Kongre’de geçmişi silmekten bahsederken Aydın Doğan’a karşı akıl almaz bir kini ısrarla sürdürebilir.
Bir yandan Hükümet’i Ermenistan ile protokol imzalamaya hazırlarken, öte yanda bürokratları Azerbaycan’a “Boşverin atacağımız imza önemli değil!” diyebilir.
“Kürt Açılımı”nın bile adı her gün değişiyor.
Neden Başbakan kendisi ile bu kadar rahat çelişebiliyor?
Düşünce sistematiği böyle davranmaya çok müsait de ondan!
* * *
Başbakan Aydın Doğan’ı Al Capone’a benzettiğinde bir sürü insan kızdı ama ben benzetmeyi eşyanın tabiatına aykırı bulmadım.
Zira, Başbakan’ın Al Capone’un tam olarak kim olduğunu bilmeme ihtimali yüksek.
Ayrıca, CNN-Türk de, yayımladığı bir haberde AKP’nin yaptırdığı bir anketten “Kürt Açılımı”nı %55 “Olumlu buluyorum”, %45 “Olumsuz buluyorum” sonucunun çıktığını duyurmuş. Gazeteye bilgi veren bir AKP yetkilisi ise anketlerde açılıma en düşük destek oranının %58 olarak gerçekleştiğini söylemiş. (Milliyet-06.10.09)
Umarım, başta AKP’liler olmak üzere içini görmeden “Kürt Açılımı”na destek verenler bu anketleri dikkatli ve doğru okurlar.
Bütün anketlerde “Kürt Açılımı”na destek verenlerin, destek vermeyenlerden fazla olması kimseyi umutlandırmasın. “Çoğunluk arkamızda” duygusuna kapılmasınlar.
* * *
Zira, bu hali ile “Kürt Açılımı” sadece bir niyet gösterisi. Sadece hedefi belli:
“Savaş bitsin, canlar kaybedilmesin!”
Bu hedefe aklı başında herhangi bir insanın karşı çıkması beklenemez. Karşı çıkanların ya meczup, ya da savaştan çıkar sağlayanlar olması lazım. Dünyanın hiçbir yerinde insanlar barışı hedefleyen iyi niyet sözlerine karşı çıkmaz, çıkamaz.
Bu açıdan bakıldığında anketlerde %100’e çok yakın bir rakamın “Kürt Açılımı”na destek verdiğini belirtmesi gerekiyordu.
Haber Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ve iki ülke dışişleri bakanlarıyla birlikte Nahçıvan’da yaptığı dörtlü zirve ile ilgiliydi.
Haberin omurgasını Türkiye’nin Azerbaycan’a, “Ermeni işgali altındaki Karabağ sorunu çözülmeden Erivan’la protokol Meclis’e gitmez” diye güvence verdiği oluşturuyordu. Azerbaycan’ın tepkisi de, “Rahatladık” olmuştu.* * *
Haberde yer alan şu ifadeler olağanüstü dikkatimi çekti.
Türk yetkililer demişler ki:
“Bu metinde ortak tarih komisyonu kurulması, sınırların açılması gibi maddeler var. Ancak bunlar Dağlık Karabağ sorunu çözüldükten sonra hayata geçirilir. Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden bu protokol TBMM’ye gönderilmez. Gönderilse bile Meclis’ten geçmez. Bu konuda içiniz rahat olsun. Türkiye AB sürecinde Kıbrıs Rum Kesimi’ne ilişkin protokolü imzaladı. Ne oldu? Dört yıldan bu yana Türkiye’nin liman ve havaalanları Rum bandıralı gemi ve uçaklara açıldı mı?”
Bu açıklamaya göre Türk tarafı Azeri tarafa mealen diyor ki:
“Ermenistan ile yaptığımız protokole kafayı takmayın. Ortada imzalanacak bir protokol var ama siz bunu ciddiye almayın. Esas olan size verdiğimiz sözdür.”
Narkoz altında “uykuya dalmak” ile yatakta normal bir uyku uyumak çok farklı şeyler.
Akşam yorgun argın yatağa düştüğünüzde bu dünyadan elinizi eteğinizi çekiyorsunuz ama yine de bu dünya ile irtibatlısınız.
Öncelikle rüya görüyor, bunun bilincine varıyor, ertesi gün rüyanızı hatırlıyor, uykuya dalarken durumun farkında oluyor, gece birkaç kez uyanarak dünyaya geri dönüşler yapıyorsunuz.
Narkoz ise bambaşka bir şey.
Narkoz aldığınız an bilinç tamamen kapanıyor. Tekrar uyanana dek “yoksunuz”. Arada hiçbir şey hatırlamıyor, hiçbir şeyin farkında olmuyorsunuz.
Arada geçen dakikalar ve saatler “yok” oluyor. Tekrar gözünüzü açtığınızda sanki hiç bilinç kaybı olmamış gibi “vakit” narkoz almaya başladığınız andan itibaren başlıyor.
Son narkozdan uyandığımda ameliyatı yapan doktora “Ameliyat ne zaman başlayacak?” diye sordum galiba. O da bana gülümsedi.
Bir müddet sonra ameliyathanedeki saate bakmayı akıl edebildim.
Cumhurbaşkanı’nın “tarihi fırsat” sözleri ile başlayan, Başbakan’ın “Kürt açılımı” diyerek topa girdiği süreçte, şimdi arazi olan yalaka gazeteciler mal bulmuş mağribi gibi var
olmayanı var ettiler ve milleti gaza getirdiler. Günlerce olmayan bir yol haritasını varmış gibi tartıştılar, hatta kimileri tarihi dönemeçten dem vurdu.
Apo “bazı gazeteciler”le avukatları vasıtası ile görüşünce kopyacı Hükümet de “bazı gazeteciler” ile görüşmeye başladı. Apo 15 Ağustos’ta “yol haritası” ilan etmeye kalkınca Hükümet ondan önce “yol haritası” ilan etmeye kalktı.
Meydan boş kalınca da Apo ve bazı entel Kürtler “barışmak” için Kafdağı’nı istemeye başladılar.
“Yetkililer, İran’ın nükleer programını denetime açacağını umduklarının ancak ülkenin dünyanın geri kalanıyla olan ekonomik bağlarını kesmek için planlar yaptıklarının altını çiziyor.”
“Tahran’ın geçen hafta gizlice ikinci bir nükleer yakıt tesisi geliştirdiğinin ortaya çıkmasının ardından, Obama yönetimi ve Batılı müttefikleri İran’ın enerji, ulaştırma ve mali sektörlerini kısıtlamanın yeni yollarını arıyor.”
“İslam Cumhuriyeti Şahap-3 füzeleri için test atışı yaptı. Füzelerin menzili İsrail’i ve Körfez’deki ABD üslerini vurmaya yetiyor.”
* * *
Sanırım, AKP yönetimi altında Türkiye’nin dünyada hangi yöne meylettiğine Batı’nın İran ile ilgili kararları ışık tutacak.
Ben Ahmet Davutoğlu’nun geliştirdiği “oynak merkezli dış politikayı” dikkatle izliyor ama yine de Türk dış politikasının bir merkeze çıpalanması gerektiğini düşünüyorum.
Kimileri Davutoğlu politikalarının çoktan ABD’ye endekslendiğini, ABD çıpası etrafında da Ortadoğu’da dolaştığını iddia ediyor. Onlara göre Obama Başkan olduktan sonra Davutoğlu’nun ABD ziyereti sırasında sarf ettiği, “Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir” sözü bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Bu görüşte olanlar Davutoğlu’nun bu seyahatten sonra Dışişleri Bakanı olduğunu düşünüyorlar.
Bazıları ise çıpanın Ortadoğu’ya bağlandığını, Türkiye’nin burnu Ortadoğu’ya demir atmış bir kayık gibi AB ve ABD sularında dolandığını söylüyor.
* * *
Ben ilk günden beri söylüyorum. Ortada “Kürt açılımı” falan yok. Hatta “demokratik açılım”, “Milli Birlik Projesi” falan da yok.
Olsa olsa bir “Kuzey Irak açılımı” vardı. Ama ABD dönüşü görüyoruz ki, Başbakan bu açılımdan da umudunu büyük çapta kesmiş. Herhalde, PKK’nın susturulması konusunda topu Türkiye ve ABD birbirinin üzerine attıktan sonra Başbakan pes etmiş.
Zaten ortada hiçbir açılım yoktu. Zira başta Başbakan olmak üzere hükümette herhangi bir açılım için ne bir satırlık hazırlık, ne de bir yudum cesaret var.
Bu meseleyi çözmek için mangal gibi yürek gerektiğini, Özal’ın bile bu yüreğe sahip olamadığını yazmıştım. Galiba tarih tekerrür ediyor.
“Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete” düzeni değişmiyor!
* * *
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD dönüşü konuşmuş:
“Kızı sen isteyeceksin” dediklerinde kız istemenin deveye hendek atlatmaktan zor olduğunu fark etmiş, çeneme o kadar güvenmeme rağmen “ya... Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle... ile başlayan cümleyi doğru dürüst kuramazsam...” diye günlerce dertlere düşmüş, sonunda Deniz’e “Kızı istemek yerine kaçırsak mı...”diye teklifte bulunmuştum. Hali ile Deniz teklifi yememişti. Kız istemenin zorluğunu sizinle paylaşmıştım. (19.07.09)
* * *
Neyse ki, ben 19 Temmuz’da kızı isterken cümleyi üç denemede bitiremeyince kızın babası anlayışlı çıktı, “Boşuna ıkınmayın, ben ne demek istediğinizi anladım!” diyen gözlerle bana baktı ve “Verdim kızı!” dedi de kızı isteme faslını hayırlı bir sonuca bağladım.
Ancak, her daim vesvese ile yaşayan ruhum üç gün sonra bu sefer “Kızı verdiler ama ya sonradan vazgeçerlerse!” diye haykırarak kendisine telaş edecek yeni bir konu buldu. Bu sefer Neriman’ın başının etini yemeye başladım. “Şu nikâhı bir an evvel kıyalım da ne olacaksa olsun!” Neriman her ne kadar “Neden vazgeçsinler ki!” diyerek beni yıldırmaya çalışsa da ben direndim. Sonunda da “Belki bu sefer başka vesvese edecek bir konu bulamaz” diye düşünerek nikâhı bir an evvel kıydırmaya herkes razı oldu.
Elif ile Deniz’i 24 Eylül’de everdik. Elif de, eşim Neriman da yurtdışında çalıştığı için nikâh Roma’daki Büyükelçiliğimizde kıyıldı.
Düğüne anne ve babalar, iki adet yenge ve bir adet dayı, New York’tan avdet eden ufak oğlum Eren, Neriman’ın Londra’dan gelen yeğeni Serra, çocukların birkaç adet kankası, Elif’in ablagilleri, çocukları ve tabii ki, papyonunun boyu kendi boyuna yakın Ömer katıldı.
Nikâh töreni sırasında bana hiçbir iş düşmediği için rahattım. Tören başlamadan önce eksikleri gözden geçiriyormuş gibi yapıp, karıma “Bana ne görev düşüyor?” diye sorduğumda “Yeter ki sen sus, başka bir görevin yok!” diye cevap alınca bu sefer susmanın ne kadar zor olduğunu keşfettim ama susmayı da becerdim. Neriman’dan aldığım en önemli derslerden birisi o “Sus!” deyince ağzımı iki elimle kapatma pahasına susmayı becermektir.
Daha evvel oğlunu evlendiren ve beni de, Neriman’ı da iyi tanıyan bir arkadaşıma düğün hazırlıkları sırasında hangi konularda yardımcı olabileceğime dair akıl danıştığımda ondan “Sen Neriman’a gölge etme başka ihsan istemez” diye akıl almış, bu aklı da gereği gibi kullanmıştım. Ancak, Neriman kendisi haldır haldır koştururken saygılı durağanlığımı “araziye uymak” olarak yorumladı. Kendisine pasif yardımda bulunduğuma ikna olmadı.