Cemal Tükel

Orman yaratmak zaman ve emek ister

21 Aralık 2011
YILLAR önce yaptığım uçak seyahatlerinde yabancı ülkelerin havaalanlarına yemyeşil ormanların üzerinden süzülerek inmeyi gıpta ile seyrederdim.

Terminalden çıkar çıkmaz sizi karşılayan yeşil örtüyü hayranlıkla izlerdim. İzmir’e her dönüşümde ise boş dağların üzerinden uçarak inmek ve çıkışta sararmış otların karşılaması acı verirdi. Artık İzmir Havalimanı’nda da terminalden çıkınca sizi yeşil bir örtü karşılıyor. 1994 yılında Cem Bakioğlu’nun önderliğinde kurulan Ege Orman Vakfı’nın geçtiğimiz 18 yılda yarattığı ormanlar sayesinde İzmir ve çevresinin görüntüsü değişiyor. İlk icraatine Adnan Menderes Projesi ile başlayan Ege Orman Vakfı’nın sloganı: “Gelecek nesiller orman yok demesin”.
İzmir ve çevresinde Orman Bölge Müdürlüğü ile işbirliği içinde geliştirdiği milyonlarca ağaçlık ormanlarla vakıf hakikaten çok önemli bir misyonu yerine getiriyor.
Orman yaratmak zaman, sabır ve emek ister. Özellikle ağaç dikmenin orman yapmak olmadığını bilmemiz lazım. Zira dikilen birçok ağaç, bakımsızlıktan veya tabiat şartları nedeni ile kuruyup gidiyor. Ege Orman Vakfı diktiği her ağacın yaşaması ve yaratılan ormanların bir parçası olması için çalışıyor. Dünyamızın hızla tükendiği bir ortamda yeniden yeşili yaratmak çok önemli. İzmir Adnan Menderes Havalimanı’ndan başlayan macera artık neredeyse tüm İzmir’i sarmış; sınırların dışına taşmış durumda. Aydın, Manisa, Muğla, Balıkesir illerine genişleyerek büyüyor. Ege yollarında bu değişime bire bir şahit oluyorsunuz. Bu gelişmeye bir de zeytin ormanlarını ekleyen vakıf; buradan elde ettiği gelirle de yeni ormanlar yaratılmasında katkı sağlıyor. Gelecek nesilleri düşündüğü, İzmir’in görünümünde ve hayatımızda pozitif bir değişime neden olduğu için Ege Orman Vakfı’na müteşekkir olmamız ve desteklememiz gerekir.

Rektörlük Binası AVM yapılmamalı

DOKUZ Eylül Üniversitesi Rektörlüğü Alsancak’taki yerinden taşınıyor. Yerine de alışveriş merkezi veya yüksek katlı bir bina düşünülüyor. Birçoğumuz bu binayı “Akademi” olarak biliriz. Ege Üniversitesi bünyesindeki İktisadi Ticari Bilimler Fakültesi olarak yıllarca hizmet verdikten sonra, Dokuz Eylül’ün kuruluş aşamalarında el değiştirdi. İzmir’in en merkezi yerindeki yapının değeri tartışılmaz. Ama ekonomik ve fiziki ömrünü tamamlamış bu binanın yerine daha çevreci bir alan planlanması yapılabilir. Kamu yararı burada üniversitenin maddi kazancının önüne geçmeli. Kaldı ki burada yapılacak toplumsal bir rekreasyon alanınına maddi olarak yerel yönetimler de destek verebilir. Yeşilin hakim olduğu bir İzmir yaratmak istiyorsak bu konudaki hassasiyetimizi ve gayretimizi işbirliği ile ortaya koymak zorundayız.
Büyüklerimiz burda yıllar önce İtalyan Kız Mektebi’nin tarihi binasının bulunduğunu söylerdi. ­Cumhuriyet Meydanı’ndan, Gündoğdu’ya doğru çekilen eski resimlerde görülen kubbeli bina. Malesef Atatürk Bulvarı’nın (2. Kordon) yapımı sırasında bu tarihi mekan “Büyük İzmir Yangını”nda zarar görmemesine rağmen yola feda edilmiş. Şimdi bu fedakarlığı en azından farklı bir biçimde değerlendirmeliyiz.

Mavi Körfez, Yeşil İzmir...

YILLAR önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Mavi Körfez Yeşil İzmir” sloganıyla ortaya koyduğu çalışmalar artık kısmen de olsa sonuçlarını verdi. Körfez tam mavi olmasa da eskisi gibi kahverengi bir lağım çukuru olmaktan kurtarıldı. Hatta mevcut yönetim ‘Denize girilen Körfez’ için çabalıyor. Fakat yeşil İzmir konusunda çevresinde yaratılan kuşak dışında şehrimizin görüntüsü hala çok yeşil değil. Bugünlerde ortaya konulan bazı ulaşım projelerinde ise mevcut yeşilin de kurban edilmesi gündeme gelebilir. Yapılması için kısmen onay alınan, kısmen de proje aşamasında olan ‘Tramvay Hattı’ için düşünülen güzergahta bayağı bir ağacın yok edilmesi söz konusu olabilir.

Yazının Devamını Oku

Dış politikada dostlar değil, çıkarlar konuşur

14 Aralık 2011
DEVLETLER birbirleri ile olan ilişkilerinde ortaya devamlı dostluk ve iyi niyet mesajlarını koymasına rağmen, gerçekte uluslararası politikalar ülkelerin menfaatleri yönünde şekilleniyor.

Bunun en iyi örneği İngiltere. İngiltere, Avrupa Birliği’nin (AB) kuruluş aşamasında dışarıda kalmış, daha sonra kapıyı çalınca reddedilmiş ve ABD’nin de büyük baskıları sonunda birliğe kabul edilmiş bir ülke. Genelde AB’nin kurucu ülkeleri arasında ‘Truva Atı’ olarak da yorumlanılan bir konumda. Atın sahibinin genelde ABD kökenli olduğu da sık sık dile getirilir. Çünkü uluslararası ortamda İngiltere ‘Küçük Kızkardeş’ deyimi ile her zaman ABD’nin yanında yer alır. İngiltere kendine özgü imparatorluktan kalma alışkanlıkları ile AB içinde birçok politikalarda uyum içinde olmakla birlikte, her anlamda kendi çıkarları doğrultusunda hareket etti. Yıllar önce para birliği hazırlanma aşamasındaki tartışmalarda çekincelerini önce İngiltere ortaya koydu. Sonunda İngiltere Euro Bölgesi dışında kalarak kendi parasını korumuş bir ülke olarak kaldı. İngiliz para birimi Sterlin’in mutlak kontrolü her zaman İngiliz Hükümeti’nin oldu. Diğer bir deyişle ülkedeki finansal enstrümanların kullanımını kendi ekonomik doğruları içinde yapmayı tercih etti. İngiltere bu tür uygulamaları sadece para biriminde de göstermiyor. “Ada Ülke” olmasının avantajını kullanarak sınırlarında da, Schengen vizesi yerine İngiltere vizesi ile yabancı kabul ediyor. AB üyesi olmayan İsviçre bile bu konuda esneklik gösterirken, İngilizler direnmeye devam ediyor. Nitekim AB’deki son finansal gelişmelerde tek başına kalma uğruna, İngiltere’deki ‘City’ adı verilen finans kurumlarının çıkarı doğrultusunda savaşmaya devam ediyor.

Türk Dostu Joseph Robinette Biden...

Evet uluslarası arenada ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi her zaman dostluğun ötesinde görüyorlar. Hatta bu konuda bazı politikacılar kendi inançlarının aksine hareket etmekte ülke çıkarı için bir an bile tereddüt etmiyorlar. Buna en güzel örnek geçtiğimiz haftalarda ülkemizi ziyaret eden ABD birinci Başkan Yardımcısı Joseph Robinette Biden. Biden, ziyareti sırasında ülkemizi öve öve bitiremedi. Ballandıra ballandıra bizi pohpohladı, hatta gelecek nesillerin Steve Jobs’ını bile Türkler’den yaptı. Peki kendi inançları, bugüne kadar senatörlüğü döneminde ortaya koyduğu iç politika uygulamaları nasıl Sayın Biden’in?
Türkiye’ye karşı hazırlanan her tasarıda imzası var. Ermeni ve Rum lobilerinin en büyük destekçisi ve Türkiye’den hiç de haz etmeyen bir kişi. Ama gelin görün çıkarlar için yanımızda görünmekte bir an için olsun tereddüt etmiyor. Nedeni basit; ülkesinin çıkarları bunu gerektiriyor da ondan. Acaba biz kendi çıkarlarımızı ne kadar koruyabiliyoruz?

İşte dış politika böyle birşey.

EXPO’da ülkelerin çıkarlarını ortaya koyabilmek İzmir’in gündemdeki en büyük uluslararası projesi 2020 EXPO adaylığı. Burada da en önemli konunun ülkelerin çıkarları olduğunu düşünüyorum. Bu yarışı kazanmada önemli bir faktörün, uluslararası arenada EXPO’nun İzmir’de yapılması durumunda ülkelerin ne gibi bir kazanç elde edeceğini iyi anlatmaktan geçiyor. Tabii bunu anlatabilmek için öncelikle İzmir’in EXPO temasını ve alt temalarını buna göre şekillendirmesi lazım. Yani ülkelerin ortak çıkarının oluşacağı bir platformu yaratması gerekiyor. Sağlık konusunun tüm dünya için gittikçe daha önemli bir konu haline geldiği günümüzde, buradan elde edilecek kazanımların tüm dünya ülkelerinin sosyal refahı için nasıl paylaşılabilineceğini anlatabilmek lazım.

 

Yazının Devamını Oku

Yorulduk, ama yılmadık

7 Aralık 2011
3 ARALIK Dünya Engelliler Günü...

Engellilerin haklarını savunan sivil toplum kuruluşları neredeyse hep bir ağızdan aynı şeyleri söylüyor: “Türkiye’de engelliler için yasalarımız yeterli, ama gel gör ki uygulamalar bizi yoruyor, ama yıldırmıyor.”
Evet, kanunlarımız müsait, ya bürokrasimiz, ya beyinlerimiz? Kanunlarda gerekli değişikliği yapmışız ama ya bunları uygulayacak beyinlerimizdeki değişikliği kim yapacak? Engellilerin hayatını kolaylaştırma adına belki de risk alarak, neredeyse temel haklar diyebileceğimiz uygulamaları kim başlatacak? Ömür boyu değişemeyecek şekilde engelli bir vatandaştan her sene engelli olduğunu kanıtlamasını istemekten kim vazgeçecek? Toplumumuzda beraber yaşayabilmemiz için engellilere kim elini uzatacak? Aslında bu soruların tek bir cevabı var: Hepimiz, yani bizler...
Fiziksel engelli milletvekilimiz Şafak Pavey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çok güzel bir konuşma ile gerçekleri ortaya koydu. Türkiye’de yaşayan 8.5 milyon engelli vatandaşın bir gecede nasıl 1.5 milyona indirildiğini anlattı. Uzayan uzuvlardan, gelişen beyinlerden ve ortadan bir gecede kalkan engellerden bahsetti. Kanunları çıkardıktan sonra uygulamaya geçmek yerine, gerçeği halının altına süpürmenin ne demek olduğunu anlattı. Engelli vatandaşlarımızın son 10 yılda çok yol kat ettiğini üstüne basa basa söylüyorum. Peki yeterli mi? Bu gelişmeler için engelli vatandaşlarımızın haklı söylemi tam oturuyor: “Çalıştık, başardık, haklarımızı almakta çok yol kat ettik ama yorulduk. Sakın yanlış anlamayın ‘Yorulduk’ ama kesinlikle yılmadık.”

Ambulansa yol verin

İzmir trafiğinin özellikle sabahın erken saatlerinde ve akşam iş çıkışına rastlayan zaman birimi içinde çok sıkıştığına hepimiz şahit oluyoruz. En sıkışık zamanlarda uzaktan gelen ambulans veya itfaiye arabasının sirenleri duyunca ne yapacağımızı birçoğumuz bilmiyoruz. Veya bilmemezliğe geliyoruz. Yollar sıkışık olabilir ama arabaları kenara çekmek yerine neredeyse bu araçları engellercesine ilerlemeye çalışmak çok yanlış. Özellikle bir “uyanık takımı” var ki insanı çileden çıkarıyor. Bunlar ya acil kurtarma aracının önünden sanki yol açarmışcasına gidiyor ya da arkasından açılan yolda araca yapışırcasına ilerliyor. Birçok ülkede bu uygulama en ağır cezaları beraberinde getiriyor. Yetkilileri, bu konuda araç kullananları önce eğitmeye, daha sonra da cezai yaptırım uygulamaya davet ediyorum.

Aziz Başkan’ı kadroları üzüyor

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, gecesi ile gündüzü ile durmadan, yorulmadan şehrimiz için çalışıyor, çabalıyor ve birçok gelişmeye imza atıyor. Fakat yapılan çalışmalar ile ilgili maalesef toplumda bir keyifsizlik var. Çünkü nedense yapılan çalışmalar uzadıkça uzuyor, bitmek bilmiyor ve vatandaşları bıktırıcasına sıkıntı içinde bırakıyor. Şehrin birçok noktasında aynı anda başlayan çalışmalar maalesef yaşamı çekilmez hale getiriyor. Başlanılan işin bitirilmesinde seçilen müteahhit firmaların yavaşlığı ise cabası. İşler bitmiyor, suratlar asılıyor, insanlar kızıyor ve küsüyor. Haksızlıkların yapıldığı aşikâr fakat sanki kadrolarda da sorunlar var gibi... Belediyeye müfettişler tarafından yapılan neredeyse tacize varan denetimler sonunda operasyon yapılınca, Aziz Başkan, Paris’te İzmir için çok önemli bir sunumu bırakarak kadroların yanına koştu. Onlara verdiği desteği, duyduğu güveni en iyi şekilde sergiledi. Fakat yapılan işler gösteriyor ki aynı kadrolar belediyenin iş bitirme becerisi için Başkan’ın yanında yeterince koşmuyorlar. Hatta bazı küçük hesaplar ile neredeyse sabote ediyorlar. Aziz Başkan’ın dediği gibi, eğer bu bir takım çalışması ise, bir takım en zayıf halkası kadar güçlü olabilir.

Yazının Devamını Oku

EX-PO politikaya kurban edildi

30 Kasım 2011
İZMİR geçtiğimiz hafta EXPO 2020 adaylığının coşkusunu yaşayacağı yerde, Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan baskınlarla ilgili talihsizlikleri konuşur hale geldi.

Geçtiğimiz haftalarda EXPO heyecanını tüm şehire yaymak ve vatandaşlarla paylaşmak gerektiğini yazmıştım. İzmirlilerin birer tanıtım elçisi gibi düşünüp çalışır hale gelmesinin, EXPO için ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştım. Vatandaş yavaş yavaş konuya ısınırken, İzmir için olabilecek en kötü tanıtımlardan biri malesef EXPO’nun en önemli aşamalarından biri olarak kabul edilen BIE sunumundan bir gün önce oluştu. EXPO sunumundan bir gün önce Paris’te bomba patlatsak ancak bu kadar yıkım olabilirdi. Hem de ne yıkım! EXPO’ya aday şehrimizin hemen hemen tüm üst düzey yerel yöneticilerinin hepsi toplu halde apar topar gözaltına alındı. Diğer bir değişle, EXPO’yu düzenlemek üzere aday olarak yola çıkan şehrin üst düzey yöneticilerine, “Siz hırsızsınız, ahlaksızsınız” yaftası yapıştırılmak istendi. Bizim için rakiplerimiz bile bu kadar büyük bir anti-propagandayı 50 yıl düşünseler bulamazlardı. Sunumda hiçbir şey değişmedi diyenleri duyar gibi oluyorum. Kendinizi delegelerin yerine koyun. Böyle bir operasyon haberinin rakip şehirler için geldiğini duysanız, siz delege olarak ne düşünürdünüz?
Oysa ki, İzmirliler bir süre için hükümetle yerel yönetimlerin uyum içinde çalışabilecekleri bir tabloyu seyrettiklerini zannediyordu. İktidarın İzmir’de yerel seçimleri kazanmak için büyük bir çaba içinde olduğuna şahit oluyordu. Hatta birçok platformda kaybedilen oyların hesabının bile yapılmaya başlandığına şahit oldum. Ama bu son hamle maalesef bu girişimlerin birçoğunu sildi süpürdü. İzmirli kızgın ve kırgın. Kendisine haksızlık yapıldığı kanısı hakim.
Oysa ki, hükümet yetkilileri, gerek yap-işlet-devret modeliyle gerekse doğrudan yatırım modeliyle İzmir için birçok hamlesini ardı arkasına gerçekleştiriyordu. “Ulaşılmayan yere kimse gitmez” mantığından hareket ederek, İzmir’in kara, deniz, hava ve demiryolu ulaşımında somut girişimlerle hedefine doğru hızlı adımlar atıyordu. Bütün bu adımların da şehirdeki yerel yönetimlerle uyum içinde yapıldığı görüntüsü veriliyordu. EXPO 2020 adaylığı yolunda yapılması gereken girişimlerin hepsi birer birer ortaya çıkıyordu. İktidar İzmir’e iki icracı bakanlık öngörmüş, İzmir’in bakanlarıda yıllardır İzmir’e uğramayan “devlet eli”ni İzmir’e doğru yönlendirmişti. EXPO 2020 adaylığı gibi İzmir için hayati önem taşıyan projede güzel bir işbirliği sergileniyordu.
Peki, bugünkü manzara nasıl? Bugünkü görüntü tam bir bölünmüşlük. Bir tarafta EXPO 2020’yi yapmak için kanun çıkarmış iktidar, diğer tarafta bu organizasyona ev sahipliği yapacak şehrin “etiketlenmiş” yerel yöneticileri... Bu şartlar altında EXPO 2020 adaylığımızın başarıya ulaşma şansının çok olmadığını düşünüyorum.
‘EX’ İngilizce’de eski veya yitirilmiş manasına gelir. ‘PO’ ise genelde politika manasında kullanılır. İzmir’in bu son gelişmelerle EXPO 2020 adaylığının üstüne büyük bir çarpı (EX) işareti konuldu. EXPO’da bugünlerde neredeyse EX oluyoruz ve galiba PO-litika’ya kurban ediliyoruz.

Yazının Devamını Oku

Arkas Sanat Merkezi ve kaçan fırsatlar...

23 Kasım 2011
GEÇTİĞİMİZ hafta sonu İzmir’de sanat adına çok önemli bir gelişme yaşandı.

İzmirli işadamlarımızdan Lucien Arkas’ın girişimleriyle yıllardır atıl kalan tarihi Fransız Konsolosluğu binası, restorasyonu yapıldıktan sonra, modernize edilerek “Arkas Sanat Merkezi” olarak kapılarını ziyaretçilerine açtı. Açılışta muhteşem bir sergi ile Post Empressionist dönemin Fransız ressamlarından oluşan büyüleyici bir koleksiyona şahitlik ettik. Özenle toplanılmış eserler dünya standartlarında bir sunum ile ziyaretçilerinin beğenisine sunuldu.
Bu güzel sergiyi gezerken bir an için kendimi İzmir’den ayrılmış yabancı bir ülkede hissettim desem yalan olmaz. Bu merkez, yıllardır resim sanatı konusunda kısır kalmış şehrimize farklı bir nefes getirecek. Ayrıca, turizmde cazibe merkezi olmaya çalışan İzmir için bu sanat merkezi önemli bir turist ziyaret noktasına dönüşebilir. Bu konuda İzmir’e kurvaziyer gemileri ile gelen turistlere iyi bir tanıtım yapılmasının yeterli olacağını düşünüyorum.
Ayrıca; gençlerin, özellikle küçük yaştaki çocukların bu tür sergileri görmeleri ve dünyanın tanınmış ressamları hakkında bilgi almaları çok önemli. Birçok batılı ülkede, kültürel gelişimin en önemli parçalarından birini oluşturan bu tür aktiviteleri en çok öğrenciler ziyaret ediyor. Resim ve sanat öğretmenlerinin eşliğinde tartışarak, sorgulayarak ve öğrenerek kültürel gelişmelerine birkaç tuğla daha ekliyorlar.
Bu girişim İzmir’de kapalı kapılar ardında bulunan birçok sanat eserinin sergilenmesi için de fırsat olacaktır. Başka kurum ve aileler de bu merkezde özel sergiler açmak isteyecektir. Arkas Sanat Merkezi, İzmir’in asırlara uzanan sanat zenginliğinin ortaya çıkmasında etkin bir rol oynayacaktır.

İzmir için kaçan fırsat

Bu duygular içinde sergiyi gezerken bir an için geçtiğimiz haftalarda yapımından vazgeçilen “Kültür Merkezi” ile ilgili düşüncelere daldım. Alsancak Garı’nın hemen yanındaki Tekel’e ait eski sigara fabrikası birkaç sene önce, İzmir Ticaret Odası ve Arkas Holding’e sanat merkezi yapılmak üzere tahsis edilmişti. Burası ile ilgili olarak çok detaylı bir projenin hazırlandığını biliyorum. Belki de bugün tarihi konsolosluk binasında, küçüğünü yaşadığımız muhteşem serginin çok daha büyüklerinin yer alacağı, dünya standartlarında sunumların yapılacağı bir merkezin kapısından dönüldü. Maalesef bir otopark sorunu nedeni ile taraflar bu yapının restorasyonundan vazgeçmek zorunda kaldılar. Bu sergiyi gezerken İzmir Ticaret Odası ve Arkas gibi şehrimizin en etkili ve kuvvetli iki kurumunun yaratacağı sinerjinin ne kadar büyük olabileceğini düşündüm. İzmir bu projenin iptali nedeniyle sanat açısından hakikaten büyük bir kayba uğradı. İzmir için çok farklı bir boyuta açılacağını düşündüğüm yepyeni bir kapı ise şimdilik kapandı.

Yazının Devamını Oku

Deprem ve yeni teknolojilerin kullanımı

16 Kasım 2011
TÜRKİYE yıllardır depremin acıları ile sarsılıyor.

Yüzyıllardır yeryüzünün bu doğal felaketi karşısında elimiz kolumuz bağlı. “Dünyanın şöyle büyük ekonomisine sahibiz, böyle büyük üreticiyiz” deyip duruyoruz ama ülkemizin en önemli gerçeği karşısında tedbir almamakta ısrar ediyoruz. Hatta tedbir almak için ayırdığımız ve her sene bu amaçla topladığımız vergilerimizi bile depreme önlem için kullanmıyoruz.
Türkiye metrekare metrekare deprem bölgesinde. Bu nedenle öncelikle yeni teknolojilerin de içinde yer aldığı ‘Deprem İnşaat Yönetmeliği’ne ihtiyaç var. Artık sadece sağlamlık değil, aynı zamanda esneklik de depreme karşı uygulanılan yeni teknolojilerin önemli bir parçası. Binalar gidiyor geliyor, sallanıyor ama yıkılmıyor. Sadece beton ve çelikten değil, aynı zamanda esnek parçalardan da oluşuyor artık binalar. Peki ya altyapı? Altyapı için kullandığımız su ve doğalgaz borularının depremde nasıl etkileneceğini ne kadar düşünüyoruz. Bir Japon altyapı müteahidi dostum, su, doğalgaz ve bazı telekominikasyon hatlarının borularının birleşme yerlerinde esnek malzeme kullandıklarını belirtmişti. Özellikle deprem sonrası çıkabilecek yangınlara, susuzluktan kaynaklanacak hastalıklara baştan önlem aldıklarını söylemişti. Peki biz depremin merkezinde bulunan büyükşehirlerimizin altyapısında bu tür yeniliklere ne kadar yer veriyoruz.
Bu arada, depremlerin şiddetinin yavaş yavaş yükseldiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Geçmişte 6-6.5 şiddetinde depremlerin olduğu yerlerde artık daha şiddetli depremler oluyor. Buna en güzel örnek Japonya. Geçtiğimiz yıllarda 7-7.5 şiddetinde depremlerin yaşandığı Japonya ve Doğu Pasifik’te depremlerin şiddeti 8’lerin çok üstüne çıkmaya başladı. İşte son Japonya, Yeni Zellanda ve Sumatra depremleri. Bütün bu depremlerde şiddet artışı yaşanıyor. Deprem sonrası oluşan tsunamiler ise kıyı şeridini darmadağın ediyor.
Depreme karşı önlem alma noktasında, “kaçak binaları yıkarım” sloganıyla yola çıkılması ne kadar doğru. “Depreme dayanıklı bina yapma programı ile işe başlarım” demek bana daha uygun geliyor. İktidarda bulunanların ulusal bir program ile buna sahip çıkmalarını ve kesintisiz uygulamalarını diliyorum. Bugüne kadar toplanan deprem vergileri ile bu ülkemizdeki yapı envanterinin bir kısmı şimdiden yenilenebilirdi. Yeni yapılan yatırımların da bu konuda daha etkin denetimlerden geçmesi sağlanabilirdi. Ama olmadı, yapılmadı belki şimdi bunu yapmaya niyeti olan bir iktidarın çalışmalarını görebiliriz.

EXPO heyecanını kazanmak

İzmir’in 2020 Uluslarası EXPO adaylığı artan rakipleri ile devam ediyor. Fakat maalesef şehrimizde EXPO’nun heyecanını göremiyorum. Daha erken diyebilirsiniz fakat vatandaşları şimdiden harekete geçirmek, gönüllü kuruluşları aktiviteler ile tanıtıma destek olmaya çağırma zamanı geldi de geçiyor. Bana göre bu mücadelenin en önemli hamlelerinin başında, şehirde yaşayanların bu işin peşinden koşmasını sağlamaya çalışmak gelmeli. İzmir ilinde yapılan sosyal veya kültürel her aktivitenin bir karesinde EXPO adaylığımız da yer almalı. Kısacası, EXPO 2020’yi İzmirli’nin, yani hepimizin projesi haline getirmeyi sağlamamız lazım. Konser ise konser, gösteri ise gösteri, tanıtım ise tanıtım; gerekli tüm girişimlerde içeriden dışarıya doğru organize edilerek önce İzmirli’nin sahip çıkmasını sağlamalıyız.
EXPO 2020 için Bureaux International des Expositions (BIE)’ye Paris’te haftaya sunum yapacağız. Film hazır, tanıtım hazır gibi; ekip dersen tam kadro.

Yazının Devamını Oku

İki bayram arası yol yapılmaz

9 Kasım 2011
ALSANCAK’ta kazıların boş geçen yaz aylarında neden yapılmadığını, okulların açılmasına yakın, Ramazan Bayramı öncesi başladığını kaleme alalı 2.5 ay olmuş.

Alsancak sokakları 2.5 aydır kazılıp duruyor. Doğalgaz, su ve Superonline her tarafı hallaç pamuğu gibi attı. 2.5 aya yayılan bu mücadelede bol bol toz yuttuk, ama galiba son aşamaya geliniyor. Tabii bu kazıların bittiği sokaklarda neden şimdiye kadar tamamlayıcı yol kaplama ve kaldırım yapma çalışmasının yapılmadığı da tartışılır. İhale şartlarına göre yüklenici firmalar işlerini bitirdiklerinde kazı yerini temizleyerek belediye için son çalışmayı yapmaya hazır temiz bir şekilde teslim etmek zorundalar. Bunun uygulanmasını Alsancak’ta henüz göremedik. Tabii burada belediyenin de işi zora sokarak, mutlaka asfalt veya betonlama çalışmalarını İZBETON’la çözmeye çalışması bir gecikme nedeni olabilir. Belki bunun da ihale ile özel bir firmaya verilmesi işleri daha hızlandıracaktır. Fakat gördüğüm kadarı ile İzmir’de iki bayram arasında ne yol, ne kaldırım yapılmıyor...
Gemiden ineni neden trene bindirelim
Geçtiğimiz hafta İzmir Alsancak Limanı’nın yenilenmesi kapsamında, kruvaziyer rıhtımı ile ilgili bazı kararların alındığını gördük. Liman bölgesinin yenilenmesi çok güzel bir girişim ama kaş yaparken göz çıkarmamak da gerekir. Öncelikle yolun yerin altına alınması trafik akışında önemli bir etken olacaktır fakat bu inşaatlar için bölgedeki çok önemli tarihi binaların hasar görmemesi adına çok dikkatli yapılması gerekir. İşinin uzmanı firmaların seçilmesi şart. Gerek Alsancak Garı, gerek Anglikan Kilisesi, gerek Saat Kulesi ve gerekse yol üstündeki tarihi evler şehrimizin kültür mirası. Türkiye’deki ihale şartları içinde en ucuz teklifi veren bu işi yapar mantığı ile ihale edilecek bir altgeçitin getireceği zararın telafisi çok zor olur.
İZBAN hattının kruvaziyer limanına kadar uzatılmasını ise anlayabilmiş değilim. Gemiler için yapılacak yeni yanaşma uzantıları ile iskele-sancak yanaştırıp, kıçlarına kadar tren götürmenin ne alemi var bilemiyorum. Dünyanın neresinde şehri görmeye gelen turistler, apar topar trenlere bindirilip şehir dışına taşınmaya çalışılır ki. Kaldı ki yenilenmesi düşünülen liman bölgesinde iki üç tane içinde alışveriş merkezi bulunduran yüksek yapı bulunmakta. Ayrıca Kıbrıs Şehitleri Caddesi üzerinden Agora’ya kadar uzanan turistik yol projesi de daha yeni gündeme gelmiş durumda. Turisti şehre sokacağımıza kaçırma planı yapıyoruz.
Eski silo bölgesinin yıkılarak yeni bir alışveriş merkezi yapılmasının ve burasının sadece turiste hitap etmesinin ne kadar ekonomik olacağını da tartışmak lazım. Özellikle 6-8 aylık kruvaziyer mevsimi burada yapılacak yeni yatırımları ne kadar destekler iyi düşünülmesi lazım. Kaldı ki kruvaziyer turisti alışveriş konusunda hakikaten ketum. Kolay kolay para harcamıyor.
Dört günlük Kurban Bayramı’nın bu son gününde tüm okurlarımıza sağlık, sıhhat ve mutlu bir bayram dilerim.

 


Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek İzmir

2 Kasım 2011
İZMİR önümüzdeki günlerde kabuğunu kırmaya hazırlanıyor.

Yıllardır süre gelen sessizliğini naralara dönüştürecek gelişmelerin ardı ardına gelmesi an meselesi. Liman arkası ve yeni şehir merkezi gelişme bölgesinin imar planının onaylanması, kentin gayrimenkul ayağında canlanmayı başlattı. Dün SİT Kurulu tarafından onaylanan yeni kruvaziyer limanı genişletme projesi ile birlikte çok önemli bir gelişmenin daha kapıları açılacak. Dikili’den başlayan milyar dolarlık liman yatırımının rüzgarı,  geçtiğimiz hafta Petkim’in yeni rafinerisinin temel atma töreni ile devam etti. İzmir-İstanbul Otoyolu ise ülkenin en önemli iki bölgesinin birbiri ile olan bağlantısını sağlamak açısından çok önemli. Ege Serbest Bölgesi (ESBAŞ) özellikle yüksek teknoloji içeren sanayileri bünyesine çekmeye devam ediyor. Havacılık ve uzay sanayinin devlerinin yatırım gündemlerine artık İzmir’i de alıyor. Geçtiğimiz günlerde başyazarımız Deniz Sipahi’nin New York’ta katıldığı toplantıdan köşesine aktardığı notlarda, yaratılan cazibe merkezi nedeni ile ortaya çıkan somut gelişmeleri okuduk. Evet aslında en önemli nokta bir cazibe merkezi yaratarak bunu planlı ve doğru bir şekilde uluslararası sermayenin önüne sunabilmek.

21. Yüzyıl’ın projesi

İşte yıllardır konuştuğumuz teknoloji geliştirme bölgesi de böyle bir proje. İzmir’in cazibesi artarken kuşkusuz şehrin önemli gelişme ayaklarından biri de Teknokent olacak. Özellikle teknopark kelimesini kullanmadım, çünkü kurulması düşünülen teknoloji geliştirme bölgesi binlerce insanın yaşadığı bir şehir görünümünü kazanmalı. Onlarca dilde eğitim veren ilk, orta ve yüksek okulları, hastaneleri, eğlence ve alışveriş merkezleri ve tabii yaşanacak ideal mekanları ile tam bir kent. Çevrenin ve ekosistemin önde tutulduğu bir yaşam alanı. Dünyanın birçok noktasında teknoloji geliştirme parkları yapılmakta. İzmir’in başka yerlerin birçoğuna göre avantajı; gerek konumu ve tabiat yapısı, gerek çevreci enerji kaynakları, gerek insan kaynağı, gerekse eğitim imkanları ile farklı bir bütün oluşturması.

Öncelikle yüksek eğitim kurumları bakımından İzmir çok şanslı. Şehrimiz 8 üniversitesi ile çok zengin bir eğitimci ve öğrenci kaynağına sahip. Birçoğu yabancı dilde eğitim veren bu üniversitelerimiz müfredatlarına yeni bölümler ve diller ekleyerek gelecek talebe farklı çözüm önerileri verebilecektir. Teknokent’in içinde muhakkak bu üniversitelerimiz de, eğitim ve araştırma faaliyetlerini artırarak yürütecektir. Burada büyük bir sinerji yaratılması söz konusu olacaktır.

Çevreci doğal kaynaklar

İzmir çevreci doğal enerji kaynaklar bakımından da çok zengin. Dünya genelinde güneş, rüzgar ve jeotermal enerjinin bir arada bulunduğu yer sayısı hakikaten kısıtlı. Bu kaynaklar büyük sanayi tesisleri için yeterli olmayabilir ama teknoloji geliştirme bölgesi gibi ne kadar doğaya dönük enerji kullanılıyor ise o kadar tercih edilen bir yer için önemli. İzmir’in insan kalitesine gelince... Yüzyıllardır yabancılar ve değişik din ve ırktan kişilerin barış içinde yaşadığı şehrimizde birçok değişik ülkeden gelen kişiler kolaylıkla yer bulacaktır. Sadece turist olarak değil, bölgenin yerleşik insanı olacak bu kişilerin İzmir’i ikinci vatanları olarak görmesi çok da zor olmayacaktır. Kalıcı gelişme için bu olgu çok önemli, zira bugün dünyadaki birçok serbest şehirde bu aidiyet görülmemektedir.
İzmir konum itibariyle de teknokent için çok önemli bir özelliğe sahiptir. Bölgesel SİT ile tüm yarımada neredeyse dokunulmamış ve bu tür bir gelişme için atıl bırakılmıştır. Bugün güney kıyılarımızda nerede ise yağmaya kadar varan yazlık ve turistik tesisler burada yoktur. Bütün bunlar İzmir için çok önemli avantajlardır.

Yazının Devamını Oku