Galiba doğalgaz çalışmaları başlıyor derken, işçi arkadaşımız, “Yok! Bu Superonline” dedi. Araçların sileceklerine sabaha karşı yerleştirilen fotokopilerden İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden izin alındığını, işin Türk Telekom tarafından Superonline adına yapıldığını öğrendik. Ve fiberoptik kablo döşemesi için altyapı hazırlandığı bilgisine ulaştık.
Apar topar geldiler. Hızla kazıp kırmızı boruları yerleştirdiler. Evlere doğru bağlantı kutularını koydular amaaa iş aniden durdu. Kazdıkları çukurların bir kısmı açık, bir kısmı kapalı.
Derken, daha geniş bir şekilde yolun kesildiğine şahit olduk. Kesim esnasında trafik sinyalizasyon telleri, telefon hatları, su boruları ve tabii yeni döşenen Superonline boruları da kesildi.
Ardından kocaman bin eskavatör yolu hallaç pamuğu gibi attı.
Bir sokağı kazıyor, diğerini atlıyor; devamında iki sokak ileri gidiyor.
Eh, sonunda doğalgaz geldi dedik!
“Hayır, bu İZSU, biz temiz su borusu döşeyeceğiz” cevabını aldık.
Geçtiğimiz hafta içinde Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yeni bakanlığın teşkilatlandırılması ve görevleri hakkında bazı kanun, kanun hükmünde kararnamelerde değişiklikler yapılmasına ilişkin bakanlar kurulu kararı Resmi Gazete’de yayınlandı.
Geçtiğimiz dönemlerde Çevre Bakanlığı’na alışıktık, fakat yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı isminin başı aynı kelimeyi taşımakla birlikte kuruluş esasları ve uygulama yetkileri bakımından çok farklı.
Üst düzey yetkilerle donatılan bakanlığın imar konusunda her türlü yaptırımı ve yetkisi bulunmakta. Her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak artık bu bakanlığımızın yetkisinde. Bugüne kadar belediyelerimizin yetkileri içinde kalan bu uygulamalar bundan sonra merkezden yapılabilecek, değiştirilebilecek, istenildiği şekilde düzenlenebilecek...
Bu uygulamaya ilk tepki Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nden (TMMOB) geldi. TMMOB; bakanlığın “Tüm ülke toprakları üzerinde her türlü tasarrufa muktedir kılındığını” söyledi.
Hem de ne muktedirlik. İstenilen yer bir hazine kadar değerli, istenilen yer bir çöl parçası kadar değersiz hale getirilebilecek. Ve bunu yaparken kimseye hesap vermek yok. Onayını almak veya kurullara sokarak zaman kaybetmek de yok.
Bu kanunla artık eldeki tapuya ne kadar güvenilebileceğinin tartışılır hale geldiği görülüyor. Çünkü, tapu ister kamu kurum ve kuruluşunun, ister özel kişinin, isterse devletin hüküm ve tasarrufu altında olsun, bu tapu ve araziler üzerinde istediği tasarrufu yapma yetkisi yalnız ve yalnızca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın uhdesi altında. Sit alanlarında bile değişiklik yapmak için kuruldan onay almaya lüzum kalmayacak.
Bakanlık her türlü, harita, her ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değişiklikleri resen yapmak, yaptırmak, onaylamak, iki ay içinde içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde, ruhsat ve yapı kullanma izni vermek hakkına sahip.
Buranın işleticisi konumundaki ESBAŞ geçtiğimiz hafta içinde 10 bin kişiye yeni iş imkanı yaratacak yatırımları birbiri arkasına sıraladı.
Dünya devleri yatırım için sıraya girmişken, ESBAŞ kendisini büyütmek için genişleme alanı arayışı içinde olduğunu sık sık dile getiriyor. Hedefleri doğrultusunda büyüme alanı olarak planladığı ve bu amaçla önceki yıllarda bünyesine kattığı arazileri, üretim merkezlerine çevirenmek üzere harekete geçti.
Büyüme alanı konusunda ESBAŞ’ın bir sıkıntısı var. Yeni taleplere olmasına rağmen genişleme alanı kısıtlı olması elini kolunu bağlıyor.
İzmir Büyükşehir Belediyesi, ESBAŞ’ın hemen yanındaki 337 dönüm araziye “Yeni Fuar Alanı” projesini hazırladı. Kamulaştırma çalışmalarının tamamlandığı bu arazide kazma vuruldu, vurulacak. Fakat diğer bir taraftan İzmir’in 2020 EXPO adaylığı bünyesinde yapılması planlanan “2020 EXPO Fuar Alanı” bu gelişmeyi şimdilik beklemeye aldıran faktörler arasında.
Bir şehre iki fuar alanının yapılması hem kaynak israfı, hemde ileride kullanım açısından büyük sorunlar yaratabilecek bir yapılanma olarak görülüyor.
Tabii, bir de buna “Yeni Fuar Alanı” yapılması planlanan bölgenin nerede ise dağın başı olması da eklenince beklemek için önemli nedenler ortaya çıkıyor.
Bu arazi öncelikle şehre oldukça uzak. Şehir merkezine 10 kilometre, en yakın metro hattına ise (İZBAN) 3 kilometrelik mesafede olması düşündürücü.
Ege Bölgesi’nin kumaşın dağıtım merkeziydi Mimar Kemalettin. Daha sonra kumaşçılar, gelişen konfeksiyon sanayisiyle hazırgiyime de önem verir hale geldi. Birçok firma hazırgiyim alanında yatırımlar yaparak büyüdü.
Geçtiğimiz yıllarda İzmir Büyükşehir ve Konak belediyelerinin girişimiyle Mimar Kemalettin araç trafiğine sınırlı olarak kapatıldı ve bir ‘Moda Merkezi’ olarak tanıtıldı. Buradaki üretici firmalar Altındağ’da inşa edilen Manifaturacılar Tekstilciler Konfeksiyoncular Çarşısı’na (MTK) gitmeleri için ikna edildi.
Ama maalesef trafiğe kapalı olması gereken Moda Merkezi, şimdilerde otopark konumunda. Başlangıçta sabahları kısıtlı araç trafiğine açık olarak işleyen merkez şimdi neredeyse günün her saatinde sınırsız araç trafiğine açıldı. Burası otopark olarak kullanırken, sokak aralarında tüm gün park halinde sıkışık düzende araç bulunmaktadır.
Bölgede alış veriş açısından bazı sıkıntıların olduğu kesin, fakat bu sıkıntıları aşmanın çaresi bir boşvermişlik çerçevesinde herkes istediğini yapabilir olmamalı.
Sorun varsa çözümü için el ele vererek güçbirliği yapmak ve Mimar Kemalettin Moda Merkezi’ni tekrar canlandırmak buradaki çarşı esnafının hepbirlikte yapması gereken bir uğraşı olmalı. Bu konuda İzmir Ticaret Odası’nın da kayıtsız kalmadığını, çeşitli zamanlarda konuyu sık sık gündeme taşıyarak yeni öneriler getirdiğini de biliyorum.
Nedense bir uygulamanın başında konulan kurallar, başta titizlikle denetlenen uygulamalar zamanla ya gevşetiliyor, ya da birer birer ortadan kaldırılıyor. Mimar Kemalettin Moda Merkezi bir an önce alınacak tedbirlerle ya başlangıcındaki konumuna döndürülmeli ya da değişim gerekiyorsa bu konuda çalışma yapılarak daha iyi işleyen bir çarşı konumuna döndürülmelidir.
Mimarlar Odası ve Federasyon’dan cevap
Geçtiğimiz hafta Atatürk Spor Salonu’nun, Türkiye Voleybol Federasyonu tarafından tadilat kapsamında kısmen yıkılarak yerine yeni bir otel ve modern bir voleybol salonu yapıldığını yazmıştım. İzmir Mimarlar Odası konu ile ilgili yakından ilgilendiklerini. Mimarlar Odası olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesi’nin yetkili kurullarına başvurduklarını, çeşitli platformlarda muhalefet ettiklerini fakat, tadilata engel olamadıklarını belirttiler. Salonun, Koruma Kurulu listesinde bulunmadığını ve bu tadilat için federasyonun proje müellifi rahmetli Harbi Hotan’ın ailesinin de muafakatını almasının yeterli olduğunu söylediler.
Tabii, mimarlık mesleğini icra eden mimarları da en yaratıcı toplum bireyleri olarak algılayabiliriz.
Bir şehrin, hatta ülkenin zenginliğine zenginlik katan görsel yapıtların yaratıcıları mimarlar değil mi?
Mühendislik bilimi ile estetiği birbirine aşık edercesine içiçe yaşatarak hepimizin hayran olduğu eserleri ortaya çıkaran mimarlar değil mi?
İzmir’de de yıllara yayılan köklü tarihimizin mimari eserleri birçok noktada karşımıza çıkıyor. Bunları gerek bütçemiz, gerekse elimizden geldiği kadar korumaya, gelecek nesillere aktarmaya çalışıyoruz. Ne kadar başarılı olduğumuzun takdirini sizlere bırakıyorum.
Alsancak’taki Atatürk Spor Salonu da İzmir’in mimari mirasında önemli yeri olan binalarından biri. İzmir’e yıllardır hizmet eden bu salon 1963 yılında İzmirli tanınmış mimar Harbi Hotan tarafından yapıldı. Harbi Hotan; İzmir’e birçok eserler kazandırmasının yanı sıra tasarımlarında yapı teknolojisini en yetkin kullanan mimar olması ile de tanınırdı. Halkapınar’daki Atatürk Stadyumu, Kültürpark içindeki Pakistan Pavyonu, Fuar Evlendirme Dairesi, İzmir Ticaret Odası Lokali Binası, Harbi Hotan’ın eserleri arasında yer aldı.
Atatürk Spor Salonu, geçtiğimiz aylarda tadilata girdi. Daha önce UNIVERSIAD Oyunları için elden geçen bina, bu defa Voleybol Federasyonu bütçesinden tadil ediliyor. Tadilat derken yanına koskocaman bina dikildi. Sporcu yatakhanesi adı altında şehir merkezine Voleybol Federasyonu Oteli yapılıyor. Tabii, binanın tüm özelliği de yok edilerek.
İzmir’deki mimari dil
Kordon’u süsleyen fazla sanat eseri yok.
Var olan eserlerden birinin esinlenme olmasına da tepki göstermek çok da doğru değil.
Aslında İzmir’i süsleyen sanat eseri sayısı bir elin parmakları kadar az. Sanki binlerce eser arasından birinin esinlenilmiş olması, çok önemli haber gibi bir hava yaratmak da ne kadar önemli o da ayrıca tartışılır. Saat Kulesi’ni de sayarsanız birkaç büyük heykelden başka sanat eserimiz yok.
Tabii, İzmir’e yararlı olmuş kişilerin, hakikaten çok yüksek sanat değeri taşıyan büstlerini, heykellerini atladığımı düşünmeyin.
Kültürpark alanı içinde mermer fuarlarından kalma bazı eserlere rastlayabiliyorsunuz. Bu eserler mermer fuarları döneminde çok değerli sanatçılar tarafından yapılmış olmakla birlikte; sergileme açısından çok da ideal ortamlarda bulunduğunu söyleyemeyiz. Arkeoloji Müzesi içinde ve civarında çok kıymetli heykeller var, ama bunlar sanat eserinden çok tarihi eser kapsamında... Oysa ki, benzer heykellerin şehrimiz süslemesi çok mu zor.
Tabii, bir de Swissotel Grand Efes’in sanata çok önem verdiğini ve içinde birçok heykelin sergilediğini de belirtmeden geçemeyeceğim. Oysa ki, şehrimizin birçok köşesi, fıskiyeli havuzlar bunların içine yerleştirilmiş çeşitli materyallerden yapılmış heykeller ve objeler ile dolu olsun isterdim.
Dokuzeylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültemizin heykel bölümünümden talepte bulunsak, bedeli karşılığında çok kısa sürede şehrimize ayrı bir güzellik katacak sanat eserleri ile parklarımızı, bahçelerimizi ve sokaklarımızı dolduracaklardır...
Tercih sıralarında bir numaraya çıkmasına paralel olarak, gerek otellerin, gerekse yazlık evlerin doluluk oranı da neredeyse yüzde yüze ulaştı. Geçtiğimiz haftasonu Pazar akşamı, geceyarısına doğru bile Çeşme Otoyolu’nda doluluk oranı tam kapasitenin üstündeydi. Seferehisar Kavşağı’ndan Narlıdere gişelerine kadar yaklaşık 12 kilometrelik bir kuyrukla otoyol tıkandı. Tabii 13 çıkış gişesinin 4 tanesinin kapalı olması bu yığılmada ne kadar etki yaptı siz tahmin edin.
Bu harika tatil beldesinin güzelliği, malesef birçok mahallesindeki yoğun kanalizasyon kokularıyla gölgeleniyor. Geçtiğimiz yıllarda foseptik çukurlarından kanalizasyon sistemine geçilmesine rağmen özellikle Ilıca, Boyalık ve Yıldızburnu’nun arka taraflarında rögar kapaklarından gelen koku yoğunluğu yaşanıyor. Tabii dolan foseptiklerin bu kokunun şiddetine katkısı da gözardı edilemez. Birçok beş yıldızlı otelin yakınlarında bu nahoş kokuları algılamak mümkün. Tabii Ilıca’nın göbeğinde sayılacak noktaya yapılmış olan arıtma tesisinden yükselen kokulara nerede ise alıştık diyeceğim. Alaçatı henüz az kokulu sayılır fakat hızlı yapılaşmanın yarın için neler getireceğini bilemeyiz.
İzmir kokmuyor, ama çiçek kokmalı..
İzmir’de sıcaklara rağmen körfezde koku yok . Fakat gönül isterdi ki İzmir’in sokakları da, o yıllar öncesinde olduğu üzere, mis gibi çiçek kokuları ile bezensin. İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere yoğun bir çiçek dikme kampanyası uygulanıyor. Parklar, bahçeler, orta refüjler mevsimine göre rengarenk çiçekler ile süsleniyor. Ama tabii bunlar kısa ömürlü, dönemsel çiçekler. Kalıcı koku veren bitki özelliğini taşımıyor.
Oysa İzmir’in her semtinde evlere, apartmanlara; Yasemin, Hanımeli, Mimoza, Melisa, Ful, Mor Salkım, Amber gibi bölgemizde kolay yetişen, geleneksel kokulu çiçek fidanları dağıtılabilir. Bu fidanlar İzmir’in betona bürünmüş sokakları arasında kalmış küçük toprak parçalarında yetişince, kalıcı bir güzellik yaratılacak ve her sene artan ve güzelleşen farklı bir görünüm elde edilecektir.
Kordon’dan Bayraklı’ya, Karşıyaka’dan Bornova’ya, Hatay’dan Buca’ya Bostanlı’ya, Çiğli’ye kadar tüm şehir bu güzelliklerden payını alır... Başta turistler ve şehrimize gelen yabancılar olmak üzere ‘Çiçek kokan İzmir’ akıllarda kalan en güzel hatıra olur..
İzmir’i ormanlar ile kuşatmak