4 Eylül 2005
<B>ŞAŞKINLIKLA </B>izliyorum. <B>Irak</B>’ı şekillendirecek <B>anayasa taslağının</B> ülkeyi bir <B>iç savaşın eşiğine</B> getirdiğini anayasanın hazırlanmasında görev alan Amerikalılar bile kabul ederken; birkaç istisna dışında, Türkiye’nin <B>‘aydınları’</B> sanki bu gelişmeyi hiç ciddiye almıyorlarmış gibi davranıyorlar. Anayasa taslağındaki tehlike taşlarına hafta içinde dikkatleri çekmeye çalıştım.
Korkum odur ki, Irak çok yakın tarihte bir iç savaşa gidecek ve parçalanacak:
İç savaş çıkması durumunda:
1) Şiiler kendi ‘İran’larını kurmaya kalkacaklar ve İran bölgede etki alanını daha da genişleterek Türkiye’yi tehdit eder hale gelecek. İran, İsrail ile açık bir çatışmaya girebilir ve tüm bölgeye ideolojik liderlik yapmaya soyunabilir.
2) Sünni bölge tamamen El Kaide toprakları haline gelebilir. Afganistan’daki İslamcı terörü bitirme iddiası El Kaide’nin Ortadoğu’nun ortasına, Türkiye’nin dibine yerleşmesi ile sonuçlanabilir.
Unutulmamalıdır ki, El Kaide’nin ideolojik amacı önce İslam dünyasında, sonra tüm dünyada Vehhabi-Selefi bir öz-İslam düzeni kurmaktır.
3) Petrol gelirinden yoksun kalan Sünniler (El Kaide denetiminde) ve ideolojik yaptırım peşinde koşan Şiiler, Kuzey Irak’a (Kürt Federasyonu’na) saldırabilirler.
4) Şiileri baş düşman gören El Kaide, Şiilere zaten saldırmaktadır.
5) ABD; İran ve Suriye’deki rejimleri yıkmak için bu ülkelerdeki Kürt unsurları kışkırtmak amacıyla başta PKK olmak üzere Kuzey Irak’taki tüm unsurları kullanmaya kalkabilir.
* * *
Türkiye ne yapmalı? Baştan beri tezim aynı:
Türkiye; önleyemediği, engel olmadığı gelişmeler ışığında Irak’a açık müdahalede bulunmalıdır!
Kimse kendini ve Türkiye’yi aldatmaya daha fazla yeltenmesin!
Türkiye, savaşın dışında kalarak dertlerden katiyen kurtulmuyor. Üstelik, her geçen gün tehlike daha da dibine yaklaşıyor!
Türkiye, çevresi cayır cayır yanarken, kendine bulaşacak (hatta çoktan bulaşmış) ateşi şimdilik sadece seyrediyor!
* * *
1) Irak’ın toprak bütünlüğü Türkiye, Kuzey Irak ve ABD’nin ortak çıkarıdır!
2) İran ve El Kaide’nin bölgede güçlenmesi, tüm Arap áleminin aleyhinedir.
3) İç savaş, Avrupa (petrol) ve İsrail’i de büyük çapta olumsuz etkileyecektir.
4) O halde Türkiye; Mısır, Fas, Cezayir ve benzer Müslüman ülkelerin ortak harekátına liderlik etmelidir! NATO’yu da bölgeye davet etmelidir!
5) ABD çoktan pes etti, böyle bir yardıma ‘hayır!’ diyemez. Türkiye bu şekilde kurulacak geniş bir koalisyona liderlik etmek istediğini ivedilikle tüm dünyaya ilan etmelidir.
6) Irak’ta anayasa oylaması ancak böyle bir koalisyon kurulup, koalisyonun askeri birlikleri ‘Irak’ın toprak bütünlüğünü’ korumak amacıyla Irak’a girdikten sonra yapılmalıdır. Gerekirse referandum için 15 Ekim tarihi ertelenebilir.
7) Koalisyon birlikleri, Irak’ın toprak bütünlüğü için sadece garantör olarak kalmamalı, Irak vatandaşlarının asker ve polis olarak eğitimini de üstlenmelidir.
8) Tıpkı 1 Mart Tezkeresi öncesi yapılan anlaşmalarda olduğu gibi, Türkiye Kuzey Irak’ta PKK bölgelerinde serbest harekát yapabilmelidir!
* * *
Çok geç olmadan Türkiye, belanın üzerine üzerine gitmek zorundadır!
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2005
<B>DÜN </B>ifade ettim: <B>‘Bana göre; bugün itibarıyla ABD yönetiminin Irak’ta saplandığı batakta hálá bu kadar ısrarlı olması Irak’ı artık bir iç savaşa sürüklüyor.’ Kaygımın bir nedeni, anayasanın çağdaş, liberal demokrat unsurlardan yoksun oluşu. Bireysel haklar üzerine inşa edilmeyen; herhangi bir dine, ırka, aşirete mensup insanlara ayrıcalıklı haklar tanıyan anayasalar düzen ve dirlik kurucu değil, bölücü unsurları kışkırtıcı olurlar.
Bugün vazedilen anayasa, İslam’a dayanan teokratik bir yönetimin altyapısını kurmakta, demokratik hakların bir kısmını reddetmekte ve yer yer insan hakları değerlerini inkár etmekte, her türlü yargı erkine mollaları sokmakta ve yasamayı ‘dinle çelişmeme’ göreviyle kısıtlayarak şeriatı körüklemekte ve böylece kadın haklarını ve eşit vatandaş kavramlarını baltalamaktadır.
* * *
Ancak anayasanın esas bölücü yönü; tüm etnik grupların haklarını koruma iddiasıyla ortaya çıkmasına rağmen, başkaldırının en güçlü olduğu bölgelerde yaşayan Sünnileri anayasa tartışmaları sürecinden dışlamış olmasıdır.
Zaten Anayasa Komisyonu’na en başında sadece 2 Sünni atanmıştı, rakam sonradan 15’e çıktı. Anayasa Komisyonu’nda oybirliği aranacağı da söyleniyordu.
Ancak, Sünnilerin Anayasa Komisyonu’nu tıkadığını gören diğer Iraklı unsurlar, onları dışladılar ve anayasa taslağının son şeklini Sünnilere son gün verdiler. Sünniler 20 maddeye karşı çıkmalarına rağmen komisyon bu itirazları kaale almadı ve taslağı Meclis’e yolladı. Meclis, taslağı kendi içinde oylamadı ve 15 Ekim’de referanduma sunacak. Anayasa üç eyalette 2/3 çoğunlukla reddedilirse düşecek.
Irak’ta Geçici Koalisyon Yönetimi’nin danışmanlığını yapan hukuk profesörü Noah Feldman da Sünnilerin dışlanması konusunda aşağıdaki uyarıyı yapıyor:
‘...Ne yazık ki pazarlıklar son aşamasına gelirken federalizm tartışmasına yeni bir sorun musallat oldu. En büyük iki Şii partisinden Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin lideri Abdülaziz el-Hekim, Irak’ın 18 eyaletine, Kürt kuzeyin bütün özyönetim imtiyazlarıyla birlikte, kendi bölgeleri içinde birleşme imkánı verilmesi gerektiği konusunda ısrarcı oldu. Güneydeki Şii ağırlıklı dokuz eyalete petrol gelirlerinin dağıtımı konusunda daha fazla avantaj sağlama niyeti söz konusuydu. Şiilerin bir mega-bölge talebiyle ilgili asıl sorun, ülkenin petrolden yoksun Sünni merkezi için anlamının ne olduğu(dur): Bir bölünme durumunda, ülkenin (Sünni) orta kısmını petrolsüz ve desteksiz bırakacak.’ (Radikal: ‘Sünnilere Ödün Verilsin.’-31.08.2005)
* * *
Görünen odur ki; Ebu Musab el-Zerkavi yönetimindeki El Kaide militanları anayasa referandumunu cihada çevirecekler ve Sünni kitleler üzerindeki etkinliklerini şimdi daha da artıracaklar. Hele hele iddialar doğru çıkar ve Sünni bölgelerdeki anayasa oylamasını etkilemek için Sünni eyaletlere Şiiler nüfus yüklemesi yapmaya kalkarlarsa şiddet beter azıtacaktır.
Bu arada kendileriyle hemen hemen aynı oranda nüfusu paylaşan Kürtlerin isteklerinin hemen hemen hepsini almış olmaları, Sünnileri iyice çileden çıkarmakta. Sünniler hem Şiiler, hem de Kürtlerle mücadele edecekler.
* * *
Bütün bu şartlar altında Türkiye’nin ne yapması gerektiğine dair önerilerimi pazar günkü yazımda takdim edeceğim.
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2005
<B>BİLEN </B>bilir<B> </B>ki, <B>‘Irak Savaşı’</B>nı 21. yüzyılın <B>‘güç mücadelesi’</B> açısından başından beri <B>kaçınılamaz bir savaş</B> olarak gördüm ve görmeye devam ediyorum. Yanı başında yaşanan bu kaçınılmaz savaşta Türkiye’nin aktif rol alması gerektiğini de baştan beri azınlık görüşü temsil ettiğimi bile bile inatla savunuyorum.
Ancak, daha önce de özeleştiri yaptığım iki alandaki yanılgımı tekrar etmek zorundayım:
1) ABD Hava Kuvvetleri’nin teknolojik üstünlüğünü görüyordum ama paralı askerlerle devşirilmiş Kara Kuvvetleri’nin Irak’a dirlik ve düzen getirmede bu kadar çapsız kalacağını tahmin edememiştim.
2) ABD yönetimini şekillendiren yeni muhafazakar (neo-con) unsurların bilgi derinliklerini teslim ediyordum ama ideolojik saplantılarının bu kadar koyu bir ideolojik körlük yaratacağını öngörememiştim.
* * *
Bana göre; bugün itibarıyla, ABD yönetiminin Irak’ta saplandığı batakta hálá bu kadar ısrarlı olması Irak’ı artık bir iç savaşa sürüklüyor.
Türkiye’nin bu durumu sadece seyrediyor olması da beni çok kaygılandırıyor!
* * *
Korkarım ki, varılan noktada 15 Ekim’de oylanacak Irak Anayasası reddedilmese bile uygulama imkanı bulamayacak ve Irak’ı oluşturan üç ana unsur (Şiiler, Sünniler ve Kürtler) arasında kızılca kıyamet 15 Ekim sonrası kopacak!
* * *
Her şeyden önce Bush’un BOP’un ana parçası olarak takdim ettiği Irak Anayasası, verdiği sözün tersine, katiyen bir liberal demokrat anayasa değildir.
Bölge uzmanı ve Dış İlişkiler Konseyi kıdemli üyesi David L. Philips’in irdelediği gibi (Newsday/Washington Post ve Los Angeles Times web sitesi-26 Ağustos 2005 Cuma) 15 Ekim’de halk oyuna sunulacak anayasa İslamcılar ile laikleri, Şiiler ile Sunnileri, Araplar ile Kürtleri birbirine düşürmeye aday bir sürü unsur taşımaktadır.
ABD yönetimi Irak’ın geleceğini şekillendirecek anayasa tartışmaları sırasında devamlı seviye ve kalite kaybetmiş, devamlı tavizler vermiştir.
* * *
Bugün vazedilen anayasa İslam’a dayanan teokratik bir yönetimin altyapısını kurmakta, demokratik hakların bir kısmını reddetmekte ve yer yer insan hakları değerlerini inkár etmektedir.
Anayasa; İslam’ı Irak’ın resmi dini olarak kabul etmekte, şeriatı ‘yasamanın (kanun yapmanın) ana kaynağı’ olarak görmekte, hiçbir kanun teklifinin İslam’ın temel inançlarına ters düşmeyeceğini kabul etmektedir. Anayasa mollaların Irak Federal Yüksek Mahkemesi’de görev almasına imkan tanımakta ve mollalara İslam inancına aykırı gördükleri kanunları veto etme hakkı vermektedir.
Anayasa, din mahkemelerine ‘aile hukuku’ üzerine karar verme yetkisi tanıyarak özellikle kadınların evlilik, boşanma ve miras konularında temel hakları önüne büyük engeller çıkarmaktadır.
* * *
Liberal demokrasi ile tamamen zıt değerlerin anayasaya monte edilmesine göz yuman Bush Yönetimi, Şiiler, Sünniler ve Kürtler arasındaki bazı çelişkileri dengeleyemeyen, hatta zaman zaman körükleyen maddelerin de Irak Anayasası’na girmesine razı olmuştur.
Türkiye’yi 2006 yılında derinden etkileyeceğine inandığım hemen yanıbaşında yaşanan gelişmeleri irdelemeye yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 30 Ağustos 2005
<B>MODERNİTENİN </B>bir sürü göstergesi arasında; a)<B> standart geliştirme</B> ve b) <B>objektif ölçme </B>de<B> </B>yer alır.<B> </B>Maalesef, biz genellikle<B> sübjektif </B>duygularını <B>objektif </B>ölçümler önüne koyan, hatta bunları birbirine karıştıran toplumlara dahiliz. Türkiye’de köşe yazarlarının bazıları, kendilerini kimseyi beğenmemeye memur etmiş, önemi kendiliğinden menkul insanlar olarak temayüz ediyorlar.
Köşe yazarlarının bir bölümü de kendilerini başkalarını eleştirmekte sonsuz iktidar sahibi görürken eleştirilmekten hiç de hazzetmiyorlar.
Nice zamandır kendime soruyordum:
Köşe yazarlarının bir ölçümü olamaz mı?
Köşe yazarları için de bir reyting (beğenilme, tutulma endeksi) geliştirilemez mi?
* * *
Benzer bir şekilde ‘fikir üretimi’ yapan -eskiden köşe yazısı denmez, fikir yazısı denirdi- bilim adamları; a) ürettiği makale/kitap sayısı ve b) yazdıklarının başkaları tarafından önemsenmesi/tartışılması/referans alınması (citation) ile ölçülüyorlar. Ben de köşe yazarlarının yazdıklarının; a) okunma yoğunluğu ve b) önemsenmesi (gündem yaratması) ile ölçülmesi gerektiğini düşünüyordum.
Gözüme birinci kriterin ölçülmesi nispeten kolay, ikincisi ise oldukça zor gözüküyordu.
Ancak, sevinçle gördüm ki genç ve yetenekli bir arkadaşımız, ikinci kriter (önemsenme/gündem yaratma) için de çok objektif bir ölçüm metodu geliştirmiş.
Yurtsan Atakan, 12 Ağustos 2005 günü yayınladığı ‘Türkiye’nin en güçlü yazarları Hürriyet’te’ başlıklı makalesinde (Bkz: Hürriyetim-yazarlar arşivi) köşe yazarlarının gündem yaratma gücünü ölçen bir metodoloji yayınlıyor ve 30 köşe yazarını sıralıyor.
Yurtsan Atakan diyor ki:
‘...Hürriyet yazarlarının gündem yaratma gücünü gösteren listeyi aşağıda bulabilirsiniz. Hemen söyleyeyim, bu en çok okunan yazarlar listesi değil. Yazılarına başka kaynaklarca en çok atıfta bulunulan yazarlar listesidir. Yani yazarların, gündem yaratma güçlerine göre sıralandığı bir liste. Listeyi hazırlarken istemeden atladığım bir iki isim olmuştur mutlaka. Örneğin, geçen seneki listemde Oktay Ekşi’yi atlamıştım, bu sefer unutmadım. Hürriyet’te yeni köşe sahibi olmuş isimleri ise haksızlık olmaması için bilerek listeye dahil etmedim. Ayrıca listeyi 30’uncu yazarda kestim...’
* * *
Tabii ki, ölçümde bazı eksiklikler ve düzeltilecek noktalar var. Yurtsan Atakan’ın listesinin ilk 5’i şöyle:
1) Ertuğrul Özkök (420), 2) Emin Çölaşan (417), 3) Cüneyt Ülsever (381), 4) Özdemir İnce (375), 5) Bekir Coşkun (375).
Devamında da benzer özellikler gözüken listede bu safhada sıralamadan çok gruplandırma yapmak mümkün. Örneğin, ilk 5’te 1. ve 2. bir puan grubu, 3., 4. ve 5’inci’de başka bir puan grubu oluşturuyor. (Puanlar parantez içindeler.)
Zaten kendisi de çalışmasını ‘Tabii bu ham bir liste’ diye nitelendiriyor.
Çalışma, ‘sözel’ değerlendirmeleri ise hiç kaale almıyor, zaten alamaz.
Ancak, köşe yazarlarını değerlendiren yazılı yargıların sözel tartışmalara ışık tuttuğunu da unutmayalım.
* * *
Yurtsan Atakan’ın bu önemli girişimi teşvik edilmeli ve geliştirilmelidir.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2005
<B>GEÇEN </B>hafta 3 günlük bir dizi şeklinde yayınladığım ve <B>‘Kürt sorunu’</B>nu <B>uluslararası (Ortadoğu) boyutta</B> ele alan yazılarımla ilgili olarak <B>Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu </B>aşağıda takdim ettiğim mektubu yolladı. ‘Meseleyi’ bu boyutuyla Türkiye için hayati seviyede görüyorum ve Kürt sorununun uluslararası boyutuna akıl yoran kişilerin ve hele hele siyasi liderlerin görüşlerine büyük önem veriyorum.
Erkan Mumcu’nun mektubu aşağıdadır:
* * *
‘...Öncelikle, ‘Kürt sorunu’ başlığıyla yaşanan tartışmalara ‘gerçekçi’ ve ‘akılcı’ bir yaklaşım geliştiren, konuyu analitik bakış açısıyla ele alan yazılarınızdan dolayı sizi kutlamak istiyorum. Ne yazık ki son günlerde sizinki gibi ‘dikkatli’ ve ‘sağduyulu’ yaklaşımların, günübirlik heyecan ve tepkilerle şekillenen yorumlar arasında yeterince işitilemediğini görüyoruz.
Oysa, Türkiye’nin, temel sorunlarında hep ‘refleksleriyle yönetilen’ bir ülke haline dönüştüğünü, sorunları kuşatıcı ve kapsayıcı bir bakışla anlayıp çözebilmek için bu hastalıktan kurtulmamız gerektiğini anlamalıyız.
İki aydır iktidar ve muhalefeti konuyu ortaklaşa ele almaya çağırıyoruz. Sonunda gelinen durumu görüyorsunuz.
* * *
‘Kürt sorunu’ tanımlaması yanlıştır; konunun sosyolojik boyutunu inkár etmek mümkün değildir; ama sorunu böyle tanımlamak ‘etnik temelli siyaset’in öngördüğü alanda düşünmek demektir. Siyasi iradenin bu yanlışı göremiyor oluşu, sorunu yönetme becerisinden yoksun olduğunun kanıtıdır.
Sorun yalnızca bir ‘terör sorunu’ olarak da görülemez. Bundan sonraki süreç ister terör örgütünün inisiyatifinde gelişsin, ister yeni bir inisiyatif üretsin, bölücü hareket yeni bir evreye geçmek amacındadır. Bu yeni evrede bir ‘mücadele modeli ve yaklaşımı’ geliştirmek siyasetin görevidir.
Soruna, uluslararası boyutu ihmal edilerek bakılamaz. Türkiye ‘bölgesel’ ve ‘küresel’ stratejileri doğru okumak ve yeniden ‘müzakere edebilen ülke’ pozisyonunu kazanmak zorundadır.’
* * *
Erkan Mumcu daha önce yaptığı basın toplantısında da ‘meselenin uluslararası boyutuyla ilgili olarak’ şunları söylüyor:
‘...Türkiye (1999’da ele aldığı) inisiyatifi (...) ‘kalıcı bir pozisyon’a otur(t)mak durumundadır. Türkiye’nin bölgesel politikalar geliştirebilme gücü de doğrudan buna bağlıdır. Bunun yolu da Türkiye’nin ‘uluslararası alanda müzakere eden taraf’ pozisyonuna sahip olabilmesinden geçer.
Kendi konumumuzu, bölge ülkelerinin ve uluslararası aktörlerin konumunu iyice anlamamız, derinlikli ve kapsamlı stratejiler geliştirmemiz şarttır.
Sorunun Ortadoğu’yla, modernleşmeyle, İslam Dünyası’nın bugünkü durumuyla, demokratikleşmeyle, etnik milliyetçilik ve ulusal bilinçle, bölgesel taleplerle ilişkisini doğru kavramak ve yeni yaklaşımlar geliştirmek durumundayız. GOP başlığı çevresinde yaşanan tartışmalar sorunun tanımlanmasına ve çözüm yollarının aranmasına katkıda bulunacaktır. Çözüm ‘bizim çözümümüz’ olmalıdır. Ama bu, öyle bir çözüm olmalıdır ki ‘herkesin çözümü’ haline gelsin: Bölünme olmasın. Hak ihlali olmasın. Demokrasi, hukuk, istikrar, büyüme, işbirliği, ortak pazar, katılım ekseninde bir çözüm olsun...’
Erkan Mumcu’nun uyarıları dikkate alınmak zorundadır.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2005
<B>ŞAHSİ </B>görüşüme göre 2005 Mayıs ayı itibarıyla: <br><br><B>‘Terördeki son gelişme doğrudan Ortadoğu’daki gelişmeler ve kaosla ilgilidir! Türkiye, yanı başımızda her geçen gün beter hale gelen yangına karşı kendi politikalarını geliştirmeden PKK terörüne çare bulamaz!’</B> ABD’nin neden Irak’a saldırdığını çok tartıştık. Ama bugün itibarıyla durum şöyledir:
1) ABD Irak’ı büyük bir başarıyla işgal etmiştir ama Irak’ta düzen kurma çabasında muazzam başarısızdır. Kendi denetimi dışında:
a) El Kaide Sunni bölgeye büyük oranda yerleşmiştir.
b) Şiiler, yeni bir İran yaratmaya yönelik bir ‘İslami düzen’ kurmaya hazırlanmaktadırlar.
c) ABD’nin çıkarlarının tersine Irak’ın bölünme ihtimali her geçen gün yükselmektedir.
d) El Kaide; İran ve Suriye’nin de katkıları ile Kuzey Irak’taki Kürt Federasyonu’nu çok yakında tehdit edebilir. Ayrıca kendileri için de tehdit saydıkları Kürtlere, Şiiler de müdahale edebilir.
* * *
2) ’Irak sendromu’ ABD halkını her geçen gün geometrik artan oranlarda rahatsız etmektedir.
3) ABD, Irak’tan çekilmesinin en son çare ve en büyük felaket olduğunu bilmektedir.
4) Giderek ABD Irak’ta diğer ülkelerin katkılarına daha da fazla ihtiyaç duymaktadır.
* * *
5) ABD bir yönü ile PKK’ya karşı samimi olarak çaresiz kalırken, diğer yönü ile,
6) PKK’nın Türkiye’ye tehdit oluşturmasına sessiz kalmaktadır.
7) PKK, ABD’ye ileride İran ve Suriye’deki rejimleri değiştirme gayretlerinde de yardımcı olabilir.
8) ABD, Türkiye ile ‘Ortadoğu meselesinde’ pazarlık yapabilmek için PKK kartını kenarda tutmaktadır.
* * *
1999’da Apo bizzat ABD tarafından Türkiye’ye teslim edilmiş, karşılığında Türkiye’den özgürlükler alanında yeni açılımlar yapması istenmişti. Türkiye bu açılımı özellikle ‘AKP hükümetleri’ sırasında ‘Uyum Yasaları’ çerçevesinde yaptı.
Ancak, ‘1 Mart Tezkeresi’ ile başlayan dönemde ‘stratejik ortaklığın bozulma’ süreci başladı, eldeki kartlar farklı ‘değerlendirilmeye’ alındı.
Şimdi ne yapmalı? 1 Mart Tezkeresi tartışmaları sırasında açıkça yazdım. Türkiye yanı başındaki yangını görmezden gelemez dedim. El Kaide ve tekrar olarak PKK’nın Türkiye’ye yöneleceğini 2003 yılında iddia ettim. Şimdi ise dibimizdeki yangın açık bir kaosa dönüşüyor.
Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif müdahil olması gerekliliği her geçen gün güçleniyor.
* * *
Türkiye ivedilikle ABD ve Kuzey Irak’ta kurulmakta olan Kürt Federasyonu ile stratejik ortaklık başlatmalı, tüm ezberini tersine çevirerek Kürt Federasyonu’nun garantörü haline gelmelidir. Türkiye stratejik ortaklık çerçevesinde; özellikle Sunni tehdidine karşı Kuzey Irak’ta açık müdahalede bulunabilir, PKK kamplarına müdahale edebilir! Bölgede Iraklı asker ve polislerin eğitimine katkıda bulunabilir, hatta bu işi ABD’den çok daha iyi yapar!
Türkiye Kuzey Irak’a yeni bir gözle bakmak zorundadır!
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2005
<B>BAŞBAKAN’</B>ın açtığı <B>‘Kürt sorunu’ </B>sayfası, iyi niyetli ama aceleye getirilmiş, ev ödevi yapılmamış bir çıkıştır. Zaten 2005 Mayısı’nda aniden(!) hortlayan terörü<B> ‘Kürt sorunu’</B>na getirilecek doğru veya yanlış önerilerle göğüslemeye çalışmak sorunun <B>konjonktürel boyutunu </B>şu safhada<B> </B>sadece kışkırtır. Dikkat edin, ‘Kürt meselesi’ ile ilgili geliştirilen her türlü öneriye Kürtler adına artık sadece PKK taraftarları veya sempatizanları cevap veriyor, onlar pazarlık yapıyorlar.
Kürtçe TV’yi desteklemek, 1997 sonrasını kapsayan af çıkarmak doğru ve vicdani tekliflerdir ama muhatabı katiyen tatmin etmeyecektir. Hedef, Apo’yu kapsayan genel af ve PKK kadrolarının/uzantılarının hiçbir cereme çekmeden, ücret ödemeden siyasallaşmalarına cevaz verilmesidir.
* * *
‘1999’da uykuya yatan PKK terörü neden 2004’ün sonunda yeniden hortladı, son aylarda ise neden azıttı?’ sorusuna, 11 Eylül sonrası dünyada ve Ortadoğu’da değişen koşulları ve bunun ülkemize yansımalarını, hele hele son aylarda Irak’ta zıvanadan çıkan kaosu değerlendirmeden cevap bulmanın teröre panzehir üreteceğini düşünmek nafile gayrettir!
2005 yılının ağustos ayında Irak Savaşı’nın vardığı noktayı, meselenin Suriye ve İran boyutlarını, İsrail’in yeni açılımını değerlendirmeden ve bunlarla ilgili akıllı politikalar üretmeden ‘terörle mücadele’ olmaz.
Terördeki son gelişme doğrudan Ortadoğu’daki gelişmeler ve kaosla ilgilidir!
* * *
Doğrudur; 2005 yılının ağustos ayı itibarıyla türlü kesimler durumdan vazife çıkarıyorlar:
1) Terör dünya çapında nefret kazanırken PKK Avrupa’da yalnızlaşıyor, etkisizleşiyor ve bu durum örgüt içinde telaşa neden oluyor.
2) PKK bir yandan liderlik mücadelesi verirken, diğer yönde siyasallaşmaya çalışıyor. Ortada bölük pörçük bir PKK var.
3) Türkiye içinde AB karşıtı güç odakları PKK’yı kışkırtarak ve kullanarak, TSK’nın tek yanlı kararla Irak’a girmesini ve AB ile iplerin kopmasını umuyorlar.
4) PKK sempatizanı bazı Kürt siyasileri Apo’yu kızdırmadan yan çizmeyi ve legalleşmeyi umuyorlar.
5) Beyinleri 1970’lerde dondurulmuş, varlıkları kendinden menkul Kürt aklı evvelleri ‘Nasıl tekrar önemli olurum?’ sorusuna cevap arıyorlar. (Örn: Orhan Doğan)
6) İyi niyetli bazı Kürt ve Türk ‘aydınları’ şu andaki ‘meselenin’ özünün nihayet yakalandığını zannediyorlar.
* * *
Samimiyetinden katiyen şüphe etmediğim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu kakafoni arasında, çapsız danışmanları sayesinde nasıl bir oyuna geldiğini herhalde göremiyor!
Ben bu satırları amaçlı olarak MGK toplantısı sonuçlanmadan yazıyorum.
Orada ne konuşulacağını/konuşulduğunu bilmiyorum.
* * *
Ama her halükárda kendi teklifimi yarın somutlaştıracağım:
Terördeki son gelişme doğrudan Ortadoğu’daki gelişmeler ve kaosla ilgilidir! Türkiye, yanı başımızda her geçen gün beter hale gelen yangına karşı kendi politikalarını geliştirmeden PKK terörüne çare bulamaz!
Yazının Devamını Oku 24 Ağustos 2005
BAŞBAKAN’ın açtığı ‘Kürt sorunu’ sayfası, iyi niyetli ama aceleye getirilmiş, ev ödevi yapılmamış bir çıkıştır. Zaten 2005 Mayısı’nda aniden(!) hortlayan terörü ‘Kürt sorunu’na getirilecek doğru veya yanlış önerilerle göğüslemeye çalışmak sorunun konjonktürel boyutunu şu safhada sadece kışkırtır.Dikkat edin, ‘Kürt meselesi’ ile ilgili geliştirilen her türlü öneriye Kürtler adına artık sadece PKK taraftarları veya sempatizanları cevap veriyor, onlar pazarlık yapıyorlar. Kürtçe TV’yi desteklemek, 1997 sonrasını kapsayan af çıkarmak doğru ve vicdani tekliflerdir ama muhatabı katiyen tatmin etmeyecektir. Hedef, Apo’yu kapsayan genel af ve PKK kadrolarının/uzantılarının hiçbir cereme çekmeden, ücret ödemeden siyasallaşmalarına cevaz verilmesidir. * * *‘1999’da uykuya yatan PKK terörü neden 2004’ün sonunda yeniden hortladı, son aylarda ise neden azıttı?’ sorusuna, 11 Eylül sonrası dünyada ve Ortadoğu’da değişen koşulları ve bunun ülkemize yansımalarını, hele hele son aylarda Irak’ta zıvanadan çıkan kaosu değerlendirmeden cevap bulmanın teröre panzehir üreteceğini düşünmek nafile gayrettir!2005 yılının ağustos ayında Irak Savaşı’nın vardığı noktayı, meselenin Suriye ve İran boyutlarını, İsrail’in yeni açılımını değerlendirmeden ve bunlarla ilgili akıllı politikalar üretmeden ‘terörle mücadele’ olmaz.Terördeki son gelişme doğrudan Ortadoğu’daki gelişmeler ve kaosla ilgilidir! * * *Doğrudur; 2005 yılının ağustos ayı itibarıyla türlü kesimler durumdan vazife çıkarıyorlar:1) Terör dünya çapında nefret kazanırken PKK Avrupa’da yalnızlaşıyor, etkisizleşiyor ve bu durum örgüt içinde telaşa neden oluyor.2) PKK bir yandan liderlik mücadelesi verirken, diğer yönde siyasallaşmaya çalışıyor. Ortada bölük pörçük bir PKK var.3) Türkiye içinde AB karşıtı güç odakları PKK’yı kışkırtarak ve kullanarak, TSK’nın tek yanlı kararla Irak’a girmesini ve AB ile iplerin kopmasını umuyorlar.4) PKK sempatizanı bazı Kürt siyasileri Apo’yu kızdırmadan yan çizmeyi ve legalleşmeyi umuyorlar.5) Beyinleri 1970’lerde dondurulmuş, varlıkları kendinden menkul Kürt aklı evvelleri ‘Nasıl tekrar önemli olurum?’ sorusuna cevap arıyorlar. (Örn: Orhan Doğan)6) İyi niyetli bazı Kürt ve Türk ‘aydınları’ şu andaki ‘meselenin’ özünün nihayet yakalandığını zannediyorlar. * * *Samimiyetinden katiyen şüphe etmediğim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu kakafoni arasında, çapsız danışmanları sayesinde nasıl bir oyuna geldiğini herhalde göremiyor!Ben bu satırları amaçlı olarak MGK toplantısı sonuçlanmadan yazıyorum. Orada ne konuşulacağını/konuşulduğunu bilmiyorum.* * *Ama her halükárda kendi teklifimi yarın somutlaştıracağım:Terördeki son gelişme doğrudan Ortadoğu’daki gelişmeler ve kaosla ilgilidir! Türkiye, yanı başımızda her geçen gün beter hale gelen yangına karşı kendi politikalarını geliştirmeden PKK terörüne çare bulamaz!
button
Yazının Devamını Oku