2007 yılının Türkiye için çok zor geçeceğini birkaç aydır yazıp duruyorum. Zira iki çok önemli gelişme bu yıla denk düştü:
1) Cumhurbaşkanlığı seçimi mayısta yapılacak.
2) Irak’ta dananın kuyruğu bu yıl kopacak.
* * *
1) Cumhurbaşkanlığı seçimi çok önemli zira devlet aygıtı ülkemizde siyasi erki bu makam üzerinden denetler. Seçilecek yeni cumhurbaşkanı ile devlet aygıtının siyasi erk üzerinde denetimini kaybetme ihtimali çok yüksek. Devlet aygıtı bu durumu kolay kolay hazmedemez.
Öte yanda, AKP’nin bilinçaltında temsil ettiği ideoloji de cumhurbaşkanlığı seçimini "son kalenin fethi" olarak görüyor. Bu kale de fethedildikten sonra "üç imzalı atama" mekanizması tamamen ele geçirilecek ve kendi doğrultularında yapılacak atamalar ile devlet yavaş yavaş teslim alınacak!
Ortada çok derin bir ayrılık var.
* * *
2) Irak batağında çırpınan ABD ülkede kendine en yakın müttefik olarak Kürtleri görüyor. Türkiye ise "Kürt realitesi"ni tanımamakta bağnazca ısrarlı. Petrol ticareti, et ticaretine getirilen kısıtlamalar bahane. Bu konularda önümüze çıkarılan engeller bizi Kuzey Irak’taki yönetimi tanımaya iten çalışmalardır. Kuzey Irak’ta yaşanan başka bir uzlaşmazlık kaynağı ise Kürtlerin Kerkük konusunda samimiyetsiz davranmalarıdır. Maalesef, Türkiye’nin bir "Kerkük politikası" yoktur ama Kürtlerin de Kerkük’ü Kuzey Irak’a -Irak’ın bütününe değil- bağlamak uzun vadeli "bağımsızlık hedeflerinin" en önemli aşamalarından birisidir. Türkiye Irak’ta etkin ama ABD’ye göre uzlaşıdan uzak bir görüntü vermektedir. Kerkük referandumu Türkiye’yi daha sert ve aktif Irak politikalarına itebilir.
* * *
Bu iki derin uzlaşmazlık noktalarını bir araya koyunca ortaya gayriresmi çözüm politikaları çıkıyor: Kaos!
Türkiye’de devlet, dünyada ABD kendi politikalarına karşı koyulduğunu hissettiği anda "durumdan vazife çıkarır". Türkiye’de şu anda iki mekanizma da aktif!
Türkiye’nin ne zaman pasifleşmesi istense ülke insanı kamplara bölünür!
Bu politika klasik ama hemen hemen hiç yanılmaz bir mekanizmadır.
Zira, eğitim evresini tamamlamamış toplumlarda "böl ve yönet" politikası en kolay ve en ucuz yöntemdir.
27 Mayıs’ları, 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri, 28 Şubat’ları yaşamış bir insan olarak aynı oyunun provalarının yapıldığını çok net görüyorum ve bir kez daha başarılı olmasından çok korkuyorum.
* * *
Öte yanda, Başbakan akıl almaz bir yanlış yapıyor: Derin devletin varlığını kabul ediyor, ancak ortadan kaldırılmasının çok güç olduğunu söylüyor.
Acaba, böyle konuşarak; kendi çaresizliğini yedi düvele ilan ettiğinin, zaten ürkmüş toplumu beter korkuttuğunun, güçlüye yaslanma güdüsündeki insanları ister istemez "derin devlet" dediği mekanizma lehine yönlendirdiğinin zerre kadar farkında mı?
"Derin devlet" tartışması açarak devlet ile kendi arasına "başkalaşma" koyduğunu ve böylece kendini "devletin başı" olmaktan daha da uzaklaştırdığını görmüyor mu?
* * *
Türkiye üzerinde oynanan "kaos oyunu" ile baş etmenin en önemli ayağı liderin onun üzerine gidip, onu denetlediğini yedi düvele göstermesidir!
Şu anda görünüm derin devletin Başbakanı yönlendirdiğine dair bir intiba yaratmaktadır!