Cüneyt Ülsever

Biz kimiz?

24 Şubat 2009
TARHAN Erdem ve arkadaşları, Hürriyet Gazetesi adına bugüne dek Türkiye’de yapılan en büyük saha araştırmasını yapmışlar. 7000 denek ile 12 bölgede (takriben 44 şehir) bizzat evde yüz yüze görüşülerek yapılan bu araştırma, hakkında çok konuştuğumuz ama hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz bir konuyu araştırıyor: "Biz Kimiz? Kültürel, Ekonomik ve Sosyal Hayat Tarzı Araştırması."

Araştırma 15 yaş üstü 51 milyon "yetişkin"i temsil ediyor.

* * *

Ben bugün sadece bazı bulguları özetleyeceğim:



Yetişkin nüfusun % 51.5’i erkek, % 48.2’si kadın. Yetişkin nüfusun içinde bile 15-34 yaş arası grubun oranı % 45! Çok genç nüfusa sahip bir ülkeyiz. Üniversite mezunu % 8.5, ilkokul mezunu % 41, okur yazar olmayanlar % 6.1, diplomasız okurlar % 3.6. Ülke nüfusunun % 50.3’ü ilkokul ve altı eğitime sahip.

Ayda 3.000 TL ve üstü kazanan yetişkinler % 3.5, ayda 1.000 TL ve altı kazananlar % 68.4, 500 TL ve altı kazanlar ise % 27.4.

* * *

Yetişkin nüfusun % 86.1’i kendini Türk, % 10’u Kürt veya Zaza olarak, % 91’i Sünni Müslüman, % 4.9’u Alevi Müslüman olarak tarif ediyor. Türklerin % 92.3’ü, Kürt veya Zazaların % 86.7’si Sünni Müslüman, Türklerin % 0.4’ü, Kürt ve Zazaların % 0.9’u Alevi Müslüman.

% 54.2 kendini dindar, % 30.3 inançlı, % 12.4 sofu, % 1.4 inançsız, % 0.7 ateist olarak tarif ediyor.

Başörtüsü veya yemeni örten kadınlar % 56.9, türbanlılar % 13.4, çarşaf ve peçe kullananlar % 0.9, başını örtmeyenler ise sadece % 28.8. 15 yaş üstü kadınlarımızın % 71.2’sinin başı şu veya bu şekilde kapalı.

"İlk ve orta eğitim alan kızlar başını örtmeli" diyenler % 32.3, "hukuk sistemi dini kurallara göre belirlenmeli" diyenler % 22.3, "kamuda çalışan kadınlar başını örtebilmeli" diyenler % 52.9.

Buna mukabil "din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı" diyenler % 58.1, "devlet yurttaşların (Sünni, Alevi, Hıristiyan vb.) dinlerini yaşayabilmeleri (inanış+ibadet) için destek vermeli diyenler % 77.7, "Türkiye AB’ye girmeli" diyenler % 63.6.

Aynı konuda korku duymayanlara oranla; "Türkiye’nin bölünmesinden korkanlar" % 75.8, (korkmayanlar % 24.2.), "Türkiye’ye şeriat gelmesinden korkanlar % 59, "geleneklerden kopuştan korkanlar" % 79.5, "ekonominin kötüye gitmesinden korkanlar" % 82.6.

* * *

Bu görüşlere katılmayanlara oranla; "Kürt sorunu Kürtlerin ayrı bir devlet kurmak istemesinden kaynaklanıyor" diyenler % 65.8, (% 34.2 bu görüşe katılmıyor), "Kürt sorunu Kürtlere farklı davranılmasından çıkıyor" diyenler % 33.6, "Kürt sorunu yabancıların kışkırtmasından çıkıyor" diyenler % 79.3.

* * *

Bu araştırma sadece akademisyenler, aydınlar, gazeteciler, siyasiler için değil, sanayici, bankacı, sendikacı, tüccar için de ders alınması gerekli bir sürü şaşırtıcı bulgu ile dolu.

Ben özel sektör şirketlerinin üst yöneticilerine bu araştırmadan edinip, kendi aralarında tartışmalarını kuvvetle tavsiye ediyorum.

Tarhan Erdem ve arkadaşlarına candan teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Yalçın, Pako pamuk eller cebe

22 Şubat 2009
BEN vergi işinden anlamam. Ama, konuştuğum tüm uzmanlar bizim gruba kesilen yaklaşık 1 milyar TL cezayı, vergi yasaları açısından, anlamanın mümkün olmadığını söylüyorlar. Doğan Grubu’na diş bileyen basında da açık bir "Maliye haklıdır" tavrı göremedim. Canı sağ olsun, AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli basın toplantısı yaparak vergi inceleme elemanlarınca hazırlanan raporu cansiperane savununca kararın siyasi olduğu konusunda ben iyice ikna oldum. Herhalde, bu basın toplantısı, siyasi tarihimizde bir ilktir.

Ancak, ben bugün başka bir paradoksa parmak basmak istiyorum.

* * *

Başbakan’ın tepesini haberciler ve yorumcular olarak biz gazeteciler attırdık, ceremesini patron çekecek!

Açıkçası, bizler başkasının fili ile zücaciye dükkánına girmiş duruma düştük.

Ben bu garabet durumu, yine bir garabet öneriyle düzeltmek istiyorum. Biliyorsunuz, iki eksiyi (-) birbiriyle çarpıştırırsanız ortaya bir adet artı (+) çıkar.

Demem o ki, iki garabet çarpışırsa acaba ortaya bir adalet çıkar mı, bugün ben bunu deneyeceğim.

* * *

Teklifim basit; cezayı Hürriyet, Milliyet ve Radikal’de çalışan haberciler ve yorumcular ödesin. Zira herzeyi onlar yediler.

Ödesinler ki, Başbakan’ı kızdırmanın bedava bir eylem olmadığı tüm ülkede anlaşılsın. Bundan böyle Başbakan’ı sinirlendirmeye, canını sıkmaya, şekerini yükseltmeye yeltenecekler önce parayı bastırsınlar, sonra istedikleri gibi yazsın, istedikleri gibi konuşsunlar.

Yalnız cezayı eşit ödemek de bana doğru gelmiyor. Kim Başbakan’ı ne kadar kızdırdıysa o oranda ceza ödemesine katılsın.

Benim gördüğüm kadarıyla, değil bu Başbakan’ı, bütün başbakanları en çok gıcık eden köşe yazarı Yalçın Bayer! Onun yazılarına iktidarlar hep ifrit olurlar. Muhalefet bile Yalçın’dan nasibini alır. Bence en büyük pay ona ayrılmalı.

Aramızda Başbakan’ı bir o kadar kızdıran da Pako! Pako, "Benim gelirim yok ki, nasıl katkıda bulunayım" demesin, Bekir Coşkun mamasından kessin, hesaba düzenli ödeme yapsın.

Değil Sarı Kanaryalı Başbakan’ı, Fenerli olmadıkları için beni de gıcık eden Cimbomlu Hasan Cemal ve Kara Kartallı Sedat Ergin de pamuk ellerini cebe soksunlar. Hasan Cemal, "Başbakan’ın çok nazını çektim ama!" diyerek çamura yatmasın.

Ayrıca, Yalçın Doğan’ı, Mehmet Y.Yılmaz’ı, Tufan Türenç’i, Özdemir İnce’yi Başbakanı TV’de seyrederken, Metin Münir, Kadri Gürsel, Güneri Cıvaoğlu, Fikret Bila’yı Başbakan’ı radyoda dinlerken bizzat kendi gözlerimle gördüm, suratlarındaki ifadeyi hiç beğenmedim. İhbar ediyorum, onlar da büyük pay ödesinler.

Kendim görmedim ama emin yerlerden işittim; İsmet Berkan, Haluk Şahin, Mehmet Ali Kışlalı, Murat Yetkin Başbakan’ın resmini büyütmüşler, gazetede duvara asmışlar, evde hanımlarına kızdıkları günün ertesinde bu resme ok atarak dart oynuyorlarmış.

Ancak, vicdanım Cengiz Çandar’a, Oral Çalışlar’a, Taha Abi’ye kuruş salma çıkarılmasından yana değil.

Ayrıca, eski mahallede çok emeği geçtiği için Ahmet Hakan’a iskonto yapılması gerekir.

Şahsım adına da mağrurken değil ama mağdurken Başbakan’ın yalakalığını yaptığım için iskontodan faydalanmam gerektiği görüşündeyim. Ancak, takdir büyüklerimin!

Amirim olduğu için miktarı ben takdir edemiyorum, ama tabii ki Ertuğrul Özkök de elini cüzdanına sokacak.

Kaba tahminime göre, evvel Allah, borcu 327 senede öderiz!
Yazının Devamını Oku

Bitmeyen paylaşım savaşları

19 Şubat 2009
ARTIK şuna iman ettim ki hem dünyada hem Türkiye’de paylaşım savaşları bitmiyor. Dünyada ekonominin motoru enerji üzerinden sürdürülen paylaşım savaşı 1914’ten beri sürüyor ve yakın gelecekte de bitmeyecek. Kimse Obama’nın ABD’nin müesses nizamını (statüko) bu savaştan vazgeçmeye ikna edeceğini ummasın.

Benim bugünkü meramım Türkiye. Artık adım gibi eminim ki Türkiye’de bir iç paylaşım savaşı var. Ancak Allah’a şükür; bu savaşı genelde birbirimizin yüzünü gözünü uluorta yararak yapmıyoruz.

Dünyada bir sürü ülkede paylaşım savaşı devam ediyor. Ama bu konuda sıkıntısını büyük çapta atlatan ülkeler de var. Örneğin, çoğunluğun (beyaz) kendi eliyle azınlıktan (siyah) bir insanı kendine lider seçtiği ABD’de savaş büyük çapta halledilmiş. Genelde, üzerinde mutabakat sağlanmış anayasalarla yönetilen ülkeler paylaşım savaşını bitirmiş ülkeler. Zira önce paylaşım savaşı bitiyor, sonra milli mutabakat metni (anayasa) hazırlanıyor. Çok özel durumlarda da içtihatlar mutabakat metni olabiliyor (örn. İngiltere).

* * *

Benim ele aldığım şekliyle bizde paylaşım savaşı Cumhuriyet’in kurulduğu günden beri devam ediyor.

Meramımı anlatmam kolay değil. Zira savaş tek boyutta olmadığı için kafa karıştırıyor. Paylaşım savaşı, öyle Marx’ın indirgediği gibi burjuvazi ile proletarya arasında değil.

Paylaşım savaşı; laikçiler-İslamcılar, Türkler-Kürtler, Sünniler-Aleviler, ulusalcılar-ümmetçiler, modernlikçiler-muhafazakárlar, İstanbul/Ankara işbirliği-Anadolu kaplanları, bürokrasi-ahali, asker-sivil vb. arasında kıyasıya devam ediyor.

Ayrıca savaş, yine Marx’ın varsaydığı gibi sadece ekonomi alanında verilmiyor.

19. yüzyılın en büyük düşünürlerinden Karl Marx özünde haklı. Biz ivedilikle ekonomik alanda paylaşımı tamamlamış değiliz. Ancak yer yer ekonomik paylaşım tarafından körüklenen, yer yer de ondan bağımsız bir şekilde yürüyen siyasal ve sosyal alanlarda da paylaşım savaşını bitirmiş değiliz.

Savaş Ankara’da TBMM’de de veriliyor, bürokraside de! Savaş İstanbul’da Nişantaşı’nda da veriliyor, Paper Moon’da da!

Savaş herhangi bir Anadolu şehrinde alkollü içkileri şehir merkezinden kovmaya çalışıyor, Bağdat Caddesi’nde başı örtülüye kem gözle bakmaya dönüşüyor.

* * *

Yukarıda yazdım, savaş büyük bir hırsla devam ediyor ama şükür; en azından şimdilik kafa-göz yarma safhasına genel anlamda ulaşmadık.

Bu ülkede çok az konuda mutabakat sağlarız ama paylaşım savaşını semboller üzerinden yürütme konusunda mutabakat sağladık.

Ortak sembolümüz de türban (başörtüsü değil).

İki taraf da türbanı bir alana sokmayı veya sokmamayı kendi galibiyeti, o alanda etkinliğinin başlaması veya devamı olarak görüyor.

Türban şu ana dek Cumhurbaşkanlığı’na, bürokrasiye, çeşitli yüksek sosyete mekánlarına girerek belirli çevrelerin o alanlarda zafer sağladığını gösterdi.

Türbanı hálá üniversiteye, TBMM’ye sokmayanlar ise direnişin devam ettiği kanaatindeler.

* * *

Paylaşım savaşları seçim zamanlarında iyice çirkefleşir. "Anam ananı meyhanede görmüş" mealli suçlamalar etrafa saçılır. Bel altından vurmak ahlaksızlık addedilmez. Seçim dönemlerinde; savaşanların bazen ekonomik alanda geliri değil ama yolsuzluğu paylaştığı da ortaya çıkar.

Paylaşım savaşı uzun sürecek. Ayrıca bilinsin ki paylaşım savaşı bitmeden, mutabakat metni (yeni anayasa) yazılamaz!
Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu’na dostça uyarılar

18 Şubat 2009
KEMAL Kılıçdaroğlu "dosyalar" ile temayüz etti. Dişli’yi bitirdi, Fırat’ın sonunun gelmesinde önemli rol oynadı, Gökçek’in imajını beter zedeledi. Bu çalışmaları onu sonunda İstanbul’a belediye başkan adayı yaptı. İstanbul bu seçimlerin kalbi haline geldiğine göre onun İstanbul’da alacağı olası bir galibiyet AKP’nin ağır yenilgisi addedilecek. Benim AKP iktidarına muhalefet ettiğimi bu köşeyi bir nebze takip edenler bilirler.

Ancak, bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nu yol yakınken bazı yanlışlarından dönmesi için dostça uyaracağım. Baştan söyleyeyim; benim eleştirilerim geçmişi ile veya proje fukaralığı ile ilgili değil. Ben namusundan zerre kadar şüphe etmiyorum, ayrıca bu seçimlerde zaten projelere pek itibar edilmeyeceğini düşünüyorum.

* * *

Benim kendisine ilk itirazım Mehmet Sevigen, CHP’nin Belediye Meclisi ve İmar Komisyonu’ndaki üyeleri ile ilgili.

Son günlerde maşallah yolsuzluk iddialarının baş aktörlerinden birisi Mehmet Sevigen!

Öte yanda, Kadir Topbaş döneminde Büyükşehir Belediyesi’nin çıkardığı 4300 imar tadilatı var. Bu rakam bir rekor. Enis Berberoğlu’nun verdiği bilgilere (Hürriyet-17.02.09) göre bu 4000 küsur imar tadilatı kararının tamamı İmar Komisyonu’nda oybirliği ile alınmış. Belediyede hiçbir komisyon çalışmazken bu çalışkan ve daima uyum içinde hareket eden 9 kişilik komisyonda CHP’nin 2 üyesi varmış.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun iç tutarlılık açısından Mehmet Sevigen’e ve Belediye Meclisi’nin CHP’li üyelerine de anında esip gürlemesi gerekmez miydi?

* * *

Kılıçdaroğlu’nun Şaban Dişli çalışması çok tatminkár idi. Dişli’nin ne ile suçlandığı somut idi ve belgeler bu somut iddiayı doğruluyordu.

Ancak, Fırat ile ilgili iddialar Dişli kıvamında çıkmadı. Mir Fırat olayında daha çok soru işaretleri ile yetinildi. Komploculuğun ana beslenme kaynağı olan anlamlı sorular sorularak zihinlerde şüpheler yaratıldı.

Melih Gökçek tartışmasında ise birbirine benzemez aletlerin fiyat mukayesesi yapıldığını kibrine mağlup olan Gökçek bir türlü anlatamadı. Zaten, tartışma daha çok Uğur Dündar ile Melih Gökçek arasında geçti, Kılıçdaroğlu kenara çekilerek puan topladı.

Cihan Kamer olayında ise Kılıçdaroğlu, Erdoğan ailesine etik (ahlak) açıdan büyük ders verdi ama Kamer’in verdiği rakamlar karşısında sessiz kalarak dersini tam çalışmamış bir öğrenci görüntüsüne büründü. "Yıllık 10 bin lira kár" uğruna havaalanında neden mağaza açıldığını ben hálá anlamış değilim. Mahdum ve gelin Erdoğan’ın bu ortaklıktan ne miktarda nemalandığını göstermek Kılıçdaroğlu’nun işi idi.

Doğrudan kendisini ilgilendirmez ama CHP MYK üyesi Ali Kılıç da Deniz Feneri dosyasına ulaştığını iddia ederek dikkatleri üzerine çekiyor ama Karaman, Akman ve mahdum Erdoğan’ın gemiciği hakkında ileri sürdüğü iddiaların dosyada açık bir şekilde yer alıp almadığını, yoksa Kılıç’ın adı geçen kişiler hakkında yorum mu yaptığını ben pek açık anlamadım.

Son olarak da, şunu belirteyim; CHP’nin hali hazırda görevli bazı ilçe başkanlarının tekrar aday olmasını Kılıçdaroğlu’nun isteyip istemediğini hálá anlamış değilim. Aynı şekilde İl Başkanı Gürsel Tekin neden istifa etti, neden geri geldi, o da belli değil.

* * *

Kılıçdaroğlu’na hatırlatmak istiyorum:

1) Yolsuzluk Dosyası kındaki tabanca gibidir, kolay kolay çekilmez ama bir kere çekildi mi vurup götürmelidir.

2) Yolsuzun sizden olanını ayırt ederseniz, iç tutarlılığınız kalmaz

3) Birbirine düşmüş yöneticiler ile İstanbul yönetilmez.
Yazının Devamını Oku

Bu seçim neden önemli?

17 Şubat 2009
UZUN süredir ısrarla yazıyorum. Başbakan Erdoğan tüm enerjisini ve ruhunu 29 Mart’a kilitledi, yaşadığı her olaya bu gözlükle bakıyor. Recep Tayyip Erdoğan, IMF ile yapılacak ve ekonomik kriz açısından hayati önem taşıyan bir anlaşmaya da, Ortadoğu’da yaşanan ve dış politikamızı ilgilendiren olaylara da hep 29 Mart gözlüğüyle bakıyor. Seçim gözünü o kadar bürümüş ki, ne ekonomik kriz, ne de dış politikada bozulan dengeler onun umurunda değil. Gazze’de katledilen çocuklara duyduğu insani üzüntü muhakkak samimi ama Hamas’a bu derece sahip çıkması hiç de içten değil.

İç politika uğruna "Hamas aşkı"nı abartıyor.

* * *

Kendi iktidarı ile ilgisi olmayan bir seçimi neden Başbakan bu kadar içliyor? Neden bir yerel seçimi adeta bir takıntı haline getirdi?

29 Mart’ı zihin haritasında bir dönüm noktası olarak kabullendi de ondan!

Bu durum hiçbir gerekçesi olmayan basit bir takıntı mıdır, yoksa gerçek olgulara dayanan bir tehdit algılamasının abartılması mıdır? Bence ikincisi.

Bazı gazeteler yeni yeni farkına varıyorlar, ama ilk günden beri yazdığım gibi, Başbakan, Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi genel başkanı seçildiği günden beri olağanüstü rahatsız. Kafasında şu sıkıntılar var:

1) Yolsuzlukların AKP’yi, önemle yerel yönetimlerde, neredeyse tamamen teslim aldığını Başbakan da biliyor. Bu açıdan bakıldığında Kemal Kılıçdaroğlu’nun her gün ortaya koyduğu yeni bir dosya onu rahatsız ediyor. Ama CHP’ye çok fazla oy kaptırma telaşında değil. Ben CHP’nin siyaseti normalleştirebilecek açılımlarını destekliyorum, ama muhafazakár oylar 29 Mart’ta büyük çapta CHP’ye gitmeyecek. Zira, muhafazakárlar tarafından uzun yıllardır kendisini dışlayan bir dış-grup olarak algılanan CHP’nin bu konuda samimiyetini ispat etmek için uzun zamana ihtiyacı var. Açılım, bu haliyle, parti felsefesine sonradan eklemlenmiş bir görünüm arz ediyor.

Ancak, Kılıçdaroğlu samimi bulunuyor ve her geçen gün yolsuzluk kelimesi AKP ile daha fazla bütünleşiyor. CHP’nin bu kez katı bir laikçilik yapmaması da dikkatleri daha çok yolsuzluk kelimesi etrafında topluyor.

2) İşte bu sırada Numan Kurtulmuş faktörü ortaya çıkıyor. % 2’lerde uyutulmuş Milli Görüş’ün ana pay sahibi birden ortaya çıkıyor ve "durakta otobüs bekleyen türbanlı ile cipe binen türbanlının farklı olduğunu" vurguluyor. Bu muhteşem alegori, AKP’yi can evinden vuruyor. Zira, durakta otobüs bekleyen türbanlılar, cipe binen türbanı kendilerinin yarattıklarını her geçen gün daha iyi kavrıyorlar ve onlar Saadet’i eskiden beri kendilerinden (iç-grup) addeden insanlar. Onlar, Saadet’in eski politbürosundan umudu kesmişlerdi, şimdi önlerinde genç ve dinamik bir lider var.

3) Saadet sokaktaki türbanlıya, başörtülüye, çarşaflıya son 7 yılda AKP’nin ekonomik sıkıntılara hiçbir deva bulamadığını, sadece kendi cebine çalıştığını, seçimden seçime kömür, erzak, şimdi de beyaz eşya yardımları ile göz boyadığını en iyi anlatabilecek parti. Aynı Saadet, AKP’nin türbanın üniversiteye girmesi konusunda da çuvalladığını, imam hatiplerin katsayısı sorununa hiçbir çözüm getirmediğini de rahatça anlatabilir.

* * *

Başbakan’ın korkusu, Saadet’in seçimleri alıp götürmesi değil, kendisinden anlamlı boyutta oy kapmasıdır. Örneğin, bu gelişme İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun aradan sıyrılıp seçilmesine, Saadet’in İl Genel Meclisi oylarının % 8-10 bandına çıkmasına neden olursa; işte o zaman yandı gülüm keten helva!

Düşünün, İstanbul Belediyesi’ndeki dosyalar CHP’nin eline geçmiş ve Saadet artık muhafazakár oylara ortak!

Başbakan’ın denetimsiz öfkesini şimdi daha iyi anlıyor musunuz?
Yazının Devamını Oku

Geç kalmış bir mektup

15 Şubat 2009
SEVGİLİ Neriman Ülsever, Kusura bakma, bir gün geç yazıyorum.

Bilirsin, randevulara kolay kolay geç kalmam, üzerime düşen işleri zamanında bitirmeye çalışırım.

Bu mektup, toplumun tarifiyle, Sevgililer Günü mektubu. Maalesef, senin eline teknik nedenlerle bir gün geç geçecek.

* * *

Ancak, müsaadenle hemen bir itirazımı dile getireyim.

Söz konusu, seninle benim aramızda yaşanmış olan duygusal bağlantıyı kutlamaksa, Sevgililer Günü sözcüğü bu ilişkiyi tarif edemez.

Eğer, kasıt bizim yaşadığımız türde bir ilişkiyse bunun adı áşıklar günü olmalıdır.

* * *

Neden Sevgililer Günü sözcüğüne itiraz ediyorum?

Öncelikle, insan aynı anda birçok kişiyi sevebilir, halbuki aşk, kişinin belirli bir zaman diliminde sadece ve sadece bir kişiye karşı duyabileceği bir duygu.

"Sevgili" kelimesi bütün dünyayla ilgisini kesen, kadın-erkek, ana-baba, bacı-kardeş, amir-memur; gözü bir tek kişiden başka hiç kimseyi görmeyen áşığı anlatmıyor.

Üstelik, sevgi de çok güzel bir duygu olmakla beraber, yoğunluk ve derinlik açısından aşktan çok daha hafif.

Aşk kelimesi sadece üç harf, ama yükü çok ağır, taşıması çok zor.

Aşk, sadece fiziken değil, ruhen de karşılıklı çıplak kalmaktır.

Aşk, uğruna en tepelerdeki statünden vazgeçebiliyorsan aşktır.

Aşk, maşuka kavuşmak için o güne dek edindiğin tüm mallardan feragat edebilmektir.

Aşk, rezil olurken gurur duymaktır.

Áşık maşukun, maşuk áşığın ruhunda eriyorsa aşk aşktır.

İster ilahi, ister bedensel, aşk "bir" olmaktır.

Aşk, beraberken zaman ve mekándan kopmaktır.

Aşk, yerçekimi kanunu reddedip dünyayı havadan tavaf etmektir.

Aşk, tren kalktığı anda maşuku ölesiye özlemeye başlamaktır.

İlla ki, aşkın kendisi aşktır.

Kabul edelim ki, aşk marazdır, insanı insan yaptığı için çevreden koparır, sana öğretilen değerler sistemini allak bullak eder.

* * *

Neriman, sen benim ne demek istediğimi anlıyorsun. Bütün bu duyguları bana sen yaşattın.

Belirli bir süreliğine de olsa beni gerçek insan yaptın.

Bundan dolayı; artık bu dünyada alabileceğim daha büyük bir hediye yok.

* * *

Yine, sen biliyorsun ki aşk biter. İyi ki de öyle olur. Yoksa, düşünebiliyor musun, bu yaşımızda hálá sokaklarda bütün gün el ele aylaklar misali dolaşıyor, akşam ne yiyeceğimizi katiyen düşünmüyor, havaalanlarında ayrılırken etrafa aldırış etmeden hüngür hüngür ağlaşıyor, olur olmaz yerlerde birbirimize sarılıyor olacaktık.

Aşk aşksa biter, aşk aşksa dostluğa dönüşür.

Neriman, inan bana, zamanında bu fakire áşık olmuş olmasaydın, giderek beter hırçınlaşan aksi adama bu yaşında hiç katlanamazdın.

Ben senin Sevgililer Günü partnerin olsaydım, benden çoktan vazgeçmiş idin. Ben hinlik edip senin áşıklar günü partnerin olmayı başardım. Şimdi meyvelerini topluyorum.

Sevgili maşukam, hayattaki en büyük dostum;

Áşıklar gününü, bir gün geç kalarak da olsa kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

ABD, Irak’ta tamamen kayıp mı etti?

12 Şubat 2009
GEÇEN gün bu tip etkinliklerle ilgi çeken Bahçeşehir Üniversitesi’nde, SETA Vakfı’nın Gökhan Çetinsaya ve Taha Özhan’a yazdırdığı "İşgalin 6. yılında Irak" başlıklı kitabın tanıtım toplantısına dinleyici olarak katıldım. Konuşmacılar, yazarlar dışında Soli Özel ve Mete Çubukçu idi. Böyle toplantılar ufkumu genişlettiği için katılmaktan büyük keyif alıyorum.

Irak’ta olup bitenlerin çok boyutlu ele alındığı toplantıda Soli Özel, ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinin baş nedeninin, enerji kaynaklarına erişimin denetlenmesinin (mealen) olduğunu söyledi.

Ben kendisine tamamen katılıyorum ve zaten bir paylaşım savaşı olarak addettiğim Irak ve Afganistan’daki savaşları 3. dünya savaşı olarak gördüğümü her fırsatta dile getiriyorum.

ABD, bilinen rezervler açısından dünyanın 2. petrol zengini ülkesini -zaten en zengin rezervlere sahip Suudi Arabistan denetimi altında-, buradaki petrolü ABD’ye taşımak, hatta ABD petrol şirketlerine iş vermek için değil, kendi ihtiyacı dışında bölgeden çıkarılacak petrolün hangi ülkelere verilip verilmeyeceğini kontrol etmek için işgal etti. Bu ülkeler Çin olabileceği gibi pekálá dostları Japonya ve AB ülkeleri de olabilir.

* * *

Toplantıda hemen her konuşmacı ve soru soranlar, ABD’nin Irak Savaşı’ndan her alanda kayıpla çıktığını savunurken benim aklıma "erişime denetim" meselesi takıldı.

ABD yüz binlerce insanın ölümüne sebep oldu, çok büyük miktarda para harcadı, Irak’ta sadece kaosa neden olmaktan öte adım atamadı. Üstelik, hasmı addettiği İran’ın ve düşmanı El Kaide’nin etki alanlarını genişletti.

Dünyanın hemen her ülkesinde prestij kaybetti.

Şimdi Obama, bütün bu kayıpları tamir etmek için uğraşacak. İşi çok zor.

Obama, Irak’tan asker çekecek, uluslararası ilişkilerde tek boyutlu ilişkiden çok boyutlu ilişkiye geçecek, bundan böyle diğer etkin ülkelerle dünya meselelerini tartışarak kararlar alacak, prestiji yeniden tesis etmek için şirinlik muskası takacak.

Bush dönemi diğer ülkelere kararlarını tebliğ ederken Obama dönemi onlarla masaya oturacak. Ancak, çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi masanın başına yine kendisi olacak.

Silah ve insan gücü, araştırma-geliştirme/üniversite eğitimi açısından hálá 1 numara olduğunu biliyor ve zaten Irak’ta olup bitenler 1 numara olmayı yitirmemek için yaşandı.

* * *

Benim şahsi görüşüm odur ki, ABD diğer etkin ülkelerle yeni dönemde pazarlık masasına oturacaktır ama artık Irak kartının cebinde olduğunu bilmektedir.

Tamam; ABD dünyada her şeyi denetleyemeyeceğini öğrendi, AB, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya, hatta İran ve belki de Hizbullah ve Hamas ile onların da ceplerinde kendi kartları olduğunu bilerek pazarlık etmek zorunda olduğu kafasına dank edildi.

Ama, bilinen petrol rezervleri açısından dünyanın 2. büyük ülkesi artık kendi cebindeki kartıdır. Bu ülkeden askerini tamamen çekse de, oradaki yönetimin kendi dümen suyunda gidecek bir yönetim olmasını temin etmeden bunu yapmayacaktır.

Bu yönetimin arkasında da daima ABD’nin askeri ve teknik gücü duracaktır.

Irak’tan dünyaya petrol sevkıyatı ABD’nin denetimi altında yapılacaktır.

ABD ile pazarlık masasına oturanlar, bu gerçeği bilerek ABD ile pazarlık yapacaklardır.

* * *

Bu açıdan bakıldığında yaşanan bütün kepazeliklere rağmen ABD, Irak’ta 1. hedefine ulaşmıştır.

Savaşın fayda-maliyet analizi yapıldığında belki elde edilen faydanın katlanılan maliyete değmediği de saptanacaktır, ama Irak artık ABD’nin etki alanındadır.

Obama’nın cebindeki Irak kartını çıkarıp iade etmesini ve ABD’nin dünya liderliği iddiasından vazgeçmesini kimse beklemesin.
Yazının Devamını Oku

Ergenekon iyice karışıyor

11 Şubat 2009
HURŞİT Tolon’un tahliyesi ile ilgili olarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ile onu salıveren 12. Ağır Ceza Mahkemesi çelişkili karar verdiği için bu konuda son sözü Yargıtay söyleyecekmiş. Hukuk tekniği bilmem, hukukçularımız gereğini yapacaklardır. Ancak Tolon’un salıverme kararı aynen şunları söylüyor.

"MİT Müsteşarlığı’nca 9 Mayıs 2008 ve 6 Kasım 2008’de İstanbul Başsavcılığı’na gönderilen yanıt yazısına göre, söz konusu belgenin 12 Temmuz 2007’de internette yayımlandığı, Aydınlık dergisinin 1 Nisan 2001, Aksiyon dergisinin 12 Mayıs 2001 tarihli sayıları ile Yeni Şafak gazetesinin 30 Nisan 2001, 1 Mayıs 2001 tarihli köşe yazılarında haber konusu yapıldığı, belgelerden konuya ilgi duyan çevreler, haber kuruluşları tarafından bilgi sahibi olunduğu, kamuca bilinen belgelerin fotokopisinin şüphelide bulunmasının, önceki kararımızdan farklı olarak tek başına suç örgütüne üye olduğuna dair delil niteliğinde bulunmadığı anlaşılmıştır."

Yargıtay bu belgeyi suç delili saysa dahi artık "delil"in kamuca bilindiği ve basında yayınlandığı için alelade bir belge niteliğine dönüştüğü gerçeği, yukarıdaki alıntı yalanlanamadığı sürece değişmeyecektir.

Eğer Yargıtay bu belgeyi "delil" sayarsa yukarıda adı verilen gazetelerin ve dergilerin yine tarihleri sıralanan nüshalarını evlerinde bulunduranlar acele bu "suç belgelerini" imha etsinler. Ne olur, ne olmaz!

Ancak bu belgelerin yayınlandığı nüshaları kendi arşivinde mecburen saklayan gazete ve dergiler ne yapacaklar, onu bilemedim. Zira onlar da "suç delili" bulundurmak durumuna düşecekler.

Bundan böyle Ergenekon Davası’nda ortaya konan bütün belgeler illa ki sorgulanacaktır, bu gidişatı artık kimse değiştiremez.

* * *

Öte yanda "Anayasa Mahkemesi, telefon dinlemenin dayanağı olan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 135. maddesini esastan inceleme kararı alırken, Yargıtay’dan da mahkeme kararıyla telefon dinlemeyle ilgili kritik bir karar çıktı. Ergenekon davasında da tartışılan telefon dinleme konusunda Yargıtay 8. Ceza Dairesi, ’İçeriği maddi bulgularla desteklenemeyen telefon görüşmelerine dayalı iletişim kayıtları delil kabul edilemez’ hükmüne vardı." (Hürriyet - 10.02.09)

Eğer bu karar Anayasa Mahkemesi tarafından da desteklenirse bundan böyle telefon görüşmelerinin de delil sayılabilmesi için içeriğinin diğer maddi bulgurlarla desteklenmesi gerekecek.

İçeriden bilgi almakla maruf basın bugüne dek Ergenekon ile ilgili iddiaları büyük oranda yukarıda bahsi geçen türde "belge" ve "telefon dinleme" kayıtlarına dayandırdı.

Şimdi ise yukarıda zikredilen iki karar Ergenekon Davası’nın dibine dinamit yerleştirdi, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin alacağı kararlar hayati önem kazandı.

* * *

Hukuken hiçbir anlamı olmadığını vurgulayarak dava ile ilgili bir kanaatimi tekrar edeyim. Ben davada yer alan JİTEM, Susurluk, 28 Şubat ile ilgili bazı sanıkların suçlu olduğunu düşünüyorum. Ülke bu dava ile bağırsaklarını temizleme şansını yakaladı. Ancak, yine biliyorum ki dava sanıklar açısından çok sulandırıldı. Demokrasiden nasibini almamış, hatta hükümete muhalif çok sayıda insan dava ile irtibatlandırıldı.

Şimdi ise ortaya hukuk açısında bazı teknik hatalar çıkıyor. Yukarıda ele aldığım meseleler Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi tarafından onaylanırsa davanın omurgası çatırdayacak.

Dava maddi geçerliliği olmayan sarsakça toparlanmış "delillere" dayanır bir hale gelecek ki, bu da hukukun çöküşü olur!

Ergenekon savcıları çok zor durumdalar!
Yazının Devamını Oku