“Dönüştürmek için geldim” sloganı ile iktidara gelen Obama şu ana dek Afganistan, Pakistan, Filistin’de dönüşüm sağlayamadı. Rusya’ya yaklaşımı ise hem ilgi hem de bazı kesimlerce hışmı üzerine çekiyor. En son muazzam bir radikal kararla Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya füze kalkanı yerleştirmekten vazgeçtiğini açıkladı. Rusya ve İran’ı çok sevindirdi.
Obama’nın dış politika kararlarını ne kadar detaylı hesaplayarak aldığı konusunda şüphelerim olduğumu dün belirttim.
* * *
Obama döneminde ABD Türkiye’yi Ortadoğu’da çok önemli bir kale olarak görmeye devam ediyor ve Irak’tan çekilirken hem hükümetten hem de TSK’dan yardım bekliyor.
İki gündür yazdıklarım çerçevesinde “Kürt açılımı”na bakarsak, benim neden ısrarla “Kuzey Irak açılımı” terimini kullandığım dilerim daha da iyi anlaşılmıştır.
Zaten, “Kürt açılımı”nın esasen Kürt açılımı olmadığı hükümetin açılıma doğru dürüst ad koyamamasından da bellidir.
Kürt Açılımı/Demokratik Açılım/Milli Birlik Projesi Türkiye’nin en önemli iç meselelerinden birisidir ama genelde olduğu gibi son “tarihi fırsat” ABD’nin Irak’tan çıkarken Kuzey Irak’ın istikrar ve enerji kaynaklarını Türkiye’ye emanet etme arzusu ile hayatiyet kazanmıştır.
Gözüken odur ki, hem hükümet hem de TSK bu konuda yardımcı olacaklarına dair ABD’ye söz vermişlerdir.
Konuyu “Kürt açılımı” bağlamında Türkiye-ABD ilişkilerine getirmeden evvel ABD’nin son dönem dış politikalarına bir göz atalım.
* * *
Seçildiği günlerde yaptığım uyarılar doğrultusunda Obama, büyük beklentiler yarattığı için, erken bir “tekleme dönemi”ne girmiş vaziyette. İçeride “sağlık reformu” girişimleri üzerine yaptığı hesaplar gerçekçi bulunmadığı gibi, tutucular onu haksız yere ABD’nin rejimini değiştirmeye çalışan gizli bir Müslüman, daha ötesi “öteki” olarak yargılamaya başladılar.
Bu yargı “normal yurdum Amerikalısı”nda kısmen de olsa kabul gördü.
* * *
Obama; gerek ABD’de, gerekse dünyada “gerçekçi politikalar” yerine “idealist politikalar” uygulamayı tercih ettiğini ilan ettiğinden “Dönüştürmek için geldim” mesajını her adımında ön planda tutuyor. Ancak, bu mesajın fayda-maliyet hesabının güçlü ve doğru yapıldığına dair bir belirti henüz ortalarda yok. Örneğin, “Irak’tan asker çekeceğim” diyor ama bunun plan ve stratejisi henüz açık değil. Gözüken odur ki, Irak’tan asker çekme planı daha çok “Kervan yolda düzülür” stratejisine dayanacak.
Obama Afganistan’da şimdilik bir netice alamadı ve kimseyi bu bölgeye asker göndermeye ikna edemedi. Pakistan’da da hiçbir olumlu adım atılmadı. Afpak Bölgesi’nde her an denetim dışı kargaşalar yaşanıyor. İsrail-Filistin ekseninde de henüz bir netice alınmadığı gibi Obama yönetimi İsrail’i de oldukça rahatsız etmiş durumda.
Obama
Her başlangıcın bir sonu var. Dünya da bitecek, değil Sultan Süleyman’a, hiç kimseye kalmayacak.
Güzel olan ise daha da çabuk biter. Zira, keyif veren “an” ile cefa çektiren “an” sanki farklı zaman dilimlerine yayılmış gibi bir algılama verir insana.
Hasta yatağında bir saat geçmez, ama keyif veren koskoca tatil bir saat bile sürmez.
Bayramlar 3 veya 4 gün oldukları için değil, güzel oldukları için kısa sürer.
Koskoca bir ramazan beklenen Ramazan Bayramı da göz açıp kapatana dek bitiyor.
Bugün son gün!
Bugün hüzün günü!
¡ ¡ ¡
İnsan eski bayramları mı, yoksa çocukluğunu mu özler? Ben kendi cevabımı biliyorum.
Çocukluğumu özlediğim için eski bayramlara özlem duyuyorum.
Bugünkü değerleri ile ele alınsa bile; “5 TL”lik banknotun, “100 TL”lik banknottan daha fazla değerli olduğu dönem özlenmez mi?
Tabii ki, 100 TL’nin satın alma gücü 5 TL’nin satın alma gücünden 20 kez fazladır.
Ama, o zamanki 5 TL’nin verdiği hazzı bugün 100 TL’den alamamak belki de insanlığın temel çelişkilerinden olduğu için insan eskiyi özler.
* * *
Çocuk büyümek ister, büyüyünce hem daha fazla özgür olacağına inanır, hem de cebine daha fazla para gireceğine.
“Büyümek”
Bu yazının muhatabı, son 7 yıldır ülkeye yön veren/yön vermeye çalışan “bazı muhafazakâr” siyasetçiler, işadamları, gazeteciler ve “aydın”lardır.
* * *
Dünkü yazımda kısaca; yüzlerce yıllık bir geleneğe sahip olmasına rağmen Türkiye’de muhafazakârlığın iktidarda olduğu son 7 yıldır kendine özgün değerler sistemi üretmekten aciz kaldığını savundum.
600 küsur yıllık bir geleneğin üzerine oturmasına rağmen, 80 küsur yıldır Cumhuriyet’in “Batı medeniyet çığırı” ile yoğurmaya çalıştığı “modern hayat tarzı” meğerse muhafazakârlığı kendi köklerinden büyük çapta koparmış.
Muhafazakârlık yıllar içinde kendi geleneğini ve dayandığı kültürü büyük çapta unutmuş, yıllardır kızdığı modernlere özenir ve öykünür hale gelmiş.
Meğerse, “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz muhafazakârız!” esas şiarları olmuş!
* * *
1) Etkin muhafazakârların en büyük iştigal alanı, eski etkinler gibi, ceplerini doldurmak. Devlet ihalelerine aracılık ederek para kazanmak yine çok muteber. Rant yine en büyük gelir kaynağı. En son sel felaketinde imar yolsuzlukları iyice açığa çıktı. Düşünün, konu ile ilgili olarak Belediye’nin İSKİ’si bağlı olduğu belediyeye 100 küsur dava açmış!
Muhafazakârlığın felsefi anlamda zaaf noktası bazen faydalı ve kaçınılmaz değişim karşısında direnmeye kalkmasıdır.
Din muhafazakârlığın en önemli motorlarından birisidir ama muhafazakârlığın tek itici motoru değildir. Hatta, seyrek rastlansa da dinsiz muhafazakârlar da vardır.
Ülkemizde muhafazakârlığı büyük çapta İslam güdüler!
Şerif Mardin Hoca’ya göre de zaten iki ana medeniyet çığrı: a) Batı medeniyet çığrı ve b) İslami medeniyet çığrıdır.
Medeniyete bu kadar etki yapmış bir dinin Müslüman çoğunluklu bir ülkede muhafazakârlığın esas itici motoru olması sadece tabiidir!
* * *
Cumhuriyet kendi anlayışı çerçevesinde “modern hayat tarzı”nı yerleştirmek isterken bu topraklarda yaşayan insanların büyük çoğunluğuna yüzyıllardır yön veren “muhafazakâr hayat tarzı”nı dışladı. Hatta ondan ürktü.
En son 28 Şubat’ta gördüğümüz gibi baskı ve dayatma ile onu yok edeceğini varsaydı.
20 veya 27 Eylül’de, Belediye’nin anket aracı Bahçeli’de gezdirilecekmiş. Her işletme ve her evin 1 oy hakkı varmış.
Referandumu yaptıracak Melih Gökçek bir demecinde:
“Bu tip referandumları Ankara genelinde farklı konularda yapmaya devam edeceğiz. Keşke halkoyuna sunduğumuz konular Meclis kararı gibi geçerli olsa...” demiş. (Can Dündar-Milliyet-14.09.09)
* * *
Bazı köşe yazarları referandum yapma girişimini AKP’nin başka bir “içki yasağı” koyma girişimi olarak değerlendiriyor ve bu bakış açısı ile eleştiriyor:
Haklı olabilirler.
Bazıları da meseleye hukuki geçersizlik açısından yaklaşıyorlar. “Belediyeler referandum yapamaz”, diyorlar. Gökçek de onlara “Esas kararı Belediye Meclisi verecek” diye cevap yetiştiriyor.
Gökçek’in her işletme ve eve sadece bir oy verme fikrini zırva bulanlar yerden göğe kadar haklı. Melih Gökçek işi çığrından çıkarıyor ve demokrasinin “Gökçek kurallarını” yazmaya yelteniyor. Uysa da yazdım, uymasa da yazdım!
Gelişmenin bu boyutunda Türkiye’nin puanı çok düşük olmalı.
Biz her dönemde rekabet etmek ile hasım olmayı birbirine karıştırıyoruz.
Ben bu yazı ile bugünden bahsedeceğim ama geçmişin farklı olduğunu katiyen düşünmüyorum.
Bizde ayağı kayana “Oh olsun!” çekmek, hele hele düşene kahkaha ile gülmek yerleşik bir âdettir!
“Eski köye yeni âdet, her ne kadar hayırlıysa da, bu âlemin ondan nefreti eski âdetttir.” (Ahmet Cevdet Paşa)
* * *
Bir yılı aşkın süredir deneticiler bizim grupla uğraşıyorlar. En son malum vergi ve cezası salındı.
Bir grup ve kişiyi hem vergi rekortmeni ilan ediyorsun, hem de onu şirketlerin piyasa değeri kadar bir miktar ile, belki de bir dünya rekoru ile cezalandırıyorsun!