.
Başkaları için tek doğru/gerçek/iyi olanın ne olduğunu bilme iddiası ile ideolojiler insanları özgürlüklere değil, yasaklara taşır. Zira, ideolojilerin kendilerince görevi insanları yanlıştan/kötüden sakınmaktır.
Örneğin, benim için bir özgürleştirme prensibi olan başı örtülü olarak üniversiteye girebilme hakkı Milli Görüş açısından aşkın gücün emri olarak "başı açık gezmeyi yasaklama" prensibinin savunulmasıdır.
Türban meselesi Milli Görüş açısından yasağın özgürleştirilmesi meselesidir!
* * *
AKP’de genel seçimleri genel merkez, yerel seçimleri yerel örgütlere hakim Milli Görüş yürütür. 2002’de de böyle olmuştur. Bu kez de öyle olacaktır. Başbakan, Anayasa’nın tümü ile kolay kolay oynayamayacağını gördüğü gün "Velev ki siyasal simge olsun ne çıkar. Türkiye’de, üniversitelerde, siyasal simge yasak mı?" sözleri ile yerel seçim için start düğmesine basmıştır.
Başbakan’ın yüzsüz yağdanlıkları her ne kadar görmek istemese de AKP’nin özgürlükler ile ilgili samimi bir gayreti yoktur.
Bazı örneklere bakalım. Ali Babacan bile AB müzakerelerine 2004’te Batı’dan icazet alındıktan sonra boş verildiğini kabul ediyor, farkı 2008’de kapayacakları sözünü veriyor. Zaten müzakerecinin aylarca seçilememesi, müzakerecinin aynı zamanda bir bakan olması meselenin nasıl hafife alındığının özetidir.
Aynı AKP TCK 301 ile ilgili hiçbir düzenleme yapmamakta adeta ısrarlıdır. Son kez türban uğruna 301 bir kez daha satılmıştır. Taziyelerini bildirmiştir ama ne Erdoğan, ne de Gül Hrant Dink’in cenazesine katılma cesaretini gösterememişlerdir. Orhan Pamuk’u telefonla kutlamışlardır ama ikisi de yüz yüze gelmeye yeltenememişlerdir. Düşünün, Cumhurbaşkanı yazarlarla yemek yiyor ama aralarında Türkiye’nin tek Nobel ödülü sahibi yazarı yok!
İkisi de yukarıda saydığım işlemlerde tabandan çekindikleri için kaçak güreşmektedirler.
* * *
YÖK Yasası 17. maddeyi bir dini diğerlerinden ayırt ederek değiştirirken AKP Anayasa’nın hem devleti tüm dinlere/inançlara eşit uzaklıkta tutmayı öngören laiklik ilkesini, hem de ruhunu oluşturan eşitlik ilkesini yok sayabilmektedirler. Zira, Aleviler başta olmak üzere ülkemizde temsil edilen diğer dinler/inançlar Milli Görüş açısından yokturlar. Olsa olsa bu vatandaşlar zımni statüde vatandaştırlar.
* * *
Önümüzdeki yerel seçimlerde taşrada ve şehirlerdeki taşra-semtlerde 5 vakit namazını kılmayan kişiler değil başkan, belediye meclis üyesi dahi olamayacaklar. Buna karşılık Milli Görüş AKP merkezine %52-55 oranında bir oy hediye edecek, mahalle Milli Görüş’e, merkez de "sadece biz varız" diyen totaliter bir zihniyete teslim edilecek.
Muhafazakarlaştırma projesinin 1 yıllık yeni hedefi budur!
Yazının Devamını Oku 5 Şubat 2008
AKP’nin Türkiye’yi din devletine götürme projesi olduğunu düşünmüyorum. Ama bazı eski liberallerin yutturmaya çalıştığı gibi bir özgürleştirme projesi olduğunu da düşünmüyorum. 2004 yılından itibaren ısrarla, AKP’nin tabanını kurulduğundan beri elinde tutan Milli Görüş’ün Türkiye’yi muhafazakárlaştırma projesini adım adım hayata geçirdiğini iddia ediyorum. Zira, mütedeyyinler İslam’ı sadece bir din ve inanç sistemi olarak görseler de Milli Görüş açısından İslam bir ideolojidir.
Nedir ideoloji? Ben en yalın ve doğru tariflerinden birisini Ekşi Sözlük’te buldum. Bu tarife göre ideoloji, "dünya ve toplum hakkında birbirleriyle tutarlı olan inanç ve düşünce sistemidir" (ozdek.05.12.02).
* * *
İdeoloji sadece "inanç" ile ilgili değil, "düşünce" ile de ilgilidir, dünyevi ve toplumsal meseleleri kapsar. Bunların nasıl şekillendirilmesi gerektiğini zihinsel seviyede modelleştirir.
Milli Nizam, Milli Selamet, Refah, Fazilet, AKP birer siyasi parti olarak Milli Görüş ideolojisinin siyasi ayaklarıdır. Bu partiler Türkiye’nin cumhuriyetçi rejimi içinde siyaset yaparlar. Zaman içinde de rejime uyum çabaları artmıştır.
Ancak, Milli Görüş çok daha geniş bir alanda hareket eder. Zira, ona göre İslam sadece dini alanı, hatta sadece ahlaki alanı kapsayan bir inanç sistematiği değil, dünyevi olan her şeyi kapsayan düşünce/inanç sistematiğidir. Bir bütündür ve ancak bütün olarak yaşanır.
Tüm ideolojilerde olduğu gibi Milli Görüş ideolojik boyutuyla her alanda "tek doğru"nun, "tek gerçeğin", "tek iyi olan"ın kendi düşünce sistematiği içinde olduğunu düşünür.
Bu görüşünde diğer ideolojiler gibi o da samimidir, insanları yanlış yapmaktan korumak için "yasaklar" alanı, "özgürlükler" alanından daha geniştir.
* * *
Nasıl ki bir tıp insanı esrarın, eroinin yasaklanmasını samimi olarak talep ederse, Milli Görüş sahibi de alkolün yasaklanmasını, kadınların kapanmasını, iki ayrı cinsin bir arada yaşamamasını vb. tüm insanların iyiliği için samimi olarak ister.
Bu mantığı ile yine insanlık için neyin iyi olduğunu bilme iddiasındaki Marksizm, faşizm, hatta bazıları açısından Kemalizm vb. gibi çağdaş ideolojilerle benzerlik gösterir.
Başkaları için neyin iyi olduğunu bilme iddiası da insanları eninde sonunda demokrasiden uzaklaştırır, totaliter rejimlere götürür.
Bunun içindir ki Cemil Meriç, "İdeolojiler insan idrakine giydirilmiş deli gömlekleridir" der. İdeolojilerin birbirlerine anlayışla, hoşgörüyle bakması mümkün değildir. Zira, hepsi "tek doğru"ya sahip olma iddiasındadırlar.
Bir liberal demokrat olarak "liberalizm" kelimesinden nefret ederim. Liberal düşünce tanımını daha çok severim. Zira, liberal düşünce benim indimde başkaları için neyin iyi olduğunu bilmeme iddiası ile farklılık arz eder. Onun görevi sadece kendisi için en iyiyi bulma yeteneğine sahip bireyin önünden engelleri/yasakları kaldırmak, onu sahip olduğu sonsuz düşünce boyutunda özgür kılmaktır.
* * *
Ben özgürlükler açısından herkesin istediği gibi giyinme hakkını savunuyorum. Eğitim hakkı açısından da üniversiteye başı kapalı gidilmesinde hiçbir mahzur görmüyorum.
Ama, aynı olguya Milli Görüş açısından bakıldığında garabet bir resim çıkıyor ortaya. Onlar bir yasaklamanın (başını örtmek) özgürleştirilmesini istiyorlar. Üstelik, bir ideoloji olarak muhafazakár yaşam tarzının tüm Müslümanlar, hatta insanlık için tek doğru olduğunu samimi olarak düşünüyorlar.
Kendisini ne kadar yenilerse yenilesin, taban örgütü Milli Görüş’e teslim olmuş AKP’nin mücadelesi özgürlük mücadelesi değildir!
(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku