Paylaş
Yüzyıllardır yeryüzünün bu doğal felaketi karşısında elimiz kolumuz bağlı. “Dünyanın şöyle büyük ekonomisine sahibiz, böyle büyük üreticiyiz” deyip duruyoruz ama ülkemizin en önemli gerçeği karşısında tedbir almamakta ısrar ediyoruz. Hatta tedbir almak için ayırdığımız ve her sene bu amaçla topladığımız vergilerimizi bile depreme önlem için kullanmıyoruz.
Türkiye metrekare metrekare deprem bölgesinde. Bu nedenle öncelikle yeni teknolojilerin de içinde yer aldığı ‘Deprem İnşaat Yönetmeliği’ne ihtiyaç var. Artık sadece sağlamlık değil, aynı zamanda esneklik de depreme karşı uygulanılan yeni teknolojilerin önemli bir parçası. Binalar gidiyor geliyor, sallanıyor ama yıkılmıyor. Sadece beton ve çelikten değil, aynı zamanda esnek parçalardan da oluşuyor artık binalar. Peki ya altyapı? Altyapı için kullandığımız su ve doğalgaz borularının depremde nasıl etkileneceğini ne kadar düşünüyoruz. Bir Japon altyapı müteahidi dostum, su, doğalgaz ve bazı telekominikasyon hatlarının borularının birleşme yerlerinde esnek malzeme kullandıklarını belirtmişti. Özellikle deprem sonrası çıkabilecek yangınlara, susuzluktan kaynaklanacak hastalıklara baştan önlem aldıklarını söylemişti. Peki biz depremin merkezinde bulunan büyükşehirlerimizin altyapısında bu tür yeniliklere ne kadar yer veriyoruz.
Bu arada, depremlerin şiddetinin yavaş yavaş yükseldiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Geçmişte 6-6.5 şiddetinde depremlerin olduğu yerlerde artık daha şiddetli depremler oluyor. Buna en güzel örnek Japonya. Geçtiğimiz yıllarda 7-7.5 şiddetinde depremlerin yaşandığı Japonya ve Doğu Pasifik’te depremlerin şiddeti 8’lerin çok üstüne çıkmaya başladı. İşte son Japonya, Yeni Zellanda ve Sumatra depremleri. Bütün bu depremlerde şiddet artışı yaşanıyor. Deprem sonrası oluşan tsunamiler ise kıyı şeridini darmadağın ediyor.
Depreme karşı önlem alma noktasında, “kaçak binaları yıkarım” sloganıyla yola çıkılması ne kadar doğru. “Depreme dayanıklı bina yapma programı ile işe başlarım” demek bana daha uygun geliyor. İktidarda bulunanların ulusal bir program ile buna sahip çıkmalarını ve kesintisiz uygulamalarını diliyorum. Bugüne kadar toplanan deprem vergileri ile bu ülkemizdeki yapı envanterinin bir kısmı şimdiden yenilenebilirdi. Yeni yapılan yatırımların da bu konuda daha etkin denetimlerden geçmesi sağlanabilirdi. Ama olmadı, yapılmadı belki şimdi bunu yapmaya niyeti olan bir iktidarın çalışmalarını görebiliriz.
EXPO heyecanını kazanmak
İzmir’in 2020 Uluslarası EXPO adaylığı artan rakipleri ile devam ediyor. Fakat maalesef şehrimizde EXPO’nun heyecanını göremiyorum. Daha erken diyebilirsiniz fakat vatandaşları şimdiden harekete geçirmek, gönüllü kuruluşları aktiviteler ile tanıtıma destek olmaya çağırma zamanı geldi de geçiyor. Bana göre bu mücadelenin en önemli hamlelerinin başında, şehirde yaşayanların bu işin peşinden koşmasını sağlamaya çalışmak gelmeli. İzmir ilinde yapılan sosyal veya kültürel her aktivitenin bir karesinde EXPO adaylığımız da yer almalı. Kısacası, EXPO 2020’yi İzmirli’nin, yani hepimizin projesi haline getirmeyi sağlamamız lazım. Konser ise konser, gösteri ise gösteri, tanıtım ise tanıtım; gerekli tüm girişimlerde içeriden dışarıya doğru organize edilerek önce İzmirli’nin sahip çıkmasını sağlamalıyız.
EXPO 2020 için Bureaux International des Expositions (BIE)’ye Paris’te haftaya sunum yapacağız. Film hazır, tanıtım hazır gibi; ekip dersen tam kadro.
Peki ya EXPO’ya aday olmamızın altında yatan amacımızın anlatımı hazır mı? Hepimiz, yani tüm İzmirliler bu amaç etrafında birleşip kenetleniyor muyuz? Bu soruların cevabının henüz tüm İzmirlilerin aklında net ve kesin olduğunu zannetmiyorum. Bunun sağlanması ise adaylığın kazanılmasında en önemli etkenlerin başında geliyor. Hedefte birlik sağlanınca yapılmayacak, kazanılmayacak bir başarı yoktur.
Paylaş