Cüneyt Ülsever

Şii-Sünni çatışması!

30 Temmuz 2006
İSRAİL’in Lübnan’a saldırmasına Arap ülkelerinin tepki vermemesini, Sünni Arap ülkelerin Şii Hizbullah’ın bölgedeki etkinliğinin bu saldırıyla kırılmasını beklemelerine bağlayanlar çoğunlukta. Sünni Arap ülkelerin, İran’ın Ortadoğu’da nüfuzunu artırmasından çok rahatsız oldukları malum.

* * *

Ancak, "Sünni-Şii çatışması"na biraz daha yakından bakınca ortaya başka boyutlar da çıkıyor.

Ben Ortadoğu’da devletlerin düzenli orduları yerine para-militer örgütlerin milis hareketlerinin etkinliğini artırması karşısında uyarılarımı sürekli yapıyorum. PKK’nın da bu yeni gelişme çerçevesinde bölgede kendine yeni müttefikler bulabileceğini düşündüğümü, bunun için de sınır ötesi operasyonu gerekli bulduğumu daha önce yazdım. (19.07.2006 "Sınır Ötesi Operasyon Şart".)

Ortadoğu’ya yeni bir bakış açısıyla bakınca klasik Şii-Sünni çatışmasının yanı sıra bazı yeni gelişmelere de dikkat etmek gerekiyor:

* * *

1) Sünni Arap ülkeleri,
Hizbullah’tan Şii olduğu kadar, kendi diktatörlüklerine alternatif oluşturduğu için de çekiniyorlar. Hizbullah, mazlum Ortadoğu halklarına altyapı hizmetleri (gıda-sağlık-eğitim) de götüren bir anti-emperyalist örgüt yaratarak onların gözünde her geçen gün büyüyor. HAMAS bu yöntemle Filistin’de iktidar oldu, Hizbullah’a Lübnan’da halk desteği çok yüksek.

2) Nitekim, Hizbullah’ın ABD ve İsrail’e karşı verdiği anti-emperyalist mücadele, Sünni Müslüman Kardeşler’in bile takdirini kazanıyor. Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, Ortadoğu’da yeni kahraman olarak algılanmaya başladı. Hayran kitlesi Sünniler arasında da katlanarak büyüyor.

3) Vehhabi El-Kaide örgütünün, Şiilere karşı nefret seviyesinde duygular taşıdığı malum. Son zamanlarda Hizbullah’ın Ortadoğu’da popülaritesinin artması karşısında çok rahatsız olduğu da bir gerçek. Bu açıdan:

a) El-Kaide’nin Hizbullah ile popülarite yarışına çıkarak yeni saldırı eylemleri gerçekleştirmesinin beklenmesinin yanı sıra,

b) Öldürülen El-Kaide lideri Ebu Musab el-Zarkavi’nin aksine yeni "ikinci adam" Eyman el-Zevahiri, Şiiler arasında ayrım yaparak, Irak’ta "ABD’ye teslim olan" Şiileri hálá düşman olarak gördüklerini ama "anti-emperyalist mücadele veren Hizbullah"a destek vereceklerini açıkladı.

Bu yeni yaklaşımla iki örgütün ortak hareket etmesi de ihtimaller arasına giriyor.

* * *

Para-militer örgütler
arasında olası bir işbirliğinin Ortadoğu’yu ne hale getirebileceği, böyle bir terörist/milis ortak mücadelesinin gerçekte yeni Ortadoğu’yu yaratabileceğini göz önünde tutmak lazım.

Böyle bir işbirliği Ortadoğu’da rejimleri gerçekten değiştirebilir; ama yeni rejimler çok daha sert ve beter Amerikan düşmanı rejimler olabilirler.

Ben şeriat düzeni odaklı-Batı tipi demokrasi düşmanı ve demokrasinin temsil ettiği tüm değerlere karşı ideolojilerin Ortadoğu’da gelişmesinin, taşıdığı anti-emperyalist enerji bazı Türklerde sempati duyguları yaratsa da Türkiye’nin aleyhine olduğu görüşündeyim.

Zaten laik Türkiye’den büyük rahatsızlık duyan bu örgütler, bölgede etkinliklerini artırırken PKK’ya da sempati duyup, onu kendi doğal müttefikleri addedebilirler.

İşte bu olası gelişmeler beni çok rahatsız ediyor ve bu yüzden Türkiye’de Hizbullah’a alkış tutan kişilerden farklı tavır alıyorum.
Yazının Devamını Oku

Başbakan, PKK konusunda netice mi alıyor?

27 Temmuz 2006
HÜKÜMETİN dış politika konusunda çok başlı bir görüntü vermesini hepimiz yadırgıyoruz. Hükümetin ilgili kanatları da birbirlerinin ne yaptığını zaman zaman bilemediklerini açıkça ifade ediyorlar. Ancak, ortada başka bir gerçek daha var.

Geçen pazar günü aynen şöyle yazmıştım:

"Bence:

a) Ortada bir kakofoni olsa da hem Başbakan’ın çıkışları, hem de Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki gayretleri, ABD’de çok dikkatli okunmaya çalışılıyor.

b) Yöneticileri sevseler de sevmeseler de ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da Türkiye’ye büyük ihtiyaçları var, Türkiye’yi İran-Suriye ittifakına kaptırmaktan fena halde çekiniyorlar.

Bu çekince hem ABD’yi, hem İsrail’i, Türkiye’yi "PKK meselesi"nde memnun etmek için her zamankinden fazla zorluyor. (Hürriyet- "Türkiye, Ortadoğu’da Yeni Bir Fırsat Yakalayabilir"-23.07.2006)

* * *

Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin Washington ziyareti nedeniyle yapılan açıklamada da deniyor ki:

"...ABD Başkanı George Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley, terör örgütü PKK ile mücadelenin, Bush ile Irak Başbakanı Nuri el Maliki arasında Beyaz Saray’da yapılan görüşmede ele alındığını ve üçlü mekanizma çerçevesinde bazı önlemler belirlendiğini söyledi.

Bush-el Maliki görüşmesi konusunda brifing veren Hadley, Bush’un hafta sonunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla aradığını hatırlatarak, ABD Başkanı’nın, Başbakan Erdoğan’a PKK konusunda güvence verdiğini ve şimdi bu sözün yerine getirilmesi gerektiğini belirtti. Hadley, ’Bu konuda daha agresif olarak çalışmamız gerekli’ dedi." (Sabah Web-26.07.2006)

Bu açıklama katiyen "sınır ötesi operasyona" cevaz veren sözleri kapsamıyor.

Beyaz Saray samimi de olmayabilir. Kastedilen önlemler, eften püften önlemler çıkabilir.

Eminim, aramızda ağzımıza yeniden bir parmak bal çalındığını söyleyecekler çıkacaktır.

Irak Başbakanı’nın Kuzey’deki Kürtlere laf anlatamayacağını, Talabani ve Barzani’nin, PKK dahil, Kuzey Irak’taki dengeleri bozacak herhangi bir eyleme sıcak bakmayacaklarını iddia edecekler, tespitlerini kolaylıkla doğrulayacak bir sürü örnek bulabilirler.

Ama ben yine de umutluyum.

Neden?

Kozların Türkiye’nin elinde olduğunu düşünüyorum da ondan!

Ortada bir kakofoni olsa da, bazı yetkililerin bu kozları doğru değerlendirdiğini de hissediyorum.

* * *

Ne demek istiyorum?

Eğer, görünürdeki "İsrail-Hizbullah Savaşı"na "ABD-İran Savaşı" olarak bakmayı becerebilirsek, benim meramım daha rahat anlaşılır.

"PKK meselesi"ni Türkiye’nin önünde sarkaç gibi tutmak isteyenler veya bugüne dek enerjilerini PKK üzerinde harcamak istemeyenler, Ortadoğu’da oynanan "21. yüzyılda bölgeyi kim yönetecek" oyununda Türkiye’nin terazide ne kadar hassas bir noktada durduğunu görmek durumundalar. ABD, oyununu Türkiye’siz oynayamaz.

Ancak, şimdi yaptığı gibi Türkiye’nin de hassasiyetlerini her ortamda yüksek sesle duyurması şart.

Ben son dönemde Türkiye’yi aktif dış politika içinde görüyor ve buna bel bağlıyorum!
Yazının Devamını Oku

Roma toplantısı

26 Temmuz 2006
BUGÜN İtalya’nın başkenti Roma’da İsrail’in Lübnan’a saldırısı ile ilgili çok önemli bir toplantı yapılacak. Gazetelerin bildirdiğine göre "İtalya’nın ev sahipliğindeki konferansta ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, AB Dönem Başkanı Finlandiya, İspanya, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan dışişleri bakanları düzeyinde temsil edilecek. Konferansa, BM Genel Sekreteri ve Dünya Bankası Başkanı’nın da katılması bekleniyor. Lübnan konferansta başbakan düzeyinde temsil edilecek...

Konferansın gündeminde, bölgede ateşkesin sağlanması için izlenebilecek stratejiler...(de) bulunuyor." (Akşam-25.07.2006)

Konferansta Türkiye de yer alıyor ve ülkemizi Dışişleri Bakanı Abdullah Gül temsil ediyor.

Bu satırların yazıldığı saatlerde, haliyle, Roma Toplantısı’nın ne kararlar aldığı belli değil. Ancak, muhtemelen siz bu yazıyı okurken toplantı ile ilgili bazı ipuçlarına sahip olacaksınız.

* * *

Ben Lübnan Savaşı’nın Türkiye’ye yeni bir fırsat tanıyabileceğini düşünüyorum. (Bkz: "Türkiye Ortadoğu’da Yeni Bir Fırsat Yakalayabilir"- 23.07.2006) Türkiye’nin "1 Mart Tezkeresi" ile Ortadoğu’da kaybettiği etkinliği bu savaş çerçevesinde yeniden kazanabileceğini düşünüyorum.

Temel paradigmam; çirkin savaşlarla 21. yüzyılda dünyanın yeniden kurulacağı inancına ve Türkiye’nin bu önlenemez-durdurulamaz savaşlarda aktif rol alırsa yeni yüzyılda etkin bir ülke olabileceği önkabulüne dayanıyor.

Bu bakış açısıyla da:

1) Hem PKK’ya sınır ötesi operasyon yapmayı önermeyi, hem de İsrail’in Lübnan’a saldırmasını kınamayı,

2) Hem 1 Mart tezkeresine karşı çıkıp, hem de Kuzey Irak’taki Kürtler "hangi hadle sınır ötesi operasyonumuza karşı çıkıyorlar", diye yaygara koparmayı, veya

3) PKK’yı geniş Ortadoğu oyunundan koparıp, devlet Kürtlere iyi davranmadığı için şimdi PKK saldırıyor, diyerek sınır ötesi operasyona karşı çıkmayı benim aklım almıyor.

* * *

Benim uluslararası düzen algılamam her ülkenin gücü oranında kendi çıkarını kolladığı ve barışın çıkarların birleştiği ortamlarda sağlanacağı, savaşın çıkarların çatıştığı ortamlarda tümörleşeceği varsayımına dayanıyor.

Uluslararası ilişkilerin ana motorunun "al gülüm ver gülüm" özdeyişi olduğu düşüncesindeyim.

Bu anlayışa göre de Türkiye’nin Ortadoğu’dan bir şeyler alabilmesi için, Ortadoğu’ya bir şeyler vermesi gerekiyor.

* * *

Eğer Roma’da BM nezdinde Lübnan’a "Barış Gücü" gönderilme kararı alınırsa ve bu güce Türkiye büyük bir destekle katılırsa; Türkiye’nin Ortadoğu’da istediği oranda etkinlik kazanacağını ve PKK meselesi dahil (bir iç mesele olarak "Kürt meselesi"nin değil) birçok konuda rahatlayacağını düşünüyorum.

Kaldı ki, uzun vadede Türkiye ile İran’ın Ortadoğu’daki çıkarlarının çatışacağı, bu bakış açısıyla İran’ın destek verdiği Hizbullah türü para-militer güçlerin "büyük çatışma öncesi" budanması gerektiği düşüncesindeyim.

Ortadoğu’da yerleşik bu tür para-militer güçlerin Kuzey Irak’a da şiddetle karşı oldukları ve fırsat kolladıkları bilgisiyle de Türkiye ile Kuzey Irak’ın geniş çaplı güç birliği yapabileceği görüşündeyim.

Bakalım Roma’da ne kararlar alınacak!
Yazının Devamını Oku

Şabloncu enteller Ortadoğu’yu asla anlayamaz

25 Temmuz 2006
BU ülkede en kolay düşünce tarzı, belirli bir şablona ezber çekip her fırsatta ezberini terennüm etmektir. Örneğin, "güneş doğudan doğar" sözü, kimsenin inkár edemeyeceği bir gerçek/şablondur. Ama, güneşin tenini çok yaktığından şikáyet eden birisine gerçeği tek başına yakalamış bir eda içinde "ama güneş doğudan doğar!" diye akıl vermeye kalkarsanız, zaten canı yanmış kişi suratınıza aval aval bakar.

* * *

"Kürt meselesinin nedenlerini kavrayamayan, Kürt kimliğine ve kültürüne sahip vatandaşlara yapılmakta olan ayrımcılığı göz ardı eden, PKK’nın ateşkes dönemini uyuyarak geçiren ve hálá Kürt kesiminin taleplerini demokratik mekanizmanın içine almakta gönülsüz davranan devlet" diyerek bir cümle kurarsanız, muhakkak ki tarihi bir gerçeğe parmak basmış, hatta meselenin iç dinamiklerinin bir kısmını da seslendirmiş olursunuz.

Ortadoğu’nun genel dinamiği içinde PKK’nın yüklendiği veya ona yüklenen roller konusu tartışılırken, sınır ötesi operasyona cevaz veren görüşlere de pekálá karşı çıkabilirsiniz.

Ama, karşıt görüş olarak "ama devlet de Kürtlere gönülsüz davranıyor" derseniz, analiz yapma güdünüzün pek gelişmediği, buna karşılık ezberinizin hálá güçlü olduğu ortaya çıkar. Ayrıca "Liberal-demokrat kalemler sınır ötesi operasyonun şart olduğunu söylüyorlar" (örn. benim 19.07.06 tarihli yazım) diye bir cümle kurarken liberal-demokrat kelimesini tırnak içine alarak "sözüm ona liberal-demokratlar" demeye kalkarsanız, gerçek liberal-demokratların sınır ötesi operasyona, gerekçeleri ne olursa olsun, cevaz vermemeleri gerektiğini tartışmaya kapalı bir kural/ayet haline getirmiş olursunuz. Halbuki bir aydın iseniz, bu cümleye gerekçelerle karşı çıkmanız gerekir.

Hadi ondan da vazgeçtim. Kendi ayetinizin gerekçesi nedir? Ezber çektiğiniz şablon!

* * *

Bu yazıyı neden yazıyorum?


Bazı enteller maalesef "Ortadoğu meselesi"ni şablon üzerinden tartışıyorlar da ondan!

Ben aralarından, beyin kapasitesine önem verdiğim için Etyen Mahçupyan’ın (Zaman) bazı cümlelerini seçtim. Mahçupyan, eski Marksist geleneği çerçevesinde şablon üzerinden fikir üretme alışkanlığını bir türlü bırakamıyor ve neyi savunduğu doğru dürüst anlaşılamayan yazılar ortaya koyuyor.

Buna da itirazım yok; ama içinde yetiştiği Şarklı toprağın büyüsüne onun da kapılıp karşıt görüşte olanları tatsız sıfatlarla (örn. faşist) kategorize etmesi, onun çapına hiç uymuyor. Ayrıca, nedendir bilinmez, karşı çıktığı görüşlerin dikálásını dile getiren Recep Tayyip Erdoğan’ı ise sadece "etki altında" kalmış kabul ederek esirgiyor.

Ben beklerim ki, "sınır ötesi operasyona" karşı çıkan herkes bunun ülke açısından fayda ve zararlarını tartışsınlar, uluslararası konjonktürde bu eylemi imkánsız kılacak noktalara parmak bassınlar.

Yanlış anlaşılmasın, böyle yapanlar hiç yok demiyorum; ama "Kürt meselesine olumlu yaklaşılsa idi bugünkü PKK saldırıları olmazdı" önkabulü üzerine yazı yazanların dünyayı hiç takip etmedikleri, reel politikadan hiç anlamadıkları, Ortadoğu’da ne olduğuyla hiç ilgilenmedikleri, 21. yüzyılı okumak gibi bir sıkıntıları olmadığı, sadece kendi şablonlarına iman ettikleri ve en hazini de dünyayı olduğundan basit gördükleri zehabına kapılıyorum.

Ben muazzam bir azınlık içinde olduğumu bile bile 1 Mart Tezkeresi’ni ve sınır ötesi eylemleri başından beri gerekçelerimi sıralayarak savunuyorum. Kendi gerekçeleriyle karşı çıkanlara da hep saygı duydum (örn. Osman Ulagay). Avamın sıfat yakıştırmasına da fazla aldırmadım.

Ama, sırf kendi şablonuna uymadığı için sıfat uyduran entellere de, çok az başvurduğum halde, cevap vermek ihtiyacı duydum.
Yazının Devamını Oku

Türkiye, Ortadoğu’da yeni bir fırsat yakalayabilir

23 Temmuz 2006
TÜRKİYE 1 Mart Tezkeresi’ni reddederek önlenemez ve durdurulamaz "21. yüzyılın yeniden inşası" meselesinde kendi kendini pasifize etti.  Komşusundaki yangını uzaktan seyretmeye kalkınca yangının kendi evine sıçramasına engel olamadı. Bugün evdeki yangını (PKK) durdurmak için başkalarından (ABD) medet ummak zorunda.

Öte yanda Türkiye’nin dış politikası Başbakanlık Ofisi ile Dışişleri Bakanlığı arasında bir yerlere sıkışıp kalınca ortaya kimsenin açık bir şey anlamadığı kakofonik bir resim çıkıyor.

Şu anda Cüneyd Zapsu, Ahmet Davutoğlu ne yapar ne eder, kimin adına eder pek anlaşılmıyor. Bu kişilerin dışişlerini ilgilendiren tavır ve eylemlerinden Dışişleri Bakanlığı’nın haberinin olmaması, herkes gibi beni de tedirgin ediyor.

Başbakan, aklına estiği gibi davrandığı için ABD ve AB’de büyük çapta güven erozyonuna uğramış vaziyette. Başbakan’ın Doğu eksenine kayıp kaymadığı, ABD ile ortak yeni açıklanan Stratejik Vizyon Belgesi’ni ne kadar hazmettiği açıkça tartışılıyor. Ama...

Yine de soğukkanlı davranmayı becerebilirsek; geleceğin yazılım şartları Türkiye’ye "21. yüzyılın yeniden inşası"na katılabilmek için önemli bir fırsat sunuyor:

* * *

1) Türkiye; BM’nin İsrail-Lübnan Savaşı’na doğrudan müdahale etmesi durumunda yeniden şekillenmekte olan Ortadoğu’da etkin ve aktif bir rol alabilir.

Nitekim, Irak üzerine yoğunlaşmış ABD’nin Lübnan’a doğrudan askeri müdahalede bulunamayacağı, Türkiye ve Fransa’dan BM şemsiyesi altında önderlik beklediği, bu durumu İsrail’in de kabullenmeye başladığı Amerikan gazetelerinde yazılmaya başlandı.

Lübnan’ın da zaten Türkiye’den aktif müdahale beklediği biliniyor.

* * *

2) 19.07.2006 tarihli yazımda PKK’ya karşı sınır ötesi operasyona destek vermiş, bu konuda ABD’nin tepkisi için de;

"ABD, bölgede uzun vadede daha önde gelen müttefikinin Türkiye mi, Kuzey Irak mı olduğu konusunda karar vermek zorundadır.

Türkiye ortaya kesin bir irade koyarsa, kendi çıkarları açısından ABD fazla direnemez!" diye yazmıştım.

Nitekim şimdi görüyoruz ki ABD, "PKK meselesi"ni artık ciddiye alması gerektiğini daha açık görüyor:

"ABD’nin Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı’nda üst düzey yetkili Matt Bryza, terör örgütü PKK tehdidinin ortadan kaldırılmasında başarı elde edemediklerini, ancak kısa süre içinde ABD’nin harekete geçtiğinin görüleceğini söyledi.

Bryza, "Şu ana kadar PKK’yı ortadan kaldırmaya ilişkin gösterdiğimiz başarıdan elbette tatmin olmuş değiliz" dedi ve bunun için Irak’taki merkez hükümet ve bölgesel Kürt hükümeti yetkilileriyle işbirliğinin gerektiğini söyledi." (Hürriyet-Web, 22.07.2006)

Bence:

a) Ortada bir kakofoni olsa da hem Başbakan’ın çıkışları, hem de Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki gayretleri, ABD’de çok dikkatli okunmaya çalışılıyor,

b) Yöneticileri sevseler de sevmeseler de ABD ve İsrail’in Ortadoğu’da Türkiye’ye büyük ihtiyaçları var, Türkiye’yi İran-Suriye ittifakına kaptırmaktan fena halde çekiniyorlar.

Bu çekince hem ABD’yi, hem İsrail’i, Türkiye’yi "PKK meselesi"nde memnun etmek için her zamankinden fazla zorluyor.

* * *

Tüm Arap ülkelerinin Lübnan’da olan bitenleri kendi köşelerinde seyrettikleri ancak yine de hem ABD’nin, hem İsrail’in oldukça yalnız kaldığı bir ortamda Ortadoğu’yu ve Batı’yı aynı mesafede kucaklayan bir Türkiye, 21. yüzyılda yeni yerini alabilir.
Yazının Devamını Oku

Başbakan ne diyor anlayan var mı?

20 Temmuz 2006
BAŞBAKAN açık ve net "sınır ötesi operasyon"dan bahsetti ve muhalefet partilerinin desteğini aldı. Başbakan, "sınır ötesi operasyonu yapılması"ndan bahsetti ama Dışişleri Bakanı Abdullah Gül adeta onu yalanlıyor:

"Ben operasyon yapacağım diye diye operasyon yapılmaz. Her şey açık, canlı yayında olmaz. Türkiye körü körüne herhangi bir gövde gösterisi yapma arzusu içinde olan bir ülke değildir."

İş burda bitmiyor; AKP milletvekili Ersönmez Yarbay da sınır ötesi operasyona karşı çıkıyor. Yarbay, "Kuzey Irak’a girersek, Kürt ve Araplar bize karşı birleşir. ABD ile AB’yi de karşımıza alırız ve ekonomi sarsılır. Bu, AKP iktidarının sonu olur" diyor.

* * *

İlk önce hemen aklıma gelen soruyu sorayım:

Şu veya bu şekilde kendisiyle aynı fikirde olmadığını beyan eden AKP milletvekillerini partisinden anında atan Recep Tayyip Erdoğan, bakalım bu kez Abdullah Gül ve Ersönmez Yarbay’ı Disiplin Kurulu’na verebilecek mi?

* * *

Öte yanda Başbakan, Türkiye’nin "sınır ötesi operasyon" yapmasına karşı çıkan ABD Elçisi Wilson’u kastederek, "Harekát kararını elçiler veremez" diyor ama ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean McCormack sınır ötesi operasyonlarla ilgili, "Bunun geçmişte de desteklediğimiz bir şey olduğuna inanmıyorum. Bizim desteklediğimiz, Irak’taki çokuluslu güçler ile Irak hükümeti ve Türk hükümetinin bir araya gelerek istihbarat değişiminde bulunması ve Türk halkına yönelik bu terör tehdidine beraberce karşılık vermeye çalışmasıdır" diyerek Başbakan’ın bu sözüne yekten kafa tutuyor.

* * *

Bu da yetmiyor, ABD Büyükelçiliği, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın kısa süre önce ABD ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının birlikte açıkladığı "Stratejik Vizyon Belgesi"ni unuttuğunu ima eden bir açıklama metni yayınlıyor.

Metinde önce, "Son günlerde Büyükelçi Ross Wilson tarafından yapılan açıklamalar, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu güvenlik tehditleri karşısında kendini ve halkını savunma hakkı bulunmadığı şeklinde yanlış yorumlanmıştır" denildikten sonra Başbakan’a "belge" hatırlatılıyor.

"...Kısa süre önce, terörizmle mücadele ile PKK ve bağlantılarıyla mücadelenin de dahil olduğu, iki tarafı ilgilendiren bütün meseleler üzerinde birlikte çalışma sözü verdik. Amerika Birleşik Devletleri ve Irak hükümetiyle birlikte çalışmak, Türkiye’nin güvenliğini artırmanın temel unsuru olabilir.

Ülkelerimiz PKK ve karşı karşıya olduğumuz diğer güvenlik tehditleriyle birlikte mücadele ederken, Türkiye ve Başbakan Erdoğan Hükümeti’yle yakın işbirliğimizi devam ettirme isteğindeyiz..."

Açıklama net bir şekilde, "yakın işbirliği" için Başbakan’ın temsil ettiği Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin verdiği sözlere, yaptığı açıklamalara sadık kalmasını istiyor.

Daha iki hafta önce ABD ile ortak açıklanan "belge", kamuoyuna hükümetin büyük bir başarısı olarak takdim edilmişti.

* * *

Bu köşede defalarca yazdım. Başbakanlık Ofisi sık sık AKP ve hükümetten kopuk bir görüntü veriyor. Sanki Başbakan ölçmeden biçmeden ve dahi danışmadan aklına her geleni söylüyor. "Sınır ötesi operasyon" gibi çok ciddi bir konuda dahi hem AKP’nin, hem Dışişleri Bakanı’nın, hem de muhatap ülkenin, Başbakan’ı aksi yönde uyarması hazin bir manzara çiziyor.
Yazının Devamını Oku

Sınır ötesi operasyon şart!

19 Temmuz 2006
ÖNCE iki çelişkiye dikkat çekmek istiyorum: 1) Kürt meselesi hakkında: "Meseleyi demokratik-cumhuriyet esasları çerçevesinde çözeceğiz" (Başbakan-Haziran 2005). "Mesele demokrasi içinde çözülmüyor" (Başbakan-Temmuz 2006).

2) Bir de ABD Büyükelçisi’ne kulak verelim:

"İsrail’in kendini savunma hakkı olduğuna inanıyoruz." Wilson aynı konuşma içinde "Türkiye tek taraflı sınır ötesi harekát yapmamalı" diye de konuşuyor.

Bu iki yaman çelişkiyi yan yana koyunca ne Türkiye’nin ne de ABD’nin "Kürt meselesi" ile ilgili tutarlı herhangi bir politikaları olmadığını açıkça görüyoruz.

Türkiye kendi Kürtlerini nereye koyacağını katiyen bilmiyor, ABD ise 1 Mart Tezkeresi sonrası Kürt unsurlara o kadar angaje oldu ki Irak’ta dirlik ve düzenliği sağladığına inandığı tek bölge olan Kuzey Irak’ta kendi parmağını dahi oynatmaktan çekiniyor.

Türkiye ise "daha fazla özgürlük" diye giriştiği Kürt meselesinden "daha az özgürlük" (bkz: TMY) ile sıyrılacağını zannediyor.

* * *

Şimdi Ortadoğu’da son bir yılda oluşan yeni bir gelişmeye göz atalım:

Ortadoğu adım adım PKK türü örgütlere teslim oluyor!

Hizbullah Lübnan’da hükümete girdi ama kendine bağlı milis güçlerini ayakta tutuyor. HAMAS Filistin’de seçim kazandı ama dış-HAMAS yine kendine bağlı milis güçleri dağıtmış değil. Başer Esad Suriye’de iktidarda gözüküyor ama para-militer Baas ülkeyi yönetiyor.

Mısır ve Suudi Arabistan’daki despot rejimler iktidarlarını her an Müslüman Kardeşler türevi yarı siyasi, yarı militer örgütlere (siyasi partilere değil) kaptırabilirler.

Irak’ta ise milis hareketler/terör örgütleri cirit atıyor.

Birbirleriyle de çatışan Şii ve Sünni direnişçiler, Saddam yanlıları ve El Kaide ülkeye hákim. Kısmen dirlik ve düzenliğin sağlandığı Kuzey Irak’ta bile Barzani ve Talabani yanlısı milisler silah bırakmış değiller. Hizbullah’ın Irak’ta da etkin olacağını göreceğiz.

* * *

Şu anda Ortadoğu’da egemenlik; büyük çapta bölgedeki devletlere bağlı askeri güçler tarafından değil, birbiriyle de çelişen terör/milis güçleri tarafından paylaşılıyor.

PKK da böyle bir ortamda yeniden hayatiyet kazanıyor. Üstelik birkaç PKK var!


Terör örgütleri veya milis güçler eninde sonunda var oldukları ülkelerin hasmı durumundaki ülkelerin finans ve donanım yardımlarına, dolayısıyla politikalarına teslim oluyorlar.

Şu anda Ortadoğu’ya yayılmış terör örgütleri veya milis güçler üzerinde en fazla etkin ülke İran! Kendisi açısından çok akıllı ve doğru politikalar takip ediyor!

* * *

Ortadoğu’da cirit atan devlet dışı güçlerin hemen hepsini karşısına almış ve her biri ile teker teker başa çıkmaya çalışan ABD ise tarihinin en şaşkın, zihnen en karışık, askeri alanda ise insan kaynağı açısından en çapsız dönemini yaşıyor. ABD’nin şu anda PKK’nın üzerine gönderebileceği askeri gücü/takati yok!

* * *

Ortadoğu her geçen gün terör örgütleri tarafından yönetilen, dolayısıyla PKK’nın bölgede güç payını artıracağı bir ortama doğru beter sürükleniyor. Siyasi iklim PKK lehine gelişiyor.

1 Mart Tezkeresi’ni de aynı gerekçelerle savunmuştum.

Türkiye bir an evvel sınır ötesi müdahalede bulunmak zorundadır.

ABD
, bölgede uzun vadede daha önde gelen müttefikinin Türkiye mi, Kuzey Irak mı olduğu konusunda karar vermek zorundadırlar.

Türkiye ortaya kesin bir irade koyarsa, kendi çıkarları açısından ABD fazla direnemez!
Yazının Devamını Oku

Ortadoğu’yu soğukkanlı okumak!

18 Temmuz 2006
İSRAİL’in Hizbullah’a karşı orantısız güç kullanması, sivil insanları hedef alması vicdanları ve hatta ahlaki değerleri büyük oranda rahatsız ediyor. Irak Savaşı nedeniyle ABD’den büyük oranda uzaklaşan insanımız zaten Filistin meselesinde haksız gördüğü İsrail’e karşı da son saldırılar nedeniyle tavır almakta, din kardeşlerine sahip çıkmakta.

Görünen o ki; ülkedeki anti-Amerikan duygular şu anda anti-İsrail duygular ile iyice pekiştirilmekte.

Ancak ben inanıyorum ki; birilerinin de duygusal tepkiler dışında neyin neden olduğunu anlamak için gayret göstermesi gerekiyor.

* * *

16.07.2006 Pazar günü yazdığım yazıda ("İsrail-İran Savaşı") meselenin ABD açısından ne anlama geldiğini kaba hatlarıyla anlatmaya çalıştım.

ABD’nin ve en yakın müttefiki İsrail’in 21. yüzyılda etki alanlarını kaybetme korkusu ile Ortadoğu’da saldırgan tavırlar içine girdiğini belirttim.

Ancak, meseleye bir de diğer açıdan bakmak lazım.

* * *

Hizbullah da Kuzey İsrail’i, başta Hayfa olmak üzere vurmakta, Kuzey İsrail’de de sivil insanlar ölmekte ve şu anda sivil insanlar sığınaklarda yaşamakta, Beyrut gibi Hayfa da "ölü şehir" görünümü vermektedir.

Hizbullah’ın Kuzey İsrail’e attığı füzeler İran tarafından üretilmekte ve Hizbullah’a İran tarafından verilmektedir!

Ortadoğu’da olup bitenleri anlamak için sadece ABD ve İsrail’in değil, İran’ın da Ortadoğu’da 21. yüzyılda oynamaya çalıştığı oyunu, dolayısıyla hedeflerini doğru kavramak gerekir.

Bu köşede ısrarla yazıyorum:

İran 21. yüzyılda Ortadoğu’nun en güçlü emperyal ülkesi olmak için hazırlanmaktadır.

Dünyada oynanan oyunlarda İran’ın Ortadoğu’daki niyetinin diğer emperyal ülkelerden farklı olmadığını hazmetmeden Ortadoğu’da ne olduğunu anlamak çok zordur.

1) İran, Şii bir ülke olarak tüm Sünni ülkeleri hasmı olarak görmekte, Ortadoğu’daki despot ülkeleri, örgütlediği ve finanse ettiği Hizbullah ve HAMAS gibi Müslüman Kardeşler örgütünün türevleri ile sıkıştırmaya çalışmaktadır.

2) ABD’nin Irak’ta yarattığı kaos ve çapsız ABD yönetiminin burada kilitlenip kalması dünyada en fazla İran’ın işine gelmektedir.

3) Bugün itibarıyla Irak’ta en hızlı örgütlenen örgütler İran’ın yoldaş örgütleridir.

4) Çok yakında Hizbullah’ın Irak’ta da faaliyete geçtiğini hep beraber göreceğiz.

5) İran, petrol gelirlerindeki anormal yükselişin getirdiği finans rüzgarını da ardına alarak bu dönemi kendisi açısından büyük fırsatlar dönemi olarak görmektedir.

6) İran, Ortadoğu’da sürdüreceği emperyal politikaların kendisini Çin ve Rusya’nın doğal müttefiki haline getirdiğinin de farkındadır.

7) Hizbullah ve HAMAS’ın İsrail’den asker kaçırması ve böylece İsrail’in kışkırtılması ile dünya gündemi (örnek: G-8’lerin toplantı gündeminin değişmesi) İran’ın nükleer güç üretimine duyulan kaygılardan "İsrail saldırıları"na kaymıştır.

* * *

İran’ın adım adım nükleer silahlanmanın altyapısını kurmaya yakınlaşması, ABD’nin Ortadoğu’da yarattığı "otorite boşluğu"nu dev adımlarla kendi uydu örgütleri ile doldurması, İsrail’i yok etmeyi ana hedef haline getirmesi Türkiye’yi bölgede küçülten/etkisizleştiren politikalardır ve Türkiye’yi en az İsrail saldırıları kadar rahatsız etmelidir.
Yazının Devamını Oku