Cemal Tükel

İzmir’den bir Bayburtlu geçti

18 Nisan 2012
GEÇTİĞİMİZ hafta Hasan Şentürk’ü kaybettik. Şentürk ile tanışmamız yıllar önce kendisiyle yaptığım bir röportajla başladı.

Dikili’de Agrobay’ın seraları yeni yeni yükselirken yapmıştık söyleşiyi. Hasan Bey Bayburtlu’ydu. İzmir’de ne aradığını sorduğumda; “Bizim esas işimiz inşaatçılık. Birgün Hollanda’ya makine bakmaya giderken uçağın inişinde yerdeki parlak ışıkları gördüm. Hollandaya indikten sonra bunlar ne diye bilgi almak istediğimde, beni çok şaşırtan bir cevap aldım” diye söze başlamıştı. “Parlak ışıklar Hollanda’daki seralardan geliyordu” diye devam etti Hasan Bey; “Adamların toprağı yok, güneşi yok, seraları ısıtacak jeotermal enerjileri yok, ama Avrupa’nın yiyecek deposu olmayı başarmış.”
Hasan Bey Türkiye’ye döner dönmez; Adana’dan Çanakkale’ye kadar tüm sahili araştırıp sondajlar yaptırmış ve seracılığa en uygun bölgenin jeotermal enerjisi ile Dikili olduğuna karar vermiş. Hemen kolları sıvayıp Türkiye’nin ilk organize seralarından birini kurmaya başlamıştı. O yıllarda toplam 80 dönüm seranın kurulması tamamlanmıştı. Seralarda arılarla döllenme yaparak kontrollü tarım yapıyordu. Avrupa’ya göre maliyetlerinin yatırım dahil yüzde 30 daha ucuz olduğunu dile getirirken; Türk tarımının geleceğinin burada olduğunu söylüyordu.

Geçen sene Hasan bey ile bir söyleşide daha bulunduk. 800 dönüm kapalı alanla Meksika’dan sonra dünyanın ikinci büyük serasını kurmayı başardıklarını söylemişti. Serada domates, biberin yanı sıra karpuz, hatta narenciyeye kadar değişik ürünler için çalışıyordu. Agrobay bununla da yetinmemiş, seracılık konusunda bilgi ve tecrübelerini diğer yatırımcılar ve çiftçilerle paylaşarak yepyeni bir akımın başlamasına neden olmuştu. Birçok kurum ve kişi için ücretsiz danışmanlık yaptı. Sektörün büyümesi içini elinden gelen gayreti gösterdi. Ege Bölgesi’nde Turgutlu, Salihli, Nazilli başta olmak üzere, Organize Sera Sanayi Bölgeleri’nin kurulması aşamasına gelinmişti. Çeşitli bölgelerde değişik projeler için çalışıyorlardı. Bir zamanlar büyük kan kaybı yaşanan tarımda; organize seracılık ile müthiş bir gelecek ülkenin refahı için çalışacaktı. Güneş ve Ege’nin her köşesinde fışkıran jeotermal enerji; bölgenin kalkınmasında çok önemli etken olmaya adaydı. Zira Sadece Agrobay’da 500’e yakın uzman ve köylü kendine iş sahası bulmuş, yıllardır çeşitli sıkıntılara ve haksızlıklara maruz kalan ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri için yeni iş sahaları açılmıştı.

Tabii jeotermal enerjinin doğru ve etkin kullanım sistemlerinin devreye girmesi de bu çalışmalarda önemli bir rol oynayacak. Zira jeotermal sadece tarımda değil, eş zamanlı olarak turizm, sağlık ve ısıtma konusunda da çok değerli bir kaynak olarak kullanılabilmekte. Bu da jeotermal enerjiyi cari açığın bir numaralı nedeni olarak kabul edilen ithal enerji için tamamen özkaynaktan sağlanan bir alternatif konumuna getiriyor.
Geçtiğimiz hafta içinde kaybettiğimiz Hasan Şentürk bu devrimin ilk harcını koyanlardan biriydi. Diğer bir deyişle Ege’yi Hollanda yapan adam. Kendisini erken kaybetmenin üzüntüsünü duyuyorum. Onunla tanışmış ve yarattığı değişime şahit olmuş olmak en büyük tesellim. İşte İzmir’den böyle bir Bayburt’lu geçti.. Hasan Şentürk’e Allah’tan rahmet diliyorum, mekanı cennet olsun.


 

Yazının Devamını Oku

Alışveriş merkezleri ve trafik yoğunluğu

11 Nisan 2012
İZMİR alışveriş merkezleri konusunda hızlı bir gelişim içinde.

Şehrin ana giriş-çıkış arterleri üzerinde kurulan AVM’ler özellikle hafta sonları, bulundukları caddelerde trafik yoğunluğuna sebep oluyor. Bunun sonucu olarak uzayan kuyruklar ve sıkışan trafik oldukça sıkıntılı manzaraların yaşanmasını da beraberinde getiriyor. İzmir’in Batı çıkışı Balçova’da sıralanan alışveriş merkezleri bu bölgenin trafiğini kilitlerken; yeni hizmete giren Gaziemir istikametindeki AVM ise, şehrin Güney çıkışında yoğunluğa neden oldu. Karabağlar’a kadar uzanan kuyruklar, bu yolu kullananlara oldukça sıkıntılı saatler yaşatıyor. Ege Serbest Bölgesi’nin (ESBAŞ) araç girişinin de bu kavşaktan olması, yoğunluğu iki kat arttırıyor. Üç sene önce yapılan alt geçitli kavşak ile rahatlatılan giriş, yeni AVM’nin hizmete girmesi ile tekrar yetersiz konuma geldi. Geçtiğimiz hafta içinde ESBAŞ çevre yolu üzerinden kendilerine alternatif bir giriş sağlanması için Karayolları ve Büyükşehir Belediyesi nezninde çağrıda bulunduğunu açıkladı.
Tabii, bu bölgenin ileride başka sorunları da oluşacak. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin çok yakında yapımına başlayacağı yeni “Fuar Alanı” projesi; bu bölgedeki trafik yoğunluğunun artmasına neden olacak. Burada yapılacak alternatif yol çalışmalarının, bu gelişmeyi de gözönünde bulundurarak daha kapsamlı düşünülmesi gerekir. Yoksa yaratılan her alternatif, bir sonraki yapılaşma ile yetersiz hale gelmekte.
Önümüzdeki yıllarda İzmir’in diğer ana arterleri üzerinde yapılması planlanan yeni yapılaşmalar için de iyi bir ulaşım master planının yapılması şart gibi görünüyor. Özellikle, Bayraklı bölgesinde yapılacak yüksek katlı binalara ulaşım için gerekli altyapının yetersiz kalması önlenmeli. Birçok yatırımcı burada da AVM yatırımları yapamak istediği yönünde açıklamalarda bulunmakta. Önümüzdeki 10 yıl içinde bölgenin görünümünü tamamen değişirken, oluşacak sıkıntıların çözümleri bugünden hazırlanmalı veya uygulanmaya geçirilmeli. Henüz elimizde fırsat varken bunu değerlendirmek, ileride boğuşmak zorunda kalacağımız imkansızlıkları önlememizi sağlayacaktır.

VOB’da yanlış anlaşılma var

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Başkanı İbrahim Turhan, Vadeli İşlemler Opsiyon Borsası’nı (VOB) gelinlik çağa gelmiş bir kıza benzeterek; İzmirliler’in bu evliliğe karşı çıkmaması gerektiğini söylemiş.. Bence Turhan, evleri karıştırmış. Bizde evlenme çağına gelmiş bir damat adayı var, eğer kendisi İMKB’yi gelin olarak İzmir’e vermeyi düşünüyorsa buyursun gelsin. Ama bilmeli ki, kızı alıp almamak bizim tasarrufumuzda olur. Bakalım İzmirli isteyecek mi?

Yazının Devamını Oku

VOB’u neden istiyorlar

4 Nisan 2012
VADELİ İşlemler Opsiyon Borsası... Kısa adı ile VOB...

Finans Merkezi İstanbul Projesi’nin bir parçası olarak İzmir’den alınıp İstanbul’a taşınmak isteniyor. İlk bakışta ne kadar masum ve haklı bir bakış açısı değil mi? Cumhuriyetimiz’in 100’üncü yıldönümünü kutlayacağımız 2023’te mevcut iktidarın hedefleri arasında İstanbul’u ‘dünya finans merkezleri’nden biri yapmak yer alıyor. Bu amaçla Türkiye’nin ve hatta dünyanın en hızlı büyüyen borsası VOB’u da İstanbul’a taşımak istiyorlar. Böylece İstanbul bir açıdan daha paranın döndüğü yer olacak. Ne zamandan beri ‘dünya finans merkezi’ olmanın yolu tüm finansal kurumlarını aynı çatı altına veya aynı şehire toplamaktan geçiyor bilmiyorum.

New York, Amerika Birleşik Devletleri’nin en önemli şehirlerinden biri. Ve hepimizin kabul edeceği üzere çok önemli bir finans merkezi. Peki, ABD’nin merkez bankası New York’ta mı bulunuyor? Hayır, Amerika Merkez Bankası (Federal Reserve Bank) kısa adı ile FED, başkent Washington DC’de.
Peki, VOB’un ABD’deki karşılığı nerede diye sorabilirsiniz. VOB’un ABD’deki karşılığı Chicago’da. Chicago Mercantile Exchange-CME (Şikago Ticaret Borsası) bünyesinde faaliyet gösteren opsiyonlu satış borsası dünyanın en büyüklerinden biri.

Eeee! O zaman New York’ta ne var da burayı dünyanın en büyük finans merkezi yapıyor sorusu geliyor aklımıza. Cevap çok basit. New York’ta öncelikle hakikaten derinliğine çalışan bir New York Stock Exchange (NYSE)- Hisse Senetleri Borsası var. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın (İMKB) karşılığı olan NYSE dünyanın da en büyük hisse senetleri borsası. Aynı şehirde NASDAQ Stock Market var. Açılmış ismi ile “National Association of Securities Dealers Automated Quotations”, NYSE’den sonra dünyanın ikinci en büyük hisse senetleri borsası. NASDAQ’ın özelliği ise tam bir elektronik hisse senetleri borsası olması. 1971 yılında kurulan NASDAQ, 2011 sonu itibariyle 4.5 trilyon ABD Doları işlem hacmini yakalamış.

En son olarak da tabii dünya bankacılık sisteminin tüm oyuncuları New York’ta yerini almış durumda. Amerika’daki hisse senetleri borsası nasıl bir şehri dünya finans merkezi yapıyor diye sorabilirsiniz. Ekonominin güçlü üreticileri, ticaret, sanayi şirketleri ve elektronik dünyasının devleri bu gücü yaratıyor. Çünkü bu firmalar sermayesini halkın birikimlerinden alıyor ve kendi zenginliğini halkla paylaşarak toplumun refah seviyesinin yükselmesini sağlıyor.

İMKB ve VOB

Bizde NYSE’nin işlevini İMKB görüyor. Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından hayata geçirilen plan çerçevesinde İMKB vatandaşların birikimlerini sermaye olarak ekonominin hizmetine sunmak amacındaydı. Fakat aradan geçen üç on yıla varan zaman sonunda İMKB hala istenilen derinliğe inememiş ve yeterli gelişmesini sağlayamamış bir kurum. VOB ise bunun aksine kurulduğu günden beri katlayarak artan işlem hacmi ve ortaya koyduğu yeni enstrümanlarla kendini geliştiren, büyüyen bir yapıda. Hızla büyüyen VOB yakın zamanda özelleştirilecek olan İMKB’yi satın alabilecek güce erişmek üzere. İşte VOB’u kontrol altına almak gerekliliği noktada ortaya çıkıyor. Eğer VOB, İMKB’nin en büyük ortağı konumuna gelirse Türkiye’nin her alanda rantını toplamaya alışmış olan İstanbul lobisine hakikaten büyük darbe olabilir. Aslında İMKB’nin hisse senetlerinde opsiyonlu satış dışında, yakından-uzaktan hiçbir direkt bağı bulunmayan VOB’u kontrol altına almak İstanbul için şart gibi görünüyor.

Bu arada İzmir Ticaret Borsası bir girişim daha yaparak ‘Lisanslı Depoculuk’ alanında da çok önemli bir yapılaşmanın öncülüğünü yaptı. Lisanslı depoculuk aslında VOB’un tamamlayıcı bir parçası. Yani bir sonraki hedef ufukta göründü.

Yazının Devamını Oku

Alternatif yollar ve trafik mühendisliği

28 Mart 2012
İZMİR çok eski bir şehir olmasına rağmen aslında alternatif yol konusunda şanslı sayılır.

Şehrimizin parlak geçmişinde kara bir leke gibi duran ‘Büyük İzmir Yangını’ ticari ve kültürel açıdan İzmir’e büyük bir darbe vurmakla beraber, bugün trafiğimizin ana arterlerini oluşturan geniş bulvarların açılmasına da vesile oldu. Şehrin nefes almasını sağlayan Kültürpark ve iletişimini kolaylaştıran bulvarlar bu yangın alanı içinde yer almakta.
Bugün trafik yoğunluğunu azaltmak için yapılması planlanan yeni alternatif yollar ancak ya denizi doldurarak ya dağları delerek ya da şehrin etrafından dolaşarak yapılıyor. Bornova, Buca, Karşıyaka, Göztepe, Alsancak gibi eski yerleşim yerlerinin şehir merkezlerindeki yoğunlaşma nedeniyle caddelerin genişletilmesi çok zor ve masraflı. Bu imkana ancak söz konusu merkezlerimizin çevresinde yeni gelişen mahallelerde sahip olabiliyoruz. Fakat yeni yol yapıyor olmamız, bunları verimli kullandığımız anlamına gelmiyor.
Buna en güzel örneklerden biri geçtiğimiz ay içinde tamamlanan Karşıyaka’nın ikinci girişi konumunda olan Girne Caddesi’ni Bostanlı ve Mavişehir’e bağlayan Ordu Caddesi ve bağlantı aksı. İki şeritli yol konsepti ile tasarlanan cadde maalesef park eden araçlar nedeniyle ancak tek şeritli kullanımda. Girne Caddesi’ni Yusuf Nalkesen Sokağı ile Dedebaşı, Demirköprü üzerinden Cahar Dudayev Bulvarı’na bağlayan arter park halindeki araçlar nedeniyle tek şeritten hizmet vermekte. Aslında park şeridi+iki şeritlik yol için yeterli genişliğe sahip bu caddeler maalesef çevre düzenlemesi ve geniş orta refüj kullanımlarıyla daraltılmakta.
Bu caddeler tabii ki mahalle içinden geçen otoyollara dönüştürülmemeli. Fakat kontrollü geçişin iki şerit üzerinden yapılması halinde trafik akışında büyük bir rahatlamanın oluşacağı aşikâr. Hız kontrolü için ise senkronize trafik ışıkları ile süratin azaltılması veya kontrollü döner kavşaklarla akışın yavaşlatılması hem kazaları azaltacaktır hem de trafiği düzenleyecektir.

Trafikte akışı sağlamak

Artık günümüzde ileri seviyelere ulaşan trafik mühendisliğinin şehrimizde de daha etkin uygulanması gerekir. Bilindiği üzere sıkışıklığın en güzel çözümü, kurallar silsilesi içinde araçların kesintisiz akışını sağlamak. Bu amaçla planlanan döner kavşak uygulamaları ilk olarak 1967 yılından itibaren İngiltere’de başladı. Bu kavşaklara giriş ve çıkışlarda trafik lambaları kullanılmayarak sürekli bir akış sağlanırken, tek bir kuralla kaza ve sıkışıklık riski de en aza indirilmeye çalışıldı. Bu uygulamadaki tek kural kavşağın içinde bulunan, trafik akışına göre sağdan veya soldan gelen aracın geçiş üstünlüğü. Kavşağa giren aracın, burada bulunanlara yol vermesi ile akış kesintisiz olarak sürdürülmekte. Yani diğer bir deyişle kavşağa gelen ana yol veya tali yol diye bir kavram yok. Bu uygulama aynı zamanda trafik kazalarında azalmayı getirirken hasar konusunda da düşüşe neden olmakta. Özellikle araçların 90 derece dik açı yerine, yavaşlatılmış bir hızla daha dar bir açı ile birbirlerine yandan çarpması, kazalarda hasar ve yaralanma-ölüm olaylarını en aza indirmekte. Trafik ve yol konusunda dünyanın en gelişmiş ağına sahip ABD’de de döner kavşak uygulamaları son yıllarda çok kullanır hale getiriliyor. Geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamada ABD’deki döner kavşak adedinin son birkaç yılda 3000’in üzerine çıktığı belirtildi.
Sigorta şirketleri de bu konuda pozitif bir tavır sergilemekte. Bu tür trafik uygulamaları bulunan şehirlerdeki araçlardan daha düşük prim alarak vatandaşın yerel yönetimlere etki yapmasını sağlıyor.

Yazının Devamını Oku

Konak Pier, Pasaport Mendireği ve Yat Limanı

21 Mart 2012
PASAPORT Mendireği ve eski adı gümrük depoları olarak bilinen bugünkü Konak Pier şüphesiz İzmir’in en büyük cazibe merkezlerinden biri.

Konak Pier 1890 yılında Gustave Eiffel tarafından dizayn edilen ve Fransız Gümrük Müdürlüğü ve depoları olarak hizmet vermiş bir kompleks.
Konak Pier, 2003 yılında gördüğü restorasyondan sonra, alışveriş merkezi olarak hizmete girdiği 2004’ten günümüze kadar inişli çıkışlı bir serüven yaşadı. Yıllar, mendirek içinde bulunan askeri bölgeden tutun da işletme ruhsatına kadar birçok alanda mücadeleyle geçti.
Tabii bu bu süreçte oldukça yıpratıcı bir ekonomik savaş da yaşandı. Bu eşsiz yapının restorasyonunu gerçekleştiren şirket birçok noktada çeşitli haksızlıklara maruz kalırken, aynı zamanda elindeki imtiyazlarla ilgili birçok kurumla da davalık oldu. Bazen bürokratik engeller, bazen ekonomik yaptırımlar bu gelişmelerin önüne set çekti.
Konak Pier’i restore eden ve işleten şirketin orijinal projesinde yer alan mendireğin dış duvarının restorasyonu, rekreasyon alanı olarak kullanımı ve mendirek içine yapılması planlanan yat limanı da gerçekleştirilemedi.
Yıllar süren hukuk sürecinde pazarlama gurularının deyimiyle A+ müşteri grubuna hitap eden alışveriş merkezi, maalesef birçok noktada boş dükkanlardan oluşan, yaşamayan bir mekana dönüştü. Neredeyse sadece denize bakan bölümlerdeki restoranların ve birkaç özel dükkanla sinema kompleksi dışında atıl kaldı.
Güney Deniz Saha Komutanlığı’nın gemilerinin yanaştığı askeri bölümün yıllar sonra boşaltılmasına rağmen mevcut davalar nedeniyle buraya dokunulamaması gelişmenin önüne konulan en büyük setlerden biri oldu. Tabii otomobil parkındaki yer sorunlarının da buraya olan talebin beklenilenin altında kalmasında önemli bir etken olduğunu atlamamak lazım.
Bu arada geçtiğimiz ocak ayında mendireğin üst kullanım hakkı icradan satışa çıkarıldı. Satış sonucunda ihaleyi İzmir Ticaret Odası (İTO) kazandı. İTO, 2005 yılında hazırlattığı projeyi revize ederek uygulamaya koymaya hazırlanırken, işletici firmanın mahkemeye başvurmasıyla projesini şimdilik askıya almak zorunda kaldı. Şimdi, Konak Pier ve mendirek geleceğinin şekilleneceği mahkeme sonuçlarını sessiz sessiz beklemekte.

Yazının Devamını Oku

İzmir’in dünyaya açılan kapısı Fransızlar’a emanet

14 Mart 2012
YÜZDE 40’ı halka açık bir şirket olan TAV Havalimanları’nın yüzde 38’i Fransa’da üç havalimanı işleticisi konumunda bulunan Aeroport de Paris (ADP) Grubu’na satıldı.

Bu satış ile şirkette en büyük hissedar konumuna gelen ADP Grubu, aynı zamanda TAV İnşaat’ın da yüzde 49 hissesinin sahibi oldu. Satış miktarı olarak 923 milyon dolarlık bir miktar telaffuz edildi. Doğrudan yabancı sermaye girişi olarak çok önemli bir rakam olan 923 milyon dolar, aslında ülkemizde yaratılan katma değerin el değiştirmesi gibi de algılanmalı. Bu birleşme ile yılda 88 milyon yolcuya hizmet veren ADP Grubu ile 55 milyon yolcuya hizmet veren TAV Grubu büyük bir sinerji yaratmayı amaçlıyor. Tabii bu sinerjiden İzmir de nasibini alacak. Bildiğiniz üzere bir süre önce TAV; Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminali’nin yenilenme ihalesini almıştı. Birkaç yıldır sadece dış hatlar terminalini işleten TAV, bir süre önce yaklaşık 1 milyar dolarlık yatırım ile İzmir’in Türkiye’ye ve dünyaya açılan kapısını işletmeye talip olmuştu. İzmir ile ilgili yatırımların sık sık dile getirildiği bugünlerde ADP-TAV evliliği EXPO 2020 adaylığımız açısından da bize avantaj kazandırması yönüyle çok önemli. Zira EXPO 2020 süresince şehrimize en önemli ulaşımı sağlayacak havayollarına ADP-TAV evsahipliği yapacak.

Her nekadar Fransa ile sözde Ermeni soykırımı iddaları ve inkar yasası ile ilgili sorunlarımız gündeme geliyorsa da; Fransızlar’ın ülkemize olan ilgileri hız kesmiyor. Fırsatın fazlasıyla var olduğu ekonomimizde, tüm yabancılar gibi Fransız yatırımcılar da yer almaya çalışıyor. Burada önemli olan abartmadan, ama akılcı bir politika ile bu bağların kurularak daha etkin hale getirilmesi. Bunun yansımaları, mutlaka Fransa’nın iç politik hayatında da yer bulacak ve etkili olacaktır. Ekonomik çıkarlar sözkonusu olunca, galiba politik görüşler teferruat olarak kalıyor..

Kriz mi var, yoksa piyasada para mı yok?

Son aylarda piyasalarda belirgin bir sıkıntı yaşanıyor. Bu sıkıntı ile birlikte kriz söylemlerini duyduğumuzu da söylemeden geçemeyeceğim. Birçok kişi üstü kapalı bir kriz ile ilgili yorumlarda bulunuyor.
Piyasadaki sıkışıklığın nedeni kriz mi, yoksa para arzındaki daralma mı? Merkez Bankası verilerine göre 1 Ocak-24 Şubat arasında dolaşımdaki ve mevduattaki rakkamlarda ciddi düşmeler var. Para sistemlerinde M1 adı verilen; dolaşımdaki para ile TL ve yabancı paranın vadesiz mevduatından oluşan para miktarında 55 günlük süreçte yüzde 7.55’lik bir azalma sözkonusu. Dolaşımdaki para yüzde 3.7 azalırken, vadesiz TL mevduatında yüzde 11.58, yabancı vadesiz mevduatta ise yüzde 5.45’lik bir düşüş sözkonusu. Bir adım ileri gidersek M1 ile birlikte vadeli TL ve yabancı mevduattan oluşan M2’de de bir azalma görülüyor. Vadeli mevduatlardaki azalma belki vadesiz kadar değil ama, bütün bunlar daralan ekonomik konjonktürün de göstergeleri. Ekonomide belirgin bir frenleme olduğu inşaat, otomotiv ve perakende gibi lokomotif sektörlerdeki durgunluktan da fark ediliyor.
Ekonominin dinamiklerinden biri olarak kabul edilen vadeli evrak (çek-senet) kullanımında da düşüş yaşanıyor. Bunun ana sebeplerinin başında bankaların çek uygulamalarındaki hassasiyeti ve gündemde olan yeni çek kanunu. Maliye ve Çalışma Bakanlığı’nın geçen sene yaptığı vergi ve SGK barışının ödemeleri de piyasayı sıkıştıran önemli etkenlerden. Firmalar mevcut vergi ve sigorta ödemelerinin üzerine bir de geçmişin borcunu ödemekte zorlanınca, ortaya krizi andıran paraya sıkışmış para piyasaları çıkıyor.

Yazının Devamını Oku

Böyle mi olmalı?

7 Mart 2012
UMURSAMAZ, saygısız bir toplum olduk.

Bir işi yapmaya kalkınca kendimizden başkasını düşünmüyoruz. Herşeyde biz haklıyız ve yaptığımız herşey doğru. İşte son yıllarda ülkemizi kasıp kavuran anlayış maalesef bu.
Bir süredir şehrimizde yapılan çalışmaları izliyorum. Genelde bitince eksiklikleri ve kendi içinde yanlışları olsa da çok düzgün bir yapılaşma ortaya çıkıyor. Fakat yapım aşamasındaki manzara düşündürücü. Maalesef;
“Ben bunu böyle yapıyorum arkadaş, bunu böyle düşündüm. Senin hakkın, huzurun ve yaşam şartların benim umurumda değil. Buna katlanmaya ve çekmeye mecbursun” anlayışı hakim.
Bir sabah, genelde maden ocaklarında veya büyük inşaatlarda kullanılan ebatta bir kepçeyi kullanan operatörün, kaldırımlara vurduğu darbelerle uyanıyorsunuz. Bina üç şiddetinde deprem oluyormuşcasına yavaş yavaş sallanırken, panik içinde kendinizi balkona atıp aşağıda olan biteni izlemeye başlıyorsunuz. Yolu, kaldırımı, ağaçları, asfaltı yani kısaca önüne ne katarsa herşeyi bir anda moloz yığınına çeviren kepçe; kapınızın, dükkanınızın önünü darmadağın edip geçiyor. Bir baştan bir başa tüm sokağı sadece keçi yolu gibi bir patikaya mahkum ederek inşaata başlıyor.
Sabah yüzünüzü yıkayacaksınız, suyunuz kepçe kurbanı. Sıkı bir vuruş patlatmış boruyu. İnşaat alanında kaynak buluyor küçük bir dere. Bazen elektrik hatları, bazen de geçen aylarda döşenen doğalgaz borusu kurbanı oluyor kepçenin. Süperonline’ın fiber kablo altyapısının akıbetini anlatmıyorum bile. Bir köşede yumak haline getilip sarmalanmış...
Dükkanını açan esnaf; ya birkaç saat sonra kapatmaya karar veriyor, ya da içeride yeni sinek avlama teknikleri geliştiriyor. Peki ya yaşı ilerlemiş komşularımız? Onların bakkala bile gitmeleri yasak. Sanki haftalar sürecek bir nüfus sayımında gibiler.
Sokakta yürüyenlerin kendilerine geçecek bir yol bulmak için verdikleri çaba, yaptıkları trajikomik mücadeleyi seyreyleyin. Tabii sokak lambaları söküldüğü için gece bu yerler tam bir tehlike sahası. Birkaç dükkanın vitrin ışığı ve apartman girişindeki lambalar aydınlatıyor tehlikeli çukurlarla dolu sokakları.

Yazının Devamını Oku

Tatlı yazalım tatlı konuşalım

29 Şubat 2012
BİR süredir bal konusunda değişik spekülasyonlar yaşıyoruz.

Piyasada 60-70 TL’ye satılması gereken bir kilo karakovan balı 20-30 TL’ye satılıyor. Acaba yıllardır bize ürününü satan balcı esnafı bizi kandırıyor muydu, diye düşünmeden yapamıyorum? En son Tarım Bakanlığı’nın yaptığı açıklama da fiyatlarla ilgili düşük rakamları açıklaması ortalığı karıştırmakta işin tuzu biberi oldu.
Tatlı yazalım dedim, ama balın ucuzlama öyküsü ile ilgili maalesef çok iyi şeyler söyleyemeyeceğim. Türkiye bir bal üretim ülkesi, fakat üretimimiz öyle yüzbinlerce tonlara ulaşmıyor. Hatta yurt genelinde tüketim oldukça düşük sayılır. Türkiye’de 200 bine yaklaşan sabit ve gezici bal üreticisi, yıllık 100 bin ton bal üretimi sağlamakta. Son yıllarda ise birçok defa bu üretim neredeyse durma noktasına geldi. Üretimin tekrar yükselmesi ise üreticinin bilinçlendirilmesi, doğru ilaç kullanımı ve teşviklerle sağlandı. Maalesef kovanlarda yabancı haşerelere karşı alınması gereken tedbirlerin yanlış uygulanması veya ucuza kaçılması balcılığımızı bitirme noktasına getiren en önemli faktörlerin başında gelmekteydi. Bugün bal üretimi, belli bir seviyeye geri dönmesine rağmen piyasalardaki balda oynanan oyunlar düşündürücü.
Sık sık duyduğumuz karışık bal hikayesinin iki ana kaynağı var. Birincisi katkı maddesi, ikincisi ise kaçakçılık. Genelde tatlı için kullanılan glikoz aslında sulu şurup diyebileceğimiz bir ürün. Balla karıştırılması halinde sağlığa hiçbir zararı olmamakla birlikte yapanın hesaplarına aşırı fayda sağladığı ortada. Bir kilo glikoz yaklaşık 1 TL. Bir kilo hakiki balla karıştırılan bir kilo glikozun, balın fiyatını yüzde 50 azalttığını hesaplamak çok zor değil. Kaldı ki uzmanlara göre bal bu karışım oranını da kaldırabilecek bir ürün. Karışım oranları ise değişiyor. Bazen daha az, bazen daha çok. Orası karıştıranın insafına kalmış.
Piyasadaki gerçek
Toptancılardan alacağınız bir teneke balla bir teneke glikozun karıştırılması genelde piyasalarda yaşanan bir gerçek. Bunu yakalamanın veya ispat etmenin yolu ise laboratuvarlardan geçiyor. Tabii, kaçımızın bir şişe bal aldıktan sonra koşa koşa laboratuvara gittiğini merak ediyorum. Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın devreye girmesi lazım ama maalesef onlar da kontrollerde yetersiz kalıyor. Diğer bir gerçek zaten piyasadaki tüm ürünü kontrol edecek kadar ne laboratuvarımız var, ne de kontrol ekibimiz.
Ucuz baldaki ikinci önemli kaynak ise kaçakçılıkla ülkemize gelen ballar. Maalesef İran’dan gelen kaçak balın kilosu 3-5 TL civarında. Bu balların pazara ulaşması ile fiyatlar oldukça etkileniyor. Maalesef bu kaçakçılık bazı doğu illerimizde geleneksel olarak yapılan bal üretimini de yok olma noktasına getirdi. Maliyetlerin ülkemizde daha yüksek olması, bu konuda rekabetin bitmesine neden oldu. Ağrı, Van gibi bal üretiminde önemli konuma sahip illerimiz piyasadan çekildi.
Geçtiğimiz günlerde Sayın Başbakanımız’ın, ‘Ben kestane balını seviyorum’ açıklamasının ardından kestane balı fiyatları da taban yaparak 60 TL’den 80 TL’ye yükseliverdi.

Yazının Devamını Oku