Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan etmesinin ardından önce Kuzey Afrika kıyılarını bombaladılar, daha sonra İmparator II. Kayzer Wilhelm’in emirlerine karşı gelerek Fransız ve İngiliz gemileri ile köşekapmaca oynayarak Cebelitarık Boğazı’ndan Atlas Okyanusu’na çıkmak yerine Doğu Akdeniz’e ilerlediler.
Tarihte genelde kovalanarak Osmanlı sularına geldikleri söylenir. Aslında bu iki gemiyi takip eden İngiliz ve Fransız savaş gemileri bu iki güçlü geminin yanına yaklaşmaya cesaret edemediler. Alman gemilerinin üstün savaş gücü buna engel olmakla birlikte, yakıt olarak kullanılan kömürün azalması Goeben ve Breslau için büyük tehlikeydi. Gemiler kömür almak için önce İtalya’ya gitti. Daha sonra Adriyatik’e yönelen gemiler Mora Yarımadası’nın güneyinden Ege’ye geçtiler. 3 Ağustos’ta başlayan takip 10 Ağustos 1914’te iki geminin Osmanlı İmparatorluğu’nun karasularına girerek Çanakkale Boğazı’ndan geçmesiyle son buldu. O dönemde uluslararası anlaşmalara göre tarafsız bir ülkede en çok 24 saat kalınabiliniyordu. Bir Osmanlı öncü gemisi rehberliğinde Marmara Denizi’ne geçen iki gemi tarafsızlık kurallarının çevresinden dolanmak için 16 Ağustos’ta Osmanlı Donanması’na katıldığını ilan etti.
23 Eylül’de Amiral Wilhelm Anton Souchon Türk donanmasının komutasına getirildi. Diğer bir deyimle Kaptan’ı Derya Barbaros Hayrettin, Turgut Reis gibi nice Türk denizcinin eriştiği merteyebe şıp diye oturuverdi. Goeben yeniden adlandırılarak Yavuz Sultan Selim (Yavuz), Breslau ise Midilli isimlerini aldılar. Gemilerin Alman mürettebatı Osmanlı üniformaları giydiler ve fes taktılar.
29 Ekim’de Yavuz ve Midilli, Çarlık Rusyası’na karşı ilk operasyonuna çıkarak Sivastopol Limanı’nı bombaladı. Bombardıman sırasında Osmanlı İmparatorluğu henüz müttefik devletlerle savaşa girmemişti. Bombardımana tepki olarak Rusya, 1 Kasım’da Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederek Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na katılmasına sebep oldu. 3 Kasım’da Fransız ve İngiliz gemileri Çanakkale Boğazı’ndaki Türk savunma tabyalarını bombaladı ve iki gün sonra da resmen savaş ilan ettiler. Yavuz ve Midilli Rus Çarlık Donanması ile birçok savaşa girdi. Hemen hemen hepsinden başarıyla çıktı. Birkaç defa mayına çarptı. Derin yaralar almasına rağmen batmadı. Devrin üstün savaş teknolojisini taşıyan Yavuz, Cumhuriyet Donanması’nda da ‘Sancak Gemisi’ görevi yaptı.
Bu savaşın sonunda Osmanlı İmparatorluğu parçalanıp, Türk ulusu esaret altında yaşatılmak istenirken, birkaç vatansevere liderlik eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk büyük bir mücadele sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağladı.
Birçoğumuzun çok iyi bildiği bu tarihi olayları hatırlatmamın sebebi, bugünlerde benzer bir olayın yaşanmasına neden olabilecek gelişmelerle karşı karşıya olmamızdan.
Nato Savunma Sistemi adı altında Malatya’ya bir erken uyarı radarı kurulacak. Bu radarın yönlendireceği füzeler ise Türkiye dışına yerleştirilecek. Bu füzeleri kullanma yetkisi Almanya’daki Amerikan üssündeki Amerikalı subaylarda olacak. Elbet yanında bir Türk komutan da bulunacak ama son söz kimde olur siz düşünün.
İzmir Alsancak Limanı bundan birkaç sene önce özelleştirilmesine rağmen; hukuki sorunlar nedeniyle fiziki olarak bir türlü ihaleyi kazanan firmaya devrediledi. Hukuki süreç sonunda devrinde hiçbir sorun olmadığı ortaya çıkan liman; maalesef bu defa da değişen dünya ekonomik konjonktürünün kurbanı olmuş ve ihaleyi kazanan firmalar teminatlarını yakarak özelleştirmeden geri çekilmişlerdi. Bugünlerde İzmir Alsancak Limanı’nın konteyner ve kruvaziyer olarak ikiye ayrılarak yeniden özelleştirilmesi ve büyütülmesi gündemde. Bu gelişmeler sürecinde İzmir’in kuzeyindeki Nemrut Körfezi’nde, Heris Grubu’nun yatırımı Nemport devreye girdi. Başlangıçta küçük bir iskele gözü ile bakılan Nemport 2011 yılında 257 bin TEU’luk (Twenty-foot Equivalent Unit-6.5 metre karşılığı konteyner ölçü birimi) kapasiteye ulaşarak hizmete girdiğinden bugüne kadar geçen zamanda Türkiye’nin 7’nci büyük özel limanı olmayı başardı. Bu başarısının yanı sıra İzmir’in gemi yükünün önemli bir kısmını da üstlenerek, geçtiğimiz yıllarda körfezde yaşanan sıkışıklığı ve beklemeleri de önledi. Nemport’un bugünkü kapasitesi 350 bin TEU.
Liman devi APM Terminals
Önceki gün SOCAR’ın sahip olduğu Petkim Limanı ile ilgili tarihi bir adım atıldı. Dünyanın önde gelen liman işleticisi firmalarından biri olan APM Terminals ile ortak liman yapma ve işletme konusunda ön anlaşma imzalandı. APM Terminals, limanlar konusunda hakikaten bir dev. Dünyanın 63 ülkesinde liman yatırımları var. Ayrıca, 154 iç noktada hizmet veriyor. Toplam 24 bin kişiyi istihdam ediyor. APM’in işlettiği limanların arasında Hollanda’nın Rotterdam, İsveç’in Göteborg, Mısır’ın Port Said, Gürcistan’ın Roti, Malezya’nın Tanjung, Arjantin’in Buenos Aires, Brezilya’nın İtaji, Nijerya’nın Apapa ve Lübnan’ın Akabe limanları var. Ayrıca Meksika, Kongo, Brezilya, Kosta Rika, İtalya ve Almanya’da da devam eden yatırımları mevcut. Petkim ile yapılması düşünülen limanın yıllık kapasitesi 1 milyon 500 bin TEU olacak. İzmir Alsancak Limanı’nın 800 bin TEU helleçleme yaptığını düşünürsek 2 tane Alsancak daha geliyor İzmir’e.
Bu güzel gelişmelere bir de geçtiğimiz yıl Çandarlı’da yapımı başlanılan 10 milyon TEU kapasiteli Kuzey Ege Limanı da eklenirse; önümüze çıkan manzara İzmir’in gelecek 5 yılda Türkiye’nin en önemli lojistik merkezi olacağı konumunda hemfikir olmamızı sağlayacaktır. Yıllık helleçleme kapasitesi 15 milyon TEU’ye ulaşan bir İzmir’in önü çok açıktır.
Önemli olan ulaşımda da devrim yapmak..
Kapsamlı master planı şart
Bu gelişmeler denizciliğimiz için çok güzel, fakat buna paralel özellikle ulaşım konusunda İzmir için çok kapsamlı bir master plana ihtiyacımız var. Bu kadar ürünün mevcut karayolları ve demiryolları ile taşınması fiziki olarak imkansız. Aliağa demiryolunun yolcu taşıma amaçlı bir metro hattı olduğunu gözönüne alırsak, burada da paralel veya yeni hatlara ihtiyaç olacaktır. Kaldı ki, bu hatlar kuzeyde Çandarlı’ya kadar ulaşmak zorunda.
Avrupa Birliği (AB) ülkesi ve Euro Bölgesi üyesi Yunanistan mali sıkıntılarını bir türlü atlatamıyor. Yıllar boyunca aldığı borçlar nedeni ile AB bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu için uygulanan Düyun’u Umumiye İdaresi’ni neredeyse Yunanistan için devreye sokmak üzere...
* * *
Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi, 1872-1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borçlarını denetleyen kurumdu. II. Abdülhamit döneminde kurulan Düyun-u Umumiye, kurulduğu yıldan itibaren, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik ve mali yaşamı üzerinde etkili bir rol oynadı. Osmanlı İmparatorluğu 1854 yılında dış borçlanmalara başlamış ve 1874 yılına kadar 15 ayrı dış borçlanma yapmıştı. Bu dönem içinde 239 milyon lira borçlanıldığı halde, hükümetin eline yalnızca 127 milyon lira geçti.
Osmanlı İmparatorluğu, ilk dış borçlanmasını, Kırım Savaşı sırasında, savaş maliyetlerini karşılamak için gerçekleştirdi. Ancak mali durumu düzelmeyen devlet, savaştan sonra da borç almayı sürdürdü. Bundan sonra da borçlanmayı neredeyse alışkanlık haline getirdi ve her ekonomik sıkıntıda borç almaya devam etti. Bu borçların verimli kullanılamaması sonucu, kısa sürede, değil borçlar, faizleri bile ödenemez hale gelindi. 1874’te devlet mali iflasın eşiğine geldi ve bir kararname çıkardı. Bu kararnamede, Osmanlı İmparatorluğu vadesi gelen borç taksidinin ancak yarısını ödeyeceğini açıklıyordu. Ancak açıklanan bu söz de yerine getirilemedi. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, Osmanlı Bankası ile Galata Bankerleri’nden almış olduğu iç borçlarını da ödeyemeyeceğini açıkladı.
Hiçbir borç ödemesini yapamayan Osmanlı İmparatorluğu, sonunda alacaklılarla anlaşma yoluna gitti. Alacaklılarla masaya oturan yaşlı imparatorluk, 1879’da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Ancak alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrıldı. Bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi. Bu kurum kurulduktan sonra da Osmanlı İmparatorluğu mali sıkıntılar nedeniyle dış borç almak zorunda kaldı.
Lozan Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nu yarı-sömürge seviyesine indiren bu kurumun vergi gelirlerini denetlemesi sona erdirildi. Sadece borçların alacaklılara paylaştırılması görevini sürdürmeye devam etti.
Bu borçlar, imparatorluk çöktükten sonra, imparatorluk topraklarında kurulan devletler ve Türkiye Cumhuriyeti arasında paylaştırıldıysa da en büyük borç yükü Türkiye’ye verildi. Türkiye, Düyun-u Umumiye’ye olan borcunun son taksitini, ilk dış borcun alınmasından tam bir yüzyıl sonra, 1954’te ödedi.
Türkiye yılın en soğuk günlerinde yine doğal gazsız kaldı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ‘Zorunlu Hal’ ilan ederek elektrik üretimde ikincil yakıta geçilmesini istedi. Türkiye, Rusya ile yıllar öncesine dayanan anlaşmalarla ihtiyacı olan doğal gazı temin etmekteydi. Geçtiğimiz aylarda Bakanlık fiyatın çok yüksek olduğu gerekçesi ile bu anlaşmayı iptal etti. Bunu yaparken kendine göre bir uyanıklık yaparak, sadece devlet tarafından alınan gazın anlaşmasının durdurulduğunu; özel şirketlerin Rusya’dan doğal gaz alabileceğini açıkladı. Fakat Rusya özel sektörün taleplerinin hiçbirini karşılamadı. Çok güvenilen İran doğal gazı da füze kalkanı projesi nedeni ile gerilen ilişkilere takılınca, Türkiye bir anlamda doğal gazsız kaldı denebilir. Bütün bu gelişmeler yaşanırken İzmir’deki EgeGaz ve Trakya Bölgesi’nde bulunan likit doğal gaz depolama tesislerine de stoklama yapmaları için yeşil ışık yakmayan Bakanlık; Türkiye’nin doğal gaz enerji santrallerini durma noktasına getirdi. Bursa’daki santral üretimine ara verirken; İzmir, Adapazarı ve Gebze’deki büyük santrallerde üretim yüzde 25’lere kadar geriledi. Şimdi bir de Avrupa Birliği’nin İran petrolü ve dolayısıyla doğal gazına uygulayacağını açıkladığı ambargo sorunu ile de karşı karşıyayız. Tabii, bir de tek taraflı fesh edilen Rusya ile yapılan anlaşmanın hukuki yaptırımı ne olacak? O da meçhul.
Türkiye ürettiği elektriğin yüzde 60’ını doğal gaz santrallerinden karşılıyor. Ayrıca, sanayi ve konutta da yoğun bir doğal gaz kullanımı söz konusu. Şimdilik kısıtlamanın ucu sanayi ve konuta dokunmadı, ama enerjide ciddi sıkıntılar var. Türkiye’nin enerji politikalarında günübirlik gelişmelerin yaşanması normal. Çünkü, bir enerji politikamız yok. Cari açığın en önemli kaynağını oluşturan enerji hammaddesi ithalatını düşürmek için sistemli çalışma bile ortaya konulamıyor. Birçok demokratik ülkede yetkililerin koltuklarını kaybetmesine neden olacak bu gelişmeleri, biz sadece demeç dinlemekle geçiriyoruz.
Sağlık Bakanlığı yeni muayenehane ruhsatı vermiyor
Geçtiğimiz hafta Antalya’da Türkiye’yi gururlandıran bir sağlık olayı yaşadık. Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nden bir doktor ekibi, hayatını kaybeden bir kişinin sağladığı organlarla yüz, iki kol ve bacak nakli yapmayı başardı. Dünyada sayılı ülkede yapılan bu ameliyatı başarı ile tamamlayan ekibi kutlarım. Fakat sağlık sektörünün sıkıntıları bir türlü bitmiyor. Özellikle tam gün yasası ile artan sıkıntılar sık sık medyaya yansımakta...
Sağlık Bakanlığı iki yıldır tek bir muayenehane açma ruhsatı vermedi. Mevcutları ise fiziki koşulların iyileştirilmesi yönünde baskı altında tutuyor. Asansör kapılarının genişliğinden tutun da merdiven basamaklarının yüksekliğine kadar birçok detay ile özel sağlık tesisleri ve muayenehanelere yaptırım uyguluyor. Buna karşı devlet kurumlarında aynı kuralların ne kadar uygulandığını sizin taktirinize bırakıyorum...
İzmir’in tek engelli diş tedavi ünitesi
İzmir’in tek engelli diş tedavi ünitesi Alsancak Diş Hastanesi’nde bulunuyor. Fakat maalesef engelli vatandaşlarımızın ya bundan haberi yok, ya da buraya ulaşamıyorlar. İzmir’deki engelli derneklerine yapılan çağrılara ise bugüne kadar bir talep oluşmamış. Özellikle tekerlekli sandalye kullanmak zorunda olan vatandaşlar için önemli bir ihtiyacı karşılaşacak bu ünitenin varlığı bir kazanç, ama kullanılamaması büyük bir kayıp.
İzmir’in gelişmesinde de çok önemli rol oynayacak bu bölge EXPO ile gündeme gelmesine rağmen hâlâ kesin hukuki statüye kavuşmuş değil. İnciraltı’nın imar planları mahkeme kararı ile birbiri arkasına değiştirilirken sanki burada gelişmeyi engellemek için üstün bir çaba harcanıyor. Onaylanan her imar planı mahkemeler tarafından engellenirken, burada bulunan toprak sahiplerinin maduriyeti bir türlü aşılamıyor.
Tahmin edilenin aksine, buradaki arazi sahiplerinin çoğu 400-1500 metrekare arası yeri olan kişiler. Ancak birkaç kişinin mülkiyetinde oransal olarak daha büyük araziler var. Zamanında çiftçilik ve seracılık ile geçimlerini sürdüren küçük arazi sahipleri, yeraltı sularında bulunan zararlı madenler nedeni ile arazilerinde tarım da yapamaz konuma geldiler. Bir taraftan tarlalarından gelir alamamaları, bir taraftan ellerindekini değerlendirememek onları bayağı zor durumda bırakıyor.
Arazi sahipleri çözüm için uğraşırken, belediyelerin gazabına da uğradılar. Neredeyse 10 kat yükseltilen vergilerle, dar gelirli kesimin arazileri sanki yok pahasına elinden alınmak isteniyor gibi bir durum ortaya çıktı.
Sanki burada bazı güçler bölgenin gelişmemesi için yoğun çaba harcıyor. İzmir’in 2020 EXPO alanı olarak da seçilen bölgedeki belirsizlik adaylığımız sürecine de olumsuz yansıyor. İzmir’in ikinci defa aday olduğu uluslararası organizasyonda rakiplerimize hiç yoktan bir koz verilmesi kazanma şansımızı zora sokuyor.
Turizm amaçlı yatırım bölgesi olarak tescil edilen bölge maalesef hak ettiği gelişmeyi bir türlü yaşayamıyor. Bu manzara karşısında aklımıza, ‘Amaç bu bölgede zayıfı yok ederek başka planları devreye sokmak mı?’ düşünceleri geliyor.
Bir ağaç katliamı daha
İZMİR’in yeşil açısından şehir merkezinde ne kadar kısır kaldığını sık sık dile getiriyoruz. Geçtiğimiz aylarda Alsancak’ta yapılan yol yenileme çalışmaları bünyesinde bir tıraşlama daha yaşandı. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nün yan sokağındaki asırlık ağaçlar yol yapılıyor bahanesi ile
Aslında ESBAŞ kurulurken birçok kişi başarılı olamayacağını veya marjinal bir başarıyı yakalayabileceğini düşünüyordu. Fakat geniş bir vizyona sahip olan Kaya bey, olayları farklı bir bakış açısından görmekteydi. Daha önce Mersin’de kurulması için bizzat Turgut Özal’ın büyük gayretler safettiği ve Kaya Bey’in de içinde bulunduğu girişim başarılı olamamıştı. Bir sohbetimizde Mersin’deki girişimin başarılı olamamasının en büyük nedeninin; sistemin devlet tarafından kurulduğu ve özel sektör işletim mantığından uzak olmasından kaynaklandığını vurgulamıştı.
İzmir’den havaalanı yolu üzerinde yıllardır boş duran yaklaşık 2.5 milyon metrekare araziye talip olmuştu Kaya Tuncer. Geçen 20 yılda burada yarattığı yepyeni konseptleri ve başarılı pazarlama teknikleri ile dünyada en iyi yatırım yapılacak 7 endüstriyel bölge içine girmeyi başardı. Türkiye’nin tek bir alanda en çok doğrudan yabancı yatırım ve yatırımcı çeken bölgesi oldu.
Kuruluşundan günümüze kadar uzanan 21 yıllık geçmişe baktığımızda bomboş bir tarladan bugün üzerinde dünyaca tanınmış 236 yerli ve yabancı şirketin yer aldığını, yıllık 5 milyar $’lık ticaret hacminin yaşandığı bir bölge yaratmayı başardı.
Geleceğe yatırım
Kaya Bey’in İzmir vizyonunda sıradan bir bölge yaratmak yoktu. O her zaman geleceğe yatırım yapmayı, hayal peşinde koşmayı ve hayallerini gerçekleştirmeyi tercih etti. Önce yaptığı toplantılar, daha sonra yatırım için çağırdığı firmalar ile ülkemizin havacılık sanayi konusunda gerçek üretici olması için büyük hamlelere imza attı. İzmir Havacılık ve Uzay Kümesi’nin kurulmasında maddi manevi hertürlü desteği verdi. Havacılık sanayinin bir kalkınma değil, sıçrama projesi olduğuna inanıyordu. Bu girişiminin ileride İzmir’de kurulacak bir teknopark ile bütünlük sağlayacağını düşünüyordu. İzmir’de kurulacak bir teknoparkta üretilecek yeni teknolojilerin uygulanmasında ESBAŞ gibi serbest bölgelere çok büyük görevler düşeceğine inanıyordu. Havacılık sanayine ara eleman yetiştirecek Havacılık Meslek Yüksekokulu için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı. Serbest bölgenin sınırlarının genişletilmesi ve daha çok firmaya yatırım imkanı sağlanması konusunda gerek hükümet, gerek yerel yönetimler nezninde birçok girişimleri oldu.
Uluslararası platformda tanıtım
İzmir’in uluslararası platformlarda tanıtımına daima önem verdi Kaya Tuncer. Körfezde yapılan hydroboat yarışlarından tutun da, EXPO 2020 adaylığımız da dahil olmak üzere her türlü İzmir Projesi’ne maddi manevi katkıda bulunmakta tereddüt etmedi. Onun için tanıtım her zaman önem verdiği konseptlerin başında geldi. Birçok alanda uluslararsı toplantılara evsahipliği yaptı. Girişimlere ve toplantılara öncülük etti. Bu toplantılarda amaç İzmir’in potansiyelini yabancılara aktarmaktı.
Gençliğe yatırım
Sadece İzmir’e değil, Ege Bölgesi’ne de çok önemli hizmetler vermekte. Çocuk ve ana sağlığı bakımından çok başarılı tedavilere imza atmış bu hastanemiz, maalesef şehrin göbeğine sıkışmış durumda.
Ege’nin birçok ilinden, ilçesinden, hatta köyünden gelen hastalar burada yavrularının tedavisi için çare aramakta. Öncelikle hastanenin karşısındaki araç park yerlerinde yaşanan drama dikkat çekmek istiyorum. Finansal açıdan rahat olamayan hasta yakınları mecburen arabalarda yatıp kalkmakta. Arabalar neredeyse yatakhaneye dönüşürken, sağlık ve temizlik açısından da olumsuz koşullar ortaya çıkmakta. Kaldı ki bir bebek veya çocuk hasta için tedavi süresince hasta yakınlarının 24 saat refakatçi olarak bulunması şart. Malesef şehrin normal koşulları içinde bu hastanenin yakınında bulunan otellerin ücretleri yüksek. Maddi imkansızlıklar içinde kıvranan veya tüm varlıklarını hastalarının tedavisi için harcamak zorunda olanlar için bu karşılanması çok zor bir masraf. Bütün bu parametrelerin birleşmesi sonucunda karşımıza yatakhaneye dönen otoparklar çıkıyor.
Diğer tarafta artan talep karşısında fiziki yetersizliklerle boğuşan uzman doktorlar ve hastane personeli var. 1940’lı yılların başında İzmir Belediye Başkanı Doktor Behçet Uz tarafından İzmir Valiliği ve Belediye’nin imkanları ve halktan toplanan yardımlar ile yapılan hastane; 1944 yılında Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş. Ege’nin en önemli çocuk sağlığı merkezi bugün 350 yataklı bir hastane olarak hizmet verebilmekte. Fiziki olarak büyütülmesi veya genişletilmesi de neredeyse imkansız.
Yeni bir hastane yapılmalı
İkide birde İzmir’e şu yatırımı yapacağız, bu yatırımı yapacağız iddialarında bulunan iktidarın öncelikle bu konuyu ele alarak, hastaneyi daha verimli çalışabileceği bir yere taşıması gerekir. Yeniden yapılacak bir Dr. Behçek Uz Çocuk Hastanesi’nde uzman doktorlar ve personel daha etkin çalışabilecek ve daha geniş kitlelere hizmet verebilecektir. Hastane şehirle olan bağlantısı koparılmadan; İzmir’in yakınında gerek araç, gerekse toplu taşıma ile kolay ulaşılacak bir noktada tekrar yapılmalı. Yoksa otobüslerin güzergahını değiştirip birkaç acil hastaya bu yolu açmak sadece günü birlik çözümlerin ötesine gidemez. Tam gün yasası ile birçok sağlık çalışanın mağdur edildiği bugünlerde herşeye rağmen hedef; eldeki bilgiyi ve tecrübeyi daha geniş kitlelere ulaştırabilecek imkanların yaratılması yönünde planlama yapmak olmalıdır. Yeni hastane yapılırken çocuklarının tedavisi için burada bulunan hasta yakınlarının tedavi süresince yararlanacağı yan birimlerin oluşturulması da düşünülmelidir.
Dr. Behçet Uz, 1938 yılında İzmir’in yeniden inşası aşamasında kendisinin de doktor olması nedeni ile sağlık konusunda çok önemli bir girişimde bulundu. Onun başlattığı bu girişim bugün için etkin bir sağlık hizmeti olarak devam ediyor. Fakat gelişen Türkiye’ye ve İzmir’in bu hizmeti artık kendisine yakışan bir yapı içinde daha etkin bir zemine taşınmasını gerekir.
Politik olarak dünya düzeninde önemli taşların yerinden oynadığı bir yıl. Krizlerin ve savaşların yılı olarak tarihe geçecek. Aslında bu, değişen dünya ekonomik düzeninin habercisi veya yansıması olarak da görülebilir. Dünyada bir süredir “Yükselen Ekonomiler veya Pazarlar” adı altında geçen ülkeler artık birçok gelişmiş ülkenin önüne geçti. 2011’de Çin, ekonomik büyüklük olarak dünya ikincisi Japonya’yı solladı. Ve bugün Brezilya, ‘Üzerinde Güneş Batmayan Krallık’ İngiltere’yi geride bırakarak dünyanın altıncı büyük ekonomisi konumuna geldi. 2020 yılına kadar Hindistan ve Rusya’nın da Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’yı geride bırakarak dünyanın dördüncü ve beşinci büyük ekonomileri olmaları bekleniyor. Gelişmiş ülkeler büyük bir krizle boğuşurken, diğerleri atı alıp Üsküdar’ı geçmiş bile.
Son 20 yılın parlayan yıldızı Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya’nın iki önemli ortak noktaları var. Birincisi çok kalabalık nüfusa sahipler. İkinci en önemli etken ise geniş toprakları ve ciddi doğal kaynaklara sahip olmaları. Belki teknoloji üretmekte batılılar kadar ileri değiller ama hızlı kopyalama ve doğru kaynak kullanımı ile büyük ekonomik güç haline geliyorlar. Teknolojide de adım adım gelişmişlere yaklaşıyorlar. Yakında pazar kapma ve kaynakları kontrol etme telaşıyla çıkarılan savaşlar da yetersiz kalacak.
İzmir neden ilk 10 şehirden biri olmasın
Gelecekle ilgili hedeflerimizi koyarken şehrimizin de kendine göre hedeflerini ortaya koyması gerekiyor.
2023 yılında Türkiye’nin yaşam standardı ve kalitesi en yüksek şehri olmak bunlardan biri olabilir. Dünyada en çok ziyaret edilen 10 şehirden biri olmak da hedeflerimizden biri olabilir. 2020 yılı EXPO adaylığımız bu amaç uğrunda çok önemli bir araç haline getirilebilir. Eğer yaşam kalitesi en yüksek şehirlerden biri haline gelmeyi hedeflersek; bu bizi kültürel, sosyal ve ticari açıdan da etkin ve cazip bir konuma getirecektir. İzmir daha önce olduğu gibi, çevresindeki tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleri ile çok cazip bir turizm destinasyonu olabilir.
Turizmde kümelenme bu konuda etkin bir araç olarak kullanılabilir.
Yeter ki istek ortaya konsun, yeter ki işbirliği ve ortak çalışma kültürünün dinamizmi ve sinerjisi yakalansın. Yeter ki doğru hedef ve amaç ortaya konsun.