UZUN süredir ısrarla yazıyorum. Başbakan Erdoğan tüm enerjisini ve ruhunu 29 Mart’a kilitledi, yaşadığı her olaya bu gözlükle bakıyor.
Recep Tayyip Erdoğan, IMF ile yapılacak ve ekonomik kriz açısından hayati önem taşıyan bir anlaşmaya da, Ortadoğu’da yaşanan ve dış politikamızı ilgilendiren olaylara da hep 29 Mart gözlüğüyle bakıyor. Seçim gözünü o kadar bürümüş ki, ne ekonomik kriz, ne de dış politikada bozulan dengeler onun umurunda değil. Gazze’de katledilen çocuklara duyduğu insani üzüntü muhakkak samimi ama Hamas’a bu derece sahip çıkması hiç de içten değil.
İç politika uğruna "Hamas aşkı"nı abartıyor.
* * *
Kendi iktidarı ile ilgisi olmayan bir seçimi neden Başbakan bu kadar içliyor? Neden bir yerel seçimi adeta bir takıntı haline getirdi?
29 Mart’ı zihin haritasında bir dönüm noktası olarak kabullendi de ondan!
Bu durum hiçbir gerekçesi olmayan basit bir takıntı mıdır, yoksa gerçek olgulara dayanan bir tehdit algılamasının abartılması mıdır? Bence ikincisi.
Bazı gazeteler yeni yeni farkına varıyorlar, ama ilk günden beri yazdığım gibi, Başbakan, Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi genel başkanı seçildiği günden beri olağanüstü rahatsız. Kafasında şu sıkıntılar var:
1) Yolsuzlukların AKP’yi, önemle yerel yönetimlerde, neredeyse tamamen teslim aldığını Başbakan da biliyor. Bu açıdan bakıldığında Kemal Kılıçdaroğlu’nun her gün ortaya koyduğu yeni bir dosya onu rahatsız ediyor. Ama CHP’ye çok fazla oy kaptırma telaşında değil. Ben CHP’nin siyaseti normalleştirebilecek açılımlarını destekliyorum, ama muhafazakár oylar 29 Mart’ta büyük çapta CHP’ye gitmeyecek. Zira, muhafazakárlar tarafından uzun yıllardır kendisini dışlayan bir dış-grup olarak algılanan CHP’nin bu konuda samimiyetini ispat etmek için uzun zamana ihtiyacı var. Açılım, bu haliyle, parti felsefesine sonradan eklemlenmiş bir görünüm arz ediyor.
Ancak, Kılıçdaroğlu samimi bulunuyor ve her geçen gün yolsuzluk kelimesi AKP ile daha fazla bütünleşiyor. CHP’nin bu kez katı bir laikçilik yapmaması da dikkatleri daha çok yolsuzluk kelimesi etrafında topluyor.
2) İşte bu sırada Numan Kurtulmuş faktörü ortaya çıkıyor. % 2’lerde uyutulmuş Milli Görüş’ün ana pay sahibi birden ortaya çıkıyor ve "durakta otobüs bekleyen türbanlı ile cipe binen türbanlının farklı olduğunu" vurguluyor. Bu muhteşem alegori, AKP’yi can evinden vuruyor. Zira, durakta otobüs bekleyen türbanlılar, cipe binen türbanı kendilerinin yarattıklarını her geçen gün daha iyi kavrıyorlar ve onlar Saadet’i eskiden beri kendilerinden (iç-grup) addeden insanlar. Onlar, Saadet’in eski politbürosundan umudu kesmişlerdi, şimdi önlerinde genç ve dinamik bir lider var.
3) Saadet sokaktaki türbanlıya, başörtülüye, çarşaflıya son 7 yılda AKP’nin ekonomik sıkıntılara hiçbir deva bulamadığını, sadece kendi cebine çalıştığını, seçimden seçime kömür, erzak, şimdi de beyaz eşya yardımları ile göz boyadığını en iyi anlatabilecek parti. Aynı Saadet, AKP’nin türbanın üniversiteye girmesi konusunda da çuvalladığını, imam hatiplerin katsayısı sorununa hiçbir çözüm getirmediğini de rahatça anlatabilir.
* * *
Başbakan’ın korkusu, Saadet’in seçimleri alıp götürmesi değil, kendisinden anlamlı boyutta oy kapmasıdır. Örneğin, bu gelişme İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun aradan sıyrılıp seçilmesine, Saadet’in İl Genel Meclisi oylarının % 8-10 bandına çıkmasına neden olursa; işte o zaman yandı gülüm keten helva!
Düşünün, İstanbul Belediyesi’ndeki dosyalar CHP’nin eline geçmiş ve Saadet artık muhafazakár oylara ortak!
Başbakan’ın denetimsiz öfkesini şimdi daha iyi anlıyor musunuz?