28 Temmuz 2005
<B>ADINA </B>ne derseniz deyin; ister <B>dinci terör</B>, ister <B>İslamcı terör</B>, 21. yüzyılda <B>küresel dünyaya</B> karşı onun <B>panzehiri-alternatifi</B> olma iddiasıyla damgasını vuran terör sadece <B>egemen sisteme</B> bir tepki değil, aynı zamanda kendi <B>dünyevi ideolojisi </B>olan bir harekettir. Selefi ve Vehabbi akımlar; bunlara yön veren Hassan el-Turabi, Mevdudi, Eymen el-Zevahiri, İbn-i Teymiye, Abdullah Azzam ve nihayet Usame bin Ladin gibi eylemciler ve teorisyenler, Müslümanların sadece Hıristiyan ve Yahudi mezaliminden kurtarılmasını değil, tüm dünyada kendi akıllarına uygun bir İslami düzenin kurulmasını hedeflerler. Boş hayallerine göre:
‘Ne zaman ki tüm dünya yekvücut olarak onların aklındaki saf İslama kavuşur, işte o zaman insanlık kurtulur!’.
* * *
İslamcı terör, ne Irak Savaşı nedeni ile örgütlenmiştir, ne de 11 Eylül onun başlangıç günüdür.
Onun hedefi, Müslüman ülkelerin dahi eksik kaldığı noktada ‘öz İslamı’ tüm dünyayı kapsayacak şekilde geliştirmektir.
Bu amaçla inşa edilen stratejilerde iki kilit kelime yön verici rol oynar:
Cihat ve şehadet!
* * *
Cihat, İslamcı terörün mücadele yöntemidir.
Cihat; islamın haklarının korunmasıdır. Teröristlere göre; gereğinde, Kuran’ın aksi hükümleri olmasına rağmen, zor da kullanılabilir.
Hatta İbn-u Tevmiye buyurmuştur ki: ‘Müşriklere ya da müşriklerin dışındaki kafirlere faydası dokunan (Müslümanlar dahil) herkes, yaşlı da olsa, din adamı da olsa veya savaşa katılmaya muktedir olmasa dahi öldürülür.’
Hatta bu kör ideal uğruna diğer insanların hakları hiçe sayılabilir:
‘Cihadın maslahatı için Müslümanların faydasına veya kafirlerin zararına olan herşey yapılır. Çünkü cihadın maslahatı her şeyden önce gelir.’
Kendilerine yonttukları cihat da kendi içinde ikiye ayrılır:
1) Meşr-u müdafaa için cihat.
2) İslamı yaymak için cihat.
Esas olan İslamı yaymak için yapılan cihattır. Meşr-u müdafaa (Irak, Afganistan), zaruret, diğeri ise İslam’a doğrudan hizmettir.
Sunni terör açısından; sadece Türkiye gibi laik Müslüman ülkeler değil, Arabistan gibi İslami esasları sorgusuz sualsiz dünyevi hayata uygulayan ülkeler de doğru ve saf yoldan ayrılmışlardır.
Şii Müslümanlar bile Yahudiler kadar İslam’a zararlı unsurlardır.
* * *
İslamcı terör bugün dünyada en fazla gelişmiş bir teknolojik silahtan çok daha güçlü silaha sahiptir: Şehadete getirilen yorum!
Bakara Süresi-154.ayeti şöyle demektedir:
‘Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.’
Bir inanırın ulaşabileceği en yüksek mertebe gerektiğinde dini uğruna ölmektir. Ancak, Müslümanlar için tek doğrunun ne olduğunu bilme iddiasındaki teröristler bu ayete ‘bizim gösterdiğimiz yolda ölenler’, mealli saçma bir yorum eklemişlerdir.
Dünyada kendi canını hiçe sayan (canlı bomba) insanın vereceği zararı durduracak veya ona engel olacak teknoloji ve yöntem hemen hemen yoktur.
* * *
Terörü sadece bir tepki hareketi olarak görenler çok tehlikeli bir yanılgı içindeler!
Yüce İslam’ı kendi kafaları içindeki ideolojiye alet edenlere en fazla gerçek Müslümanlar dikkat etmek zorundadırlar!
Yine gerçek din adamları da, İslamcı terörün bir tepki hareketi olmadığını ve sapkın ideolojisini cesaretle çıkıp vurgulamalılardır.
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2005
<B>BAZI </B>yazılara çok <B>e-mektup</B> gelir. Ama, <B>tarım</B> üzerine yazdıklarıma, daha önce hiç yaşamadığım şekilde, inanılmaz sayıda <B>uzman mektubu-raporu </B>geldi. Bu mektuplardan kendime özel bir tarım dosyası açtım, zira bu mektuplar beni yeni bilgi ve görüşlerle donattılar. Bugün son kez Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nde gelen kıymetli bir mektubu biraz kısaltarak yayınlıyorum:
* * *
‘...Yıllardır tarımın önemini anlatmaya çalışıyoruz. Tarımın sorunları çözülmeden Türkiye’nin sorunlarının çözülemeyeceğini hep söylüyoruz. Önümüzdeki dönemde AB ile entegrasyon yanında, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) anlaşması ile uluslararası tarım ürünleri ticaretinin daha ileri derecede serbestleşmesi beklendiğinden tarımda daha şiddetli bir rekabet ortamı doğabilecektir.
Bu durumda, acil sorunlar yanında yapısal sorunlarımızı çözmek zorundayız. Belli bir süreçte tarımdaki fazla nüfusun diğer sektörlere aktarılması, tarımda kalan nüfusun refah düzeyinin diğer kesimlerle dengeli hale getirilmesi gerekmektedir. Bu süreçte; tarım arazilerinin toplulaştırılmasına, işletmelerin büyümesine, sulama imkánı olan tüm arazilerin sulanmasına, tarımsal araştırmalarla çiftçilerin mesleki eğitimlerinin hızlandırılmasına ve çiftçilerin pazar organizasyonlarının tamamlanmasına, kısaca tarımsal ve kırsal altyapının tamamlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
* * *
...Halen bölgelerde hasadı yapılan hububat, meyve-sebze ürünlerimizle et, süt ürünlerinde üreticilerimiz ürünlerini maliyetin üzerinde pazarlayamamaktadırlar.
Bunun nedenlerine gelince; yapısal sorunlar yanında fiyatlardaki hızlı artışlara bağlı olarak yükselen girdi maliyetleri, ihracat desteklerinin yetersizliği, zaten sınırlı sayıda ürünü kapsayan müdahale alımlarının etkin bir biçimde yapılmaması, çiftçilerimizin pazarlama organizasyonlarına sahip olmaması gibi sorunları sayabiliriz. Ülkemizdeki mazot fiyatları ABD’deki fiyatların 3 katı, Yunanistan’ın 2.5 katı düzeyindedir. Diğer taraftan üretimin pazarlanması ve değerlendirilmesi konusunda ülkemizde üretici organizasyonlarının rolü çok geri düzeydedir. Tarım ürünleri ve gıda sektöründe üretici organizasyonlarının rolü AB’de % 30-100 arasında iken ülkemizde bu oran sadece % 1-10 arasında değişmektedir.
Üretimin ve verimin artırılmasında özkaynağın yetersizliği, buna karşılık yeterli kredi kullanılamamasının da önemi büyüktür.
AB, Türkiye’nin tarım potansiyelinden, meralar da dahil edildiğinde 39 milyon hektara ulaşan tarım arazileri varlığından korkuyor ve ülkemize yeterli kaynak aktarmıyor. AB Komisyonu raporunda 11.3 milyar Euro desteğe ihtiyacımız olduğu belirlenmesine rağmen, 2007-2013 yıllarını kapsayan 7 yıllık dönem için 6 ülkeye 14.6 milyar Euro katılım öncesi yardım planlanmıştır. Bu kaynakla, tarım sektörümüzdeki yapısal sorunlarımızı çözemeyiz. AB, pazar olmak istemiyor; fakat bizim pazar olmamızı istiyor.
Ülkemizde de tarıma yeterli kaynak ayrılmıyor. Altyapı hazırlanmadan, kadastro ve veraset intikal sorunu çözülmeden Çiftçi Kayıt Sistemi’ne geçildiği, bu kayıtlara göre destek verildiği için tarımsal desteklerden halen 27 milyon hektar tarım arazisinin 17 milyon hektarı yararlanabiliyor, 4 milyonun üzerindeki çiftçinin de 1.5 milyona yakın kısmı yararlanamıyor.
Bazı ürünlere verilen primler (ise) ithal maliyeti ile üretici maliyetlerini esas alan hedef fiyatlar arasındaki makası (katiyen) kapatamıyor...
Ş. Şemsi BAYRAKTAR-TZOB Genel Başkanı’
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2005
<B>GEÇENLERDE </B>yayınladığım ve üç gün süren ‘Ben mi yoksa hükümet mi değişti?’ (5-6-7 Temmuz 2005) başlıklı yazılarımda ifade ettiğim eleştirilere destek veren bir sürü yazı geldi. Bu mektuplar arasından eski <B>İstanbul Gençlik ve Spor Müdürü Vedat Bayram</B>’ın duygu dolu mektubunu bir örnek olarak yayınlıyorum:<B> * * *
‘Sayın Ülsever,
‘Ben mi yoksa hükümet mi değişti?’ (başlıklı) yazınızı okudum. Yazınızın özellikle 4. maddesinde ifade ettiğiniz, ‘benden olsun taştan olsun’ mantığı ile devlet kadrolarına yapılan atamalar sonucunda kalitenin düştüğü tespitinizden fevkalade etkilendim.
25 yıl sürdürdüğüm devlet hizmetimin ayrılış sürecini tespitinize ve tüm kamu çalışanlarına örnek oluşturması için size yazıyorum.
Spor Akademisi mezunu olacaksın. 9 yıl spor hocalığı yapıp Kadıköy Spor İlçe Müdürü olarak atanacaksın. Yaklaşık son 8 yıl da İstanbul Gençlik ve Spor Müdürü olarak koca kentin her türlü sportif yükünü kaldıracaksın. Yazılı spor basınında aleyhine 1 tek yazı çıkmaksızın 2000 sayfa yer alacaksın. Sadece İl Müdürü olarak İstanbul’da 4-5 iktidarla çalışacaksın. Her iktidar döneminde ‘adam işini yapıyor’ diye kabul görüp hizmetini yapacaksın. Son 8 yıllık sürede Erbakan-Çiller ile başlayıp, Yılmaz-Ecevit-Bahçeli’ye varana kadar herkesle uyumlu çalışacaksın.
Bahattin Şeker, Yücel Seçkiner, Fikret Ünlü, Erdoğan Toprak’ın bakanlığında hizmet yürüteceksin...
* * *
...Ve sen 26 Mart 2003’te kendi isteğinle görevinden istifa edeceksin! Neden?
Ankara’dan yapılan alakasız vekil atama nedeniyle! Hem de Belediye Başkanlığı döneminde birlikte çalıştığın hısmın bir Başbakan devrinde!
Hem de cezaevinden çıktıktan sonra eski Belediye Başkanı’na gerek vicdani, gerekse Türk töresine uygun ‘vefayı göstermene rağmen’!
Allah’tan başka bir kimseden beklentim olmadığını ispat için görevime son verdim.
Vefa duygusu beklentisiyle de ‘dur, ne yaptın’ diyen olmadığı için de emekliliğimi istedim.
Bence bu hadiselerin kaynağı ‘liyakati olmaksızın, koltuk ihtirası ile senaryo üreten makam esnafları’ idi. Adil olmayan bu uygulamanın kılıfı da hazırdı. Sözde cezaevi sonrası ‘Vedat Bayram, eski belediye reisine protokol tribününde yer vermemişti!’
Bu koskocaman bir yalandı. Bu yalan Vedat Bayramı gözden düşürmek için ‘badem bıyıklı bir senarist’ tarafından yayılıyordu!
Oysa eski Belediye Başkanı’na protokolde yer vermediği iddia edilen, en zor döneminde kendisini Paşalimanı’nda ve Küçükyalı’da misafir etme adamlığını gösteren idi!
Maalesef bürokraside liyakat ve adamlık yerine siyaset ve Bizans oyunları galip geliyor ve buna da hiç kimse mani olamıyor.
Tüm bu nedenlerle de yazınızda ifade ettiğiniz çoğalan vekil atamalarla bürokraside kaliteye son veriliyor.
Vedat Bayram.’
* * *
8 yıl süreyle çeşitli hükümetlere hizmet veren bir bürokrat, ‘mesleği zerre kadar bilmeyen badem bıyıklı bir makam esnafı’ tarafından ayağının kaydırıldığını iddia ediyor! Yerine gelen de liyakatsiz olduğu için yine bir ‘vekil müdür’!
Yazının Devamını Oku 24 Temmuz 2005
<B>NEREDEYSE </B>tefrikaya dönen <B>‘tarım sektörü’</B>nün yaşadığı büyük sıkıntıları dile getiren yazılarıma Türkiye’nin her yerinden oluk gibi mektup yağıyor. Bugün sizlerle DYP’nin üst yönetiminden gelen mektubu paylaşacağım.
* * *
‘Sayın Ülsever,
Tarımımızla ilgili başlattığınız tartışmalar için teşekkür ediyoruz.
Bugün Türkiye’de tarım yalnız kırsal kesimin, çiftçinin-köylünün meselesi değildir. Toplumsal dokuyu bozucu etkisiyle tüm ülkenin meselesi haline gelmiştir.
Son 4-5 yıldır söz edilen ve her geçen gün artan yoksulluk ve açlık sınırının altında gelire sahip vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bu kesimdedir. Açlıkla mücadele için de, yoksullukla mücadele için de doğru tarım politikaları gerekmektedir.
Avrupa ülkeleri en büyük çatışmayı tarım politikalarında yaşamaktadır.
Son AB zirvesinde bütçenin onaylanmamasında en önemli sebep, Fransa ve İngiltere’nin tarım desteklerinde anlaşamamalarıdır. 50 yıldır adım adım gerçekleştirilmeye çalışılan Birleşik Avrupa hedefi bu sebeple tehlikeye girerken, Türkiye’ye ‘tarımsal nüfusu % 35’ten % 15’e, % 10’a düşür’ talimatları verilmektedir. Böyle bir sosyal değişim alaminüt uygulamalarla sağlanamaz. Doğru ve gerçekçi programlar gerekir.
Çiftçinin kullandığı akaryakıt dünyanın en pahalı akaryakıtı ise, sulamada kullandığı elektrik dünyanın en pahalı elektriği ise, tohum uluslararası piyasa fiyatlarından veriliyor, gübre son derece pahalı satılıyor ise tabiidir ki ürün pahalıya mal olacaktır. Ve yine tabiidir ki bu ürün ithalat ile rekabet edemeyecektir.
Problemlerin zaten büyük kısmına siz değindiğiniz için kısaca bazı çözüm önerilerimizi aktarmak istiyoruz:
* * *
Çiftçiye % 50 ucuz akaryakıt verilmelidir. Kaynak; kaçak akaryakıtın önlenmesidir. Bugün kaçak akaryakıt sebebiyle kaybedilen vergi 3 milyar doların üzerine çıkmıştır. Bunun önlenmesi son derece kolaydır. Buradan sağlanacak kaynak, bu ihtiyacı fazlasıyla karşılayabilecektir.
Tarımsal sulama elektriği bedeli bugün sanayi elektriğinden bile % 25 pahalıdır. Bugünkü fiyatın üçte birine indirilebilir. Kaynak; elektrikteki kaçak ve kaybın düşürülmesidir. 2004 yılı Türkiye elektrik tüketimi 149 milyar kwh’dir. Kaçak ve kayıp resmi rakam % 20’dir (gerçek rakam % 27 civarıdır). Burada sağlayacağınız % 2’lik iyileşme tüm kaynak ihtiyacını fazlasıyla karşılar. Elektrik dağıtımında özelleştirme yapıldığı takdirde ilk yılda en az % 6-8 kaçak ve kayıp azalması sağlanabilecektir.
Bunların dışında çiftçiye tohum desteği sadece kırsal nüfus değil tüm milletimiz için gerekmektedir. Hatta şart haline gelmiştir. İthal tohumlarda ‘genleri ile oynanmış tohum gerçeği’ kısa sürede tüm insanlarımızın sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmak üzeredir. Devletin tohum üretimine vereceği destek fazlasıyla ekonomiye dönecektir.
Diğer taraftan doğru uygulanmadığı için yararlı olamamış olan ‘doğrudan çiftçi desteği’, çiftçi envanteri, veraset ve yarıcılık-ondalıkçılık gibi ülkemiz gerçeklerini dikkate alan bir çalışmayla pekálá doğru sonuçlar verecektir. Bu uygulama aynı zamanda yoksulluk ve açlıkla mücadelenin de önemli bir aracı olacaktır.
Keşke yerimiz müsait olsa da tarımla ilgili tüm tespit ve çözüm önerilerimizi iletmek imkánı bulabilseydik. Yine de bu kadarını bile tartışmaya açabilirsek mutlu oluruz. Çünkü tarımda Türkiye için çok büyük tehlikeler büyümektedir, büyütülmektedir. Geç kalmamalıyız.’
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2005
<B>BİLMEM </B>ne kadar farkındalar ama iç siyasette <B>i) tarım sektöründe yaşanan içler acısı durum </B>ve <B>ii) yükselen PKK terörü karşısındaki politikalarının bir türlü anlaşılmaması </B>(nitekim duruma TSK el koymak zorunda kaldı) <B>AKP Hükümeti</B>’ni fena halde hırpalıyor. Şu anda en büyük avantajları, karşılarında bir <B>alternatifin </B>olmadığına olan inanç. Bu bağlamda muhalefete de alternatifin pekálá oluştuğunu göstermek düşüyor.
* * *
ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, tarımın dünya fiyatları ile baş etmesinin mümkün olmadığını, zira dünya fiyatlarının serbest piyasada değil, ABD ve AB’nin kendi köylülerine sağladığı girdilerdeki sübvansiyon ile piyasaya müdahale edilmesi sonucunda oluştuğunu düşünüyor.
Öte yanda; ona göre, ister şimdiki haliyle arazi mülkiyeti esas alınsın, ister doğrudan üretici hedeflensin ‘doğrudan gelir desteği’, üretimi teşvik etmediği gibi tersine tembelliği teşvik ediyor. Peki ne yapmalı?
‘Tarımda üretim teşvik edilmeli.’
Madem, mazot, benzin, elektrik gibi girdilerde vergi indirimi yapılamıyor, o halde hükümet bir plan dahilinde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu tarım ürünlerine, önceden ilan etmek şartıyla teşvik uygulamalı!
Örneğin Türkiye; üretimini dünya rekoru seviyesinde bir verimlilikle yaptığı ayçiçeğinde bile her yıl 1 milyar dolarlık (ham yağ, yağlık tohum) ithalat yapmak zorunda kalıyor.
Erkan Mumcu diyor ki: ‘Hükümet bugünkü gibi göstermelik değil, ayçekirdeği üretiminde ithalatı sıfıra indirecek seviyede teşvik uygulamalı.’
Ona göre, ‘daha evvel yeterli seviyede üretebildiği halde, dünya fiyatları uygulaması nedeniyle hangi tarımsal üründe ithalat yapmak zorunlu hale gelmişse, o üründe ithalatı sıfırlayacak seviyede teşvik uygulanmalı.’
Öte yanda, hükümet üretimini istemediği ürünlere (örn: tütün, şekerpancarı) hiç teşvik uygulamamalı.
Özetle, devlet rasyonel bir tarım politikasıyla her yıl hangi tarımsal ürünlerin üretimini teşvik edeceğini, hangi ürünleri teşvik etmeyeceğini önden ilan etmeli!
Ayrıca devlet, tarımda verimliliği artırmak amacıyla üniversiteleri (hybrid-melez) tohumlar geliştirme alanında yönlendirmeli ve finanse etmeli!
* * *
Köylü de bu bilgi dahilinde kendi üretim planını yapmalı.
Devlet bunun dışında hiçbir müdahalede bulunmamalı. Köylüden ürününü katiyen satın almamalı. Köylü ürününü serbest piyasada tüccara satmalı!
Peki teşvik nasıl finanse edilecek?
İthalat gideri çok büyük çapta düşecek. Piyasası olmadığı halde satın almak zorunda olduğu ürünlerden (örn: tütün yakılıyor) ve geri ödemesi çok düşük finansman zorunluluğundan kurtulacağı, ortadan kalkacak örgütlerin giderlerinden tasarruf edeceği için devlet bu alanlarda da ilave kaynak yaratacak.
Ancak, Erkan Mumcu’ya göre en önemli fayda, şu anda kayıt altında olmayan tarımın kayıt altına alınması olacak.
Zira, köylü teşvikten yararlanmak için üretimini belgelemek zorunda kalacak.
Böylelikle, devlet tarımın girdi teşkil ettiği her alanı kayıt altına alma ve dolayısıyla vergilendirme olasılığını yakalayacak.
Erkan Mumcu’nun önerilerini tartışmaya açıyorum!
Yazının Devamını Oku 20 Temmuz 2005
<B>TARIM </B>sektörünün kan ağladığını inkár eden yok. Tarımda <B>‘taban fiyatları’</B> ile ürünlerin büyük çapta devlet tarafından alımı sona erdirilip, tarımsal ürünler <B>‘dünya fiyatlarına’</B> terk edildikten sonra Türk tarımı baş aşağı gitmeye başladı. Bu durumun nedenlerini dün yazdım. Ancak, esas mesele durum tespitinden öte ‘ne yapmalı?’ sorusuna cevap aramaktı.
Kimileri, şu anda uygulanan ‘doğrudan gelir desteği’nin düzeltilmesi gerektiğini, kimileri ise tamamen kaldırılarak yerine başka bir sistemin yerleştirilmesi gerektiğini söylüyor.
* * *
‘Edirne’den Harran’a Yurttan Sesler’ başlıklı bir programla tüm Anadolu’yu gezerek dolaşmayı planlayan ANAVATAN Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun önerisi:
- Tarım sektöründe üretim teşvik edilsin!
* * *
Mumcu’ya göre; tarım dünya fiyatlarına bırakıldığında, serbest piyasada oluşan ‘dünya fiyatları’nın tarımı yönlendireceği varsayılıyordu.
Ancak, başta ABD ve AB olmak üzere dünya fiyatlarını oluşturan ülkeler tarıma büyük sübvansiyon uyguluyorlar. Kendi köylülerine bizden çok ama çok daha ucuz mazot, gübre, tohum temin ediyorlar.
Dünya fiyatları piyasada oluşmuyor, büyük devletler girdilerde sübvansiyon uyguluyorlar, ‘fiyat’ müdahale ile oluşuyor.
Öte yanda, Türkiye ‘vergi politikaları’ gereği tarımda çok pahalı girdi fiyatları oluşturuyor. Örneğin, Türkiye mazot fiyatında dünya şampiyonu.
* * *
Mumcu’ya göre, ‘doğrudan gelir desteği’ ise köylüyü sadece tembelleştiriyor. Dekar başına ödenen 10 milyon TL’nin bu yıl 15 milyon TL’ye çıkması bekleniyormuş.
Mumcu diyor ki: ‘Türkiye’de ortalama tarım mülkiyeti 60 dekar. 60x10 (15)=600 (900) milyon TL alan köylünün bu parayla girdi maliyetlerini karşılayıp ekim yapması mümkün değil. Köylü parayı alıyor ve tarlasını yarıcıya kiralıyor.’
Türkiye’de şu anda kimse borçlanmadan ekim yapamadığı için toprağını işlemek istemiyor.
* * *
Erkan Mumcu, köylünün verimsiz olduğu görüşünü de reddediyor. Dekar başına üretim esas alındığında Türkiye’nin ayçiçeği üretiminde dünya rekortmeni olduğunu söylüyor. Verimin düşük olduğu ürünlerde ise ‘hybrid-melez’ tohum geliştirilmesi için hiç araştırma yapmayan devleti suçluyor.
Avrupa’da dört kişilik ailenin ortalama tarım arazisi 300 dekar iken bizde 10 kişilik ailede ortalama toprak büyüklüğü 60 dekar olduğu gibi ayrıca bu arazi parça parça. Köylü toprağını bir kerede işleyemiyor.
Mumcu’ya göre uygulamalı toprak birleştirilmesi yapılmalı ve verasette toprak tekrar bölünmemeli. ‘Topraktan feragat edecek kardeşlere devlet endüstri şehirlerinde ucuz konut vermeli’ diyor. Böylece köylü sayısı da azalacak. Ama bu politika ancak bilinçli sanayileşme politikası ile birleşirse anlamlı olur, diye de ekliyor.
* * *
Erkan Mumcu’nun esasen önerdiği tarımda üretimin teşvik edilmesi konusunu ise yarın işleyeceğim.
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2005
<B>TÜRKİYE, </B>uluslararası taahhütleri ve dünyaya entegre olma çabası (DTÖ) çerçevesinde <B>tarım sektöründe piyasaya müdahale</B> anlamına gelen <B>taban fiyatı</B> uygulamasını büyük çapta kaldırdı ve Türk tarımını <B>dünya piyasaları </B>ile rekabete zorladı. Ancak, Türk tarımı dünya fiyatlarını bir türlü yakalayamıyor. Nüfusun yüzde 35’ini tarımda istihdam eden Türkiye, nüfusunun yüzde 3-5’ini tarımda istihdam eden ülkeler kadar tarımsal ürün üretemeyince verimsiz kalıyor ve dünya fiyatlarına göre pahalı üretim yapıyor.
Hal böyle olunca, bir zamanlar kendini besleme konusunda dünyadaki nadir ülkelerden olan ülkemiz, dışarıdan ucuz tarım ürünü ithal ediyor.
Durum bu olunca Türk köylüsü kan ağlıyor!
* * *
Aşırı istihdam (gizli işsizlik) ve teknolojik fukaralık, Türk tarımını vuruyor ama aynı zamanda:
i) Türkiye’de tarımsal girdiler de (benzin, mazot, elektrik vb.), üzerine binen vergiler nedeniyle dünya fiyatlarının çok üstünde, rekor seviyede.
ii) Ayrıca, borç sarmalı nedeniyle uygulanan sıkı kur politikası TL’ye aşırı değer kazandırıyor, ithalat daha da ucuz ve cazip hale geliyor.
Türk köylüsü verimsiz üretim yanında bir de yukarıda sıralanan nedenlerle daha beter sıkışıyor, daha beter can çekişiyor.
* * *
Öte yanda, dünyada hemen her ülkede tarım destekleniyor. Dünyada tarım destekleniyor; zira köylerde yaşayanlar şehirlerde yaşayanların yararlandığı ‘dışsal ekonomiden’ yararlanamıyorlar.
Köylerde altyapı, sağlık hizmetleri, eğitim, spor, eğlence vb. hizmetler gereği gibi verilemediği için bütün dünya, tarım üreticisini köylük alanda tutabilmek için bir bedel ödüyor.
* * *
Türkiye’de de tarımda ‘doğrudan gelir desteği’ adı altında bir destek var.
Doğrudan gelir desteği, arazi mülkiyeti (tapu) üzerinden ödeniyor:
1) Ancak, ülkede doğru dürüst kadastro yok, envanter tutulmuyor. Yıllardır bu mesele halledilemedi.
2) Veraset sırasında çok çocuklu aile yapısı nedeniyle araziler devamlı bölünüyor, bölünmüş tarlalar ekonomik kárlılık boyutlarını habire kaybediyorlar.
3) Ülkede veraset vergileri yüksek olduğu için veraset sırasında el değiştiren mülkiyet, tapuya çoğu kez kaydedilmiyor.
4) Sistem yarıcılık/kiralama yöntemi gibi yaygın bir üretim tarzıyla başkasının toprağını işleyen köylüyü hiç dikkate almıyor.
* * *
Bu durumda piyasaya müdahale etmeden köylüye doğrudan gelir aktarımı yapmayı hedefleyen ‘tarımda doğrudan gelir desteği’, hedefinin çok dışında, hatta tersine sonuç veriyor.
Destekten sadece tapuya kayıtlı toprağı olanlar faydalanıyor. Doğal olarak toprağı çok olan daha fazla destek alıyor. Daha beteri, toprağı işlemeyen, artık şehirlerde yaşayan Erenköy, Çengelköy, Vaniköy sakinleri büyük şehirlerde oturup köylülük desteği alıyorlar. Toprağı işlediği halde mülkiyetine sahip olmayan büyük bir nüfus ise sistemden faydalanamıyor!
(Devam edeceğim)
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2005
<B>ERKAN Mumcu </B>muhalefetin nabzını yakalamış. Enteller siyaseti <B>‘özgürlükler-haklar’ </B>söyleminde tartışırken, siyasiler siyasetin millet indinde <B>‘ekonomi’</B> söyleminde, halk ağzı ile söylersek <B>‘ekmek’</B> söyleminde tartışıldığını çok iyi biliyorlar. Türkiye gibi ‘geçim derdini’ çözememiş ülkelerde siyasileri iktidar da yapan, iktidardan da eden sihirli kelime ‘ekmek’!
* * *
Erkan Mumcu ve arkadaşları yollara düşmüşler. ANAVATAN bu yaz Türkiye’yi karış karış gezecek (Edirne’den Harran’a) ve bu gezilerde milletin dertlerini (yurttan sesler) dinleyecekler. Sonbaharda ise millet adına onlar konuşacaklar.
Ben yazları dünyanın en güzel koylarından Saros Denizi üzerinde Keşan’a bağlı Yayla Köyü’nde geçiriyorum. Erkan Mumcu’nun Edirne’den Keşan’a geleceğini duyunca ‘çiçeği burnunda bir lideri’ milletin önünde görmek istedim.
Erkan Mumcu’nun konvoyunu bir dostumla Keşan’a bağlı Paşa Yiğit beldesinde bekledik.
Konvoyu beklerken de kahvehanede köylü ile sohbet etme imkanı bulduk. Paşa Yiğit beldesi yıllardır CHP veya DSP’ye oy verirken son seçimlerde AKP’ye vermiş.
Ancak, şimdi hükümete çok kızgınlar, AKP’ye ‘geçim derdi’ nedeni ile başvurmuşlar, ancak ‘şimdi durum daha da beter’ diyorlar!
Demiyor, haykırıyorlar!
Erkan Mumcu’yu da saatlerce ‘bir umut olabilir mi?’ sorusuna cevap aramak için beklediler. Kalabalık benim umduğumdan çok daha büyüktü.
* * *
Erkan Mumcu ‘Köylüyü hiç bu kadar bezgin ve perişan görmedim’, diyor. Köylü de ‘Açız!’ diye bağırarak ona destek veriyor. Mumcu durumu izah ediyor:
Tarımda, Türkiye’de uygulandığı şekliyle, serbest piyasa politikaları iflas etti!
1) Dünyanın en verimsiz tarım ülkelerinden birisi olan Türkiye’de, tarım ürünlerinden destek çekilip, fiyatlar dünya fiyatlarına bırakılınca, tarım sektörü dünya fiyatları ile rekabet edemedi. Çöktü!
2) Türk tarımı dünya ile rekabet edemez, zira verimsiz üretim kadar önemli iki neden daha var:
i) Türkiye’de tarımsal girdiler (benzin, mazot, elektrik vb.) üzerine binen vergiler nedeniyle dünya fiyatlarının çok üstünde, rekor seviyede.
ii) Ayrıca, borç sarmalı nedeniyle uygulanan sıkı kur politikası TL’ye aşırı değer kazandırıyor ve ihracat lüzumsuz pahalandığı gibi, ithalat da denge fiyatının çok altına düşüyor, iç fiyatlara göre aşırı ucuzluyor.
Giderek, tarım ülkesi Türkiye’de, zaten dünya fiyatları ile baş edilemezken, TL’ye denge fiyatı üzerinde değer kazandıran kur politikası ile, tarım ürünlerinin ithalatı daha da ucuzluyor. Türkiye tarımsal ürünleri ithal ediyor!
* * *
Dünyada hemen her ülkede tarım destekleniyor. Türkiye’de uygulanan ve arazi mülkiyeti üzerinden ödenen ‘doğrudan gelir desteği’ doğru dürüst kadastro olmadığı, envanter tutulmadığı ve toprağı çok köylüyü ödüllendirdiği için hiçbir işe yaramıyor.
Köylü hem kárlı pazar bulamıyor, hem de destek görmüyor. Perişan!
AKP Hükümeti’nin içeride en büyük zaafı tarım sektörü!
(Bu hafta tarım sektörü üzerinde duracağım.)
Yazının Devamını Oku