Neden? 1) “Bebek” mayıs ayında kucağına düşene dek hiçbir ciddi hazırlığı yoktu. Mayıs ayında “tarihi fırsat” yakalayan Türkiye’de, AKP bu tarihten sadece 1 ay önce, 29 Mart seçimlerini Güneydoğu’da DTP’ye karşı “Ya sev, ya git!” stratejisi üzerine oturtmuştu. Aklı evvel İslamcılar Güneydoğu’da “ümmetçilik” yaparak AKP’ye oy kazandıracaklarına Erdoğan’ı inandırmışlardı.
2) Meselenin çözümü için topluma yön verecek herhangi bir programı olmayan AKP’nin herhangi bir stratejisi de yoktu. Örneğin, bu kadar hassas bir konuda ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan muhalefet indinde “mesele” kamuya yansımadan önce bir altyapı oluşturmak için gayret gösterdiler. Başbakan DTP ile de ancak mecbur kalınca görüştü.
3) Hükümet süreci sadece taktik geliştirerek çözme gayreti için girdi. “Nasılsa kervan yolda düzülür” psikolojisi ile AKP Apo 15 Ağustos’ta “yol haritası” açıklamadan yola çıkmak istedi.
İçişleri Bakanı çeşitli gruplar ile görüşerek sözüm ona “öneriler” topladı.
4) Apo yol almadan yola çıkmanın dışında bir diğer amaç ise mümkün olduğunca “taraftar kazanarak” siyasal riski asgariye indirmekti.
* * *
Ancak, “top çevirme” taktiği giderek ters tepmeye başladı.
1) Açılım elde bir yol haritası olmadan genel müzakereye açılınca; hali ile herkes bir şey söylemeye başladı. Genel görünüm “ağzı olan konuşuyor” havasına büründü.
ABD’nin ancak kaba hatları belirgin olan “yeni politikası” çerçevesinde, hem Kuzey Irak hem Güneydoğu Anadolu’nun “istikrar”a kavuşması, bu amaçla da PKK’nın silah bırakması enerji hatlarının güvenliği için artık çok önemlidir.
Cumhurbaşkanı’nın “tarihi fırsat” diye işaret ettiği ama açıklayamadığı bu gelişmeyi uluslararası yeni konjonktür 2009 yılının Mayıs itibariyle Türkiye’nin önüne koymuştur.
* * *
Türkiye PKK’nın silah bırakmaya zorlanması için Ortadaoğu’da çok avantajlı bir ortam yakalamıştır. Ancak...
PKK köşeye sıkışmıştır ama Apo’nun ifadelerinde de yer aldığı gibi bilmektedir ki:
ABD, PKK’yı Kuzey Irak’tan silah (zor) kullanarak çıkarmak niyetinde asla değildir.
Obama, ABD halkına Irak’tan asker çıkarmak, daha az ABD gencinin ölmesini sağlamak vaadinde bulunmuştur. ABD kendisine yeni bir savaş cephesi açmayacaktır.
Bu durumda Türkiye’nin PKK’yı silah bırakmaya “ikna etmesi” gerekmektedir.
Bu hafta bazı sert saptamalarda bulunacağım. Ancak, benim saptamalarımı ideolojik içerikli ithamlar olarak algılayanlar bana haksızlık ederler. Ben o tip bir yazar değilim.
Ben saptamalarımı, aldığım eğitim gereği, bir doktorun hastasına teşhis koyarken takındığı eda içinde yapmak durumundayım.
Doktor, hastasında nahoş bir durum tespit ederse, bunu hastasını aşağıladığı veya hastalığı yücelttiği için değil, tedavi yöntemini tespit edebilmek için yapar.
Tespitlerime katılır veya katılmazsınız, ama ne olur benim önce teşhis koyup, sonra da tedaviye yol açmaya çalışan ve ne hastasına, ne de hastalığa duygusal bir yaklaşım göstermemeye çalışan bir doktorculuk oyunu oynamaya çalıştığımı kabul edin.
* * *
Bugün meseleye neden “Kuzey Irak açılımı” dediğimi tekrar izah etmeye çalışayım.
Benim ilk saptamam şudur:
“Kürt meselesi”
2002’den beri iktidarda olan AKP’nin “Kürt meselesi”nde 7 yıldır ev ödevi yapmadığı aşikâr. AKP “Kürt meselesi” ile ilgili çalışmalarına ancak yumurta kapıya geldikten sonra başlayabildi. Şu ana dek attığı tek önemli adım ise konunun gerçek muhatabı, Kürt ağırlıklı nüfusun TBMM’de seçilmiş temsilcisi DTP ile Başbakan’ın 1 saat görüşmesi oldu.
* * *
Bugün 9 Ağustos Pazar. Apo 15 Ağustos Cumartesi günü kendi “Yol Haritası”nı açıklayacağını çok önceden ilan etti. Bu amaçla da avukatları uzun süredir aydınlarla istişare yapıyor. Şimdilik, Yol Haritası’nda nelerin olacağını bilmiyoruz, sadece tahminlerimiz var. Benim bu köşede günlerdir tutturduğum mesele ise şudur:
Eğer, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti 15 Ağustos’tan evvel kendi çözüm önerilerini tartışmaya açmazsa, toplum ister istemez, Apo’nun Yol Haritası’nı tartışmaya başlayacak, gündemi Apo ele geçirecektir!
Hükümet, ortaya Apo’dan önce somut bir program taslağı koyamazsa; medyada, evlerde, sohbet toplantılarında, kahvelerde, cami cemaatinde, meyhane köşelerinde vb. bu Yol Haritası hararetle tartışılacaktır.
Nereden mi biliyorum, her yerde şimdiden harıl harıl tahminler yapılıyor da ondan!
* * *
Hükümet Apo’nun Yol Haritası’nı muhatap almayacakmış. Varsın almasın!
Doğru adım aynı zamanda tarihi bir adım.
Bildiğim kadarı ile Cumhuriyet tarihinde “Kürt meselesini” görüşmek üzere muhataplar ilk kez bir araya geldiler.
* * *
ABD Irak’tan çekilirken müttefiki Türkiye’den yardım istiyor. “Gel Kuzey Irak’ın hamisi ol!” diyor.
“Kuzey Irak açılımı” Obama’nın Türkiye seyahati ardından Türkiye’nin gündemine düşüyor. Haliyle, açılıma “Kuzey Irak açılımı” denemiyor. Onun için önce “tarih fırsat” deniyor. Sonra adı “Kürt açılımı” oluyor. Zira Kuzey Irak’taki komşunun evine sahip çıkmadan evvel kendi evine sahip çıkma mecburiyeti var.
Ortada tarihi bir mecburiyet, bu mecburiyet doğru değerlendirilirse tarihi bir fırsat da var.
Ancak ortada yapılmış bir ev ödevi yok. AKP hükümeti, 2002’den beri “Kürt meselesi”nde ha bire yalpalamış. Kâh “demokratik cumhuriyet” demiş, kah “ya sev, ya terk et!”
Bol bol retorik var ama bir çalışma metni yok.
Gözüken odur ki, Şahin TBMM’nin yeni başkanı olacak.
Bu yazıda AKP’nin yeni Meclis Başkanlığı aday seçimi hakkında bazı gözlemlerde bulunmak istiyorum. Ancak bir noktayı açıkça beyan etmek isterim. Bu yazı Mehmet Ali Şahin’in şahsını irdeleyen bir yazı değildir. Benim indimde Şahin Milli Görüş içinde temayüz etmiş bir kişidir ve geldiği her makama siyasi gücü sayesinde ulaşmıştır.
* * *
İşte gözlemlerim:
1) 2007 yılında muhataralı bir cumhurbaşkanı seçimi de vardı. O dönemde AKP bir de TBMM Başkanı etrafında polemik yaratmaktan kaçındı.
2) Dönem itibarıyla Köksal Toptan ideal bir adaydı ama artık AKP’de kullanım süresini doldurdu. Milli Görüş, gerektiğinde kendi dışında isimleri kullanır ama öz Milli Görüşçü olmayanların AKP içinde uzun ömürlü olması mümkün değildir. Sanırım, Toptan’ın başına gelenler Ertuğrul Günay ve Zafer Üskül’ü ziyadesi ile rahatsız etmiştir.
3) Laiklik hassasiyeti yüksek kişiler en tepe 3’lünün artık 3’ünün de hanımefendisinin türbanlı olması nedeni ile “son kalenin” de düştüğüne hükmedecekler ve bu inançla tepki vereceklerdir. Bu tepki ne işe yarar bilemem ama AKP’nin laiklik hassasiyeti yüksek kişileri artık hiç kale almadığı malumdur. Daha 2007 yılında bile AKP bu kesimi denge hesaplarında gözetiyordu.
* * *
Bence bu yöntemde birkaç yanlış var.
1) Gazeteciler zaten fikirlerini kamuya açıklama şansına sahip bir kitle. Hepimiz birbirimizin ne dediğini biliyoruz. Konuya kafa yoran köşe yazarları yıllardır görüşlerini beyan ediyorlar. Özel toplantıda yeni bir şey söyleyecek halleri yok.
2) Şimdiye dek yapılan 2 toplantıya da büyük ağırlıkla yandaş gazetecilerin çağrılmış olması “Hükümet sadece işine gelenleri duymak istiyor” iddialarını güçlendiriyor. Aynı yazarın iki toplantıya birden katılması ise gülünç bir görüntü bile yaratıyor. (Fehmi Koru -Kaynak: Milliyet, 03.08.09) Görüşleri bilinen ama farklılık arz eden yazarlar bir araya getirilip tartışmaları sağlansaydı, tartışma diyalektiği sayesinde belki tartışmaların katma değeri artabilirdi.
3) Bazı gazetelerden hiç kimsenin çağrılmamış olması ise akıllara “Recep Tayyip Erdoğan hiddeti” faktörünü getiriyor. Herhalde, İçişleri Bakanı Başbakan’ın öfkesine muhatap olmak istemiyor. Ama hükümet işine gelmeyen görüşlere bile tahammül göstermek zorundadır. Hükümet muhalif gazetecilerin de fikirlerini biliyor ama bazı etkin gazetelerin çağrılmaması İçişleri Bakanı’nın vurguladığı üslup ve yöntem açısından hiç şık kaçmıyor, daha beteri içeriği zedeliyor.
4) Toplantıya katılan bazı gazetecilerin toplantı sonrası beyanları ise hükümet açısından riskler taşıyor. Örneğin, iki gazetecinin (Hasan Cemal, Cengiz Çandar) hükümetin kapalı kapılar ardında Apo ile görüştüğünü söylemesi, tahmin seviyesinde ifade edilse bile, hükümeti güç durumda bırakıyor.
* * *
Kanımca “Kürt açılımı”nda en büyük üslup ve yöntem hatası hükümetin kendisi içerik açısından hiçbir şey söylemeden başkalarına, hem de işine gelen başkalarına görüş beyan ettirmeye çalışmasıdır.
Doğru yöntem, hükümetin tüm siyasi riskleri yüklenip, somut önerilerini ortaya koyarak, bu önerileri geniş bir çevrede tartışmaya açmasıdır.
Yavru köpekler kısa sürede sitenin tüm mukimlerinin maskotu haline gelirler. Yazı muazzam bir sevgi yumağı içinde geçirirler. Her gün kusana kadar beslenirler. Kısa sürede semirirler.
Sonbahar geldiğinde ise bir sabah Yayla aniden boşalır ve yavru köpekler şaşkınlık içinde etraflarındaki sevgi halesinin sadece bir gün içinde yok olduğuna şahit olurlar.
Benim gibi geri kalanlar yavruları bir süre daha beslerler. Son yazlıkçılar gittiğinde yavrular bir süre sokaklarda rüzgârın savurduğu gazetelerin havada yaptığı dansla oyalanırlar. Bomboş sokaklarda savrulan gazete kâğıtlarını kovalarlar. Küçücük boylarına bakmadan sitedeki çöp konteynerlerinde yiyecek aramaya kalkan yetişkin yabancı köpeklere havlarlar. Sonra, kendileri de çöplüklerde yiyecek bulunabileceğini öğrenirler. Anne çoktan kendi derdine düşmüştür. Yavru köpekler bir süre çöplüklerde belki diş kovuğunu dolduran yiyecekler bulurlar. Sonra kırıntı dahi bulunmaz olur.
Ertesi yaz bir evvelki yazın yavrularından eser yoktur.
Onlar nereye gitmiştir, kimse bilmez.
Zaten, yeni yavrular artık yeni ilgi odağıdırlar.
¡ ¡ ¡
Bu sene tam 7 adet yavru köpeği hemen bahçemin dibinde buldum. Takriben 1 aylık idiler ve çoktan hem bizim sitenin, hem de diğer sitelerden denize giderken bizim oradan geçmek durumunda olan insanların sevgilileri haline gelmişlerdi.