29 Mayıs 2007
SON yıllarda toplumun maneviyatının yükselişe geçmesiyle birlikte, siyasi yaşamımıza yeni kavramlar da giriyor.<br><br>Misal; helallik... Milletvekili aday adayları, kısa özgeçmiş, iki fotoğraf, iyi hal káğıdı, ikametgáh belgesi yanında bir de "helallik" alıyorlar.
Diyelim ki kendi ideolojisini ve partisini terk edip karşı tarafa geçenleri, bir an koşarken görebilirsiniz:
"Sayın aday adayımız CV’sini mi evde unutmuş?.."
"Hayır, helalliğini..."
Hürriyet’te okumuşsunuzdur; Menderes-Demirel çizgisinin genç teorisyenlerinden İlhan Kesici...
Törenle CHP’ye geçecek ama "helallik" eksik.
İşte o zaman koştu.
Baykal, elinde rozetle beklerken "Neyini unutmuş?" diye sordu, yanıtladılar:
"Helalliğini..."
Menderes hayatta olmadığı için, o da bir koşu oğlu Aydın Menderes’ten "helallik" alıverdi, sevgili Fatih Çekirge’nin haberinde okumuşsunuzdur, üstelik üç nüsha:
"Helal olsun, helal olsun, helal olsun..."
*
Eski DYP’liler Demirel’e, Milli Görüşçüler Erbakan’a, Milliyetçiler Türkeş’in mezarına, Fethullahçılar "fethullah.com.tr"ye başvuruyorlar "helallik" için
Demek ki bu "helallik" mazbata gibi bir şey.
Keza sol partilerde dahi...
Örneğin; DSP Genel Başkanı Zeki Sezer...
"Helallik" stokunu elinde bulunduran Rahşan Ecevit’ten "helallik" alarak milletvekili adayı olmadığını açıkladı.
Siyasi Partiler Yasası’na göre, CHP listesinden aday olsaydı, genel başkanlıktan istifa etmesi gerekiyordu. "Helallikle" partinin başında kaldı.
Yok eğer milletvekili olsaydı da bu "helallikle" olacaktı.
*
Ne yapacaksınız?
Elin demokrasisi; yeni ilkeler, yeni kavramlar, yeni yapılaşmalarla giderek güçlenirken, bizim demokrasimize bu girdi:
"Helallik..."
Bu da iyi bir şey sayılır.
Böyle çıkarız düze.
Helal olsun bize...
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2007
"NE yapıyorlar bunlar?" dedi yaratan. Ona kadastro raporlarını götürdüler:
- Tam 72 gölü kurutup kimisini tarla olarak köylülere dağıtmışlardı seçim zamanı... Kimisinin içine kooperatif evleri yaptılar, kimisinin içine havaalanı...
- İçmesuyu havzasındaki korulukları, ağaçları kesip oraya Formula-1 pisti kurdular.
- İstanbul’un su tutan ormanlarından en görkemli ikisinin ortasını açıp sülünleri ve karacaları kovalayıp Koç ile Sabancı üniversitelerine verdiler.
- Kalan ormanlık alanları kum ve kömür ocaklarına tahsis ettiler, ya da binbir türlü hile, rüşvet, ahlaksızlıkla, skandallarını gazetelerden okuduğunuz "bilmem ne kent"lere peşkeş çektiler.
- Marmara’nın en güzel ve yeşil yarımadalarından birisini Ford’a "otomobil fabrikası" olarak hibe ettiler.
- Büyük kentlerdeki tüm su toplama havzalarına gecekondular yapıldı. Sonra her seçim öncesi onlara tapular dağıtıldı.
- Akdeniz’in kıyı şeridindeki ormanları yok ederek, beş yüz yıllık çamları keserek zenginlere "golf sahası" yaptılar, yapıyorlar.
- Tam 120 kilometre kanal döşeyerek, başta Konya olmak üzere çevre kentlerinin sanayi ve kanalizasyon sularını, insanoğlunun yapabileceği en büyük aptallıkla Tuzgölü’ne akıttılar.
- Bu ülkenin bütün nehirleri ve ırmakları, kıyısındaki fabrikaların kullandıkları boya renginde akar.
- DSİ denilen bir devlet kurumu, doğal su rezervi sayılan ne kadar sulak alan varsa kuruttu.
*
Saymakla bitecek gibi değil...
Bu kadar aptallıktan, ahmaklıktan, doğaya ihanetten, görgüsüzlükten, kıyımdan sonra "Su yok" diyorlar.
Ne bilim adamlarını dinlediler, ne "yapmayın-etmeyin" diye çırpınan çevrecilerin uyarılarını...
Türkiye gibi yeryüzünün en zengin su rezervi susuz kaldı.
Çünkü; bu kadar yaygın ve acımasızca ihanete hiçbir yapı dayanamazdı, dayanamadı...
Sonunda kadastro raporlarına baktı, baktı...
Ve Allah suyumuzu kesti.
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2007
BEN hiç böyle Başbakan görmedim.<br><br>Küsüyor... Bu sefer de Cumhurbaşkanı’nı önce eleştirdi, sonra görüşmeye gitmedi ve biz adamlarına sorduk:
"Ne oldu?..."
"Küstü..."
Daha önce de Genelkurmay’a, YÖK’e, Yargı’ya, Merkez Bankası’na, yağmur yağmadığı için Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne ve bir ara Ertuğrul Özkök’e küsmüştü.
Küsünce surat asıp öyle oturuyor.
Ben de çok küstüğüm için bilirim; dün İzmir’de tatbikatı izliyor gibiydi ama aslında izlemiyordu. İçinden "Bu bana yapılmaz... Bir yap iki yap, olmaz ama..." dediğinden eminim.
Biliyorsunuzdur; İzmir’e de küstür.
Bir tek ABD’ye küsmüyor.
PKK’ya göz yumsa da, Kerkük’ü Kürt kenti yapsalar da, askerimizin başına çuval geçirseler de küsmüyor, küsemiyor.
İnsan traktöre küser mi?..
Bu küsmüştü.
AOÇ’de kullanmaya kalktığı traktör ileri yerine geri gidince buna son derece içerlemiş, traktöre surat asmıştı. O günden bu yana ne zaman bir traktör görse yüzü asılır ve başka yere bakar diyorlar.
Traktör tamam da, altı şehit verildiği gün bir Başbakan, nasıl olur da devletin yapması gerekenleri görüşeceği Cumhurbaşkanı’na küsüp Çankaya’ya çıkmaz?
Ayrıca çıkmaması da belki iyi olmuştur.
Diyelim ki çıktı...
Ama konuşmuyor.
Tabii ki Cumhurbaşkanı da konuşmuyor.
*
Ben hiç böyle Başbakan görmedim.
Devletin tüm parçalarıyla (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, YÖK, Genelkurmay Başkanlığı, muhalefet, aydınlar, sivil toplum örgütleri, Milli Güvenlik Kurulu, Askeri Şûra, Cumhurbaşkanı, vs...) küs ve kavgalı bir Başbakan’ın, özellikle ulusal dayanışma gerektiren terörle mücadele edebileceğini nasıl düşünebilirsiniz?
Düşünemezsiniz...
O zaman...
O zaman onu beş yıl daha bu güzel ülkenin başına "Başbakan" yapmalısınız(!)
Hadi göreyim sizi...
Yazının Devamını Oku 25 Mayıs 2007
GİDECEĞİ hastanenin yerini kaybetmiş, bulamayan bir ambulans gibiyim bugün.<br><br>İçimde bir yaralı var. Acı çekiyor.
Ben ise şaşkınım.
Ve üzgünüm.
Yazı yazmıyorum aslında, içimdeki yaralının acısını dindirebilecek bir yer arıyorum.
Yok...
O susmuyor.
*
Çarşı esnafı kırık camların olduğu pencerelere bayrak astı... Siyasiler herkesten önce terörün vurduğu yere koştular... Medya en büyük harflerle lanetledi terörü...
Bir an umutlanıyor insan:
"Bu köşeyi dönersek....."
İşte o anda (dün saat 11.30) haber verdiler:
"Mayın patladı, altı şehit..."
Birazdan yine bayraklara sarılı tabutlar çıkacak yola... Ajanslardan fotoğrafları gelecek ağlayan annelerin ve cami avlusundaki duvarın dibine çökmüş babaların.
Bir çeyiz sandığında askerin son mektubunu bulacak arkadaşlarımız.
*
Bunlar niçin?..
Hukuku olmayan, demokrasisi yalan, ekonomisi dahi vurgun-soygun üzerine kurulu bir ulusal kirliliğin sadece "güvenlik boyutu" mu bu?
Yoksa; böyle pısırık, teslimiyetçi, satılmış, güdümlü bir siyasi ihanetin kurbanı mı çocuklarımız?
Ya da; adam gibi adamlara hiçbir zaman yüz vermemiş... Her zaman hırsızı, uğursuzu, üçkáğıtçıyı, sahtekárı başına taç etmiş bir milletin günahı mı, bedelini fidan gibi çocuklar ödüyor?
Hepsi birden mi?..
*
O zaman ne yapacağız?
Gideceği hastanenin yerini kaybetmiş, bulamayan ambulans gibi, dolanıp durur insan.
Çaresiz...
Yönsüz...
Ve şaşkın...
İçindeki yaralı susmaz...
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2007
BU terör durmaz.<br><br>Çünkü terör örgütü PKK’nın arkasında Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ve ABD var. ABD; biliyorsunuz bizim arkadaşların "strateji ortağı".
ABD’nin Kuzey Irak stratejisi ne?..
Bir Kürt devleti...
ABD Silahlı Kuvvetleri’nin resmi internet sitesindeki haritaya göre, bu Kürt devletinin sınırlarının içine nereler giriyor?..
Bizim Güneydoğu...
PKK’nın elindeki silahlar ne?
ABD malı.
ABD kim?..
"Strateji ortağı" arkadaşların.
PKK’nın kampları, eğitim alanları, lojistik destek merkezleri, büroları, Türkiye’deki saldırı planlarının yapıldığı yer nerede?..
ABD’nin denetimindeki bölgede.
ABD neyi arkadaşların?..
"Strateji ortağı..."
Beyaz Saray’da cumhurbaşkanı gibi karşılanan ve en üst düzeyde protokol uygulanan Barzani, "Türkiye PKK’ya yönelik operasyon yapar da sınırlarımıza karışırsa, biz de Türkiye’yi karıştırırız" sözünü ilk nerede söyledi?..
ABD’de...
PKK’ya kimin onayı ve bilgisi içinde destek veriyor Kürtler?..
ABD’nin...
Arkadaşların "strateji ortağı" kim?..
ABD...
ABD, Kuzey Irak Kürt yönetimine ve PKK’ya destek verirken, aynı zamanda Türkiye’deki bu seçimlerde kimi destekliyor?..
Arkadaşları...
Arkadaşların; canına okuyup gücünü yok etmek istedikleri Türkiye’deki ilk kurum hangisi?...
PKK ile can pazarında mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri...
Kime güveniyor arkadaşlar?..
ABD’ye...
ABD kimdir?..
Arkadaşların "strateji ortağı"...
Sizce bu terör biter mi?..
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2007
BEN o "taraftarı" daha uzaktan tanırım.<br><br>Göz göze gelince "Şimdi bağıracak..." derim ve o an böğüren dana gibi bağırır. Sonra durduğu yerde zıplamaya başlar.
"Ne var, ne yok?" diye soracak olursanız, sadece iki kelimesi vardır:
"Geçirdik..."
Ya da:
"Geçireceğiz..."
*
Bu kadar kirli bir şey "spor" olabilir mi?
İçinde mafya var, vergi kaçakçılığı var, iftira-yalan-entrika var, şantaj var, küfür var, satır var, bıçak var, kan van, ölüm var...
Bunun neresi spor?
İster eğlence, ister kumar, ister bahis, ister sanayi deyin...
Ama "spor" değil...
(.......)
Yurdun uzak köşelerinde atletizm yapmak isteyen yetenekli çocuklar bir bez ayakkabıya hasretler. Oysa devlet hepimizin vergisinden futbola trilyonlar ayırıyor.
Yoksul işçiler, memurlar, yarı aç-yarı tok kalıp, maaşlarının yarısını vergi olarak öderler. Ama trilyon transfer parası alan futbolcular vergisizdir.
Çocuklar için, yaşlılar için, yoksullar için, hastalar ya da çevre için kurulmuş sivil örgütler asla seslerini duyuramazlar. Ancak futbol yöneticileri bütün gün televizyonlarda geveze geveze, içi boş, ahmakça ve kışkırtıcı konuşmalar yapıp dururlar.
Anadolu’da gençler spor yapmak için tavanı akmayan, camları olan bir salona hasret...
Oysa bakın; İstanbul’da "taraftar" bir anda koca bir stadyumu yıktı, yaktı...
Bu spor mu?..
*
Ben o "taraftarı" uzaktan tanırım.
Daha görünce "Şimdi bağıracak" derim...
Sonra zıplar.
Yaşamında hiçbir başarısı yoktur. Bu yüzden tuttuğu takımın attığı gol ile mutlanır, yenilgisi ile yıkılır.
Kendi kimliği yoktur, takımın kimliğine sığınır.
Yedi seneden beri bana bu yazıyı yazdırır durur:
"Bu futbol spor değil..."
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2007
MEYDANLARA çıkan insanlar, sanki uzaydan gelmiş yaratıklarmış gibi, hem Türkiye’de, hem dışarıda merak uyandırdılar. Sordular:
"Kim bunlar?.."
Batı medyası bu yüzden meydanlardaki görüntüyü birinci haber olarak verdi, izleyen Batılılar şaşırıp öyle baktılar. Bizim gazetelerde ise meydandakilerin tanımı, ya da analizi yapılıyor.
Bakıyorlar:
"Bunlar kim?.."
*
Onlar; meydanda gözüksün gözükmesin, gazete okuyanlar.
Yazılı medyanın toplam tirajı 5 milyonsa, bir gazeteyi üç-beş kişi okuyorsa, eh işte o kadar...
Onlar; Ti-Vi dizilerinden önce "haberlere" de bakarlar.
Ortalama çocuk sayıları; iki, bilemediniz üç.
Holdingleri, bankaları, yabancı sermaye ile ortaklıkları, sermaye örgütleri yok.
Zaten çok paraları da olmaz.
Bilgisayarları vardır.
Tarikatları, dergáhları, şıhları da olmaz onların.
İnançları yüreklerinde, duaları sessiz, ibadetleri gösterişsiz, dinin iyi ahlak olduğunun bilincindedir onlar.
Dinlerini çıkarları için, siyasi ya da ticari sermaye olarak kullanmaktan utanırlar.
Peygamber’e de laf söyletmezler, Atatürk’e de.
*
Onlar; bir torba nohuta-makarnaya satılmazlar.
Akılları vardır.
Toplumun aptal yerine konulduğu iç politikalar karşısında canları sıkılır, onursuz dış politikalar karşısında gururları kırılır.
Sahtekár, ikiyüzlü, kaypak değildir onlar...
Hırsız ve yağmacı iktidarlarla suç ortağı olmazlar.
Merhametlidirler.
Ama mangal gibi yürekleri...
İhanete tepkileri...
Bayrağa sevdaları...
Cumhuriyet’e inançları...
Türkiye hálá ayakta duruyorsa, kutsal Anadolu devrimine sadakatleri vardır onların...
Türkiye’dir onlar...
Yazının Devamını Oku 20 Mayıs 2007
SORGUN ormanının ağaçları Tandoğan’a gelebilseler.<br><br>Dallarını bayrak yapıp bir ağızdan seslerini yükselterek "Yok edilmeme hakkını" isteseler... İzmir-Gediz Deltası’nın flamingoları Alsancak’a toplansalar.
Karadan ve denizden bölük bölük, o muhteşem kanatlarını bayrak bayrak açsalar, ellerinden alınan yaşam alanları için çığlıklar atsalar...
İstanbul ormanlarında yaşayan geyikler, karacalar, sincaplar, sülünler, Çağlayan’da miting yapsalar...
Anadolu’nun tükenen telli turnaları, vaşakları, kınalı keklikleri, kurtları, toy kuşları... Yurdun dört bir yanından yollara düşüp bugün Samsun’daki meydanda olsalar.
*
Ama yapamazlar.
Sorgun Ormanları’ndaki ladinlerin ayakları yok.
Ne telli turnaların ağzı var, ne ceylanların dili.
Hiçbirisi; savunma, hak arama, yaşama haklarını isteme, yok edilen ve yağmalanan hayatlarını dile getirme olanağına sahip.
Sesleri çıkmaz.
Bu yüzden yok oluyorlar.
Yok olacaklar.
*
İşte bunun için uygar dünyanın her yerinde onlar adına doğacılar-çevreciler meydanlara çıkarlar.
Güçlü örgütler kurarak, el ele vererek.
On yıldır doğa ve çevrecilere "Greyderlerin, dozerlerin önüne yatmalısınız... Yollara düşüp meydanlara çıkmalısınız..." diyoruz, bir türlü yanaşmıyorlar.
Bir kısmı salonlarda birbirlerine plaket vererek, AB’den gelen paraları paylaşarak, iktidarların orasını-burasını yalayarak çevrecilik yapmakta.
Bir kısmı ise iyi niyetle ama sadece tek başlarına ağlayarak...
Oysa bugün Samsun’daki meydana bakın; bıçak kemiğe dayandığında meydanlar çözüm yeridir.
Özellikle, doğayı ve çevreyi korumakla görevli iktidarlar, paralı yandaşlarıyla yağma çeteleri kurmuşlarsa...
Dilerim bu meydanlar önce çevrecilere örnek olur.
Federasyonlar, konfederasyonlar kurarak artık çıkarlar meydanlara.
Vatanın en güzel parçaları ormanlar, ırmaklar, denizler, karacalar, üveyikler, sülünler, geyikler, vaşaklar, yunuslar adına...
Onlar gelemezler meydanlara.
Ağaçların ayakları, telli turnaların dilleri yok.
Yazının Devamını Oku